26 Şubat 2014 Çarşamba

CHP'NİN DEMOKRATİK ÇIKMAZLARI VE SEÇİMLER / Bedri Baykam / 25 Şubat 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..





  CHP adaylarını açıklamaya başladığından beri Parti'nin içi fokurdamaya devam ediyor. Maalesef yıllardır ikaz ettiğimiz tavrı CHP yine gösterdi ve adayları çoğunlukla Genel Merkez atadı. Sonuç sürekli hatırlattığımız gibi, Genel Merkez önünde protesto gösterileri, istifa edip DSP'ye geçenler, küsüp Parti'yi veya siyaseti bırakanlar, içine kapanıp "Böyle nankörlük ve mantıksızlık yeryüzünde yok" diyenler... Sırayla herşeyi gördük, görmeye de devam ediyoruz.
            CHP yönetimindeki değerli eski ve yeni arkadaşlarıma sormak istiyorum: Bu yaşananlar değdi mi? Ne gerek vardı? Yıllardır anlatıyoruz "Parti içi demokrasi" yi. Ayrıca soyut sözlerde kalmasın diye, bundan 3,5 yıl önce yaptığım girişimle oturduk arkadaşlarla yeni ve mükemmele yakın bir tüzük yazdık. Öyle bir tüzük ki, uygulansa, bu kavgaların kesinlikle hiç biri yaşanmayacak. Yani mesela Beşiktaş, Kadıköy, Çorum, Yatağan, Akşehir, Alanya veya Adana, neresi olursa olsun, adaylarını Genel Merkez atamayacak, o yörenin CHPli tüm üyelerinin oyuyla, ön seçim yoluyla belirlenecek! Böylece "
Hakkım yendi, sağcılar Parti'yi bastı, bu adam daha dün Parti'ye girdi" gibisinden lafların hiç biri gündeme gelmeyecek. Zaten ülkenin her noktasının siyasi iç detaylarını Genel Merkez’de kim bilebilir ki? Bir başka konu ise, hazırladığımız tüzükten yalnız “kadınlara ve gençlere kota” önerisini alan Genel Merkez, maalesef onu da ciddiyetle uygulamadı, ne kotalar dolduruldu, ne de bu isimler seçilebilecekleri yerlere yerleştirildi!
             Sosyal demokrat bir parti neden hala ısrarla bu ilkel metodlarla Belediye Başkanı veya milletvekili adayı saptamak ister? Kim beslenir bu kavgalardan? Düne kadar Baykal dönemindeki uygulamalardan şikayet edenler, neden güç kendi ellerine geçince aynı hataları yaparlar? Hem de bunun partiye verdiği zarar kamu oyu önünde ayyuka çıkmışken? Evet, AKP'de böyle sorunlar fazla yaşanmıyor! Çünkü orada
"tek seçici"nin yetkilerini tartışabilecek insanoğlu yok. Ama sosyal demokrat bir partiden aynı boyun eğme tavrını beklemek mümkün değil. Zaten kimsenin buna hakkı yok. Sonuçta 21. yüzyılın CHPsini hiç bir şekilde hak etmeyen bu tüzük orada durdukça, Parti'nin başı daha çoook ağrır!
              Peki, CHP yönetimi belirlemeleri yaparken, bari kendi arka bahçesinin taleplerine dikkat etti mi? Ya da kamu oyuna
"Bakın Başkanı değiştirdi ama kimsenin gık diyemeyeceği şu aydın ismi getirdiler" dedirtti mi? Ya da mesela Gezi'nin veya diğer irili ufaklı sosyalist partilerin hassasiyetlerini göz önünde bulundurdu mu? Solda kendisi dışında bir "rakip" oy sepeti olmasın diye özel bir itina gösterip sendikalarla, kitle örgütleriyle, İP'le, ÖDP'yle, TKP'yle, diğer partilerle görüşüp onlardan bazı temsilcileri yerleştirmek için diyaloga girdi mi? Solun "büyük abisi" olarak kendisine yakışan bunlardı... Ama ne yazık ki bunlar olmadı. Öyle şeyler yaşandı ki, sanki görevde kalmak isteyen kimi Belediye Başkanları yerine, daha iyi kimin gelebileceği hiç düşünülmeden "öylesine", birileri öyle istedi diye isimler ortaya atıldı. İsyan eden partililer, olan biteni anlamayan bir kamu oyu oluştu. Üstelik RTE ve Gökçek isimlerinin o kadar limitte kaybedilen seçimlerden sonra ortaya çıktığını hatırlarsak, CHP'nin tek bir oyu bile küçük görme hakkı olamayacağı ortaya çıkar! Özellikle bu partilerin ülke genelinde seçmenleri ciddi ölçüde etkileyecek medyada ve entellektüel dünyada güçleri olduğunun herkesçe bilinmesine rağmen.
             O zaman ne yapacağız? CHP'ye kızıp oy potansiyeli küçük bir başka muhalif partiye mi oy atmak lazım? Tabii ki hayır. Gerek saydığım bu olumsuzluklar, gerek CHP'nin yaşadığı ideolojik çelişki ve kaymalar -her ne kadar bir çok muhalif seçmenin tereddüt etmesine neden oluyorsa da- şu anda üzerimizdeki AKP karanlığından kurtulmak için başka hiç bir somut alternatif yok. Bu durumda CHP'ye kızsam da kızmasam da oyumu yine ona vereceğimi biliyorum. Üstelik bu saydığım rahatsız edici durumlar karşısında CHP'ye
"kerhen" oy vermek, hiç bir işe yaramıyor. Yani seçmenin şu bilinçte olabilmesi gerekecek: Hem herşeyi bilmek, hem de karanlıktan kurtulmak için bu dönemde yine yaptığı tüm hatalara rağmen AKP diktasını alt etme şansı olan parti olarak, yine de isteyerek ve bilinçle CHP'ye oy vermek! (İstisnai olarak CHP’nin güçsüz olduğu noktalarda makul bir alternatif arayarak). Belki kimilerinize zor gelebilir ama bu zoru başarmaktan başka bir ufuk, ciddi bir alternatif görünmüyor ortada! İşte bu gerçekçiliği göstermeye mecburuz. Yoksa seçim gecesi yine bilmem kaçıncı kere birinin balkon zafer konuşmasını dinlemek durumunda kalırsınız! Siz bilirsiniz!

21 Şubat 2014 Cuma

Yarın akşam (22 Şubat 2014 Saat 20:00) Bedri Baykam Shuttle Bar 2.0'a konuk oluyor!


Shuttle Bar 2.0 her hafta alanında uzman ve nitelikli konuklarla gündemi, İstanbul'u, değişen dünyayı, sanatı ve edebiyatı irdelemeye devam ediyor. Bu cumartesi (22 Şubat 2014) saat 20:00'da ressam ve yazar Bedri Baykam'la sanatın olmadığı bir dünyayı, dünyayı değiştiren sekiz saniyeyi ve Bedri Baykam'ın çok konuşulan magazinsel çıkışlarını masaya yatırıyoruz."

Radyoyu dinlemek için: radyo.ku.edu.tr (Telefonlar için güncel KURadyo uygulaması mevcuttur.)
İletişim ve ayrıntılı bilgi için: twitter.com/shuttlebar

20 Şubat 2014 Perşembe

Arada Bir-Bir Arada


Arada Bir-Bir Arada 

Ortaköy’de yaşayan veya atölyeleri Ortaköy’de olan sanatçıların bir araya gelerek oluşturdukları sergi Beşiktaş Belediyesi Ortaköy Kültür Merkezi'nde gerçekleşiyor. “Arada Bir-Bir Arada” başlıklı serginin birincisi geçen sene aynı mekânda seyirci ile buluşmuştu. Giderek artan katılımcı sayısı ile izleyenlere sunulan serginin bu yılki farkı, Beşiktaş Belediyesi'nin her zaman olan desteğinin yanı sıra Ortaköy'lü esnafın da sergiye destek vermesi oldu. Sergide Bedri Baykam'ın yanı sıra Aynur Önürmen, Başak Avcı, Behçet Malikler, Belgin Şahin, Can Aytekin, Canan Ünal, Çiler Belen, Ekrem Özen, Emel Başarık Aytekin, Erdem Küçükköroğlu, Filiz Ersönmezoğlu, Genco Gülan, Gül Ilgaz, Gülçin Özmen, Güneş Özmen Arıtoprak, İrfan Önürmen, Kerem Can Özmen, Melih Özuysal, Memduh Kuzay, Melis Bilgin, Metin Ünsal, Mustafa Akbay, Nalan Ünal Topdemir, Rıza Erdeğirmenci, Sabrina Fresko, Saldıran Özmen ve Selçuk Erdoğan’ın yapıtları yer alıyor. Açılış kokteyli 20 Şubat saat 18:00'de olan sergi, 15 Mart 2014 tarihine kadar görülebilir.

Online Katalog:
http://issuu.com/edelab/docs/ortakoylu_sanatcilar_sergisi

19 Şubat 2014 Çarşamba

'Hayattan Soyut İzler' | Suat Akdemir | Piramid Sanat | 27 Şubat - 13 Nisan 2014


suat akdemir

27 Şubat - 13 Nisan 2014






Açılış : 27 Şubat 2014 Perşembe | 18:30 - 21:00
Suat Akdemir'in yeni kişisel sergisi “Hayattan Soyut İzler” 
27 Şubat-13 Nisan 2014 tarihleri arasında Piramid Sanat’ta... 
Sergi için yayınlanacak olan kataloğun yanı sıra, Piramid Yayıncılık, Akdemir'in 2004 yılında Küba'nın tüm sahillerini bisikletle gezerek gerçekleştirdiği turda çektiği fotoğraflardan ve bu maceranın seyahat notlarından oluşan kitabı "KÜBA: İşte Böyle Gezilir" da 13 Mart, Perşembe günü sanatseverlere sunacak
Piramid Sanat’taki “Hayattan Soyut İzler” isimli sergisinde, 1987 yılından bu yana ısrarla yaptığı soyut sanatla dikkatleri üzerine toplayan Suat Akdemir'in, son yıllardaki farklı dönemlerden işleri sergilenecek. Altı hafta sürecek olan serginin küratörlüğünü, Akdemir'i 1987'den beri izleyen Bedri Baykam yapıyor. Piramid Sanat’ta Akdemir'in tualleri, kağıt işleri, fotoğrafları, defterlerinin yanı sıra Türkiye ve Küba'nın tüm sahillerini üstünde gezdiği "müzelik" bisikleti de sergilenecek.
Baykam, Akdemir'in işleri hakkında şu sözleri dile getiriyor: “Yapıtlarında soyut dışavurumcu üslubun tekniklerini en minimal dille de buluşturarak aktaran Akdemir, stilini soyut sanatın sözlüğü çerçevesinde oluştururken kendini tekrar etme mecburiyetini benliğinde hissetmeyen ender sanatçılardan biri. Sanatçının son işleri giderek atan bir olgunluk ve özgüven taşıyor. Dikdörtgenin günümüzde hala süren taze kalma savaşının bir yansıması. Bir tual sanatçısının salt boya ile geliştirdiği kendi alfabesinin değişik safhalarını bu sergide takip edebiliyoruz. Akdemir, son 10 yılın "dekoratif" veya "piyasa arayışı” içeren yapıtlarını ortalığa süren sanatçılardan çok farklı. İşleri samimi bir umursamazlık içinde ve doğmakta olan düşüncenin kendisiyle diyalog kurmakta...”
Akdemir'in bisikletle 2004'de gerçekleştirdiği turun “KÜBA: İşte Böyle Gezilir” adlı kitabında Küba turunda çektiği fotoğraflar ve bu gezi sırasında tutuğu günceleri yer alıyor. Kullanılan dil, birçok noktada Kerouac, Bukowski veya Erje Ayden tadı taşıyor. İşte kitabın sonlarından bir kaç satır: "Tövbe haşa! Ama Che abimiz de, Jack iti de, Baykam üstadımız da, birçokları da, yollara düşmeden edememiş, yollarda olanlara kayıtsız kalamamışlardır. Görmek için hiç başka bir dekor, hiç başka bir ışık, hiç başka bir rüyaya gerek yoktur. Çünkü yolların her yere çıktığını ve hiçbir yere çıkmadığını en iyi onlar bilir”. Akdemir’in merakla beklenen “KÜBA: İşte Böyle Gezilir” kitabı, 13 Mart Perşembe günü sanatseverlerle yine Piramid Sanat‘ta buluşacak.
Hayattan Soyut İzler, 13 Nisan 2014 tarihine kadar Piramid Sanat’ta izlenebilir.



18 Şubat 2014 Salı

VELEV Kİ BAŞBAKAN HAKLI! / Bedri Baykam / 18 Şubat 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Önce hangi gerçek ötesi dünyada yaşadığımızı şu iki konuyla sizlere hatırlatayım: Bu dünya, sözde en ileri ülkelerden Danimarka'nın, doğanın kendisine emanet ettiği 18 aylık zürafa Marius'u infaz edip, çocukların önünde sadistçe kesebildiği tiksinilesi bir dünya. Bu Türkiye de, Bursalı Hasan Köz'ün Muhteşem Yüzyıl'ı seyrettikten sonra Kanuni, Hürrem ve Rüstem Paşa aleyhine suç duyurusu yapıp, Şehzade Mustafa'ya otopsi isteyebildiği gülünesi Türkiye!
              İşte bu Türkiye, bu hafta sonu "Kabataş" olayı görüntüleriyle çalkalandı. Bu olay aslında diğer gerçek ötesi senaryolardan çok uzak değil. Vallahi ben ömrümde üstü çıplak 100 kişilik deri kıyafetler giymiş bir topluluğu Türkiye'nin hiç bir yerinde görmedim, görecek olsam da hemen gidip kan ölçümlerimi aldırırım! Bu grup gerçekten AKP'nin Bahçelievler Belediye Başkanı'nın gelinini güpegündüz sokakta darp veya taciz etseydi, herhalde en az 250 farklı kişi bu olayla ilgili her türlü videoyu çeker, aynı akşam da zaten ülkenin tamamı bu görüntüleri haberlerde izlerdi. Bu hikaye gerçekle nasıl kesişebilir, anlamak na-mümkün! Bu “dericiler çetesi” bir
"görünmezlik iksiri” içtilerse veya bu olay “paralel” bir evrende yaşandıysa bakın işte bu beni aşar! Bu kadar yaratıcı bir fanteziyi, pornografinin beşiği Danimarka’da bile duymadım!
            Kendini her zamanki gibi mağdur ilan etme peşinde koşanlar için, gerek Kabataş olayı, gerek Dolmabahçe Camii’nde içki içildi iddiaları, büyük fırsattı. Hükümet ve paydaş basın, bu konuları haftalarca kullandılar. Zaten Başbakan'ın tüm iddialı vaatlerine karşın, ortaya hiç bir elle tutulur kanıt konamamıştı. Kanal D’den izlediğimiz olağan sokak görüntüleri ise, olaydaki provokasyon dozunun anlaşılması açısından ilginçti.
          Bazı hükümet üyeleri ve yandaşlar, bu görüntüleri arzu ettikleri yaratıcılıkta yorumlamak için ellerinden geleni yaptılar. İddialardan biri
"Ellerinde olan başka görüntülerinde ortaya çıkacağı ve Başbakan'ın sorumluluk duygusu içinde sabrettiği" yönündeydi. İşte bu sonuncu iddia da, saydığım her vakadan daha da gerçekötesi bir çıkış (!)
           Konuya farklı bir açılım getirmek istiyorum:
Velev ki bu olaylar, Başbakan'ın iddia ettiği gibiydi! Velev ki yarın, gerek Kabataş, gerek Dolmabahçe Camii konusundaki iddiaların tamamen doğru olduğunu gösteren su kadar berrak iki video gökten, Erdoğan'ın önüne düştü! Başbakan'ın her fırsatta –bunları kanıtlamaktan fersah fersah uzak olmasına rağmen- "Bunlar camide içki içtiler, bunlar benim başörtülü bacıma saldırdılar" şeklindeki iddiaları neyi kanıtlamaya çalışmaktadır? İçerdiği ses tonu ve vücut dili ile netleştirelim: "Bunlar, yani Gezi direnişçileri, işte böyle insanlardır! Camide içki içip dine hakaret ederler, başörtülü bacılarımıza saldırırlar, işte bu kadar alçaktırlar".
             O zaman bakalım bu mantık bizi nerelere götürür:
Bu hesaba göre, bir birey, böyle alçakça bir hareketi yaptıysa, ait olduğu grubun tamamının da aynı şeyi yapmış olduğu varsayımının kabul edilmesi gerekir. Erdoğan tek bireyden ulusun yarısını kapsayacak bir genellemeye gitmekte hiç bir mahzur görmemektedir. Yani Başbakan'a göre "Biri camide içtiyse, hepsi içer; biri taciz ettiyse, hepsi eder!” Mantık, ne yazık ki bu seviyede! Ki zaten ortada o “biri” de yok!
              Başbakan hani "herkesin Başbakanı" olacaktı ya? Madem bu kadar duyarlı, bu samimi hassasiyetlerini ifade edebileceği ve aylarca görüntü bulamama mahcubiyetini de yaşamayacağı birçok olay hatırlatabilirim! Bırakın varsayımları, herkesin bildiği, kanıtlı olaylara bakarsak, bunlardan da aynı genellemeleri çıkarabiliriz. Başbakan'ın mantığından hareketle,
"Bunlar bizleri canice, alçakça canlı canlı otellerde yaktı" diye nutuk atabilir, "Bunlar aydınlarımızı sokak ortasında bıçaklar, organlarını deşer" diye fırsattan istifade genelleme yapıp %50’ye yamayabiliriz! Ya da "Bunlar sokakta birasını içen gençleri yakalayıp öldürürler" diye genel suç duyurusu yapabiliriz! Her gün 1001 kanıtlı, “kindar” olayı hatırlatmayı Kılıçdaroğlu da yapabilir, işine geliyorsa Başbakan da!
           Ne güzel bir mantık değil mi? Başbakan herhalde bana teşekkür eder, bol kanıtlı, şahitli, görselli yüzlerce olaydan yalnız üç tanesini hatırlattığım için. Hatta daha taze Gezi acılarımıza, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük ve diğer cinayetlere bile değinmeden!
           Aslında Başbakan'ın "Camii" ve "Kabataş" dayatmaları neyi kanıtlıyor biliyor musunuz?
Kindarların, o kadar uğraşıp didinmelerine ve 1001 dereden su getirmelerine rağmen çağdaş ve laiklerin İNSANLIĞI aleyhinde tek bir elle tutulur kanıt bulamadığını, hepsi bu! Teşekkürler Sn. Başbakan!

11 Şubat 2014 Salı

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ, BEKÇİSİZ BİR KÖY VARMIŞ... / Bedri Baykam / 11 Şubat 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir köy varmış. Köylüler arasında zaman zaman itiş kalkışlar, kavgalar, hırsızlıklar olurmuş. Köy muhtarının bazen bu kavgalarda haklıdan taraf olmak bir yana, kötüyü tuttuğu, suça iştirak ettiği, hatta kimi zaman suçları bizzat yönettiği ortaya çıkarmış. İşte bu ahali arasında yoğun homurdanmaların meydana geldiği günlerde birden ortaya bir bekçi çıkarmış. Düdüğünü öttürerek köy meydanına giren bekçi, muhtar filan dinlemez, canileri, hırsızları, hatta suça karışan ihtiyar heyetini bile kahveye toplar, bir süreliğine muhtarlığa yerleşirmiş. Köydeki kavgaları yok edeyim derken kendi de bir sürü başka rezalete imza atarmış atmasına, ama ardından bir daha kavga ve kaos çıkmaması için ihtarlarını ortaya sertçe sürerek görevi seçilen yeni muhtara devreder, kulübesine dönermiş.
          Gel zaman, git zaman... Üç-dört kez bir kısım ahalinin büyük desteği ile tekrarlanan bu senaryoya karşı, köy kahvesinde sabahlara kadar süren tartışmalarda, köyün durumunu herkesler masaya yatırmaya başlamış! Her biri lafı eveleyip geveleyip sonunda bekçiyi ve Bekçiler Derneği’ni suçlu bulmuşlar! Hırsızlar, uğursuzlar, katiller ve köy mafyaları bile bu toz duman içinde aklanmış, ama kabak, köy ahalisine iyilik yaptığına inanan bekçilerin başına patlamış. Hatta aralarında "bekçilerin köyü yönetmek için arada bilerek o kavgaları kendilerinin çıkardığını, bu uğurda hırsız-katil kılığına bile girdiğini” iddia etmeye kalkan olmuş! Bekçiler de "Yahu öyle bir niyetimiz olsa yeni köy muhtarı seçtirir miydik hiç! Hep kendimiz otururduk o koltukta!" dedilerse de, dinletememişler. Artık halkın gözünde, köyün ezelden beri yaşadığı her kötülüğün baş müsebbibi bekçiler olmuş!
           Ardından köye “taze özgürlükler demeti” getireceğini söyleyen yeni muhtar seçilmiş. Muhtar ahaliyi hemen toplayıp "Merak etmeyin, bana oy veren vermeyen herkesin muhtarı olacağım" diye ağızlara bir parmak bal çalmış! Ama hemen ardından kalfalığa yükselir yükselmez, bir sabah vakti, bekçinin hırsızlık yaptığını iddia edip "yine bize suç uyduracak" diye bağıra çağıra kendi zabıtaları ve heyet ortaklarıyla bir olmuş, Bekçiler Derneği’nin eski-yeni demeden tüm üyelerini kodese attırmış. Halkın çoğu, artık memnunmuş: Ortada “huzur düşmanı” bekçi de kalmadığına göre, köy bundan böyle mutlu yaşayacakmış! Artık o sahte mizansenler ve karanlık piyesler hiç olmayacakmış! Ne var ki işler öyle gitmemiş. Yeni muhtar ve ekibinin döneminde, köy sakinlerinin evine baskınlarla birçok masum içeri atılmış, köy gazetesi kapatılmış, ahalinin tarlalarda bile muhtar aleyhine dedikodu yapmamaları için muhbirler, yalancı şahitler türemiş. Kimi gençlerin gözü çıkmış, kimisi yok edilmiş! Kızlı-erkekli hasat toplamak bile yasaklanmış! Ortada huzurun “h”si kalmamış. Kodesin birinde bekçiler veryansın ederken, diğerinde zindana atılan ahali haykırıp duruyormuş: “Ya biz 5 gün görev yapan bekçilerden şikayet ederdik, bu acımasız muhtarın hiç mi hiç gidesi yok! Beter duruma düştük!” Muhtar ise kıs kıs gülüyormuş: "Siz değil miydiniz zaten tüm suç bekçilerde diyen? Beni de siz seçmediniz mi? Neden şikayet ediyorsunuz?" Muhtar ayrıca, birbirlerinden nefret eden şikayetçilerin, kendi yerine birini seçemeyeceklerini çok iyi bildiği için daha da sertleşiyormuş. Homurdanan halk bir yandan meydanda kızgınlık ve çaresizlik içinde tepki koyarken, bir yandan da "Yahu biz nerede hata yaptık?" diye debeleniyormuş.
            Sonra kahvede, köyün tüm tarihini avucu gibi bilen yaşlı bilge, ahaliyi çevresine toplamış: "Neyin şikayetidir sizinki? Sanki köyde ilk defa mı bir arsızlık oluyor? Davulu her kapan kafasına göre çalmaya kalkmadı mı? Bu defakinin farkı, sizler Bekçiler Derneği’ni toptan yok ettiğinizden karışan görüşen olamayacağı için, alay edercesine ‘özgürlük-inanç’ vs deyip, şişi gözünüze dayaması. Daha 100 yıl muhtar kalacak gibi! Bakın, şikayet eden mert gençlere de meydanda kolluk kuvvetlerine dayak attırdı. Kendi suçlarınızı bekçilere yamamak daha pratikti ama şimdi dımdızlak ortada kaldınız. O meşhur B planınız neydi? Artık ortada düdük öttürecek bekçi bile yok. Şimdi şikayet etmeyin efendim! Kafa kafaya verin 'o kadar da salak olamayız canım, elbet bir B planımız vardı, vardı da, neydi!’ deyip, hatırlamak için topluca duaya çıkın" demiş.
             Bunun üzerine köy kahvesinde herkes birbirine bakakalmış. İnsanın şapşallıklarını algıladığı o berraklaşma anının dehşeti işte! Köy meydanında, yeni zalim uygulamalarını bağıra çağıra anlatan muhtarın sesi yankılanmış. B planı olmayanlar ise, çaresizliklerini örtmek için pişmanlığın da yetersiz kalacağını bildiklerinden, öylece ufka dalıp gitmişler...

4 Şubat 2014 Salı

ANKARA’DA “SANAT-HUKUK BULUŞMASI” VE METİN FEYZİOĞLU / Bedri Baykam / 4 Şubat 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Bundan iki hafta önce Ankara’da Türkiye Barolar Birliği’nin çatısı altında, “Hukuk-Sanat Buluşması” düzenlendi. Tüm gün süren sunum ve tartışmaların yanı sıra, Sanatçılar Girişimi, Tiyatro Platformu ve TOBAV başta olmak üzere, sanat kurumları ile TBB arasında bir güçbirliği deklarasyonu ve işbirliği protokolü imzalandı. Atılan bu son derece önemli adımı biraz daha açmak istiyorum.
TBB Başkanı Metin Feyzioğlu, konuşmasında sanata değer vermeyen toplumların hiç bir alanda ileri gidemeyeceklerini ısrarla vurguladı. Kendisi de bu başlıkla yapılan girişimin bazı çevrelerce
“Şimdi herşey bitti de bunun sırası mı efendim?” diye dudak bükülerek bakıldığını ama işin özünde sanatsız ne ekonominin, ne adaletin, ne de genelinde ülkelerin gelişebileceğini en güzel sözlerle aktardı. Ben Feyzioğlu’nun bu sözleri samimiyetle sarfettiğine şahsen ikna oldum.
Açık konuşalım mı? Sanmayın ki, siyasi ortamımızın sanata hak ettiği değeri vermeyişi, yalnız AKP dönemi ile sınırlı. Maalesef Feyzioğlu’nun dile getirdiği sözlerin benzerini geçmiş dönemlerde de pek duyamadık. Evet tabii ki belki dünyada hiç bir hükümet, AKP kadar açıkca sanata ve özgür düşünceye karşı düşmanlık beslemedi, onu doğrudan hasmı ilan etmedi, sanatçıları hedef göstererek aşağılamadı. Ama hiç bir geçmiş hükümet de sanata hak ettiği bütçeleri vermedi, Türkiye’nin hiç olmazsa onurunu kurtarmak üzere ülkenin ilk resmî
“Modern ve Çağdaş Sanat Müzesi”ni kurmadı, sanatçıları gösteriş ve açılışlar dışında adam yerine koyarak sorumlu noktalara taşımadı, bu koca alana “benimle ilgileniliyor” duygusunu hissettiremedi. Hem de Talat Halman, Ercan Karakaş, Fikri Sağlar, rahmetli Ahmet Taner Kışlalı veya rahmetli İsmail Cem gibi son derece değerli temsilcilerimizin kültür bakanı olmalarına rağmen! Dolayısıyla Feyzioğlu’nun girişiminin AKP’nin sanata yönelik saldırılarının ötesinde de bir anlamı var.
Toplantının açılışına ayrıca Ataol Behramoğlu ve Orhan Aydın gibi isimlerle Barış Atay gibi genç sanatçılarımız da yaptıkları çarpıcı konuşmalarla damga vurdular. Yıllardır beraber mücadele verdiğimiz, Sanatçılar Girişimi, UPSD ve diğer kurumlardan sanatçı dostlarımızla olan kararlı tavrımızın bizler için temsil ettiği eşsiz değeri artık herkes anlamıştır.
TBB’de yaptığım konuşmada bir çok konuyu vurguladım. Zaten bir sanatçı olarak yıllardır sınırlarımı aşarak hukukun resmen içinde yaşadım. TCK’dan 163. Madde’nin çıkarılmaması için yaptığımız 1988-90 arası kampanya, UPSD’nin sanat ortamımız için hazırladığı yasa tasarısı, CHP için hazırlanmasına ön ayak olduğum ve tamamladığım tüzük çalışması ve süren davalar hakkında (Ergenekon-Balyoz-Şike) masa başında geçirilen yüzlerce saat... Bugün ise artık sanatçı olarak bizlerin devletle tek ilişkisi, ondan bize gelebilecek büyük zararların durdurulmaya çalışılmasından ibaret olan noktaya kadar gerilemiş! Hangi kitabımız toplatılacak, hangi Anadolu kentinde hangi oyun sansür yiyecek, hangi resim sergiden indirilecek gibi sorular! İlk olarak Türkiye’de STKları, sendikaları, sanatçılar ve yazarları 12 Eylül sonrası bir araya
Taban Operasyonu getirmişti. Yıl 1993’tü. Erdoğan ve Gökçek’in hükümranlıkları henüz başlamamıştı. Toplumu “birleşin yoksa felaket geliyor” diye ikaz etmekten bitap düşmüştük. Sonra kendi bölgemizdeki değerli arkadaşlarımız bile bize kulak asmayınca, o seçimler kaybedildiği gibi, adım adım özgürlük sınırlarımızı kaybederek bugünlere kadar geriledik. Sanat ise maalesef yanlış politikacılar elinde muhalefet düzeyinde bile savunulamadı: “Aman şimdi içki yasaklarına karşı konuşmayalım, laikliği içkiye indirgemiş oluruz” diyen özürlü düşüncesiz zihniyet aynı şekilde “aman şimdi erotizmi savunmayalım, sonra bize laiklik edepsizlik mi derler” şeklinde basiretsiz duruşunu sürdürdü. Siyasi sınırlarımız geriledikçe geriledi. Adam öldürmenin her saat yayınlanabildiği, ama rakı-sigara içmenin, öpüşmenin yasaklandığı aptal kutularına hapsedildik. Dile getirdiğim son vurgu şuydu: Bu “Hukuk Sanat Buluşması” daha önce gerçekleşebilseydi, mesela belki “İnsanlık Anıtı” nın yıkılması bu kadar kolay gerçekleşmeyebilirdi. Tiyatrolara karşı yaşanan sansür ve kıyım bu kadar geçiştirilemezdi. Tepki başka düzeyde olurdu! (Veya mesela ben bıçaklandıktan sonra Baro, o davayı ilgisizce uzaktan süzeceğine, avukat tahsis edebilir, konunun örgüt bağlantılarına inilmesini sağlayabilirdi)
Metin Feyzioğlu, son günlerde herkesin izlediği kritik önemli çıkışlar yapıyor
. Ne ilginçtir ki, kendisini en çok desteklemesi gereken kişi ve kurumlar açığını aramakla meşguller. Allah akıl fikir versin! Bu konu hakkında söylenecek çok şey var....

3 Şubat 2014 Pazartesi

'Farklı Dönemlerden Bedri Baykam’ sergisi 6 Şubat- 9 Mart 2014 tarihleri arasında Sürmeli Hotel S-Art sergi salonunda!



Bedri Baykam’ ın son yıllarda gerçekleştirdiği tual ve 4d çalışmalarından oluşan “Farklı Dönemlerden Bedri Baykam’’ Sergisi, 6 Şubat- 9 Mart 2014 tarihleri arasında Sürmeli Hotel’ in sanata ev sahipliği yaptığı S-Art Sergi Salonu’nda açılıyor.

Türk çağdaş sanatının önde gelen isimlerinden Bedri Baykam’ın 127. kişisel sergisi, Sürmeli İstanbul Hotel’in sanata ev sahipliği yaptığı S-ART sergi salonunda açılıyor.

Yıllardır üzerinde çalıştığı, dijital ve boyasal saydam katmanlar serilerinin uzantısı olarak, tüm dünyada büyük ilgi gören “Dört Boyutlu” işler üretmeye başlayan Bedri Baykam, 2007’den beri sanatseverlere bu teknikte seriler sunuyor. Kimi zaman çeşitli kolaj ve farklı malzemelerin bir arada kullanıldığı bu yeni dönem işleri, ilk bakışta sanatçının 80’ li yıllar çalışmalarını hatırlatsa da, “Farklı Dönemlerden Bedri Baykam Sergisi” zengin bir dönemsel sentezi bünyesinde topluyor. Sanatseverler bu defa sanatçının “Tarihin Röntgencisi” ve “Munch’ a Saygı” serilerine ait seçme eserleri izleyecekler. Sürmeli İstanbul Hotel’ in yarım ay biçimindeki sergi mekanı, gezinti platformu, yüksek tavanları ve çok amaçlı sunum olanaklarıyla alışılmış galeri dizaynından farklı yapısıyla sanata ev sahipliği yaptığı S-Art Sergi Salonu’ nda, “Farklı Dönemlerden Bedri Baykam” sergisi 9 Mart 2013 tarihine kadar ziyarete açık

http://www.retailnews.com.tr/-farkli-d%C3%B6nemlerden-bedri-baykam%E2%80%99.html