28 Şubat 2013 Perşembe

Paris Basın Bülteni..




BEDRİ BAYKAM’IN ‘TARİHİN RÖNTGENCİSİ’ BAŞLIKLI SERGİSİ 26 ŞUBAT’TA PARİSLİ SANATSEVERLERLE BULUŞTU!

Bedri Baykam, Ankara/Galeri Siyah-Beyaz’ın ardından İstanbul/Piramid Sanat’ta açtığı ‘Tarihin Röntgencisi’ başlıklı sergisini, Paris’te de izleyicilere sundu. 26 Şubat’ta Galerie Lavignes-Bastille’de gerçekleşen açılıştan itibaren, 24 Mart 2013’e kadar Parisli sanatseverlerce izlenebilecek.

Fransa’da daha önce 12 kişisel sergisi bulunan Baykam, Parisli sanatseverlerin de yakından tanıdığı bir sanatçı olarak en son 2010 yılında Pinacotheque de Paris Müzesi’nde Edvard Munch’un çalışmalarına paralel bir sergi açmış, bunun ardından da 2011’de de Roland-Garros’ta  Fransız Tenis Federasyonu Müzesi’nde, bu dünyaca ünlü uluslararası Grand-Slam turnuvasının tarihi üzerine bir başka sergi düzenlemişti.

Lavignes-Bastille Galerisi’nde de 1990’dan bu yana birçok sergi gerçekleştiren Baykam, bu sefer iki farklı teknikle oluşturduğu serilerini beraber sergiledi. 4-D çalışmaları ve son iki senede yaptığı tual eserlerini içeren serginin açılışına, Parisliler başta olmak üzere kalabalık bir sanatsever kitlesi geldi. Galeri sahibi Patrice Landau dışında, New Yorklu ünlü sanat eleştirmeni Robert Morgan, Paris’in en önde gelen galericilerinden Yvon Lambert, Art Actuel dergisinin yayıncısı Jean-Pierre Frimbois, sanat eleştirmeni Harry Kampianne, Türk Başkonsolos Turgut Kural, ünlü fotoğrafçı Uwe Ommer, Fransız yönetmen Viviane Candas, Frank dergisi yayıncısı David Applefield açılışa katılan bazı isimler arasındaydı.

Baykam Paris’in ardından 3 Nisan 2013 tarihinde New York’ta kavramsal bir sergi açacak.

26 Şubat 2013 Salı

Exposition Bedri Baykam vernissage aujourd hui‏



Exposition Bedri BAYKAM, Travaux récents.
Du 26 février au 24 mars 2013
« Le voyeur de l’Histoire »
Bedri Baykam, artiste bien connu des sur le plan international, expose ses dernières toiles à Paris à la galerie Lavignes-Bastille (27 rue de Charonne dans le 11eme arrondissement), à partir du 26 février 2013.
Baykam qui a déjà exposé plusieurs fois chez Lavignes-Bastille depuis 1990 est bien connu des cercles d’art parisiens, il a dernièrement exposé à la Pinacothèque de Paris (2010) avec une installation   « Carte Blanche » en parallèle avec Edward MUNCH. Il a également  exposé en 2011 au Musée de la Fédération française de tennis à Roland Garros.
A Paris seront exposés :
  • ses travaux en 4D
Sur lesquels il travaille depuis 2007.
Ayant longtemps travaillé sur les couches transparentes en peinture (série «  Couches Transparentes » 1998-1999) ; sur la transparence des impressions digitales (série « Intrigues Féminines » 2002) ; sur la transparence des matériaux (série « Lolitarte » 2007), il se décide il y a 5 ans à utiliser une matière première déjà existante : la couche lenticulaire en y incorporant toutes ses expériences sur les transparences.
Les résultats sont plus qu’étonnants.
Ses 4D ont été exposés à Monaco, Paris, Londres, Berlin, Shangai ou encore en Californie et ont été reçus à chaque fois avec enthousiasme, ces travaux étant parmi les plus attrayants de l’artiste.
  • ses toiles grand format
Ces toiles résument parfaitement les travaux de Bedri Baykam, en faisant la synthèse de ses toiles néo-expressionniste depuis le début des années 1980 à aujourd’hui. Peinture expressionnisme certes, mais aussi collages voire assemblages inattendus et même présence de graffitis.
Bedri Baykam est également l’un des porte-parole et fondateur de  l’Initiative des Artistes (SG) en Turquie, union des intellectuels et artistes s’opposant au gouvernement de Erdogan pour défendre la cause des intellectuels turcs emprisonnés.
Baykam est aussi président de l’Association des artistes turcs : UPSD, ralliée à l’association IAA/UNESCO ; il écrit notamment dans le journal référence « Cumhuriyet ».
Açıklama: Lavignes Bastille
27, rue de Charonne 75011 Paris
Tel. (33) 01 47 00 88 18. Fax : 33(0)1 43 55 91 32
e-mail: galerie.lavignesbastille@noos.fr 
http://www.lavignesbastille.com 
Sarl au Capital de 7622,45 euros. R.C.S. Paris B 333 519 213
Siret 333 519 21300024 01. APE 525 z
T.V.A. Intracommunautaire FR 32333519213

FRANSA, BİZİM YOLLARI 15 YIL GERİDEN TAKİP EDİYOR / Bedri Baykam / 26 Şubat 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



           Fransa mı desem yoksa daha geniş anlamda “Batı” mı? Emin olamıyorum, çünkü Belçika, Almanya, İngiltere ve daha onca ülke bu tartışmalarda fırtınanın gözbebeğine çekiliyorlar. Benim örneklerim Fransa’dan, ama nasıl isterseniz okuyabilirsiniz.
            Nasıl Türkiye 1990’ların ilk yıllarından başlayarak türban ve TCK 163. Madde üzerinden, “Düşünce özgürlüğü-Bireysel özgürlükler-Din-Hukuk” tartışmalarının dibine çekilip sonunda saflık, gaflet ve cesaret eksikliği ile tüm laik mevzilerini ve hukuk devleti olma vasıflarını teker teker kaybettiyse, Fransa da ilginç bir şekilde aşağı yukarı 15 sene geriden gelerek aynı durumda; hatta akrobasi ipinin üstünde sallanıp duruyor. Hem de özünde bizim gibi bir Müslüman ülke olmamasına rağmen! Fransa’da sayımlarda din ve ırk aidiyeti soruları sorulamadığı için ancak tahmin yürütülüyor ve Müslüman sayısı belki %8 civarında geziniyor. Ama Fransızlar’ın Müslümanlardan dört kere daha az çocuk yaptıkları göz önüne alındığında 15 sene sonra bu rakamın %22’ye çıkması muhtemel görülüyor. 40-50 yıl sonra ise Fransa’dan bir “İslam ülkesi” olarak söz etmenin mümkün olacağı konuşuluyor... Ama aktaracağım izler bugünlerden.
           Bir TV tartışması: Geçen yıl Montauban ve Toulouse kentlerinde 3’ü çocuk 7 kişinin ölümü ile sonuçlanan ağır saldırılardan sonra daha da ateşlenen tartışma ortamında her geçen gün yeni bir kitap veya TV paneli bu konuları irdeliyor. Doğal olarak Yunanistan’la beraber “Demokrasinin beşiği” sıfatını taşıyan ülkede, bizim 2. Cumhuriyetçiler’i aratmayacak demagoji ustalarının laikliği kanırtması ve hırpalamaları ise kaçınılmaz. Gözümde yeniden canlanan bir geçmiş sahneyi izler gibi bakakaldım, Pazar gecesi bir kanaldaki tartışmalara: İmam Hassen Chalgoumi ve yazar David Pujadas’ın “Çok Geç Kalmadan Birşeyler Yapalım” kitabı etrafında alevlenen medyatik kavgalar: Artık o kadar ezberlemişim ki her iki tarafın neler söyleyeceğini, hangi aşamada ses tonlarının yükseleceğini! Hayrını görün ve Allah akıl fikir ihsan eylesin demekle yetiniyorum.
            Bir yazar onuruna davet:  Geçen hafta sonu Paris’te, çoğunluğu siyasetçi, gazeteci, akademisyen veya benzeri gruplardan oluşan bir grubun davetli olduğu akşam yemeğinde, Kanadalı ünlü yazar İrshad Manji onur konuğu. Kadın beni görünce heyecanla gelip sarılıyor, çok eskiden tanışıyormuşuz ama, eyvah ki ben hatırlamıyorum! Bozuntuya vermeden rolümü oynuyorum. Kendisi İslam’ı reforme etme arzusuyla yola çıkmış, bu uğurda kitaplar yazmış, tartışmalara katılmış ve tabii bu nedenle hakkında ölüm fetvaları çıkarılmış, hedef gösterilmiş bir kadın. Türkiye’de de kendisinden sıkça söz edilmiş olan Manji, Kuran’da artık uygulanması imkansız veya muğlak ifadelerin gözden geçirilmesi ve özgürlükçü yeni bir tasvir yapılması olarak özetleyebileceğimiz çabaları nedeniyle “dişi Salman Rüşdi” olarak tanımlanıyor. Yaptığı konuşmada kanıma göre sonsuz bir iyiniyet elçisi rolüne soyunan yazardan sonra söz aldığımda,  kendisine köktendinciliğin tüm bedellerini ödemiş bir aydınlar grubunun üyesi olarak karşı tarafın katılığını, Atatürk laikliğinin getirilerini hatırlattım. Aramızda yer alan “İslamı yeni seçmiş” ilginç Fransızlar’ın da katkılarıyla uzayıp giden gece, tabii bana yine 90’lardan kalma bazı sosyal katman karıştırıcısı fantezilerimizi hatırlattı.
              Bir film: “Allah’ın Atları” (Les Chevaux de Dieu), Fransa-Fas-Belçika yapımı. Nabil Ayouch’un yönetmenliğini yaptığı iç karartıcı ve harika bir eser. 2000ler dönemecinde yaşanmış gerçek bir hikaye. Casablanca’nın varoşlarında, içinde yaşadıkları fakirlik ve aidiyet krizinin orta yerinde köktendinci bir terör örgütünün eline düşen ve sonunda intihar komandoluğuna terfi edip şehit olma ve cennete gitme hakkı kazanan gencecik insanların dramı, en yalın ve düşündürücü uslupla ele elınmış. Yani haberlerden duyduğumuz “şu kadar ölü”ye neden olan ölüm komandolarının, aslında nasıl masum, beyni yıkanmış fakir çocuklardan seçildiklerini olayı içinden yaşayarak görüyoruz. Hani artık bizim ülkede “tanımlaması yapılamadığı için” suç olmaktan çıkarılan, MGK’da masaya bile yatırılamayan “irtica”nın seçtiği kurbanların hikayesi...
           Fransa, şayet “ödünsüz laik-demokrasi”yi korumayı bilmez ve “kişisel hak ve özgürlükleri koruma” adı altında ayağının altındaki halının çekildiğinin farkına varamazsa, bayağ neşeli ve çelişkili çıngarlar izleyeceğimizden şüpheniz olmasın! Fransız medyası, Nilüfer Göle, Mehmet Altan ve Hadi Uluengin’den biraz ders alırsa, keyif oranı da o ölçüde patlama yapar...   


Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..                                                                                                       

19 Şubat 2013 Salı

“GANGSTER SQUAD” FİLMİNİ GÖRDÜM DE... / Bedri Baykam / 19 Şubat 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



               26 Şubat’ta açılacak sergimin hazırlıkları için Paris’teyim. Dün internetten Silivri’de yaşanan rezaletleri izleyerek uzakta olduğum için daha da kahroldum. Mesafe, çaresizlik duygusunu arttırıyor. Silivri senaristleri yaratıcı. Hep “sözün bittiği yer” diyoruz, onlar yeni boyutlar icat ediyorlar...
            Geçen haftasonu, Holywood marifetiyle biraz kafa dağıtmak için asistanımla bir filme gidelim dedik. Saati uyan ve sunumunu beğendiğim tek film
“Gangster Squad” kalmıştı, biz de ona girdik.  Türkçe’ye  “Suç Çetesi” olarak çevrilmiş (kesinlikle “Gangster Mangası” tercümesini öneriyorum, afişleri tekrar yaptırma pahasına, dağıtım şirketi acil gözden geçirsin, diğeri alakasız kaçıyor). Zaten ana aktör Sean Penn olunca o film 2-0 önde başlıyor maça! Savaş karşıtı bindirmeleri, Bush’a yaptığı açık saldırılar, açtığı insan hakları kampanyaları, diğer yıldızlardan farklı duruşu ve yaşama geçirdiği birbirinden farklı karakterlerle o aynı zamanda bir “Büyük İnsan”, Robert de Niro’nun da dediği gibi.
           Filmin ana çizgisi çok olağan: Gerçek bir hikayeden esinlenilmiş. 1949’da Los Angeles’da terör estiren, uyuşturucu, kadın ticareti ve tehdit ağlarıyla tam bir Korku İmparatorluğu kuran, hiç kimsenin aleyhine tek laf etmeye veya şahitlik yapmaya cesaret edemediği mafya babası Mickey Cohen’in en dokunulmaz sanıldığı anda okları kendisine yönelten bir yiğit polis grubu çıkıyor ortaya. Bu yarı legal çetenin kurulma emrini veren Nick Nolte. Yani anlayacağınız gerçek yaşamda cesur “iyi adam” olan, Irak Harbi’nde Bush’a savaş açan Penn, bu filmde en kötü adam rolünde. Hem de öyle böyle değil, bir ihmallerinden dolayı cezalandırmak istediği kendi adamlarını bile işkenceyle öldürmekten çekinmeyen, kendine “gelişim” (progress)  özet tanımını yakıştırmaktan kaçınmayan, elinden gelse piyasada gezen paralara kendi adını vermeye kalkışacak bir kaçık! L.A. den başlayarak neredeyse ABD’yi mafya hatları üstünden işgal etmek isteyen bir sapık. Bizim ülkelerde “jön”lerimiz geleneksel olarak böyle kötü rollerden uzak dururlar ama Penn bu rolü öyle muhteşem oynuyor ki, orada aktörlere bir yaşam dersi veriyor. Cohen filmde bu kentin tüm güç odaklarına sızmış! Yani Valiler, hakimler, polisler, herkesi ele geçirmiş; kendi dokunulmazlığını yaratmış. Tüm bu sıfatları taşıyan insancıklar, sinekler gibi gidip bir koca pisliğe yapışmışlar. Basın ölüm tehdidi altında, siyasiler suskun... Sonra bir güçlü emniyet müdürü, herkesin yakasından çekip “bulaşma bu işlere” diye durdurduğu Josh Brolin’i yanına çağırıp “Takımını kur bu pisliği temizle, ama unutma arkanda bizi var saymadan” diye görev veriyor. Brolin karakteri de Cohen’e onun anlayacağı dilden üst üste darbeler indirip sonunu getiriyor.
           Tabii bu şematik bir özet. Detaylar sizi mest edecek. Bu filmi kaçırmayın derim. Tam bizim kanı saatte 15 km hız ile hareket eden festival sineması bağımlısı eleştirmenlerimizin nefret edeceği harika güzel akan bir film. Hikayenin sonunu söylememde bir sakınca yok. Cohen’i oynayan Sean Penn, son akış sahnesinde öyle bir dayak yiyor ki Brolin’den! Kendisi gibi bir eski boksörün kolay kolay hazmedemeyeceği ağır bir ders. Ve sonunda Penn dizleri üzerine çökmüşken,  her tarafı yaralarla dolu  ve yoğun yağmur üzerindeki kanla karışarak yeri boyluyor. Onun nerelerden, hangi dokunulmaz sandığı zirvelerden nereye kadar nasıl aşağılara uçup düşebildiği, onları şaşkın bakışlarla izleyen halkın aklına hayaline sığmayan bir sahne. Zar zor doğrulup “götürün şunu artık” komutunun polislere verildiğini duyan Cohen ise, “yaşadıklarına inanamayan” gözlerle ortalığı süzüyor. O anda insanlarda öcüye karşı korku bitmiş,  “yahu biz neden bunca zamandır bunları çekmişiz ki” sözleri yavaş yavaş ağızlardan dökülmeye başlıyor. İşte o an görülmeye değer. Franco’dan Al Capone’ye, Hitler’den Pol Pot’a, dünya bunun benzerlerini asırlar üstünden fazlasıyla yaşamış.
      
   “Gangster Mangası”, yani resmî adıyla “Suç Çetesi”, alınacak dersler içerdiği için kesinlikle görülmesi gereken bir film. Sonuçta halk üzerine inen demir perdeler kalktığı anda, daha şu kadarcık zaman önce yapay bir canavarın kendisini titretebildiğine inanamaz. Anti-kahramanın tam suç ortağı olanlar kımıldayamazken, 2. sınıf olanlar teker teker çevresinden çekilirler. İnsanlara "olağan yurttaş" cesaretleri geri geldiğinde ise olan biteni onca zaman nasıl seyredebildiklerini anlayamazlar. Bir de yaşananlardan sonra tarihin nasıl baktığı vardır. İşte böyle filmler yapılır, seyredilir, ama kimse inanamaz bu ortama seyirci kalanlara! İşte tarih, böylesine sendrom tekrarları içinde döner, gider!

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

16 Şubat 2013 Cumartesi

Ali Özoğlu'nun Bedri Baykam'a ithaf ettiği yazı‏sı..


Bu yazımı can dostum Bedri BAYKAM’a ithaf ediyorum….


SİLİVRİ KONUŞMALARI – 41

Barışın sembolü “Beyaz Güvercin” tablosunu henüz yapmamıştı !

Sanat yaşamının ilk yıllarıydı.

Yoksulluk ve özlem onu rahat bırakmadığı için 1907’de gittiği Fransa’da ancak yedi yıl kalabildi.

Keder ve hüznü mavinin tonlarıyla yansıttı. Aklı bir karış havada olan insanların duygularını ise pembe ve gri renklerle anlattı. Sirk yaşamını yansıtan resimler yapmıyordu artık.

Avignonlu kızları pipo içen adamı resmetti. Ayna önündeki kız tablosunu yapmadan iki yıl önce Kırmızı Koltukta Oturan Çıplak tablosunu yapmıştı. Dünya sanat çevresinde tanınan bir isim olmaya başladı.

15 yıl Kuzey Afrika’daki İspanyol sömürge birliklerinde görev yapan Francisca Franco ülkeye döneli dört yıl olmuştu ki 1931 yılın da İspanya’da krallık yönetimi son buldu. Cumhuriyet ve laiklik yanlıları seçimle iş başına gelince ayrıcalıklı durumlarını kaybedeceklerini anlayan patronlar ve papazlar Cumhuriyetçilere karşı savaş açıp Franco’yu da baş komutan ilan ettiler. 1936 yılına gelindiğinde dinciler, faşist siyasal guruplar ve Franco ülkeyi üç yıl sürecek ve benzeri görülmemiş bir kanlı iç savaşın içine sokmuşlardı.

Franco, Hitlerle gizlice anlaşarak cumhuriyetçilerin yoğun olarak yaşadığı İspanya’nın Guernica şehrini bombalamasını istedi. İç savaş belasıyla uğraşan insanların üzerine Hitlerin uçakları bomba yağdırıp şehri yerle bir etti.

Picasso insanların acılarını yansıtan ve savaşa olan nefretini devasa boyuttaki Guernica tablosunu yaparak ortaya koydu. Hitler Picasso’dan korkmuştu. İşgal ettiği Fransa’da bu tablosunu ve başka sergiler açmasını da yasakladı.

1 milyondan fazla insan öldürdükten sonra Franco İspanya’nın diktatörü olmuştu. Picasso asla bir adım bile gerilemediği gibi yaptığı resimlerle ve dünya kamuoyunu aydınlatan toplantılarla Franco’nun kâbusu oldu. Franco’nun cinayet örgütü Falanj bile onu korkutamadı.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşların da milyonlarca sivil ve asker ölmüş, şehirler harabeye dönmüştü. Savaş baronlarına meydan okuyup onları lanetlediği için, çevresi ve bazı sanatçılar Picasso’nun, lüzumsuz ve kendisini ilgilendirmeyen konularla uğraştığını söylemeye başladılar.

Bu korkakça yapılan dedikodulara, Picasso 25 Mart 1945 tarihli Les Letters Françaises dergisinde yayınladığı isyan dolu bildirisiyle cevap verdi:

Bir sanatçı nedir dersiniz?

Ressamsa yalnız gözleri, müzisyense yalnız kulakları, ozansa kalbinin her katında bir lir, ve hatta boksörse yalnız adaleleri olan bir ahmak mı?

Tersine aynı zamanda siyasal bir kişidir sanatçı!

Bütün varlığıyla tepki göstermesi gereken, acıklı, keskin, mutlu olayların karşısında her an bilinçli olması zorunlu bir kişidir sanatçı.

Başkalarına karşı ilgi göstermeden yapabilir mi kişi… Kendisine bol bol canlılık getirenlerden kopabilir mi?

Resim, odaları süslemek için yapılmamıştır. Resim, düşmana karşı saldırıda ve savunmada kullanılması gereken bir savaş silahıdır!..

Picasso’nun bu sözlerinin üzerine ne söylenebilir?

Bencilliği ve çıkarı için başka insanları sömürenler düşmanımızsa, kalpazan ve hırsızların davetine koşarak giden ve haram lokmayı afiyetle yiyenlere siz sanatçı mı diyorsunuz?

Picasso, 1949 yılında Paris’te ilk kez toplanan “Barış Kongresi” için, “Beyaz Güvercin” tablosunu yaptı. O tablo kongrenin afişi olarak kullanıldı ve barışın sembolü oldu.

Beyaz Güvercin 1949’dan beri savaş karşıtı olarak kanat çırpmaya devam ediyor.

Sinsi bir savaşın içinde kıvranan ülkemizde Picasso gibi düşünen ve davranan sanatçılarımız yok mu?

Elbette var!..

Can dostum Bedri BAYKAM sanatı ve yazılarıyla insafsızlığa, vicdansızlığa ve haksızlığa karşı savaşıyor.

“İçim Parçalanıyor” sergisinin tablolarını yenebilecek bir silahı teknoloji ve insan aklı henüz icad edememiştir. Düşmanı paramparça eden birer anıtsal savunma silahıdır BAYKAM’ın tabloları.

Can yoldaşım Bedri BAYKAM’ın “Tarihin Röntgencisi” adıyla yeni bir sergi açtığını öğrendim. Sanatsal taarruzunu Ankara, Siyah-Beyaz Galeride başlatmış. İstanbul Piramid Sanat merkezinden sonra 26 Şubat – 24 Mart tarihlerinde Paris, Lavignes Bastille Galeri’de olacak. Türkiye’deki ideolojik soykırımın korkunç yaralarını yansıttığı tablolarıyla dünyaya haykıracak: Türkiye’de olanları görün, bizdeki yangın sizi de yakar, diyecek!..

Picasso, Beyaz Güvercini barış sembolü olarak dünyaya armağan etti…

Bedri BAYKAM, Leonardo da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan’ı Dünya Sanat Günü olarak dünyaya armağan etti…

Asker ve sanatçı dostum Erol YILDIRIM, “Sarı Duvarlar” resim sergisiyle dostluğun, vefanın ve insan ruhunun çaresizlik karşısında çılgın dalgalar gibi nasıl savrulduğunu yansıttı tablolarına…

Ve benim canımın sultanı dostlarım Betül, Şebnem, Makber ve Miraç hanımlar; Murat VEHBİ ve Peyami ÇİMEN can kardeşlerim de martı seslerini özgürlüğün simgesi olarak dünyamıza kattılar.

Martı seslerini her duyduğunuzda Silivri ve Hasdal’daki Vatanseverleri Hatırlayın afişleriyle tarihin karanlığına ışık tuttular…

Resim, bir saldırı ve savunma silahı değilse, duvar süsü olmaktan başka ne işe yarar?


06.02.2013


“UNUTMA!
Savaşı Mustafa Kemal Kazanacak”


Ali ÖZOĞLU

1 No’lu cezaevi
B 3 Üst Tecrit Hücresi
SİLİVRİ / İSTANBUL

Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği tarafından düzenlenen “Genç Etkinlik 6” için başvurular başladı..



Sayı:2133/210            06.02.2013
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği tarafından
15 Nisan- 15 Mayıs 2013 tarihleri arasında düzenlenecek olan “Genç Etkinlik 6” için başvurular başladı.
Gençleri sanat ortamına kazandırma amacıyla yola çıkılan etkinlik bu sene UPSD Galerisi, Piramid Sanat ve Merhart Galeri olmak üzere üç mekanda aynı anda sergilenecek. Tüm plastik sanat disiplinlerinin katılabileceği yarışmanın seçici kurulu UPSD Başkanı Bedri Baykam, Yönetim Kurulu Üyesi Bahri Genç, Tijen Şikar, Turan Büyükkahraman, Ekin Onat von Merhart, Murat Havan ve Denizhan Özer, Sanat Tarihçisi, Sanatçı Tomur Atagök, Eleştirmen Evrim Altuğ, Kuratör Marcus Graf olacaktır.
Şartname:

I. Adaylar, yarışmaya resim, heykel, fotoğraf, seramik, dijital sanat, video-art gibi çağdaş sanatın her alanında üretilmişolan en fazla 3 yapıtla katılabilir. Her sanatçıdan seçilen bir yapıt sergiye dahil edilecektir. Yapıtlar daha önce sergilenmemiş veyarışmalara katılmamış olmalıdır.
Kullanılan malzeme veya teknikler için sınırlama yoktur, eleme aşamasında değerlendirme dosya üzerinden yapılacaktır. Ancak yapıtın, sergilenme aşamasında kapalı bir mekânda yerleştirilebilecek ya da kapalı mekâna uygun olarak düzenlenebilecek boyutlarda olması gerekmektedir.
Yarışmaya Mayıs 2013 itibariyle 36 yaşını doldurmamış adaylar katılabilir.
Teslim edilecek dosyada adayın word dosyasında kayıtlı sanatsal ve mesleki deneyimlerini de içeren fotoğraflı özgeçmişi, adresi, telefon,e-postası bulunmalıdır. 100 kelimeyi aşmayacak şekilde hazırlanmışbiyografi ve 30 kelime civarında sanatınızı anlattığınız yazıyı da dosyanıza eklemeniz gerekmektedir. Yarışmaya sunulacak işlerin görselleri 300dpi formatında, kısa kenarı 2000 piksel çözünürlükte olmalı ve CD‘de kayıtlı olarak, tüm bilgileriyle (teknik, boyut, sene vs) dosyaya eklenmelidir.
Mail yoluyla başvurmak isteyenler, upsd@upsd.org.tr adresine, konu bölümüne “Genç Etkinlik 6 başvurusu” yazarak dosyalarını ve görsellerini gönderebilirler.
Elden veya Posta yoluyla yapılacaklar başvurular 19 Mart 2013 günü saat 17:00’a kadar Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin Maçka Demokrasi Parkı Sanatçı İşlikleri Şişli / İstanbul adresine teslim edilmelidir. Bu tarihten sonra yapılacak başvurular dikkate alınmayacaktır.

II. Seçici Kurul, 20 Mart 2013 tarihinde değerlendirmesini tamamlayarak, mekan ve diğer kısıtlamaları göz önünde bulundurarak seçimlerini yaptıktan sonra, eserleri sergilenecek genç sanatçılara duyuruları yapılacaktır. Kabul görülen sanatçılardan eser teslimi sırasında 50 TL katılım bedeli alınacaktır. (Katılım bedeli ödemelerinizi İşBankası İstanbul Kabataş Şubesi 1024 - 0152862 IBAN: TR56 0006 4000 0011 0240 1528 62 Plastik Sanatlar Derneği hesabına veya PTT 1603072 Numaralı posta çeki hesabına yapabilirsiniz.)

III. Video Art, dijital sanat eserleri ve tüm görseller CD olarak teslim edilmelidir.

IV. Eseri seçici kurul tarafından onaylanan sanatçılar yapıtlarını en geç 12 Nisan 2012 günü saat 17:00’a kadar UPSD Binası’na ulaştırmalıdır. Bu tarihten sonra yapılacak teslimatlar kabul edilmeyecektir. Teslimatı kargo yoluyla yapılacak eserler katkı payları ödendiğinde sergilenecektir. Sergi bitiminde (15 Mayıs 2013) eserler UPSD Binası’ndan geri alınabilecektir. 30 Mayıs 2013 saat 17:00’a kadar alınamayan yapıtlardan hiçbir şekilde sorumluluk kabul edilmeyecektir. Kargo ve tüm nakliye ücretleri sanatçıya aittir.
V. Yapıtların sergilenmesi ve taşınması sırasında gereken özen gösterilecekse de yapıtların malzemeleri nedeniyle doğabilecek hasardan Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği sorumlu değildir. Arzu edenler, eserlerinin değer bedeli üzerinden istedikleri özel sigorta şirketine sigorta ettirebilirler.

Saygılarımızla,

Unesco AIAP
Türkiye Ulusal Komitesi
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Yönetim Kurulu adına
Bedri Baykam
Başkan
Yönetim Kurulu
Bahri Genç
Tijen Şikar
Denizhan Özer
Ekin Onat
Turan Büyükkahraman
Murat Havan

14 Şubat 2013 Perşembe

BEDRİ BAYKAM’IN ‘TARİHİN RÖNTGENCİSİ’ BAŞLIKLI SERGİSİ 26 ŞUBAT’TA PARİS’TE AÇILIYOR!



BEDRİ BAYKAM’IN ‘TARİHİN RÖNTGENCİSİ’ BAŞLIKLI SERGİSİ
26 ŞUBAT’TA PARİS’TE AÇILIYOR!
Bedri Baykam, Ankara’da Galeri Siyah-Beyaz’ın ardından İstanbul/Piramid Sanat’ta açtığı 
‘Tarihin Röntgencisi’ başlıklı sergisini, şimdi de Paris’te izleyicilere sunuyor. 26 Şubat’ta Galerie Lavignes-Bastille’de açılışı yapılacak olan sergi, 24 Mart 2013’e kadar Parisli sanatseverlerce izlenebilecek.
Fransa’da açılmış birçok kişisel sergisi bulunan Baykam, Parisli sanatseverlerin de yakından tanıdığı bir sanatçı olarak en son 2010 yılında Pinacothèque de Paris Müzesi’nde Edvard Munch’la beraber sergilenmiş, bunun ardından da 2011’de de Roland-Garros’ta
  Fransız Tenis Federasyonu Müzesi’nde, bu dünyaca ünlü uluslararası Grand-Slam turnuvasının tarihi üzerine bir sergi açmıştı.
Lavignes-Bastille Galerisi’nde de 1990’dan bu yana birçok sergi gerçekleştiren Baykam, bu sefer iki farklı teknikle oluşturduğu serilerini beraber sergiliyor.
4-D’LER
Baykam’ın 2007’den bu yana İstanbul , Monako, Paris, Berlin, Ankara, Şangay ve Kaliforniya gibi dünyanın birçok farklı yerinde sergilediği ve büyük ilgi gören ‘lenticuler’ yüzeye yapılan bu çalışmalar, sanatçının değişik pek çok farklı malzemelerle yıllardır üzerinde çalıştığı saydamların buluştuğu çok farklı bir sonuç olarak ortaya çıkıyor. 4-D çalışmalar, birçok uluslararası müzenin koleksiyonunda da bulunuyor.
BAYKAM’IN YENİ TUALLERİ ‘TARİHİN RÖNTGENCİSİ’
İlk bakışta Baykam’ın 80’li yılların başındaki ‘Yeni Dışavurumcu’ dönemine benzeyen bu büyük tualler, ikinci okumada Baykam’ın tüm dönemlerinin bir sentezi olarak ortaya çıkıyor. Çok farklı kaynaklardan gelen malzemelerle ve farklı boyasal tekniklerle yüzeylerini geliştiren bu çalışmalar, çok daha uzun bir süreçte oluşumlarını tamamlıyorlar. 
Baykam ‘Tarihin Röntgencisi’ başlığını verdiği bu yapıtlar da 1989 yılından beri referans aldığı, sanat tarihinden Rubens, Picasso, Duchamp, Carracci, Antonio Berni, André Breton gibi birçok eski ustaya gönderme yapıyor. Serginin kataloğunun yazarları, Türk eleştirmen ve sosyalbilimci Hasan Bülent Kahraman ve İstanbul Modern’in şef küratörü Levent Çalıkoğlu. Katalog Fransızca olarak Paris’te de sergi vesilesiyle yayınlanıyor.
Baykam, 2006’dan beri UPSD (Uluslararası Plastik Sanatlar
  Derneği) Başkanı ve Cumhuriyet Gazetesi’nde yazıyor.

BEDRİ BAYKAM EXHIBITION IN PARIS ‘THE VOYEUR OF HISTORY’ OPENS FEBRUARY 26


BEDRİ BAYKAM EXHIBITION IN PARIS 
‘THE VOYEUR OF HISTORY’ OPENS FEBRUARY 26
One of Turkey’s leading international artists Bedri Baykam will be showing his latest series
The Voyeur of History’ at the Lavignes-Bastille Gallery (27, rue de Charonne, 75011 Paris). The vernissage will be held February 26th and the show will be seen until March 24, 2013.
Baykam has already shown several times at the same space since 1990. He’s a well known name for the Parisian art circles, having had several one-man shows in Paris. His latest apperance have been his show at the Pinacothéque de Paris (2010) together with Edvard Munch (Baykam having made an exhibition of the contemporary version of Munch) and his show at the Museum of the French Tennis Federation at the Stade Roland-Garros (2011). Both shows comprised works from Baykam’s lenticular works his famous 4-D’s.
Baykam’s coming show in Paris will carry both samples from his 4D’s, as well as his recent canvas works from the last two years.
BAYKAM’S 4-D WORKS
Baykam has been working on these since 2007. Having worked long years on painterly transparencies (1998-99), digital transparencies (Girly Plots Series 2000-2), material transparencies (Lolitarte 2006-7), in 2007 he incorporated a synthesis of all these years on the lenticular surface and has created those 4-D’s.
The 4-D’s have been shown besides Paris, in Istanbul, Ankara, London, Berlin, California, Shangai, Monaco and have attracted lots of praise and attention from the professionals of art as well as the media.
BAYKAM’S NEW CANVASES, ‘THE VOYEUR OF HISTORY’
These large scale canvases at first glance seem to be quite close to his Neo-Expressionist works from the early 80’s. But in fact at a second reading one can see that those works are a synthesis of Baykam’s several periods. Collages from endless sources melt together with layers of paint. These works mature in much longer periods of time.
Baykam labeled this series as ‘Voyeur of History’. He makes several references to old masters, Rubens, Picasso, Duchamp, Carracci, Andre Breton as he has always done several times since 1987. The catalog of the exhibition, has two essays the first one by Turkish critic and philosopher Hasan Bülent Kahraman, and the second one by Levent Çalıkoğlu, curator-in-chief of İstanbul Modern.
Baykam is one of the spokesman and founder of the Artist Initiative in Turkey, that is drastically in opposition with the AKP Government’s policies.They take the defence together of all their intellectual, journalist and academician friends in prison for long years. (Baykam was almost stabbed to death in April 2011 by an Islamist who had been stalking him for a week. He was saved in extremis after a four hour operation.)
President of the Turkish Plastic Arts Association (UPSD) a member of IAA/UNESCO International Art Associations, since 2006 and one of its founders in 1989, Baykam is also in the World and European Executive Committees of IAA. He writes for the Turkish leftist daily Cumhuriyet.

Lavignes Bastille
For more info please contact:
Galerie Lavignes-Bastille: 27 rue de Charonne 75011 Paris
Tel: +33 147 00 88 18
galerie.lavignesbastille@noos.fr
Baykam’s Assistant: Ms Öykü Eras +905417758135
oyku.piramid@gmail.com

12 Şubat 2013 Salı

İKİNCİ EN GENÇ KEMALİSTİ SUNUMUMDUR! / Bedri Baykam / 12 Şubat 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



            Her toplantıya, her eyleme gelir. Konuları dinlemekten çekinmez, önce her sorun hakkında arkadaşlarının genel düşüncesini ve dolayısıyla toplumun nabzını bilmek ister. Daha sonra kendi düşüncelerini mantıklı bir sunum ve güzel bir Türkçeyle ortaya koyar. Sonra da yine eleştiriye açık olarak yorumları dinler, özgüvenli ama egosuna yenilmemiş “açık”  insanların doğal cesaretiyle...
           Sanata, resme, tiyatroya, müziğe aşıktır. Esas beslenmeyi, kitaplar dışında sanat yoluyla gerçekleştireceğini bilir. Piramid Sanat’ta beraber izlediğimiz sanat filmleri hakkında ne kadar samimi, ilgili dikkatli sorular sorduğunu biliyorum. Urfalı ağabeyimizin,  ne de olsa kökeninde halkevleri ve köy enstitüleri  görmüşlük var. İliğine kadar inandığı Kemalist devrimin temelinde kültür olduğunu bilen bir gerçek aydındır kendisi. 84 yaşındaki delikanlımız, siyaset arenasında sorumlu yurtsever tavrının dışında, aile bağlarının kutsallığından, sanattan, hoşsohbetten, güzel kadınlardan çok iyi anlar. Ama bunlardan da daha önemli bir meziyeti var: O toplumda yükselen değer kötülüğün aksine, çok “iyi” bir insan. Bir Prof. Doktor, bir eğitimci olarak zaten topluma büyük hizmetleri var. Ama dediğim farklı bir şey. Yani muhtaçlara yardıma hazır olmak, insanları mutlu etmek, arkadaşlarına karşı dürüst ve uzun soluklu olmak, kendisinin varoluş tarzı. Kas Hastalıkları Derneği’ni kurarak onu büyük özverilerle canlı tutan, zor günler geçiren insanlara destek elini uzatan yine kendisi. Bunları yaparken çevreden, devletten, belediyelerden, özel sektörden büyük yardımlar mı almış? Hayır. Hangi zorluklarla o çarkın çevrildiğini, son üç yılda kaç kere  İBB tarafından Yeşilköy’deki 22 yıllık yerlerinden atılmaya çalışıldıklarını dinlediğinizde tüyleriniz ürperir! Aslında sizi güldürebilirim de... Biliyor musunuz ki, parlamentodaki bilgisayarlardan Kas Hastalıkları Derneği’nin sitesi engelli! Gerekçe neymiş? “Pornografi”! Merak ettim, kas hastalıkları fotolarında mı bulmuşlar o pornografiyi?
           Aslında tabii ana suç, genç Kemalistimizin ideolojik kimliği! Şimdi bu yıl, maalesef yargıda karar dernek aleyhine çıkmış, şu an temyizde. Yani dernek, binbir güçlükle oturtabildiği fizik tedavi odaları, bilgisayar sistemleri, bilinmeyen bir geleceğin eşiğinde sokakta kalma tehlikesi ile karşı karşıyalar. Tabii benim aklım, bir Belediye Başkanı’nın vicdanının buna nasıl elverdiğini anlayamıyor.
           Sözünü ettiğim ebedi genç Kemalist, Prof. Dr. Çoşkun Özdemir. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’dan sonra gelen “ikinci en genç Kemalist aktivist”.  Yaşamını anlattığı ve Kaynak yayınlarından çıkan “Urfa’dan Harvard’a” kitabını okurken, aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin dönemeçleri hakkında en ilginç saptamaları da buluyorsunuz. Tabii bölücülük ve köktendincilik saldırıları yaşanmadan önce, Özdemir’in aktardığı o güzel, birbirine karşı fitnelenmemiş insanlarımızın dünyasının izleri o kadar güzel ki... Ve harika sahneler:  Urfa’daki gece gezmeleri ve sözleşip buluşan çoğu öğretmen ailelerinin birlikte şarkı ve türkü söyledikleri, mandolin, keman çaldıkları “olağan geceler”! Daha neler var bilseniz: Akreplerle satranç oynayarak yatılan odalar, 1937’de radyo ile tanışma, Zati Sungur efsanesi, kavgasız yanyana seyredilen maçlar, kansere karşı verilip kazanılan savaş, karagün dostları... Bir de kaybedilen yakın dostlar var. Yaşar Kemal gibi... Türkiye’nin Kemalist çizgiden sapmayla gelen ideolojik değişimlerin getirdiği beklenilmedik yol ayrımları. Hangimiz yaşamadık ki bunu? Bunlar da kitaba serpiştirilmiş düşündürücü anekdotlardan.
          “Yetmez ama Evet”çi güruh, dönek Marksistler, bozuk düzenden nasibini almak için sıraya girenler de Özdemir’in yakın takibine uğrayanlar arasında. Coşkun Bey’de medenice kendilerini yüzleştirmek istiyor tarihi falsolarıyla! Çoğu yüzleşmeye cesaret edemeden kaçmış kendisinden!
          Biz Atatürkçüler ne yazık ki birbirimizi desteklemek için pek hamle yapmayız. Karşıtlarımızdan bu konuda alınacak sonsuz dersimiz vardır. Onlar ne kadar kenetlenmiş ise, bizler o kadar “vakitsiz” ve “uzağızdır”. Böyle bir hataya düşmeden örnek insanlarımızın yanında olmalıyız.. İyi ki varsın sevgili dostum, sonsuz genç Çoşkun Özdemir! 100. yaşını beraber kutlayacağız! Ama daha önce  sizleri 25 Şubat 19:30 da Cemal Reşit Rey’de “Düşümdeki Uçurtma” belgeselinin galasına davet ediyorum. Orada yönetmen Gülsün Sarıoğlu ile beraber, bu değerli derneği ve yaratıcısını alkışlayabilirsiniz.  


Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

5 Şubat 2013 Salı

“ULUS” TARTIŞMASIYLA İLKOKULA DÖNMEK! / Bedri Baykam / 5 Şubat 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



            Bu yazıyı utanarak yazıyorum. Hani eskiden ilkokullarda okuma-yazmayı sökenlere kırmızı kurdela takılırmış ya… İşte o kurdelayı lise 3’de hala takamayanların aralarında yaptıkları ”edebiyat” (!) tartışmalarını dinliyor olsanız, ne hissederdiniz? Bu söylediklerim yalnız Birgül Ayman Güler’in yarattığı polemik alanı ile ilgili değil. Çok öncesine dayanıyor. Geçen hafta haber kanallarından birinde bir aklı-evvel çıktı dedi ki: “İyi oldu, Güler sayesinde bu ulus ve milllet konuların tartışıyoruz”. Bir başka “ulema” da çıktı ”İyi oldu, CHP’nin içindeki cerahat patladı” dedi. Demek ki bu arkadaşlar “kırmızı kurdelalık” olamayışlarının ötesinde, yıllardır duyduklarını da anlamıyorlar. Bir kere bu “Allahlık Ali Bey” tartışmalar 20 yıldır, Siyaset Meydanlarından, Ateş Hatlarına kadar 1001 kanalda, milyon kere deşildi. “Ne Mutlu Türküm Diyene” cümlesini, üniversite bitirip de kurdela takamayanlara binlerce kere anlatmaya çalışmış biri olarak maalesef iyi biliyorum.
            Hayatta herkese herşeyi söyleyebilirsiniz, nasıl söylediğinize bakar. Haklıyken haksız çıkabilirsiniz. Haksızken zeytinyağı gibi yüzeye çıkabilirsiniz. Güler, içerik olarak doğru olan bir fikri, kitapta yazabilecek en kötü cümlelerle, en hatalı vücut dili ve ses tonlamasıyla, üstelik TBMM kürsüsünden yaptı.
          Güler’in demeye çalıştığı şuydu: “Türk ulusu veya Türk milleti olarak adlandırdığımız kavram, bir üst çatıdır. Bu çatının içinde Türk, Kürt, Laz, Rum, Ermeni, Arap, Musevi, Alevi, Sünni, Ateist yani her ırk, her köken, her dinsel grup ve her karışımdan insan var. Burada, bu üst çatının içinde yer alan herkes eşit ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yurttaşlık aidiyeti ile bağlanmış birer ferttir. ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ cümlesi, etnisite değil, bu ortak vatandaşlık bağlarının ifadesidir. Şimdi bu çatının içinden her hangi bir etnisiteyi öne çıkarıp, bu üst çatının kendisinden ve ne ifade ettiğinden daha önemli anlamlar yükleyemezsiniz. Biri üst bir siyasal, sosyal ortak aidiyet bağıdır; diğeri etnik, dinsel, mezhepsel, ‘ırk ve inanç kökenli’ farklı aidiyetlerdir. Kıyaslamaları bile yapılamaz, aynen bir futbol maçı, bir et lokantası gibi! Irkçılık tuzağına düşerek kendine farklı anlamlar yükleyenler, Ortaçağa dönmüş olurlar.”
           Güler böyle konuşsaydı kolay anlaşılırdı. Ama herhalde artık anlamsız sahte demokratlardan, terörle siyasal söylemi harmanlayanlardan o kadar bıkmış ki, yanlış yerde, yanlış zamanda patlayıverdi!
Peki kaos nasıl çıktı? AKP’lilerin her fırsatta CHP’nin eski faşist diktacı, ırkçı söylemlerinden kopamadığı iftirasını yaymak için kuyrukta beklediklerini biliyoruz. Tabii bu kavram kargaşasını hemen  kullandılar. Ayrıca bir sürü sözde medyacı da malum “anti-laikçi/anti-ulusalcı” kadro olarak dört koldan işe giriştiler, “Türkler kürtlerden üstündür’ dedi” diye yayagaraya başladılar! Böylece onların da yumurtladıkları her inciyi “müşahede etme” fırsatımız oldu. Bunlar arasına karışarak “kargaşadan üzerime toz bulaşmasın” diye hareket eden “bizden” bazı isimlere şaşırdığımı ifade etmeliyim. Bir de 2. Cumhuriyetçi olup, yıllardır köksüz demokratçılık oynayan profesörler var. Mesela “Fettullah Hoca’nın Abant platformlarında çalışmış” Mete Tunçay. Kendisine de hiç şaşırmadım. Beyefendi Milliyet’te tam sayfa yayınlanan fiyakalı röportajında, kendi profesörlük apoletlerini tıknaklarıyla sökmüş. Mesela ulusalcılığın sosyal demokrasiyle bağdaşamayacağını buyurmuş. Herhalde biraz deşsek, kürtçülerin veya Fethullahçıların nasıl sosyal demokrasiyle bağdaşabileceğini şakır şakır anlatacak! Birileri Tunçay’a açıkmalı ki, Türk ulusu çatısı altındaki her insanımız, nasıl Fenerli veya GSaraylı olabiliyorsa, sosyal demokrat, kapitalist,  veya komünist de olabilir. Ulus devlete yani ırkçı aidiyet merakı olmayan devlete mensup herkesin, özgürce siyasal bir söylemi olur. Zaten sosyal demokrat bir insan, kültürel zenginlik anlamında farklar dışında kimsenin ırk, mezhebiyle ilgilenmez. Yani “ulus devleti” kabul etmek anlamında “ulusalcı” olmayan bir insan tabii ki ne demokrat ne eşitlikçi ne de sosyal demokrat olabilir! Mete Beyin gaflarının yanıtı bu sütuna sığmaz. Milliyet’ten tam sayfa yanıt hakkı bekliyorum. “Ülkeyi ne müminlerin ne de laikçilerin yönetmesini istemem” diyen beyefendinin kafası hep karışık kaldı ve islami siyasetlerin yani “müminlerin” önünü açan kilit beyin yıkayıcılardan biri olarak tarihe geçti.
           Uzun lafın kısası, ilkokulda öğrenip belleğimize geçirmiş olmamız gereken temel kavramlar, bu kafayla daha bizleri böyle ömür boyu tırmalar… Biz de daha çoook ağlarız, gülünecek halimize!

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

4 Şubat 2013 Pazartesi

Bedri Baykam-5 Subat, salı duruşması‏




UPSD Başkanı Bedri Baykam’ın, 18 Nisan 2011 günü uğradığı saldırı hakkında süregelen “Bıçaklanma Davası” karar aşamasına gelmiş durumda. 5 Şubat Salı günü, hakim kararı açıklayabilir.

Dava süresince de hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeden Baykam’a kendisini öldürmek için saldırdığını söyleyen sanık, ayrıca Baykam’a dava sürecinde, jandarmaların elinden kurtularak tekrar saldırmaya çalışmıştır.

Adliye Sarayı’nda, 5 Şubat Salı günü saat 10.30’da 1. Ağır  Ceza Mahkemesi’nde görülecek dava için katılımınız ve göstereceğiniz dayanışma son derece önemlidir.

En iyi dileklerle,

Saygılarla

UPSD

Bedri Baykam-5 Subat, salı duruşması‏




UPSD Başkanı Bedri Baykam’ın, 18 Nisan 2011 günü uğradığı saldırı hakkında süregelen “Bıçaklanma Davası” karar aşamasına gelmiş durumda. 5 Şubat Salı günü, hakim kararı açıklayabilir.

Dava süresince de hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeden Baykam’a kendisini öldürmek için saldırdığını söyleyen sanık, ayrıca Baykam’a dava sürecinde, jandarmaların elinden kurtularak tekrar saldırmaya çalışmıştır.

Adliye Sarayı’nda, 5 Şubat Salı günü saat 10.30’da 1. Ağır  Ceza Mahkemesi’nde görülecek dava için katılımınız ve göstereceğiniz dayanışma son derece önemlidir.

En iyi dileklerle,

Saygılarla

UPSD