Dört bir yanımız tartışma dolu.
Sabah akşam tartışıyoruz. Her konuda, her platformda... Konular
değişiyor ama yaşadığımız sendrom ve kavgalarımızın
seviyesi değişmiyor. Bu karşılıklı görüşler sayesinde
konuların ilerlediğine pek şahit olamıyoruz. Birbirini anlamak
için değil, haklı çıkmak için kavga eden, birbirine laf sokmaya
çalışan insanlar olduk. Medeni bir diyalektik yaklaşımla
tez-antitez-sentez hattı üzerinden yapıcı farklı görüşlerin
buluşması yok. Benimde 30 yıldır katıldığım bu tartışmalarda
da son yıllarda bir hakem gözetiminde üçer kişi düello
yapıyor... Sonuç ise maalesef pek iç açıcı değil! Kanal
Istanbul’u ise bu yazıya sığdıramadım!
MANSUR YAVAŞ-SİNAN AYGÜN
ÇARPIŞMASI
Yargıya intikal etmiş bir konuda,
medya doldurmaları üzerine fikir yürütüp, kim haklı-kim haksız
diye ahkam kesip bu atışmaların bir parçası olmam imkansız!
Beni asıl ilgilendiren, aynı muhalefet partisine mensup iki
bilinen ismin kamuoyunun önünde birbirlerine saldırmaları,
mahkemelik olmaları ve özellikle iktidarın eline koz verecek
şekilde yolsuzluk suçlamaları konuşuyor olmaları. Beni şaşırtan,
bu son derece zararlı gerilim hattının, Kılıçdaroğlu’nun
önünde çözülmeden, “Delirdiniz mi, kendinize gelin!”
ihtarı bile yemeden, toplumun önünde gelişen bir kavga haline
nasıl dönüşebildiği… Çok yazık oluyor. Tabii ki CHP
kültürüne yakışmayan iddiaların havada uçuştuğu yoruma açık
bir dipsiz kuyu. AKP ve fırsatçı medyası, bu konuya “Yeni
dönem İSKİ’mizi bulduk” şeklinde yaklaşıyor. Fırsat bu
fırsat diyerek bu fay hattı üzerinden yükleniyor. Yandaş
kanallar sabahtan akşama sözü bu konudan açarak oradan CHP’nin
iç çatışmalarına ve liderlik kavgalarına girişiyorlar. Burada,
başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP A takımının kendine
sorması gereken bir soru var: “Bizler her seçimde CHP
kültüründen gelmeyen insanları partiye alarak bu tartışmaların
ortamını mı yarattık?” Mesela rahmetli Ali Topuz ve
rahmetli Kamil Kırıkoğlu veya Algan hacaloğlu arasında böyle
bir kavga olabilir miydi? Veya Hurşit Güneş, Örsan Öymen veya
benim aramızda hangi mevkide olursak olalım böyle bir kavga
olabilir mi? Hiç sanmıyorum. Beni üzen, sonuçta bu kavgaların
CHP üzerine çamur sıçratmak için fırsat haline dönüştürülmesi.
Öte yandan bu suçlamaları yapanlar, tek bir kere dönüp
kendileri hakkında gelişen hiçbir iddiaya da cevap vermeyi
akıllarına getirmiyorlar, o da ayrı konu!
PARK YASAKLARINA GETİRİLEN SAÇMA
DEĞİŞİKLİKLER
İlginç bir
şekilde kurucuları arasında Türkiye’nin en önemli
siyasetçileri, işinsanları ve bürokratları olan Trafik Vakfı’nın
artık araç “çekme-kurtarma” görevini bıraktığı açıklandı.
Ardından da yasak yere park etmiş arabalardan yalnız kamuya açık
kritik yerleri tıkayanların kaldırılacağı, diğerlerine ise
yalnız ceza yazılacağı bildirildi. Trafik Vakfı’nın halkı
çileden çıkaran bir hızda olur olmaz her yerden araç çekmeye
son vermesi sonuçta iyi bir karar. Zaten nasıl oldu da Türkiye’nin
en egemen isimleri böyle bir işe soyunup yıllarca bu vakfı
yönettiler, da anlaşılmaz! Trafik konusu yıllardır gündeme
getirdiğim, hepimizi ilgilendiren bir alan. Hep söylemişimdir:
Halk arabasıyla bankaya, alışverişe, işe, hastaneye, eşe dosta
gidecek! Mesela Tarlabaşı Bulvarı’nda siz ölüm cezası da
koysanız, arabalar on dakika sağa çekip işini görecek! Sonuçta
insanların arabalarını park etmeye mecbur olması suç değil.
Onların nereye park edeceğini hiç umursamayan şehircilik
anlayışı, “trafik sorumlu-sorumsuzları” işlenen “suç”ların
doğrudan varoluş nedeni. Şimdi bir adım nihayet atılmış,
ama o da yanlış atılmış! Yahu kardeşim, kendin itiraf ediyorsun
ki, bugüne kadar trafik akışında hiçbir zarar vermeyen
noktalarda mecburen park etmiş arabaları da hep gereksiz yere
çektiniz. Şimdi yoruma açık “Burası
çekilebilir alandı-değildi” kavgalarını körüklemek
yerine, gelin lütfen şu medeni teklifi dinleyin: Her ne kadar
içiniz elvermese de, arabaların kimseyi rahatsız etmeden park
edebileceği alanları yeşil boya ile çizin belirtin, ardından
uygar ülkelerde gördüğümüz gibi buralara parkmetre koyun. Yani
bu iptidai ceza verme hastalığından artık kurtulun! Bir şekilde
belirtilmiş yerlere arabasını koyan herkes normal parasını
ödesin. Nedir bu halkı cezalandırma hastalığınız? Onların
içi rahat bir şekilde arabalarını park etmeleri ve devletin de
legal bir şekilde parkmetreden parasını alması hiç aklınıza
gelemiyor mu?
ERSUN YANAL’IN YAŞADIĞI MEDYA
KUMPASI!
Fenerbahçe, Türkiye’nin medyada en
çok ilgi gören takımı. Maçı kazandığında spor gazetesi
satışları ikiye katlanır.. Aynı zamanda FBahçe’nin karışması
başkan, yönetim, teknik direktör veya ünlü bir futbolcunun
yerinden edilme olasılığı, medyanın iştahını kabartan,
“vampir” kimliğine geçişine neden olan gelişmeler. Aklı olan
herkes görüyor -ki zaten geçen yıldan da işaretlerini gördüğümüz
şekilde- Türkiye liginde artık “4 büyükler her maçı
kazanacak, diğerleri de nal toplayacak” devri bitti. Gerçekten
herkes herkesi her yerde yenebiliyor. Fenerbahçe’yi deplasmanda
yenen Antalyaspor bir sonraki hafta kendi evinde altı gol
yiyebiliyor. Örnekler sonsuz. Artık bu
makaslarını daraldığı yeni dönemi hazmetmemiz
lazım. Her maçı kazanamayan büyük takım hocalarını, -Fatih
Terim hariç- her mağlubiyetten sonra suçlu iskemlesine oturtup
ayağını kaydırmaya gayret etmek medyanın bir hastalığı oldu.
Özelikle bu seneki hedefleri, Yanal ve Abdullah Avcı. Birkaç
haftadır ister televizyon programlarından ister gazete
sütunlarından manşetlerden veya köşe yazılarından Ersun
Yanal’a saldırıların ardı arkası bitmiyor. Kimi mesela
Beşiktaş maçından önce TV’de Yanal’a “Güle güle sana”
şarkısını çalıyor, kimi Fenerbahçe’nin beş gol attığı
maçlardan sonra bile hocaya fatura çıkarabiliyor, hatta bir tek
övgü kelimesi bile kullanmadan! Sonuçta her biri, Fenerbahçe
Beşiktaş’a yenilsin kulüp karışsın Yanal gitsin diye
yapmadıklarını bırakmadılar, adeta bu uğurda öldüler! Ben de
bu komplonun farkına vararak elimden geleni sosyal medyada yaptım,
Ersun hocaya moral verdim, kendisiyle de görüştüm. Sonuçta
gözünü kan bürümüş medya terminatörlerinin hevesi kursağında
kaldı! FBahçe iyi oynayarak kazandı. Ama sarı lacivertli
takımın yöneticilerine de bir çift sözüm var: Bırakın artık
bu yazboz tahtası meraklılarının baskısını . Yanal gibi bir
hocaya 4-5 yıllık bir süreç sunarak güven verin. Takım ancak o
zaman oturur. Yoksa her yeni hoca ve 8 oyuncu deprem yaratmaya devam
ederse, FBahçe daha on yıl şampiyonluk görmez!