26 Haziran 2012 Salı

“AVUSTURYA LİSESİ VE NAZLICAN ÖZKAN” KONUSUNA YANITLAR! / Bedri Baykam / 26 Haziran 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Hangisinden ve nereden başlasam bilemiyorum. “Avusturya Lisesi’nin Nazlıcan Özkan’a Yaşattıkları” başlıklı makaleme o kadar çok destek ve tepki geldi ki, tamamını okuyabilmeniz için kitap yazılır! Bu nedenle en azından hangi kapsama alanında sözler sarfedildiğini aktarmak istedim.
Öncelikle şunu belirteyim: Bu konu her ne kadar defalarca medyada işlenmiş olsa da, demek ki bu sütunda çıkan bir yazı çok daha etkili oluyor ve o Kurumun içinde şimşekler çakabiliyor. Bu yalnız bir tespit! İşe Lise adına, 2010 yılına kadar Lise’nin Müdürlüğünü yapmakta olan Franz Kangler’in iletisinden başlayayım. Herr Kangler, bana ağır sitemlerde bulunan diğer bazı AL (Avusturya Lisesi) liler gibi, önce neden her iki tarafla konuşmadığımı soruyor. Aslında mühim olan bu görüşlerin de duyulması. Çünkü ortada net bir mağdur var. Sonuçta tahminlerimde yanılmamışım. Yazı çıktıktan sonra hatırlattığım iddiaların hiç birine net bir red yanıtı verilemediği gibi, bana ulaşan bir çok destekleyici bilgi ve anekdot da AL’nin bu konudaki zayıf yapısını gözler önüne seriyor. Kangler şunları söylüyor:
“Nazlıcan’ın bir Güzel Sanatlar Lisesi’ne geçmek istediğini öğrendiğimizde, kendisini bundan vazgeçirmeye çalıştık. Bu konuyla ilgili olarak annesine birçok kez telefonla ulaşmaya çalıştık ancak aile yaşanan siyasi sorunlar nedeniyle telefonlarını açmadı.”. Bu sav, Nazlıcan ve annesi Arzu Durukan tarafından red ediliyor: “Yeryüzünde çocuğunun eğitimini aksatmak, yarım kalmasını sağlayacak Anne var mıdır bilemiyorum, ama ben o anne değilim... Okul kızımı taciz edince, ben de Müdüre hanımla görüşmeye gittim. Bana ‘çok haklısınız, bu Avusturyalı öğretmenler, ülkelerinin dağ köylerinden gelip boğazda yaşamaya başlayınca, bizim çocuklarımızı beğenmiyorlar ve eziyet ediyorlar. Biz oralarda öğretmenlik yapsak, onların çocuklarına Nazlıcan’a yapılan muameleyi yaptırırlar mı? Anında kapıya koyarlar. Ama yapabileceğimiz bir şey yok, Nazlıcan’ı istemiyorlar’ dedi. Ben de ‘ruh sağlığı nedeniyle o zaman daha fazla kalmasın’ dedim”.
Burada bir parantez açalım: Mesela Bekir Çoşkun isteyerek mi çıktı Gazetesi’nden? Tufan Türenç, kendi arzusu ile mi yazılarına “
ara verdi” ? Bunlara inanıp, Lafonten’i çok seviyorsanız, ekleyecek söz olmaz. Bunlara inanmıyorsanız da, o zaman Nazlıcan ve ailesinin başına gelenleri belki görürsünüz! Nazlıcan ise, okulun 2010 Ağustos’unda ilk haber çıktığında, savunmasında afallayıp, yaşananları kabul ettiğini, daha sonraları kendi kendilerini yalanladıklarını hiç düşünemediklerini söylüyor. Ayrıca Kangler’in, “Nazi tavrı” olarak gördüğüm olaylara yanıt verirken, “1953 doğumlu öğretmenler hakkında” (!) bu lafların söylenmesini eleştirmesini aciz ve komik bir savunma olarak görüyor. Haksız mı? Öncelikle birilerinin acilen AL lilere 2012 de bu dünyada hala Kemalistler de, Naziler de olduğunu kulaklarına fısıldaması gerek!!
Benzer savlarla, mezun oldukları Lise’yi bu işin ortasında savunmaya kalkışanlara da bir yere kadar saygı duyuyorum. Ama onlar da bazen mantıklarını kaybediyorlar: Ayda Zorbozan gibi!
“Sanmayın ki dünyada en acı olay, Nazlıcan’ın başına gelmiştir. Nice arkadaşlarım okurken ailelerini kaybetmiş ... ve Nazlıcan gibi çarşamba günleri de ailelerini görememiştir”. İnsaf artık ! Bu mudur okulun seviyesi? AL liler Derneği Başkanı Nurhan Azizoğlu, Nazlıcan’ın sanki durup dururken kendi arzusuyla ayrıldığını savunurken, bir diğer AL li, M.Mert Halepli, Nazlıcan’ı suçladıktan sonra bile Matematik öğretmeni ile ilgili, kendi başına gelen benzer travmaları aktarmaktan geri kalamıyor!
Size bir itirafta bulunayım mi? Bu olay vesilesiyle bana yollananlar arasında bırakın Nazlıcan’a hak vermeyi, kendi örneklerinden yola çıkarak AL’yi topa tutanlar herhalde çoğunlukta! Basında, Yeni Şafak’tan Salih Tuna da bana destek verirken, AL camiasından Murat Baktır gibi bazıları isim vermiş:
“ Belki de anne-babalarımızın güvenlerini sömürdüler. Hatırladıklarım, özel sınavlardan geçerek seçilmiş onca arkadaşımın o okulda yok olması. Öğrenimlerini başka yerlerde geçirmeleri ve vakit kaybetmelerini takiple geçti. (Kayıp gençlik)”. Okulla davalı olanlar, adını kullandırmadan inanılmaz şikayetlerini detaylarıyla aktaranlar da cabası. Gerçek demokrat dostum Cüneyt Yüksel ise, okulun mezunlarına sesleniyor: “Var mısınız gerçeklerin ortaya çıkması için bu işin üzerine gitmeye?”
Keşke AL’den bir kaç kişi de, bu kabusun bir paralel evren kayması olduğunu, bunların yaşanmadığını, kızımızın mağdur edilmediğini, eşyalarının pencerelerden atılmadığını, uzaklaştırılmasının yalnış anlama olduğunu söyleyebilselerdi... Zaten ülkem keşkelerle dolu değil mi?

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..   

“AVUSTURYA LİSESİ VE NAZLICAN ÖZKAN” KONUSUNA YANITLAR! / Bedri Baykam / 26 Haziran 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Hangisinden ve nereden başlasam bilemiyorum. “Avusturya Lisesi’nin Nazlıcan Özkan’a Yaşattıkları” başlıklı makaleme o kadar çok destek ve tepki geldi ki, tamamını okuyabilmeniz için kitap yazılır! Bu nedenle en azından hangi kapsama alanında sözler sarfedildiğini aktarmak istedim.
Öncelikle şunu belirteyim: Bu konu her ne kadar defalarca medyada işlenmiş olsa da, demek ki bu sütunda çıkan bir yazı çok daha etkili oluyor ve o Kurumun içinde şimşekler çakabiliyor. Bu yalnız bir tespit! İşe Lise adına, 2010 yılına kadar Lise’nin Müdürlüğünü yapmakta olan Franz Kangler’in iletisinden başlayayım. Herr Kangler, bana ağır sitemlerde bulunan diğer bazı AL (Avusturya Lisesi) liler gibi, önce neden her iki tarafla konuşmadığımı soruyor. Aslında mühim olan bu görüşlerin de duyulması. Çünkü ortada net bir mağdur var. Sonuçta tahminlerimde yanılmamışım. Yazı çıktıktan sonra hatırlattığım iddiaların hiç birine net bir red yanıtı verilemediği gibi, bana ulaşan bir çok destekleyici bilgi ve anekdot da AL’nin bu konudaki zayıf yapısını gözler önüne seriyor. Kangler şunları söylüyor:
“Nazlıcan’ın bir Güzel Sanatlar Lisesi’ne geçmek istediğini öğrendiğimizde, kendisini bundan vazgeçirmeye çalıştık. Bu konuyla ilgili olarak annesine birçok kez telefonla ulaşmaya çalıştık ancak aile yaşanan siyasi sorunlar nedeniyle telefonlarını açmadı.”. Bu sav, Nazlıcan ve annesi Arzu Durukan tarafından red ediliyor: “Yeryüzünde çocuğunun eğitimini aksatmak, yarım kalmasını sağlayacak Anne var mıdır bilemiyorum, ama ben o anne değilim... Okul kızımı taciz edince, ben de Müdüre hanımla görüşmeye gittim. Bana ‘çok haklısınız, bu Avusturyalı öğretmenler, ülkelerinin dağ köylerinden gelip boğazda yaşamaya başlayınca, bizim çocuklarımızı beğenmiyorlar ve eziyet ediyorlar. Biz oralarda öğretmenlik yapsak, onların çocuklarına Nazlıcan’a yapılan muameleyi yaptırırlar mı? Anında kapıya koyarlar. Ama yapabileceğimiz bir şey yok, Nazlıcan’ı istemiyorlar’ dedi. Ben de ‘ruh sağlığı nedeniyle o zaman daha fazla kalmasın’ dedim”.
Burada bir parantez açalım: Mesela Bekir Çoşkun isteyerek mi çıktı Gazetesi’nden? Tufan Türenç, kendi arzusu ile mi yazılarına “
ara verdi” ? Bunlara inanıp, Lafonten’i çok seviyorsanız, ekleyecek söz olmaz. Bunlara inanmıyorsanız da, o zaman Nazlıcan ve ailesinin başına gelenleri belki görürsünüz! Nazlıcan ise, okulun 2010 Ağustos’unda ilk haber çıktığında, savunmasında afallayıp, yaşananları kabul ettiğini, daha sonraları kendi kendilerini yalanladıklarını hiç düşünemediklerini söylüyor. Ayrıca Kangler’in, “Nazi tavrı” olarak gördüğüm olaylara yanıt verirken, “1953 doğumlu öğretmenler hakkında” (!) bu lafların söylenmesini eleştirmesini aciz ve komik bir savunma olarak görüyor. Haksız mı? Öncelikle birilerinin acilen AL lilere 2012 de bu dünyada hala Kemalistler de, Naziler de olduğunu kulaklarına fısıldaması gerek!!
Benzer savlarla, mezun oldukları Lise’yi bu işin ortasında savunmaya kalkışanlara da bir yere kadar saygı duyuyorum. Ama onlar da bazen mantıklarını kaybediyorlar: Ayda Zorbozan gibi!
“Sanmayın ki dünyada en acı olay, Nazlıcan’ın başına gelmiştir. Nice arkadaşlarım okurken ailelerini kaybetmiş ... ve Nazlıcan gibi çarşamba günleri de ailelerini görememiştir”. İnsaf artık ! Bu mudur okulun seviyesi? AL liler Derneği Başkanı Nurhan Azizoğlu, Nazlıcan’ın sanki durup dururken kendi arzusuyla ayrıldığını savunurken, bir diğer AL li, M.Mert Halepli, Nazlıcan’ı suçladıktan sonra bile Matematik öğretmeni ile ilgili, kendi başına gelen benzer travmaları aktarmaktan geri kalamıyor!
Size bir itirafta bulunayım mi? Bu olay vesilesiyle bana yollananlar arasında bırakın Nazlıcan’a hak vermeyi, kendi örneklerinden yola çıkarak AL’yi topa tutanlar herhalde çoğunlukta! Basında, Yeni Şafak’tan Salih Tuna da bana destek verirken, AL camiasından Murat Baktır gibi bazıları isim vermiş:
“ Belki de anne-babalarımızın güvenlerini sömürdüler. Hatırladıklarım, özel sınavlardan geçerek seçilmiş onca arkadaşımın o okulda yok olması. Öğrenimlerini başka yerlerde geçirmeleri ve vakit kaybetmelerini takiple geçti. (Kayıp gençlik)”. Okulla davalı olanlar, adını kullandırmadan inanılmaz şikayetlerini detaylarıyla aktaranlar da cabası. Gerçek demokrat dostum Cüneyt Yüksel ise, okulun mezunlarına sesleniyor: “Var mısınız gerçeklerin ortaya çıkması için bu işin üzerine gitmeye?”
Keşke AL’den bir kaç kişi de, bu kabusun bir paralel evren kayması olduğunu, bunların yaşanmadığını, kızımızın mağdur edilmediğini, eşyalarının pencerelerden atılmadığını, uzaklaştırılmasının yalnış anlama olduğunu söyleyebilselerdi... Zaten ülkem keşkelerle dolu değil mi?

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..   

19 Haziran 2012 Salı

DEVLET, BARİ EREKSİYONA DA KARIŞSIN! / Bedri Baykam / 19 Haziran 2012 Cumhuriyet makalesi..


          Yazımın başlığını çok mu provokatif buldunuz? Pardon! Bu konudaki maruzatınızı bana değil Yargıtay'a yöneltmeniz lazım. "Anal ve Oral" konularını gündeme vallahi onlar soktu!
            Öncelikle şunu kabul edelim: İktidar mekanizmasının ülkenin altını üstüne getirip gündemi her üç günde bir başka yere çekmesinin hızına 100 metreci Hossein Bolt yetişemez! Yargıtay, "müstehcen" CD satmak suçundan mahkum olan sanığın, filmlerin içeriğinde oral ve anal seks olduğu için ceza artırımı yapılabileceğine karar vermiş. Ayrıca, sanığın, müstehcenlikle ilgili suçları düzenleyen ceza maddesindeki  "doğal olmayan yoldan yapılan" kriterleriyle daha yüksek hapis cezası istemiyle yargılanması istenmiş.
     Öncelikle sahte mütevazılık yapmadan,  “yaşanacakları önceden bildirme” konusundaki üstün yetilerimin, huzurunuzda tescilini arz ederim! Üç hafta önce yüreğinizi hoplatan ve kabus gibi süren kürtaj ve sezaryen krizini herhalde unutmadınız. Şimdi size o günlerdeki makalemi hatırlatayım: "...mesela kadınlarımızdan devam edersek, yarın öbür gün iktidar uygun özel gün ped seçimi, liselerde ve sokaklarda standart bekaret kontrolü, 'Cuma günü adet görmemek için önlem alınmasını' talep etse, veya eşlerin seçecekleri pozisyonlar için bakanlık ve diyanet uyum yasaları çıkarmaya kalksa, kime şikayet edeceksiniz?"
         Aslında yanılmışım!  Pozisyon denetimleri Yargı’dan gelecekmiş meğer! Ama bu öngörümün de değerini abartmayalım! Yani TCK'dan 163. madde kaldırılırsa, ülkede demokrasi ve laikliğin toptan yok olacağını 1989'da söylemiş olmak veya 11 Eylül'ü 10 ay önceden yazmak veya 2004'de AB'ye giriş senaryolarımızın uydurma olduğunu bildirmiş olmak gibi bir şey değil! Sonuçta biliyorsunuz kafasını  vücudun yalnız bazı spesifik bölgelerine takıp başka bir şey görmeyenlerin sırayla neyi konu edebileceklerini ön görmek kolay. İktidar, 12 Eylül 2010 Sivil Darbesi ile yargıya yerleştirdiği farklı insan tipolojisiyle artık paşa gönlü istediğinde yatak odanıza da girebilecek!
         Halkımız aynı halk, Yargıtay aynı Yargıtay... Seks asırlardır aynı seks! Ne oldu da şimdi cinsel faaliyetler  envanterimizde "yapılabilirler ve yapılamazlar" diye  bir ayrım mevzubahis oldu?
         İşi baştan ele alalım: Porno satmak neden suç olsun ki? Hani siz AB'ye giriş "uyum" yasaları çerçevesinde bin bir dereden su getiriyordunuz!? Mesela Alman veya Fransız halkının cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için, sizin bu kararla "sapkınlık" diye nitelendirdiğiniz -çocuk pornografisi hariç- her türlü ticarete, AB ülkelerinin hangi doğal özgürlük akışı çerçevesinde olanak sağladığını bilmiyor musunuz? Üstelik bu sex-shoplar kentin en işlek caddelerinde zemin katlarda yer alıyorlar. Cinsel tatmin yaşayamayanların dünyası ise 3. sayfa haberleri: Tecavüzler, çocuk kaçırmalar, cinayetler! Anlaşılan bu haberler çoğalsın isteniyor! Yani bütün sorun cinselliğin "günah/ayıp/yasak" olarak görülmesi. Halbuki bana sorarsanız seksin bu kadar keyifle gelmesinin nedeni, doğanın bu "üreme" işlemi ihmal edilmesin diye bize sunduğu zeki bir tuzak! Aynen tüm bebeklere bakacak birileri çıksın diye, hepsinin bu kadar tatlı olması gibi!
             Aslında şu baklayı artık ağızlarından çıkarsalar da, hala aynı yaşamı sürdürdüğünü sanan halkım, birilerinin esasında şeriatçı ülkelerle uyum yasaları peşinde olduğunu artık öğrense! Zaten o günden sonra Yargıtay'ın bu yaratıcı içtihatlarına işlerlik kazandırmak için mecburen evlerin her yerine Diyanet İşleri'nin örf ve adet denetim masalarına bağlı kameralar konulmalı! Bu da yetmez! Uygun görülen tekil doğal yolla birleşme, abartmadan yalnız misyoner pozisyonda, efendice, gerçekleşsin! Bu da yetmez! Erkeğin "uygunsuz, günahkar" düşünceler eşliğinde "tahrik" olmasını engellemek için yöntemler geliştirilsin. Fizik yöntemlerle elde edilen “ereksiyon" konusunda araştırmalara bütçe çıkarılsın!  Şaka mı yapıyorum sandınız? Yargıtay ne kadar şaka yapıyorsa, bu satırlar da ancak o kadar şaka olabilir!
             AKP hep aynı taktikle, rakibinin bu basiretsiz zaafını doyasıya sömürerek laik yaşam tarzını öldürmeye devam ederken, gözü onun seçmeninden başka bir şey görmeyen CHP, "aman bizi pornocu sanmasınlar" diye sakın ağzını açmasın!  Teniste ünlü bir deyim vardır: "Kazanan oyunu hiçbir zaman değiştirme". AKP de bu tutumu özenle sürdürüp CHP'nin mahcubiyetlerini (!) kurnazca kullanarak, onun seçmen kitlesinin içini boşaltıyor! Ne denir ki? Helal olsun!

DEVLET, BARİ EREKSİYONA DA KARIŞSIN! / Bedri Baykam / 19 Haziran 2012 Cumhuriyet makalesi..


          Yazımın başlığını çok mu provokatif buldunuz? Pardon! Bu konudaki maruzatınızı bana değil Yargıtay'a yöneltmeniz lazım. "Anal ve Oral" konularını gündeme vallahi onlar soktu!
            Öncelikle şunu kabul edelim: İktidar mekanizmasının ülkenin altını üstüne getirip gündemi her üç günde bir başka yere çekmesinin hızına 100 metreci Hossein Bolt yetişemez! Yargıtay, "müstehcen" CD satmak suçundan mahkum olan sanığın, filmlerin içeriğinde oral ve anal seks olduğu için ceza artırımı yapılabileceğine karar vermiş. Ayrıca, sanığın, müstehcenlikle ilgili suçları düzenleyen ceza maddesindeki  "doğal olmayan yoldan yapılan" kriterleriyle daha yüksek hapis cezası istemiyle yargılanması istenmiş.
     Öncelikle sahte mütevazılık yapmadan,  “yaşanacakları önceden bildirme” konusundaki üstün yetilerimin, huzurunuzda tescilini arz ederim! Üç hafta önce yüreğinizi hoplatan ve kabus gibi süren kürtaj ve sezaryen krizini herhalde unutmadınız. Şimdi size o günlerdeki makalemi hatırlatayım: "...mesela kadınlarımızdan devam edersek, yarın öbür gün iktidar uygun özel gün ped seçimi, liselerde ve sokaklarda standart bekaret kontrolü, 'Cuma günü adet görmemek için önlem alınmasını' talep etse, veya eşlerin seçecekleri pozisyonlar için bakanlık ve diyanet uyum yasaları çıkarmaya kalksa, kime şikayet edeceksiniz?"
         Aslında yanılmışım!  Pozisyon denetimleri Yargı’dan gelecekmiş meğer! Ama bu öngörümün de değerini abartmayalım! Yani TCK'dan 163. madde kaldırılırsa, ülkede demokrasi ve laikliğin toptan yok olacağını 1989'da söylemiş olmak veya 11 Eylül'ü 10 ay önceden yazmak veya 2004'de AB'ye giriş senaryolarımızın uydurma olduğunu bildirmiş olmak gibi bir şey değil! Sonuçta biliyorsunuz kafasını  vücudun yalnız bazı spesifik bölgelerine takıp başka bir şey görmeyenlerin sırayla neyi konu edebileceklerini ön görmek kolay. İktidar, 12 Eylül 2010 Sivil Darbesi ile yargıya yerleştirdiği farklı insan tipolojisiyle artık paşa gönlü istediğinde yatak odanıza da girebilecek!
         Halkımız aynı halk, Yargıtay aynı Yargıtay... Seks asırlardır aynı seks! Ne oldu da şimdi cinsel faaliyetler  envanterimizde "yapılabilirler ve yapılamazlar" diye  bir ayrım mevzubahis oldu?
         İşi baştan ele alalım: Porno satmak neden suç olsun ki? Hani siz AB'ye giriş "uyum" yasaları çerçevesinde bin bir dereden su getiriyordunuz!? Mesela Alman veya Fransız halkının cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için, sizin bu kararla "sapkınlık" diye nitelendirdiğiniz -çocuk pornografisi hariç- her türlü ticarete, AB ülkelerinin hangi doğal özgürlük akışı çerçevesinde olanak sağladığını bilmiyor musunuz? Üstelik bu sex-shoplar kentin en işlek caddelerinde zemin katlarda yer alıyorlar. Cinsel tatmin yaşayamayanların dünyası ise 3. sayfa haberleri: Tecavüzler, çocuk kaçırmalar, cinayetler! Anlaşılan bu haberler çoğalsın isteniyor! Yani bütün sorun cinselliğin "günah/ayıp/yasak" olarak görülmesi. Halbuki bana sorarsanız seksin bu kadar keyifle gelmesinin nedeni, doğanın bu "üreme" işlemi ihmal edilmesin diye bize sunduğu zeki bir tuzak! Aynen tüm bebeklere bakacak birileri çıksın diye, hepsinin bu kadar tatlı olması gibi!
             Aslında şu baklayı artık ağızlarından çıkarsalar da, hala aynı yaşamı sürdürdüğünü sanan halkım, birilerinin esasında şeriatçı ülkelerle uyum yasaları peşinde olduğunu artık öğrense! Zaten o günden sonra Yargıtay'ın bu yaratıcı içtihatlarına işlerlik kazandırmak için mecburen evlerin her yerine Diyanet İşleri'nin örf ve adet denetim masalarına bağlı kameralar konulmalı! Bu da yetmez! Uygun görülen tekil doğal yolla birleşme, abartmadan yalnız misyoner pozisyonda, efendice, gerçekleşsin! Bu da yetmez! Erkeğin "uygunsuz, günahkar" düşünceler eşliğinde "tahrik" olmasını engellemek için yöntemler geliştirilsin. Fizik yöntemlerle elde edilen “ereksiyon" konusunda araştırmalara bütçe çıkarılsın!  Şaka mı yapıyorum sandınız? Yargıtay ne kadar şaka yapıyorsa, bu satırlar da ancak o kadar şaka olabilir!
             AKP hep aynı taktikle, rakibinin bu basiretsiz zaafını doyasıya sömürerek laik yaşam tarzını öldürmeye devam ederken, gözü onun seçmeninden başka bir şey görmeyen CHP, "aman bizi pornocu sanmasınlar" diye sakın ağzını açmasın!  Teniste ünlü bir deyim vardır: "Kazanan oyunu hiçbir zaman değiştirme". AKP de bu tutumu özenle sürdürüp CHP'nin mahcubiyetlerini (!) kurnazca kullanarak, onun seçmen kitlesinin içini boşaltıyor! Ne denir ki? Helal olsun!

12 Haziran 2012 Salı

ŞİMDİ ANLADINIZ MI LAİKLİĞİN ANLAMINI? / BEDRİ BAYKAM / 12 Haziran 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


           Kürtaj krizinde bulvarları dolduran o büyük kalabalığın arasına karışan ama yıllardır izlediğimiz Atatürkçü-laik çizgiyi küçümseyen, Türkiye'ye dayatılan rejim krizini görmezden gelen o zavallı "liberallere" soruyorum... Hani tek tip pankartlarıyla caddeleri dolduran, sözde demokrasi şampiyonluğuna soyunmuş ve sözcüleri kamuoyunu yönlendiren, o çok iddialı gruba... Şimdi nihayet 18. yumruğu yedikten sonra anladınız mı o alay ettiğiniz "laikliğin" ve -sizin deyiminizle- "laikçilerin"ne işe yaradığını ? Biraz pahalı geçiyor eğitim süreciniz!
             Beyoğlu'nda akşamüstleri Atatürkçü gazeteleri sokmadığınız cafe'lerinizde buluşup içkinizi yudumlarken, Kemalistler'in yüzyıl üstünden suçlarını sayardınız. Şimdi oralar kebapçı oldu! "Düşünce Özgürlüğü"nü "türban" üzerinden savunurdunuz. Şimdi ana muhalefetin de marifetleriyle "türban sorunu" bitti. Sonuç mu? Basılmamış kitaplar toplatıldı, tuttuğunuz gazeteciler içeri alındı. Onda bile uyanmadınız, neredeyse "yanlış isimleri aldınız, onlar size yakındı, diğerleri gibi 'darbeci' (!) değildiler, buna benzer hatalarla Ergenekon davası başkalarına malzeme oluşturuyor" demeye yüzünüz vardı. Çünkü yaşam gücünüzün nereden kaynaklandığını anlayamayacak kadar sığdınız. Atatürkçü aydınlar saldırıya uğradığında görmezden geldiniz. Başka Atatürkçü sanatçılar Twitter krizlerinde tezgaha alındıklarında ideolojik düşmanlığınızı kusup, "o da hak etmişti"ye getirdiniz. İşiniz gücünüz 1923 Cumhuriyeti'ni yargılayıp günümüz Atatürkçülerini çapsız göstermekti. Tam anlamıyla "Alttan" almaya çalışırken, "Alabora" oldunuz! Siz hala radikal gazetelerinizin "düşünce" sayfalarında "namahrem"den girip, "ceberrut Kemalist devlet"ten çıkarken, gözlerinizin önünde, başka gerçek gazeteciler işten attırıldı. "Parasız eğitim" isteme cüreti gösteren (!) örgütçü (!!) gençler, aylarca hapis yattıktan sonra şimdi yıllarca cezaevine atılma tehlikesi yaşıyorlar! Tiyatroların nefesi kesiliyor, heykeller cadı avından nasibini alıyor, internet sansürümüz Çin gibi. Ve bu Ortaçağ uzantılarının ortasında hala sorsanız "uyum içinde Avrupa' ya giriyoruz"(!). En traji-komiğini de biliyorsunuz! Aranızdan bazıları, kullanım tarihi geçince diskalifiye edildiler, "Star" oldum derken, evde bamya ayıklamaya kaldılar!
               Şimdi anladınız mı referandumda neden "hayır" dediğimizi? Şimdi anladınız mı bu Ortaçağ kararlarını taşıyabileceğiniz tek bir bağımsız mahkeme bile kalmamasının dramını? Sanmıyorum sevgili liboşlar! Demokrasinin, Cumhuriyet değerleri ile nasıl iç içe geçtiğini anlamanız için acı bedelleri belki kadınların değil, sizin ödemeniz gerekecek.
                 Bu "yeni" saldırı çerçevesinde, çeşitli sözde "tutucu-muhafazakar", özde ise tam tersine doğanın düzeninin tam karşıtı cehalet yüklü erkek egemen kesimin baskılarıyla, kadınların en temel hakları ayaklar altına alınıyor. Kürtaj ve sezaryenle başlayan sapkınlık, "zina"nın suç ilan edilme çabasından ayrılamaz. Çünkü tüm bu karanlıkçıların ortak noktaları belli: Kadın-erkek arasında özgür ilişkiye, flörte, aşka, cinselliğe, kahkahaya, hatta diyaloğa düşmanlar. Kadının bacak arasında gördükleri, ama ihale dağıtımlarında, Deniz Fenerlerinde aramadıkları namusu, işlerine geldiğinde kadının dizleri veya bir saç telinde de aramayı alışkanlık haline getirmiş, Ortaçağ insanları bunlar. Alkole, sanata, sinemaya, erotizme, heykellere, özgür yazarlara, edebiyata, tiyatroya kökten düşmanlar!
                 Sevgili kadınlarımız bu furyada "töre-namus(suzluk)" cinayetleri ve dayakları ile zaten her gün boğuşurken, şimdi de vücutları üzerindeki egemenlikleri yok edilmek isteniyor. Anlaşılan onlara bırakılmak istenen tek özgürlük, bu dünyayı fırsatını buldukları anda terk etme özgürlüğü! Ortaçağı artık kitaplardan öğrenmeye gerek yok, gazetelerden takip edin!
             "Ana Muhalefet Partisi" liderimiz de bu vesileyle, -maalesef- kendisinin de röportajlarda küçümsediği "laikliğin" ve savunucusu "statükocuların" (!) ne işe yaradığını artık anlasın. Demek politika yalnız ekonomi ve yolsuzluk soruşturması değilmiş! "Aman içkiyi savunmayalım, bizi alkolik zannederler, şimdi erotik heykelleri savunmayalım bizi sapık zannederler, şimdi zinayı savunmayalım bizi ahlaksız zannederler" siyasetlerinin iflasıdır bu!
Dünya'ya örnek olacak şekilde, haklarına en erken kavuşmuş olan Türk kadınları, şimdi sahaya inerek değil, "sahadan ayrılmayarak" geleceklerine ve özgürlüklerine sahip çıkmaya mecburlar! Yanlarında olacağız.

ŞİMDİ ANLADINIZ MI LAİKLİĞİN ANLAMINI? / BEDRİ BAYKAM / 12 Haziran 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


           Kürtaj krizinde bulvarları dolduran o büyük kalabalığın arasına karışan ama yıllardır izlediğimiz Atatürkçü-laik çizgiyi küçümseyen, Türkiye'ye dayatılan rejim krizini görmezden gelen o zavallı "liberallere" soruyorum... Hani tek tip pankartlarıyla caddeleri dolduran, sözde demokrasi şampiyonluğuna soyunmuş ve sözcüleri kamuoyunu yönlendiren, o çok iddialı gruba... Şimdi nihayet 18. yumruğu yedikten sonra anladınız mı o alay ettiğiniz "laikliğin" ve -sizin deyiminizle- "laikçilerin"ne işe yaradığını ? Biraz pahalı geçiyor eğitim süreciniz!
             Beyoğlu'nda akşamüstleri Atatürkçü gazeteleri sokmadığınız cafe'lerinizde buluşup içkinizi yudumlarken, Kemalistler'in yüzyıl üstünden suçlarını sayardınız. Şimdi oralar kebapçı oldu! "Düşünce Özgürlüğü"nü "türban" üzerinden savunurdunuz. Şimdi ana muhalefetin de marifetleriyle "türban sorunu" bitti. Sonuç mu? Basılmamış kitaplar toplatıldı, tuttuğunuz gazeteciler içeri alındı. Onda bile uyanmadınız, neredeyse "yanlış isimleri aldınız, onlar size yakındı, diğerleri gibi 'darbeci' (!) değildiler, buna benzer hatalarla Ergenekon davası başkalarına malzeme oluşturuyor" demeye yüzünüz vardı. Çünkü yaşam gücünüzün nereden kaynaklandığını anlayamayacak kadar sığdınız. Atatürkçü aydınlar saldırıya uğradığında görmezden geldiniz. Başka Atatürkçü sanatçılar Twitter krizlerinde tezgaha alındıklarında ideolojik düşmanlığınızı kusup, "o da hak etmişti"ye getirdiniz. İşiniz gücünüz 1923 Cumhuriyeti'ni yargılayıp günümüz Atatürkçülerini çapsız göstermekti. Tam anlamıyla "Alttan" almaya çalışırken, "Alabora" oldunuz! Siz hala radikal gazetelerinizin "düşünce" sayfalarında "namahrem"den girip, "ceberrut Kemalist devlet"ten çıkarken, gözlerinizin önünde, başka gerçek gazeteciler işten attırıldı. "Parasız eğitim" isteme cüreti gösteren (!) örgütçü (!!) gençler, aylarca hapis yattıktan sonra şimdi yıllarca cezaevine atılma tehlikesi yaşıyorlar! Tiyatroların nefesi kesiliyor, heykeller cadı avından nasibini alıyor, internet sansürümüz Çin gibi. Ve bu Ortaçağ uzantılarının ortasında hala sorsanız "uyum içinde Avrupa' ya giriyoruz"(!). En traji-komiğini de biliyorsunuz! Aranızdan bazıları, kullanım tarihi geçince diskalifiye edildiler, "Star" oldum derken, evde bamya ayıklamaya kaldılar!
               Şimdi anladınız mı referandumda neden "hayır" dediğimizi? Şimdi anladınız mı bu Ortaçağ kararlarını taşıyabileceğiniz tek bir bağımsız mahkeme bile kalmamasının dramını? Sanmıyorum sevgili liboşlar! Demokrasinin, Cumhuriyet değerleri ile nasıl iç içe geçtiğini anlamanız için acı bedelleri belki kadınların değil, sizin ödemeniz gerekecek.
                 Bu "yeni" saldırı çerçevesinde, çeşitli sözde "tutucu-muhafazakar", özde ise tam tersine doğanın düzeninin tam karşıtı cehalet yüklü erkek egemen kesimin baskılarıyla, kadınların en temel hakları ayaklar altına alınıyor. Kürtaj ve sezaryenle başlayan sapkınlık, "zina"nın suç ilan edilme çabasından ayrılamaz. Çünkü tüm bu karanlıkçıların ortak noktaları belli: Kadın-erkek arasında özgür ilişkiye, flörte, aşka, cinselliğe, kahkahaya, hatta diyaloğa düşmanlar. Kadının bacak arasında gördükleri, ama ihale dağıtımlarında, Deniz Fenerlerinde aramadıkları namusu, işlerine geldiğinde kadının dizleri veya bir saç telinde de aramayı alışkanlık haline getirmiş, Ortaçağ insanları bunlar. Alkole, sanata, sinemaya, erotizme, heykellere, özgür yazarlara, edebiyata, tiyatroya kökten düşmanlar!
                 Sevgili kadınlarımız bu furyada "töre-namus(suzluk)" cinayetleri ve dayakları ile zaten her gün boğuşurken, şimdi de vücutları üzerindeki egemenlikleri yok edilmek isteniyor. Anlaşılan onlara bırakılmak istenen tek özgürlük, bu dünyayı fırsatını buldukları anda terk etme özgürlüğü! Ortaçağı artık kitaplardan öğrenmeye gerek yok, gazetelerden takip edin!
             "Ana Muhalefet Partisi" liderimiz de bu vesileyle, -maalesef- kendisinin de röportajlarda küçümsediği "laikliğin" ve savunucusu "statükocuların" (!) ne işe yaradığını artık anlasın. Demek politika yalnız ekonomi ve yolsuzluk soruşturması değilmiş! "Aman içkiyi savunmayalım, bizi alkolik zannederler, şimdi erotik heykelleri savunmayalım bizi sapık zannederler, şimdi zinayı savunmayalım bizi ahlaksız zannederler" siyasetlerinin iflasıdır bu!
Dünya'ya örnek olacak şekilde, haklarına en erken kavuşmuş olan Türk kadınları, şimdi sahaya inerek değil, "sahadan ayrılmayarak" geleceklerine ve özgürlüklerine sahip çıkmaya mecburlar! Yanlarında olacağız.

11 Haziran 2012 Pazartesi

NADAL 7. KERE ALDI, TARİHE GEÇTİ! Bedri Baykam

İspanyol tenisci Rafael Nadal, Roland-Garros Paris acik turnuasini son 8 yilda 7. Kere kazanarak İsvecli Bjorn Borg un 70 lerin sonu ve 80 lerin basinda kazandigi 6 Sampiyonluk rekorunu kirdi. Pazar gununden sarkan dunku macta, sahaya setlerde 2/1 onde, oyunlarda 1/2 geride cikan Nadal, mac baslar baslamaz rakibinin servisini kirip kendi servisini de koruyarak durumu 3/2 ye getirdi. Nadal bu sefer cok daha kendinden emin ve sert geri vuruslarina kavusmus bir profil cizdi. Djokovic ise cok sayida gereksiz hata yaparak bir cok topu auta atti. Her iki finalist 6/5 e kadar servislerini koruduktan sonra, "Rafa" son oyunda Djokovic in servisinde 30/40 ta mac puani elde etti. Sirp tenisci durumu ace le kurtarmak yerine tam tersine cift hata yapinca, İspanyol raket kucagina o anda dusen rekor sampiyonlugu topraga kapanarak saskinlikla ve gozyaslariyla karsiladi. Rakibinin ve hakemin elini siktiktan sonra tribunlere atlayan Nadal, kendi ekibi ve seyircisinin oldugu bolume tirmandi ve herbiriyle ayri ayri galibiyeti kutladi. Sampiyonluk kupasini daha once Paris i 3 kere kazanan bir baska İsvecli Mats Wilander den alan Nadal, hem cok sevincli hem de olgun bir profil cizdi.
Pazar gunku macin son bolumlerinde inanilmaz bir seri yakalayarak toprak sahada Nadal dan ust uste 8 oyun alan Djokovic, dun cok daha tutuktu. Gerek italyan Seppi, gerek fransiz Tsonga, gerek se Nadal a karsi hep maclarin sonlarinda daha basarili olan "Djoko", sanki o ritmi yakalamak icin cok yorulmayi ve gerginlik hattina tasinmayi bekleyen bir sporcu. Mactan sonra bu konuda sordugum soruya "merak etmeyin yeterince isindim" yaniti ise bence tatmin edici degildi. Paris te dunden beri konusulan konulardan biri, macin Nadal in talebi uzerine durdurulmus olmasi ve ardindan yagmur un durmasina ragmen oyunun ertesi gune ertelenmesiydi. Djokovic ise dunku iyi gidisat ritmini kiran bu ertelemeye de ragbet etmedi ve cok centilmence "Rafa bugun benden daha iyidi, o yuzden kazandi" demekle yetindi. Nadal ise basin toplantisinda Pazar gunu hava sartlarinin Djokovic e yaradigini ve dunya bir numarasinin ayrica en iyi tenisini ortaya koydugunu, onu agirlasan sahada geriye itmeyi basaramadigini anlatti. Dunku mactan yalniz 3 dakika oncesinde kendisini maca hazir hissetmeyi basardigini anlatan Nadal, bu sefer hissettigi sevincin her zamankinden cok daha yogun oldugunu aktardi.

NADAL 7. KERE ALDI, TARİHE GEÇTİ! Bedri Baykam

İspanyol tenisci Rafael Nadal, Roland-Garros Paris acik turnuasini son 8 yilda 7. Kere kazanarak İsvecli Bjorn Borg un 70 lerin sonu ve 80 lerin basinda kazandigi 6 Sampiyonluk rekorunu kirdi. Pazar gununden sarkan dunku macta, sahaya setlerde 2/1 onde, oyunlarda 1/2 geride cikan Nadal, mac baslar baslamaz rakibinin servisini kirip kendi servisini de koruyarak durumu 3/2 ye getirdi. Nadal bu sefer cok daha kendinden emin ve sert geri vuruslarina kavusmus bir profil cizdi. Djokovic ise cok sayida gereksiz hata yaparak bir cok topu auta atti. Her iki finalist 6/5 e kadar servislerini koruduktan sonra, "Rafa" son oyunda Djokovic in servisinde 30/40 ta mac puani elde etti. Sirp tenisci durumu ace le kurtarmak yerine tam tersine cift hata yapinca, İspanyol raket kucagina o anda dusen rekor sampiyonlugu topraga kapanarak saskinlikla ve gozyaslariyla karsiladi. Rakibinin ve hakemin elini siktiktan sonra tribunlere atlayan Nadal, kendi ekibi ve seyircisinin oldugu bolume tirmandi ve herbiriyle ayri ayri galibiyeti kutladi. Sampiyonluk kupasini daha once Paris i 3 kere kazanan bir baska İsvecli Mats Wilander den alan Nadal, hem cok sevincli hem de olgun bir profil cizdi.
Pazar gunku macin son bolumlerinde inanilmaz bir seri yakalayarak toprak sahada Nadal dan ust uste 8 oyun alan Djokovic, dun cok daha tutuktu. Gerek italyan Seppi, gerek fransiz Tsonga, gerek se Nadal a karsi hep maclarin sonlarinda daha basarili olan "Djoko", sanki o ritmi yakalamak icin cok yorulmayi ve gerginlik hattina tasinmayi bekleyen bir sporcu. Mactan sonra bu konuda sordugum soruya "merak etmeyin yeterince isindim" yaniti ise bence tatmin edici degildi. Paris te dunden beri konusulan konulardan biri, macin Nadal in talebi uzerine durdurulmus olmasi ve ardindan yagmur un durmasina ragmen oyunun ertesi gune ertelenmesiydi. Djokovic ise dunku iyi gidisat ritmini kiran bu ertelemeye de ragbet etmedi ve cok centilmence "Rafa bugun benden daha iyidi, o yuzden kazandi" demekle yetindi. Nadal ise basin toplantisinda Pazar gunu hava sartlarinin Djokovic e yaradigini ve dunya bir numarasinin ayrica en iyi tenisini ortaya koydugunu, onu agirlasan sahada geriye itmeyi basaramadigini anlatti. Dunku mactan yalniz 3 dakika oncesinde kendisini maca hazir hissetmeyi basardigini anlatan Nadal, bu sefer hissettigi sevincin her zamankinden cok daha yogun oldugunu aktardi.

NADAL-DJOKOVİC: DİZİ GİBİ FİNAL! Bedri Baykam

Paris te dun oynanan Rafael Nadal-Novak Djokovic finali, yagmur nedeniyle beklenildigi gibi bir kac kere durduktan sonra, setlerde 2/1 Nadal ilerideyken bugune ertelendi. 
Buyuk finalden once herkesin hesabi baskaydi. Djokovic, koleksiyonundaki tek eksik olan Fransa acik i ele gecirmenin sevdasiyla heyecanlanirken, Nadal, 7. Kere Paris i fethedip, bizim kusagin kahramani Borg un 6 Roland Garros rekorunu muzeye kaldirma pesindeydi. Nadal beklenildigi gibi maca firtina gibi basladi. Rakibinin servisini iki kere ust uste kirip 3/0 i yakaladi ve 4/0 i da elde etmek uzereydi. Ondan sonra dunya 1 numarasi, kim oldugunu hatirlayip Nadal in biraz arsizca surdurdugu "one-man show" a darbe vurdu. Djokovic inanilmazi basarip, 3/3 e dondu ve 4/3 ileri gecme sansi bile kullandi. Ama bu virajli geri gelislerden sonra Nadal geriden oyununda vitesi ileri alip ilk seti kapiverdi: 5/4 30/15 de cok uzun suren bir ralliyi nefis bir kisa topla baglayan "Rafa", hemen ardindan da muthis bir duz vurusla isi bitiriyordu. 2. Seti de ayni furyada 6/3 hesabina yazdirdi Nadal... O anda mactaki goruntu suydu: Novak gerek Nadal in bozulmaz ustun ritmine, gerek kendi hata yuzdesine delirip raket atiyor, isliklaniyor ve cozumsuz bir bulmaca karsisinda kilitlenmisligin caresizligini hissediyordu. Nadal ise Paris i hem de hic set kaybetmeden rekor kirarak tekrar kazanmaya bir set kadar yaklasmisti. Djokovic, bir yandan Nadal a dayanabilmek icin cok uzun ve acili oynamaya mecbur kaliyor, diger yandan da topu oyunda tutma taktigine girdigi anda da zaten Nadal cezayi hemen kesiveriyordu. Ama kendisine inanan takimdaslari ve seyircilere hak verircesine sirp "Nole" nin baska planlari vardi. Yagmur, Djokovic in gidisatina ne kadar yardim etti, tartisilir. 45 yillik tenis hayatimda, hic bir macin bu kadar net yagmur altinda oynandigini gormedim. Bunun en onemli nedeni suydu: tum hafta basi da Paris te yagmurlu gorundugunden, maci gonul rahatligiyla Pazartesine tehir etme sansi da pek yoktu. Zaten iki oyuncu da boyle bir gerilim filminin ortasinda kalarak bir gece gecirmek de istemiyorlardi. Dolayisiyla, dura kalka dizi gibi bir mac ustelik surekli yagmur altinda oynatilmaya calisildi. Macin, yagmur un durdugu degil, "dayanilabilir" oldugu anlarda tekrar baslamasi icin planlar yapiliyordu. Boylece kacinilmaz sekilde agirlasan toplar, kaygan ve agir ve hepsinden onemlisi ongorulemez saha sartlari altinda, ralliler uzamaya basladi. "Motorlari isinmis ve acilmis" iki tenisci, aynen Djokovic-Tsonga macinda oldugu gibi daha sert, daha gel-gitli rallilere girdiler. Daha zor olen toplar, sanki geriden gelen ve bu ormanda kanunlari yillardir cizen İspanyol aslan a dur demek isteyen Djokovic in avantajina oldu. Macin uzamasini isteyen seyirci de net sekilde Djokovic e donunce 3. Seti 6/2 alan Sirp yildiz, 3. Sette 2-1 ve bir break ilerideyken yagmur abartinca yeniden ara verildi. Bir saati asan bekleme suresinden sonra Bashakem Frannson, cin iskencesine son verdi ve maci Pazartesi Tk saati ile 14 e erteledi.

NADAL-DJOKOVİC: DİZİ GİBİ FİNAL! Bedri Baykam

Paris te dun oynanan Rafael Nadal-Novak Djokovic finali, yagmur nedeniyle beklenildigi gibi bir kac kere durduktan sonra, setlerde 2/1 Nadal ilerideyken bugune ertelendi. 
Buyuk finalden once herkesin hesabi baskaydi. Djokovic, koleksiyonundaki tek eksik olan Fransa acik i ele gecirmenin sevdasiyla heyecanlanirken, Nadal, 7. Kere Paris i fethedip, bizim kusagin kahramani Borg un 6 Roland Garros rekorunu muzeye kaldirma pesindeydi. Nadal beklenildigi gibi maca firtina gibi basladi. Rakibinin servisini iki kere ust uste kirip 3/0 i yakaladi ve 4/0 i da elde etmek uzereydi. Ondan sonra dunya 1 numarasi, kim oldugunu hatirlayip Nadal in biraz arsizca surdurdugu "one-man show" a darbe vurdu. Djokovic inanilmazi basarip, 3/3 e dondu ve 4/3 ileri gecme sansi bile kullandi. Ama bu virajli geri gelislerden sonra Nadal geriden oyununda vitesi ileri alip ilk seti kapiverdi: 5/4 30/15 de cok uzun suren bir ralliyi nefis bir kisa topla baglayan "Rafa", hemen ardindan da muthis bir duz vurusla isi bitiriyordu. 2. Seti de ayni furyada 6/3 hesabina yazdirdi Nadal... O anda mactaki goruntu suydu: Novak gerek Nadal in bozulmaz ustun ritmine, gerek kendi hata yuzdesine delirip raket atiyor, isliklaniyor ve cozumsuz bir bulmaca karsisinda kilitlenmisligin caresizligini hissediyordu. Nadal ise Paris i hem de hic set kaybetmeden rekor kirarak tekrar kazanmaya bir set kadar yaklasmisti. Djokovic, bir yandan Nadal a dayanabilmek icin cok uzun ve acili oynamaya mecbur kaliyor, diger yandan da topu oyunda tutma taktigine girdigi anda da zaten Nadal cezayi hemen kesiveriyordu. Ama kendisine inanan takimdaslari ve seyircilere hak verircesine sirp "Nole" nin baska planlari vardi. Yagmur, Djokovic in gidisatina ne kadar yardim etti, tartisilir. 45 yillik tenis hayatimda, hic bir macin bu kadar net yagmur altinda oynandigini gormedim. Bunun en onemli nedeni suydu: tum hafta basi da Paris te yagmurlu gorundugunden, maci gonul rahatligiyla Pazartesine tehir etme sansi da pek yoktu. Zaten iki oyuncu da boyle bir gerilim filminin ortasinda kalarak bir gece gecirmek de istemiyorlardi. Dolayisiyla, dura kalka dizi gibi bir mac ustelik surekli yagmur altinda oynatilmaya calisildi. Macin, yagmur un durdugu degil, "dayanilabilir" oldugu anlarda tekrar baslamasi icin planlar yapiliyordu. Boylece kacinilmaz sekilde agirlasan toplar, kaygan ve agir ve hepsinden onemlisi ongorulemez saha sartlari altinda, ralliler uzamaya basladi. "Motorlari isinmis ve acilmis" iki tenisci, aynen Djokovic-Tsonga macinda oldugu gibi daha sert, daha gel-gitli rallilere girdiler. Daha zor olen toplar, sanki geriden gelen ve bu ormanda kanunlari yillardir cizen İspanyol aslan a dur demek isteyen Djokovic in avantajina oldu. Macin uzamasini isteyen seyirci de net sekilde Djokovic e donunce 3. Seti 6/2 alan Sirp yildiz, 3. Sette 2-1 ve bir break ilerideyken yagmur abartinca yeniden ara verildi. Bir saati asan bekleme suresinden sonra Bashakem Frannson, cin iskencesine son verdi ve maci Pazartesi Tk saati ile 14 e erteledi.

9 Haziran 2012 Cumartesi

MARIA SHARAPOVA PARİS 'TE TARİHE GEÇTİ! / Bedri Baykam

Unlu rus tenisci Maria Sharapova, kendisinden 24 santim kisa olan İtalyan rakibi, surpriz finalist Sara Errani yi beklenildiginden daha kolay gecen bir mactan sonra 6/3, 6/2 yenerek Roland Garros Paris Acik turnuasini kazandi. Bu turnuadaki basarilariyla dunya 1 numarasina yukselen Sharapova, bunun disinda 4 buyuk Grand Slam turnuasini kazanan 8. Kadin sporcu olarak da tarihe gecti. Paris, Sharapova nin bugune kadar kazanamadigi tek buyuk kupaydi. Bu performansi daha once gerceklestiren diger isimler ise amerikan Maureen Connolly, Avustralyali Margaret Court, Amerikan Billie Jean King, yine amerikali Chris Evert, cek asilli amerikan Martina Navrotilova, alman Steffi Graf ve Amerikali Serena Williams.
Maca cok kararli ve hizli baslayan rus raket rakibinin buyuk final tecrubesizliginden gelen saskinligini da kullanarak cok kisa surede 4/0 i buldu. O dakikalarda rakibini hataya zorlayacak rallilere girisen İtalyan raket, Maria nin servisini kirip kendi servisini de aldi ve durumu 4/2 ye getirdi. Ama bu da yeterli olmadi ve geriden fuze gibi koselere yolladigi ozellikle paralel backhand ve forehandleriyle Shrapova ilk seti 6/2 kapadi ve 2. Sette 4/1 e kadar ayni ritmi korudu. Macin ozellikle 2. Setinde Errani kisa voleler ve kisa toplarla Sharapova yi zorladiysa da, sonucta Rus sampiyon bugun yakaladigi tarihi firsatin ucunu birakmaya hic niyetli degildi. 25 yasinda bu basariya ulasan Sharapova, hayatinin en mutlu anlarindan birini yasadigini sahada da, basin toplantisinda da saklamadi. Sharapova ya, defalarca basin onunde optugu kupasini Fransa Tenis Federasyonu Baskani Jean Gachassin ve eski sampiyonlardan Monica Seles verdiler.
Sharapova son olarak " daha onumde uzun bir yol var, bu benim icin bir son degil, kariyerim suruyor, Wimbledon u da dort gozle bekliyorum, isimi cok seviyorum" diyerek henuz "muzelik" olmadigini dile getirmis oldu!

MARIA SHARAPOVA PARİS 'TE TARİHE GEÇTİ! / Bedri Baykam

Unlu rus tenisci Maria Sharapova, kendisinden 24 santim kisa olan İtalyan rakibi, surpriz finalist Sara Errani yi beklenildiginden daha kolay gecen bir mactan sonra 6/3, 6/2 yenerek Roland Garros Paris Acik turnuasini kazandi. Bu turnuadaki basarilariyla dunya 1 numarasina yukselen Sharapova, bunun disinda 4 buyuk Grand Slam turnuasini kazanan 8. Kadin sporcu olarak da tarihe gecti. Paris, Sharapova nin bugune kadar kazanamadigi tek buyuk kupaydi. Bu performansi daha once gerceklestiren diger isimler ise amerikan Maureen Connolly, Avustralyali Margaret Court, Amerikan Billie Jean King, yine amerikali Chris Evert, cek asilli amerikan Martina Navrotilova, alman Steffi Graf ve Amerikali Serena Williams.
Maca cok kararli ve hizli baslayan rus raket rakibinin buyuk final tecrubesizliginden gelen saskinligini da kullanarak cok kisa surede 4/0 i buldu. O dakikalarda rakibini hataya zorlayacak rallilere girisen İtalyan raket, Maria nin servisini kirip kendi servisini de aldi ve durumu 4/2 ye getirdi. Ama bu da yeterli olmadi ve geriden fuze gibi koselere yolladigi ozellikle paralel backhand ve forehandleriyle Shrapova ilk seti 6/2 kapadi ve 2. Sette 4/1 e kadar ayni ritmi korudu. Macin ozellikle 2. Setinde Errani kisa voleler ve kisa toplarla Sharapova yi zorladiysa da, sonucta Rus sampiyon bugun yakaladigi tarihi firsatin ucunu birakmaya hic niyetli degildi. 25 yasinda bu basariya ulasan Sharapova, hayatinin en mutlu anlarindan birini yasadigini sahada da, basin toplantisinda da saklamadi. Sharapova ya, defalarca basin onunde optugu kupasini Fransa Tenis Federasyonu Baskani Jean Gachassin ve eski sampiyonlardan Monica Seles verdiler.
Sharapova son olarak " daha onumde uzun bir yol var, bu benim icin bir son degil, kariyerim suruyor, Wimbledon u da dort gozle bekliyorum, isimi cok seviyorum" diyerek henuz "muzelik" olmadigini dile getirmis oldu!

8 Haziran 2012 Cuma

PARİS'TE FİNALİN ADI NADAL-DJOKOVIC


 
Roland-Garros Paris acik turnuasinda tek erkeklerde Ispanyol rafael Nadal ve Sirp Novak Djokovic finale kaldilar.
Dunya tenisinin 1 numarali koltugunda oturan Djokovic ve Paris'in degismez favorisi Nadal, boylece ilk defa Roland Garros da beraber final oynamis olacaklar. Bu ayni zamanda Djokovic in ilk Paris finali olacak.
Gunun ilk macinda surpriz yasanmadi ve Paris in surekli favorisi Rafael Nadal, vatandasi David Ferrer i ezici bir skorla 6-2, 6-2, 6-1  yenerek finale cikti. Macin ilk setinde 2-1 onde olan ve nadal in servisini kirma sansi elede eden Ferrer, bu sansi kullanamadigi gibi, o andan itibaren maca neredeyse hic giremedi. Sanki rakibinin oyununa gore kendi ritmini hizlandiran veya yavaslatan Nadal, ne zaman puanlar biraz sikissa, gerek duz vuruslariyla, gerek fileye cikislariyla sahanin telk hakimi oldugunu rakibine hep hissettirdi. Bu sene Paris te finale tek set kaybetmeden gelen Nadal i en cok zorlayan tenisci bir onceki turda vatandasi Almagro olmustu.
Gunun heyecan yuklu gecmesi beklenen diger karsilasmasinda sirp Djokovic, dunya tenisinin gelmis gecmis en buyuk sampiyonu oldugu konusulan Federer e sans tanimadi. Kritik anlari iyi oynayarak ilk seti alan Djokovic karsisinda Federer kolay kolay unutamayacagi bir 2. set yasadi. Iki kere rakibinin servisini kiran ve 3-0 ileri gecen Isvicreli tenisci, daha sonra 4-2 ve 5-4 sanslarini kullanamayarak bu seti de kaybetti. herhalde federer in ayni sette rakibinin servisini 3 kere kirip o seti alamamasi boylece ilk defa gerceklesti! Sonb  sette direnc gostermesine ve maci birakmamasina karsin Federer sanki artik rakibinin ustunlugunu kabul etmisti ve Djokovic e karsi 5 setlik yeni bir mucize deneme gucunu kendinde bulamadi. Sonucta bir Isvicre saati kadar duzenli ve iyi calistigi soylenen Federer, belki biraz yillarin yukunun de eklenmesiyle defalarca final oynayip bir kere kazandigi Paris te bu sefer daha iy isleyen bir sirp saatine carpti. Ozellikle geri oyununun sarsilmaz ritmiyle Federer i sasirtan dunya 1 numarasi, boylece unlu rakibiyle gecen seneden kalma hesaplarini da ayni kortta kapamis oldu!
Mac sonrasi basin toplantilarinda Federer finalde Nadal ni sansli gordugunu soylerken, Djokovic, maci kazanmak icin cikacaginin mutevazice olsa da tum sinyallerini verdi.
Paris simdiden ilk defa seyredecegi Nadal-Djokovic finali icin heyecanla hazirlaniyor...

PARİS'TE FİNALİN ADI NADAL-DJOKOVIC


 
Roland-Garros Paris acik turnuasinda tek erkeklerde Ispanyol rafael Nadal ve Sirp Novak Djokovic finale kaldilar.
Dunya tenisinin 1 numarali koltugunda oturan Djokovic ve Paris'in degismez favorisi Nadal, boylece ilk defa Roland Garros da beraber final oynamis olacaklar. Bu ayni zamanda Djokovic in ilk Paris finali olacak.
Gunun ilk macinda surpriz yasanmadi ve Paris in surekli favorisi Rafael Nadal, vatandasi David Ferrer i ezici bir skorla 6-2, 6-2, 6-1  yenerek finale cikti. Macin ilk setinde 2-1 onde olan ve nadal in servisini kirma sansi elede eden Ferrer, bu sansi kullanamadigi gibi, o andan itibaren maca neredeyse hic giremedi. Sanki rakibinin oyununa gore kendi ritmini hizlandiran veya yavaslatan Nadal, ne zaman puanlar biraz sikissa, gerek duz vuruslariyla, gerek fileye cikislariyla sahanin telk hakimi oldugunu rakibine hep hissettirdi. Bu sene Paris te finale tek set kaybetmeden gelen Nadal i en cok zorlayan tenisci bir onceki turda vatandasi Almagro olmustu.
Gunun heyecan yuklu gecmesi beklenen diger karsilasmasinda sirp Djokovic, dunya tenisinin gelmis gecmis en buyuk sampiyonu oldugu konusulan Federer e sans tanimadi. Kritik anlari iyi oynayarak ilk seti alan Djokovic karsisinda Federer kolay kolay unutamayacagi bir 2. set yasadi. Iki kere rakibinin servisini kiran ve 3-0 ileri gecen Isvicreli tenisci, daha sonra 4-2 ve 5-4 sanslarini kullanamayarak bu seti de kaybetti. herhalde federer in ayni sette rakibinin servisini 3 kere kirip o seti alamamasi boylece ilk defa gerceklesti! Sonb  sette direnc gostermesine ve maci birakmamasina karsin Federer sanki artik rakibinin ustunlugunu kabul etmisti ve Djokovic e karsi 5 setlik yeni bir mucize deneme gucunu kendinde bulamadi. Sonucta bir Isvicre saati kadar duzenli ve iyi calistigi soylenen Federer, belki biraz yillarin yukunun de eklenmesiyle defalarca final oynayip bir kere kazandigi Paris te bu sefer daha iy isleyen bir sirp saatine carpti. Ozellikle geri oyununun sarsilmaz ritmiyle Federer i sasirtan dunya 1 numarasi, boylece unlu rakibiyle gecen seneden kalma hesaplarini da ayni kortta kapamis oldu!
Mac sonrasi basin toplantilarinda Federer finalde Nadal ni sansli gordugunu soylerken, Djokovic, maci kazanmak icin cikacaginin mutevazice olsa da tum sinyallerini verdi.
Paris simdiden ilk defa seyredecegi Nadal-Djokovic finali icin heyecanla hazirlaniyor...

7 Haziran 2012 Perşembe

KADINLARDA SHARAPOVA VE ERRANI FİNALDE. / BEDRİ BAYKAM

Roland-Garros da, dun agir hava muhalefeti nedeniyle gecikmeli baslayan maclardan sonra Rus Maria Sharapova ve İtalyan Sara Errani rakiplerini yenerek finale kaldilar.
Gunun ilk macinda, burada iki sene once final oynayan Avustralyali Samantha Stosur, turnuanin buyuk surprizi 21 numarali plase İtalyan Errani ye karsi favori ciktigi macta, 3 sette yenilmekten kurtulamadi.
1.62 boyundaki kisa İtalyan oyuncu, neredeyse zaaflarini guce donusturen ve sahayi pire gibi bastan basa hizla kaplayan, toplara cok yaratici acilarla ve affetmez bir sertlikte vuran bir tenisci. Stosur un koca Avustralya kitasinin onurunu tasiyan cabalarina ragmen ilk. Set 7/5 Errani ye gittikten sonra, ikinci sette ruzgar gibi eserek maci gormek istedigi senaryoya 37 dakikada 6/1 tasiyiverdi, Son set buyuk bir cekisme icinde gecti. 3/0 one geçen Errani yi Stosur yakalamanin ramagina kadar geldi. Ama 4/3 de kritik puanlari korkusuzca oynamayi tercih eden İtalyan tenisci, seti 6/3 maci da 2-1 alarak sahadan ayrildi. Errani mactan sonra bu finale giden yoldaki zaferleri kendisinin de beklemedigini ve turnuadan once final oynamanin aklina bile gelmedigini soylerken, ilk turda 3 sette kazandigi mac dahil her turun cok zorlu gectigini hatirlatti. Boylece Paris te uc sene ust uste bir italyan kadin tenisci finalde yer almis olacak...
Dunku galibiyetiyle artik Azarenka yerine dunya 1 numarasi olan Maria Sharapova, guclu ve saglam ritmli cek rakibi Kvitova ya set vermeyerek 6/3, 6/3 le net bir skorla finale ulasti. Paris te daha once basina gelen kotu surprizlerle tekrar karsilasmamak icin rus sampiyon mac boyu konsantrasyonunu korudu ve her puani rakibini sasirtacak bir ciddiyette oynadi. Ozellikle duz vuruslari ile maci kontrol altinda tutan Sharapova boylece Paris te ilk defa finale cikmis oldu. Sharapova finali kazanirsa 4 buyuk Grand Slam turnuasini kazanan efsaneler arasina girmis olacak...

KADINLARDA SHARAPOVA VE ERRANI FİNALDE. / BEDRİ BAYKAM

Roland-Garros da, dun agir hava muhalefeti nedeniyle gecikmeli baslayan maclardan sonra Rus Maria Sharapova ve İtalyan Sara Errani rakiplerini yenerek finale kaldilar.
Gunun ilk macinda, burada iki sene once final oynayan Avustralyali Samantha Stosur, turnuanin buyuk surprizi 21 numarali plase İtalyan Errani ye karsi favori ciktigi macta, 3 sette yenilmekten kurtulamadi.
1.62 boyundaki kisa İtalyan oyuncu, neredeyse zaaflarini guce donusturen ve sahayi pire gibi bastan basa hizla kaplayan, toplara cok yaratici acilarla ve affetmez bir sertlikte vuran bir tenisci. Stosur un koca Avustralya kitasinin onurunu tasiyan cabalarina ragmen ilk. Set 7/5 Errani ye gittikten sonra, ikinci sette ruzgar gibi eserek maci gormek istedigi senaryoya 37 dakikada 6/1 tasiyiverdi, Son set buyuk bir cekisme icinde gecti. 3/0 one geçen Errani yi Stosur yakalamanin ramagina kadar geldi. Ama 4/3 de kritik puanlari korkusuzca oynamayi tercih eden İtalyan tenisci, seti 6/3 maci da 2-1 alarak sahadan ayrildi. Errani mactan sonra bu finale giden yoldaki zaferleri kendisinin de beklemedigini ve turnuadan once final oynamanin aklina bile gelmedigini soylerken, ilk turda 3 sette kazandigi mac dahil her turun cok zorlu gectigini hatirlatti. Boylece Paris te uc sene ust uste bir italyan kadin tenisci finalde yer almis olacak...
Dunku galibiyetiyle artik Azarenka yerine dunya 1 numarasi olan Maria Sharapova, guclu ve saglam ritmli cek rakibi Kvitova ya set vermeyerek 6/3, 6/3 le net bir skorla finale ulasti. Paris te daha once basina gelen kotu surprizlerle tekrar karsilasmamak icin rus sampiyon mac boyu konsantrasyonunu korudu ve her puani rakibini sasirtacak bir ciddiyette oynadi. Ozellikle duz vuruslari ile maci kontrol altinda tutan Sharapova boylece Paris te ilk defa finale cikmis oldu. Sharapova finali kazanirsa 4 buyuk Grand Slam turnuasini kazanan efsaneler arasina girmis olacak...

NADAL, SHARAPOVA VE KVİTOVA YARİ FİNALDE. / BEDRİ BAYKAM

Tek Erkeklerde 3 İspanyol ve ingiliz Murray i bir araya getiren 2 ceyrek final macinda, Rafael Nadal ve David Ferrer yari finale ciktilar.
İki İspanyol un birbirleriyle oynadigi maclarin genelde fazla heyecanli gecmemesine ragmen, Nadal-Almagro maci hic olmazsa topa "deli dumrul" gibi vuran ve birbirlerinin kapasitelerini ve sinirlarini bilen iki takim arkadasinin goze hos gelen ralilerini seyircilere sundu. Nadal in fazla "winner denemeden mudafada rakibinin hatasini bekledigi macin ilk 2 setini sampiyon 7/6 ve 6/2 ile kapadi. Macin 3. Setinde Almagro seyirciyi de arkasina aldi ama tum inanilmaz sert duz forehand cikartmalarina ragmen 6/3 yenilmekten yine kurtulamadi.
Diger tek erkek macinda, toprak sahanin bir diger ustasi, 6 numara plase David Ferrer, 4 numara plase olmasina ragmen bugune kadar tek grand slam kazanamayan İngiliz Andy Murray le karsilasti. İlk seti 6/4 Ferrer, 2. yi 7/6 Murray aldi. Ardindan yagmur yogunlugunu attirinca, mac ertelendi.
Tek bayanlarda ise Rus Maria Sharapova ve Cek Petra Kvitova yari finale cikip, birbirlerinin rakibi oldular. 2 Numarali favori Sharapova, 23 numarali plase Estonyali Kala Kanepi karsisinda hic zorlanmamasina ragmen macin basindan sonuna Venus Williams la oynarmis kadar oyuna konsantre oldu. Su anda koleksiyonundaki tek buyuk eksik olan Paris Acik in en buyuk favorisi haline gelen rus sampiyon basinla konusurken temkinli konusmaya ozen gosterse de, kendisi icin bu yilin cok onemli oldugunu biliyor.
Yilin buyuk surprizi sempatik kazak tenisci Yaroslava Shbedova, mukemmel atletik bir vucuda ve saha ici sukunete sahip. İstanbullularin yakindan tanidigi 4 numarali favori unlu raket cek Petra Kvitova ya karsi ilk seti 6/3 alip, 2. yi 2/6 verdikten sonra son sette 0/2 den 4/2 ileri gecmesine ragmen maci kazanamadi ve boylece plase olmayan bir teniscinin yari finale kalma macerasi da yasanamadi. Buna ragmen artik kendisini de bir cok turnuada yakindan takip etme imkani bulacagimiz kesin.

NADAL, SHARAPOVA VE KVİTOVA YARİ FİNALDE. / BEDRİ BAYKAM

Tek Erkeklerde 3 İspanyol ve ingiliz Murray i bir araya getiren 2 ceyrek final macinda, Rafael Nadal ve David Ferrer yari finale ciktilar.
İki İspanyol un birbirleriyle oynadigi maclarin genelde fazla heyecanli gecmemesine ragmen, Nadal-Almagro maci hic olmazsa topa "deli dumrul" gibi vuran ve birbirlerinin kapasitelerini ve sinirlarini bilen iki takim arkadasinin goze hos gelen ralilerini seyircilere sundu. Nadal in fazla "winner denemeden mudafada rakibinin hatasini bekledigi macin ilk 2 setini sampiyon 7/6 ve 6/2 ile kapadi. Macin 3. Setinde Almagro seyirciyi de arkasina aldi ama tum inanilmaz sert duz forehand cikartmalarina ragmen 6/3 yenilmekten yine kurtulamadi.
Diger tek erkek macinda, toprak sahanin bir diger ustasi, 6 numara plase David Ferrer, 4 numara plase olmasina ragmen bugune kadar tek grand slam kazanamayan İngiliz Andy Murray le karsilasti. İlk seti 6/4 Ferrer, 2. yi 7/6 Murray aldi. Ardindan yagmur yogunlugunu attirinca, mac ertelendi.
Tek bayanlarda ise Rus Maria Sharapova ve Cek Petra Kvitova yari finale cikip, birbirlerinin rakibi oldular. 2 Numarali favori Sharapova, 23 numarali plase Estonyali Kala Kanepi karsisinda hic zorlanmamasina ragmen macin basindan sonuna Venus Williams la oynarmis kadar oyuna konsantre oldu. Su anda koleksiyonundaki tek buyuk eksik olan Paris Acik in en buyuk favorisi haline gelen rus sampiyon basinla konusurken temkinli konusmaya ozen gosterse de, kendisi icin bu yilin cok onemli oldugunu biliyor.
Yilin buyuk surprizi sempatik kazak tenisci Yaroslava Shbedova, mukemmel atletik bir vucuda ve saha ici sukunete sahip. İstanbullularin yakindan tanidigi 4 numarali favori unlu raket cek Petra Kvitova ya karsi ilk seti 6/3 alip, 2. yi 2/6 verdikten sonra son sette 0/2 den 4/2 ileri gecmesine ragmen maci kazanamadi ve boylece plase olmayan bir teniscinin yari finale kalma macerasi da yasanamadi. Buna ragmen artik kendisini de bir cok turnuada yakindan takip etme imkani bulacagimiz kesin.

6 Haziran 2012 Çarşamba

PARİS TE KORKU FİLMLERİ! / Bedri Baykam

Jo-Wilfried Tsonga Paris te Djokovic e karsi 4. Sette 4 mac puani kacirdiktan sonra 5 sette maglup oldu. Kendisi ve tum Fransa icin neredeyse kalici bir travma olusturan bu maglubiyeti Paris in hazmetmesi kolay olmayacak... 
İlk sette sirp sampiyona karsi yoklari oynayan 27 yasindaki fransiz raket 6/1 kaybetti. 2. setten sonra maca agirligini koyan ve cok daha az hata yapmaya baslayan Tsonga, ozellikle uzun forehandleri ve agresif oyunu ile dunya 1 numarasini cok zor durumlara dusurdu. 2. ve 3. Sette kritik puanlari almayi da basaran Tsonga, surekli ciseleyen yagmur altinda oynanan macta bu setleri 7/5, 7/5 alarak 2/1 ileri gecti. 4. Sette 5/4 15/40 da iki, 6/5 de de 30/40 ve avantajda iki olmak uzere dort mac topunu bitiremeyen Tsonga, tie break i 8/6 verdikten sonra, son sette basa donerek 6/1 le sahadan maglup ayrildi. Fransiz teniscinin ozellikle son mac puaninda kacirdigi passing-shot un aylarca kabuslarina girmesi sasirtici olmaz. Hayal kirikligini mactan sonra saklamayan Tsonga nin cim sezonu oncesinde moralini bulmasi kolay olmayabilir.
Gunun bir diger "gergin-korku" filminde," İsvicre saati" Federer, ilk iki seti verdigi macta, Juan Martin Del Potro yu 5 sette 3/6, 6/7 6/2, 6/0, 6/3 yenerek aynen Djokovic gibi insanlarin bos yere "efsane tenisci" sifatini almadiklarini kanitladi. Macin basinda Del Potro nun ozellikle geri oyununun seviyesini ileri tasimis olmasiyla zorlanan Federer,daha sonra kurgulu muthis ritmini bularak olaganustu forehandler ve servislerle maci sorunsuz sekilde bitirdi. Yari finalde Federer Djokovic le karsilasacak!
Tek bayanlarda 2010 un finalisti, zerafet ve "gentlewoman" lik abidesi Avustralyali Samantha Stosur, Azarenka fatihi cek Cibulkova yi 6/4, 6/1 le gecerken kendinden cok emin gorundu. Yari finale cikan diger bir isim, alman Angelique Kerber i 6/3, 7/6 ile gecen İtalyan Sara Errani oldu ve boylece Schiavone nin boslugu Cizme tarafindan son karede doldurulmus oldu.

PARİS TE KORKU FİLMLERİ! / Bedri Baykam

Jo-Wilfried Tsonga Paris te Djokovic e karsi 4. Sette 4 mac puani kacirdiktan sonra 5 sette maglup oldu. Kendisi ve tum Fransa icin neredeyse kalici bir travma olusturan bu maglubiyeti Paris in hazmetmesi kolay olmayacak... 
İlk sette sirp sampiyona karsi yoklari oynayan 27 yasindaki fransiz raket 6/1 kaybetti. 2. setten sonra maca agirligini koyan ve cok daha az hata yapmaya baslayan Tsonga, ozellikle uzun forehandleri ve agresif oyunu ile dunya 1 numarasini cok zor durumlara dusurdu. 2. ve 3. Sette kritik puanlari almayi da basaran Tsonga, surekli ciseleyen yagmur altinda oynanan macta bu setleri 7/5, 7/5 alarak 2/1 ileri gecti. 4. Sette 5/4 15/40 da iki, 6/5 de de 30/40 ve avantajda iki olmak uzere dort mac topunu bitiremeyen Tsonga, tie break i 8/6 verdikten sonra, son sette basa donerek 6/1 le sahadan maglup ayrildi. Fransiz teniscinin ozellikle son mac puaninda kacirdigi passing-shot un aylarca kabuslarina girmesi sasirtici olmaz. Hayal kirikligini mactan sonra saklamayan Tsonga nin cim sezonu oncesinde moralini bulmasi kolay olmayabilir.
Gunun bir diger "gergin-korku" filminde," İsvicre saati" Federer, ilk iki seti verdigi macta, Juan Martin Del Potro yu 5 sette 3/6, 6/7 6/2, 6/0, 6/3 yenerek aynen Djokovic gibi insanlarin bos yere "efsane tenisci" sifatini almadiklarini kanitladi. Macin basinda Del Potro nun ozellikle geri oyununun seviyesini ileri tasimis olmasiyla zorlanan Federer,daha sonra kurgulu muthis ritmini bularak olaganustu forehandler ve servislerle maci sorunsuz sekilde bitirdi. Yari finalde Federer Djokovic le karsilasacak!
Tek bayanlarda 2010 un finalisti, zerafet ve "gentlewoman" lik abidesi Avustralyali Samantha Stosur, Azarenka fatihi cek Cibulkova yi 6/4, 6/1 le gecerken kendinden cok emin gorundu. Yari finale cikan diger bir isim, alman Angelique Kerber i 6/3, 7/6 ile gecen İtalyan Sara Errani oldu ve boylece Schiavone nin boslugu Cizme tarafindan son karede doldurulmus oldu.

5 Haziran 2012 Salı

AVUSTURYA LİSESİ’NİN NAZLICAN ÖZKAN’A YAŞATTIKLARI / Bedri Baykam / 5 Haziran 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Bu yazıyı lütfen dikkatle okuyun. Özellikle Avusturya Liseli iseniz… Mensubu olduğunuz kurumun nasıl bir uygulamaya bulaştığını görün.
Silivri’ye davayı izlemeye gittiğim günlerden birinde, Tuncay Özkan bana Avusturya Lisesi’ni ömür boyu affetmeyeceğini ve çıkar çıkmaz ilk işlerinden birinin onlarla yüzleşmek olduğunu aktarmıştı. O andan itibaren medyadan bu konuda kulağıma yankılanan haberlerin derinine dalmaya karar verdim. Evvelsi hafta nihayet Tuncay Özkan’ın canı kadar sevdiği sevgili kızı Nazlıcan ile buluşma fırsatım oldu. Yaşadığı drama karşın son derece sağlıklı, metanetiyle dikkat çeken, babasına yakışan bir kız. Kendisini zaten mahkeme salonunda daha önce izlemiş ve etkilenmiştim.
Bir öğrencinizin babası, herhangi bir nedenle hapishanede olsa, o okulun yönetimi olarak ne yaparsınız? Tek seçeneğiniz vardır: Bu öğrenciye her açıdan destek olmak, maddi manevi sorunlarına eğilmek, ona yakın bir akrabanız gibi davranmak… Hele vak’a Tuncay Özkan’ın ki gibi tüm toplumu ilgilendiren tarihi medyatik bir dava ise, gerekirse bir psikolojik destek sağlamayı da gündeminize alabilirsiniz. Aksi düşünülebilir mi?
Bakalım Avusturya Lisesi’nde Nazlıcan neler yaşamış: Tuncay Özkan ilk içeri alındığında okul müdürü Ziya Bey imiş ve çok anlayışlıymış. Ardından Yasin Beşerler gelmiş, işler değişmiş. Çarşamba günleri, Nazlıcan’ın babacığını ziyaret edebileceği günü Tuncay’ın satırlarından okuyalım: “Kızım Nazlıcan, her Çarşamba hiç sektirmeden geliyor. Hasretimiz tarifsiz. İçimizdeki yangın her görüşte daha da büyüyor. Her Çarşamba o nedenle ibadet günü gibi. Alev alev yanan yüreğe benzin döküyoruz. Ateşe uçan pervaneler gibi, cama yapışıyoruz; açık görüşte sarılıyor, koklaşıyoruz.” İşte bu buluşmalar yüzünden Nazlıcan’ın gidemediği Çarşamba okul saatleri, birileri için bahaneyi oluşturuvermiş. Önce iki Avusturyalı öğretmen, “Ergenekon, Nazi örgütü mü?” diye söylenmeye başlamışlar. Aralarından biri, Frau Berger, Nazlıcan’a “Sen gelme sınıfa artık, senden vazgeçtim, kaldın” diye çıkışmış. Nazlıcan’ın derse devam etme arzusu, duvarla buluşmuş. Olaylar bununla kalmamış, muhasebe hocası Frau Braunschmidt, derste kendisine soruları yönelten Nazlıcan’ı tersleyip “Karşımda oturma! Bilmiyorsun, soru soruyorsun. Derste zamanımı alma!” deyivermiş; fakat ruhunda 1940’ların ağır sıvıları dolaşan bu dar bakışlı kadın, bununla da yetinmemiş, Nazlıcan’ın okulda olmadığı bir gün sırasından kitap ve defterleri hışımla alıp bir kısmını çöpe bir kısmını camdan aşağıya atmış. Burada yazımıza bir saniye ara verelim: Bu doğrudan klinik psikiyatrik tedavi gerektirdiği tartışma götürmez hareketleri yapan kişi, “öğretmenlik” gibi bir meslekte barınabilir mi? Bu hareketi yapanı işinde tutan bir “okul” saygınlığını sürdürebilir mi?
O andan itibaren ısrarla Nazlıcan ve annesi okuldaki rehberlik hocası Ayça Hanım’dan randevu istemişler. Ama nafile, diyalog “sağlanamamış”. Bunun ardından Mart 2010’da Nazlıcan’ın tasdiknamesi eline verilmiş! Bu yıl Şubat ayının 29’unda, Nazlıcan CNN’de 5N1K Programı’na katılınca olay alevlenmiş. Avusturya Lisesi ise “iddialara” 2 Mart günü bir yanıt vermiş. Fakat kamuoyunun ateşini söndürmek için ortaya sürülen bildiri içler acısı cümlelerle dolu: Lise’nin iddia ettiği gibi Nazlıcan’ın 45 gün sınırına yaklaşan bir devamsızlığı olduğu, Nazlıcan ve ailesine göre kesinlikle gerçek dışı. “Belki toplasanız 15-16 gün eder etmez“ diyor Nazlıcan. Avusturya Lisesi’nin kaçak güreşi bununla bitmiyor: “2010 yılı Nisan ayında öğrencinin velisi Arzu Özkan, kızının daha başarılı sonuçlar alabilmesi amacıyla, sanat alanında eğitim veren bir okulda okumasını tercih ettiğini belirterek, tasdiknamesini almak üzere başvuruda bulunmuştur.” Bu da tamamen panik içinde desteksiz atış! Çünkü Nazlıcan veya ailesinin ne yazılı ne de sözlü böyle bir talepleri olmuş! Ayrıca tasdiknameyi Nazlıcan’ın eline veren okul, ne özür dilemiş ne de okula dönmesi için talep iletmiş.
Bir baba olarak Tuncay’ın isyanını iyi anlıyorum. Yaşanan bu ayıp, herkesindir. İsyan ederek Silivri’den skandalı takip eden arkadaşımdan bir yurttaş olarak özür diliyorum: Toplum bu denli tepkisiz olmasa, bir lise, böyle Nazivari tavırlara cüret edebilir miydi? Böyle bir okulun mensubu olup içinde insanlık olan herkes, yerin dibinde hisseder kendini… Lisenin değerli mezunlarını ve tüm okul camiasını göreve davet ediyorum!

AVUSTURYA LİSESİ’NİN NAZLICAN ÖZKAN’A YAŞATTIKLARI / Bedri Baykam / 5 Haziran 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Bu yazıyı lütfen dikkatle okuyun. Özellikle Avusturya Liseli iseniz… Mensubu olduğunuz kurumun nasıl bir uygulamaya bulaştığını görün.
Silivri’ye davayı izlemeye gittiğim günlerden birinde, Tuncay Özkan bana Avusturya Lisesi’ni ömür boyu affetmeyeceğini ve çıkar çıkmaz ilk işlerinden birinin onlarla yüzleşmek olduğunu aktarmıştı. O andan itibaren medyadan bu konuda kulağıma yankılanan haberlerin derinine dalmaya karar verdim. Evvelsi hafta nihayet Tuncay Özkan’ın canı kadar sevdiği sevgili kızı Nazlıcan ile buluşma fırsatım oldu. Yaşadığı drama karşın son derece sağlıklı, metanetiyle dikkat çeken, babasına yakışan bir kız. Kendisini zaten mahkeme salonunda daha önce izlemiş ve etkilenmiştim.
Bir öğrencinizin babası, herhangi bir nedenle hapishanede olsa, o okulun yönetimi olarak ne yaparsınız? Tek seçeneğiniz vardır: Bu öğrenciye her açıdan destek olmak, maddi manevi sorunlarına eğilmek, ona yakın bir akrabanız gibi davranmak… Hele vak’a Tuncay Özkan’ın ki gibi tüm toplumu ilgilendiren tarihi medyatik bir dava ise, gerekirse bir psikolojik destek sağlamayı da gündeminize alabilirsiniz. Aksi düşünülebilir mi?
Bakalım Avusturya Lisesi’nde Nazlıcan neler yaşamış: Tuncay Özkan ilk içeri alındığında okul müdürü Ziya Bey imiş ve çok anlayışlıymış. Ardından Yasin Beşerler gelmiş, işler değişmiş. Çarşamba günleri, Nazlıcan’ın babacığını ziyaret edebileceği günü Tuncay’ın satırlarından okuyalım: “Kızım Nazlıcan, her Çarşamba hiç sektirmeden geliyor. Hasretimiz tarifsiz. İçimizdeki yangın her görüşte daha da büyüyor. Her Çarşamba o nedenle ibadet günü gibi. Alev alev yanan yüreğe benzin döküyoruz. Ateşe uçan pervaneler gibi, cama yapışıyoruz; açık görüşte sarılıyor, koklaşıyoruz.” İşte bu buluşmalar yüzünden Nazlıcan’ın gidemediği Çarşamba okul saatleri, birileri için bahaneyi oluşturuvermiş. Önce iki Avusturyalı öğretmen, “Ergenekon, Nazi örgütü mü?” diye söylenmeye başlamışlar. Aralarından biri, Frau Berger, Nazlıcan’a “Sen gelme sınıfa artık, senden vazgeçtim, kaldın” diye çıkışmış. Nazlıcan’ın derse devam etme arzusu, duvarla buluşmuş. Olaylar bununla kalmamış, muhasebe hocası Frau Braunschmidt, derste kendisine soruları yönelten Nazlıcan’ı tersleyip “Karşımda oturma! Bilmiyorsun, soru soruyorsun. Derste zamanımı alma!” deyivermiş; fakat ruhunda 1940’ların ağır sıvıları dolaşan bu dar bakışlı kadın, bununla da yetinmemiş, Nazlıcan’ın okulda olmadığı bir gün sırasından kitap ve defterleri hışımla alıp bir kısmını çöpe bir kısmını camdan aşağıya atmış. Burada yazımıza bir saniye ara verelim: Bu doğrudan klinik psikiyatrik tedavi gerektirdiği tartışma götürmez hareketleri yapan kişi, “öğretmenlik” gibi bir meslekte barınabilir mi? Bu hareketi yapanı işinde tutan bir “okul” saygınlığını sürdürebilir mi?
O andan itibaren ısrarla Nazlıcan ve annesi okuldaki rehberlik hocası Ayça Hanım’dan randevu istemişler. Ama nafile, diyalog “sağlanamamış”. Bunun ardından Mart 2010’da Nazlıcan’ın tasdiknamesi eline verilmiş! Bu yıl Şubat ayının 29’unda, Nazlıcan CNN’de 5N1K Programı’na katılınca olay alevlenmiş. Avusturya Lisesi ise “iddialara” 2 Mart günü bir yanıt vermiş. Fakat kamuoyunun ateşini söndürmek için ortaya sürülen bildiri içler acısı cümlelerle dolu: Lise’nin iddia ettiği gibi Nazlıcan’ın 45 gün sınırına yaklaşan bir devamsızlığı olduğu, Nazlıcan ve ailesine göre kesinlikle gerçek dışı. “Belki toplasanız 15-16 gün eder etmez“ diyor Nazlıcan. Avusturya Lisesi’nin kaçak güreşi bununla bitmiyor: “2010 yılı Nisan ayında öğrencinin velisi Arzu Özkan, kızının daha başarılı sonuçlar alabilmesi amacıyla, sanat alanında eğitim veren bir okulda okumasını tercih ettiğini belirterek, tasdiknamesini almak üzere başvuruda bulunmuştur.” Bu da tamamen panik içinde desteksiz atış! Çünkü Nazlıcan veya ailesinin ne yazılı ne de sözlü böyle bir talepleri olmuş! Ayrıca tasdiknameyi Nazlıcan’ın eline veren okul, ne özür dilemiş ne de okula dönmesi için talep iletmiş.
Bir baba olarak Tuncay’ın isyanını iyi anlıyorum. Yaşanan bu ayıp, herkesindir. İsyan ederek Silivri’den skandalı takip eden arkadaşımdan bir yurttaş olarak özür diliyorum: Toplum bu denli tepkisiz olmasa, bir lise, böyle Nazivari tavırlara cüret edebilir miydi? Böyle bir okulun mensubu olup içinde insanlık olan herkes, yerin dibinde hisseder kendini… Lisenin değerli mezunlarını ve tüm okul camiasını göreve davet ediyorum!

4 Haziran 2012 Pazartesi

"İSPANYOLLAR", TSONGA VE MURRAY ÇEYREK FİNALDE / Bedri Baykam



Dun Paris te kasim sonlarini hatirlatan buz gibi ve her an patlamaya hazir bir havada oynanan maclar, ozellikle İspanyol raketlere yaradi. Bir gun onceden sarkan maclarin ilkinde Fransizlarin buyuk umudu Tsonga son sete 4/2 ilerde basladi ancak acilis oyununda servisini kaybetti. Buna ragmen maca agirligini koyan fransiz raket, son seti 6/4 maci 3/2 kazanarak ceyrek finalde bugun oynanacak macta Djokovic in rakibi oldu.
"Sarkan" 2. macta Arjantinli Juan Martin Del Potro, cek Berdych i, zorlu benzer stillerin macinda, 1/6, 6/3, 7/5, 7/6 yenerek ceyrekte Federer le eslesti.
Gunun en onemli macinda, Fransiz tenisinin eski " Harika Cocugu" , 21 yasindan once Wimbledon da yari final oynamis, dunya 7. Ligine kadar yukselmis Richard Gasquet, ilk 4 deki yerini hep korumasina ragmen bir turlu yildiz statusune cikamayan İngiliz Murray le karsilasti. İlk seti nefis stili ve surekli degisken oyunuyla 6/1 alan Gasquet, 2. Seti cok ugrasmasina ragmen 6/4 kaybetti. 3. set psikolojik olarak mactan kopan fransiz raket, 6/1 kaybederken, sanki tum enerjisini 4. Sete birakmak istedi. Buna ragmen rakibinin daha yuksek hata yuzdesinden ve kritik puanlardaki basarisizliklarindan yararlanan Murray, futbol maclarini andiran seyirci baskisina da aldirmadan kendi oyununu surdurerek bu seti de 3. mac puaninda 6/2 alip maci bitirdi.
Genellikle sikici gecen İspanyollar arasi maclardan biri de 6 numara plase David Ferrer ve 20 numara Marcel Granollers arasindaydi. Ferrer 6/3,6/2, 6/0 la kolay kazandi ve Murray in ceyrekteki rakibi oldu.
Bir diger İspanyol Nicolas Almagro, sirp Tipsarevic i net bir skorla 6/4, 6/4, 6/4 yenerek, Yakin arkadasi Juan Monaco yu neredeyse ezerek 6/2, 6/0, 6/0 yenen vatandasi Rafael Nadal la eslesmeye hak kazandi.
Tek bayanlarda gunun buyuk surprizi gecen yilin sampiyonu Cinli Na Li nin Kazakistanli Yaroslava Shvedova ya 3/6, 6/2, 6/0 gibi bir net skorla yenilmesiydi.
Grand Slam turnualarindan yalniz Paris i kazanamamis olan ve bu sene turnuaya cok iddiali gelen Rus Maria Sharapova, cek Klara Zakopalova ya karsi, ilk seti 6/4 aldiktan sonra 2. Sette hakemle girdigi tartismalardan etkilenip 7/6 kaybetti. Son sette tekrar maca yogunlasan Sharapova, ozellikle mudafaa oyununu gelistirdigini kanitlayarak 6/2 ile son seti kapadi ve ceyrek finale yukseldi.