25 Aralık 2012 Salı

Sanatçılar Girişimi Bedri Baykam Konuşması


Genco Erkal Büyük Buluşma gösterisi..


BOSTANCI’DA “SANATÇILAR GİRİŞİMİ” PARLADI! / BEDRİ BAYKAM / 25 Aralık 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi ..



            Pazar günü Bostancı Gösteri Merkezi’ni hınca hınç dolduran 4500 yurtsever, Sanatçılar Girişimi’nin büyük organizasyonuyla çok tatmin edici bir gün geçirdiler. Saat 17:30’dan gece 23:30’a kadar süren altı saatlik maratona imza atanlar arasında ülkenin en önemli sanatçıları vardı.
             Herhalde hiçbir organizatörün başaramayacağı kapsamda düzenlenmiş bir aktivite olan “Büyük Buluşma”nın içinde Ataol Behramoğlu’ndan Tarık Akan’a, Mehmet Aksoy’dan Nejat Yavaşoğulları’na, Ümit Zileli’den Edip Akbayram’a, Genco Erkal’dan Timur Selçuk’a, Sadık Gürbüz’den Kubat’a, ülkenin sayısız aydını vardı. Gece inanılmaz bir coşku ile sürdü.
             Sanatçılar Girişimi’nin kökü, neredeyse bir yıl kadar önce sekiz sanatçı dostumu, eşimle birlikte evde yemeğe davet etmemizle başlamıştı. O gün, zaten sık sık birlikte kafa patlatan sanatçılardan Ataol Behramoğlu, Orhan Aydın, Levent Kırca, Edip Akbayram, Ümit Zileli, Orhan Kurtuldu, Mehmet Güleryüz ve ben, eşlerimizle beraber ülkenin durumunu ele almıştık. Doğal akışta bu demokratik tepkiyi yaşama geçirme kararı aldık. Gerisi zaten kamuoyunun malumu. Aslında bu cümle de abartılı. Çünkü BU ÜLKEDE, aydın insanların -en azından kendilerine göre (!)- haklı gerekçelerle iktidara olan eleştirilerini, duyulur şekilde halka iletecek cesarette “medya organı” (!) yok denecek kadar az.
              Sanatçılar Girişimi olarak beklentilerimizin de ötesinde bir başarıya ulaşan gece ile ilgili bazı kritik notlarım var: Behramoğlu’nun yüreklendirici açılış konuşmasından ve bazı değerli sanatçılardan sonra sıra bana geldi. En çok alkış alan vurgulamam şuydu: “Ya hala ‘sen Kemalistsin, ben sosyalistim, sen sosyal demokratsın ben Troçkistim’ gibi ayrımlarla birbirimizi yiyip ayrışacağız ve o zaman seçimlerden sonra yakınmanın bir anlamı olmayacak, ya da yumruk gibi Ana Muhalefet’in etrafında birleşip, diğer muhalif partilerle, sivil toplumla  el ele verip önümüze dikilen barikatları yıkacağız. Bunun adına ister mantık evliliği deyin, ister aşk veya tutku, buna mecburuz. Bunu başarıp karanlığı sandıkta yeneceğiz. Ana Muhalefet’e çok iş düşüyor: Lütfen artık engin ufukları, bize ait olmayan sularda, beyhude çabalarla aramayın. Kendi sularımızda, şu salonda arayın” .
           Konuşmamın ardından kürsüye gelen Kılıçdaroğlu, bu mesajı aldığını ve “Ortak paydaların öne çıkarılması gerektiğini, bu paydanın da Mustafa Kemal Atatürk olduğunu” söyleyerek salondan büyük alkış aldı ve umut verici kararlı bir konuşmanın ardından salondan ayrıldı.
            Gecenin devamında birçok çoşturucu müzik, nefis şiirler ve tiyatro bölümleri izlendi, tüm sanatçılar Timur Selçuk’un piyanosu başında birleşip beraber geceye nokta koyan şarkılar söylediler, Kadıköy-Maltepe-Beşiktaş-Sarıyer Belediyeleri’nin desteğini de alan muhteşem buluşma sona erdi.
           Gecede yorumunu yapmak istediğim iki nazar boncuğu oldu. Birincisi sevgili Melike Demirağ, salondakilere, attıkları sloganlar konusunda ikazlar yaptı ve bunda ısrar etti. Gereksiz bir gerginlik oldu. Kimse, hele bu konuda yetkisi olmayan biri, böyle çoşkulu bir salonun sloganlarına karışamaz. İkinci ve çok daha vahim olay, Levent Kırca’nın Kılıçdaroğlu ayrıldıktan sonra yaptığı konuşmaydı. Değerli arkadaşım olayların biraz eski yorumunda kalmış ve salonda yaptığım, tüm muhalefetleri ana muhalefetin önderliğinde birleştirme gereği fikrinin aldığı desteğin de farkına varmamış. Kırca’nın kalkıp “Kılıçdaroğlu’nun kendisinin sırasında konuştuğunu ve CHP propagandası yaptığını” söyleyen Kırca, kusura bakmasın ama durumu ıskalamış. Birincisi, Kılıçdaroğlu’nun orada bir konuşma talebi veya sırası yoktu. Bizlerin büyük ısrarıyla Bostancı’yı programına aldı ve Menemen’den kalktı geldi. Bir konuşma yapmasını ise Sanatçılar Girişimi adına kendisinden Behramoğlu rica etti. İkincisi, konuşmasında “yumruk gibi birleşme” kararlılığımızı destekleyen ortak paydayı savundu ve topa girdi. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?
            İtiraf etmem lazım ki, bunlar solun ve ulusalcıların eski kronik hastalıkları. Artık bu kaprislere vaktimiz kalmadı! Seçimleri kazanmak için oyları tek sepette toplamaya mecburuz. Bu da Ana Muhalefet’e açık bir destek vererek, onu eleştireceksek de yapıcı şekilde yörüngesini düzelterek olur. Eskisi gibi “Biz her Parti’ye eşit mesafedeyiz. Kimseyi tutmuyoruz” nakaratına devam ederseniz, Silivri ve diğer zulümhanelerdeki can kardeşlerimiz daha çok acı çekerler, hak etmedikleri işkencelere maruz kalırlar. Bu nedenle herkes artık ayağını denk alsın ve demode şovlara kalkışmasın.  


Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

18 Aralık 2012 Salı

UPSD: ESKİŞEHİR’DE SANATÇI EMİN GÜLÖREN’İN UĞRADIĞI NÜ SANSÜRÜ KABUL EDİLEMEZ!

Sayı: 2109/186 18.12.2012
UPSD: ESKİŞEHİR’DE SANATÇI EMİN GÜLÖREN’İN UĞRADIĞI NÜ SANSÜRÜ KABUL EDİLEMEZ!

Sanatçı Emin Gülören’in 15 Aralık 2012’de Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde Belediye Başkanı Sayın Yılmaz Büyükerşen’in de katılımıyla açılan “Artnüyet” başlıklı sergisi, 17 Aralık Pazartesi sabahı itibariyle inandırıcı hiç bir gerekçe gösteremeden kapatılmıştır. Sanatçıya haber verme gereği bile görülmeden Emin Gülören’in resimleri galeriye ulaşan bir telefondan gelen bir talimat ile yere indirilip sergi fiilen sona erdirilmiştir.

Son birkaç yılda üst üste anıtlardan heykellere, sergilerden dizilere, tiyatrolardan filmlere gazetelerden internete süren sansür furyası bu sefer de sanki piyango Eskişehir’e çıkmışçasına bu kentte sergilenen, aslında gayet olağan ve normal olan bir nü sergiyi seçmiştir.

Çağdaş Türkiye’nin ifade ve sanatsal yaratım özgürlüğü sanki laik-demokratik bir hukuk devletinde yurttaşların anayasal hakları askıya alınmışçasına ortadan kaldırılabilmektedir. Olay artık en sade insan bedeni tasvirlerini kapsayacak kadar çığırından çıkmış, Türkiye en gerici ülkelerde görülebilecek çağdışı yorum ve bunu takip eden uygulamaların bahtsız bir merkezi haline gelmiştir.

Sayın Kültür ve Turizm Bakanı’nı konuya acilen müdahale etmeye ve kapatılan sergiyi tekrar açmaya davet ediyoruz. Sözde evrensel standartlarda AB demokrasi kriterleri peşinde koşan bir ülkede, böylesine traji-komik olayların yaşanabilmesi, düşündürücüden öte dehşet vericidir.
Toplumun ve medyanın bu uygulamalara alışması ve kabullenmesi Türkiye’nin geleceği adına bizi bekleyen en büyük tehlikelerden biridir.
Kamuoyuna saygılarımızla duyururuz.

Bedri Baykam
Başkan
UPSD

Yönetim Kurulu
Bahri Genç
TijenŞikar
Turan Büyükkahraman
Murat Havan
Denizhan Özer
Ekin Onat vonMerhart

SİLİVRİ KARANLIĞINDAN UMUT FIŞKIRDI / Bedri Baykam / 18 Aralık 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..



              O iç karartıcı ve tarihe arka kapısından giren Silivri duruşma salonunun kapısındaki polis ve tel örgü barikatına dayandığımızda saat sabahın 7’siydi. 05:00’te uyanıp bir şeyler atıştırdıktan sonra yola koyulup gelmiştik. Yanımda asistanlarım Öykü, Serdar ve Ayşegül ile Sanatçılar Girişimi koordinatörlerinden Canan Sezenler vardı. Ataol Behramoğlu bizden bir süre sonra gelip içeri girmeyi başaracak, sevgili Tarık Akan, Mehmet Aksoy ve Rutkay Aziz dışarıda kalıp, destek ve dayanışmaya oradan devam edecekti.
              13 Aralık, ne yazık ki her zaman ağır bir göndermeyle hatırlanacak olan Silivri kentinin Zulümhanesi’nin tarihinde farklı bir gün oldu. 4 yıldır neredeyse her gün tekrarladığımız “Silivri’de yüzbin kişilik miting yapılması lazım” sözleri nihayet yaşama geçebildi. Sonuçta belki 25, belki 50... Hatta belki 100 bin kişi geldi! Sonuçta yollar geç de olsa bloke edildi, yine barikatlar kuruldu, yine jandarmasından hakimine, polisinden savcısına, kimi yetkililer belirli ölçülerde oraya gelen demokrat insanları sıkıntıya sokmak için ellerinden geleni yaptılar. Zar zor ezilme tehlikeleri yaşayarak alındığımız duruşma salonuna arkadaşlarımızın girişleri, sanki heyecanla beklenen bir futbol takımının sahaya çıkışı gibiydi. Balbay, Özkan, Haberal, Başbuğ, Yalçın Küçük, Erkan Göksel, Turan Özlü, Mehmet Perinçek, Sevgi Erenerol ve onlarca başka isim, kararlılıkla salona intikal edip halkı ve gazetecileri selamlayarak  yıllara yayılmış dev sıkıntılarına rağmen gülümsemeyle bu güne adım attılar. “Dışarıda” onbinlerin attığı “Geliyor, geliyor, çılgın Türkler geliyor/Silivri duvarı yıkılacak/Silivriden çıkanlar iktidar olacak/Ölmek var, dönmek yok!” sloganlarını duyamamalarına rağmen, kendileriyle beraber nefes alındığını öğrendiklerinde umut ve gözyaşlarını içlerine akıttılar. Onlarla uzaktan kucaklaşmak, bağıra çağıra sohbet edebilmek artık refleksten yapabildiğim şeyler. “Cezalı” veya rahatsız oldukları için katılamayan Perinçek, Hilmioğlu, Ersöz, Veli Küçük gibi isimler dışında herkes oradaydı. Tutuksuz yargılanan  Alemdaroğlu, Mütercimler, Mehmet Ali Çelebi, Vural Vural, İbrahim Benli gibi sanıklar da hemen önümüzdeydi.
             Silivri Mahkemeleri, “hukuk” kavramının tüm mantığını, etik değerlerini ve evrensel saygı normlarını ters yüz eden utanılası uygulamalarıyla acı bir şekilde tarihe kaydoldu. Siz vekillerin sanıkların yanına oturtulmadığı bir mahkeme düzenini filmlerde bile hiç gördünüz mü?  Peki, müvekkiliyle bir belge alış-verişini mübaşir kullanmadan ilk elden yapamayan bir avukat-sanık ilişkisi duydunuz mu? Seri katillere bile reva görülmeyen bu uygulamaların mucitleri övünebilirler! İşte bu Mahkeme, bu sefer de henüz avukatların ellerinde olmayan bir “yeni iddianame” üstünden, hem de avukatlara usul hakkında bile söz vermeden okuma dayatmaya kalkışınca, doğal olarak salon disiplini bozuldu ve tepkiler yağmaya başladı. Fırsattan istifade, Hakim seyircileri boşaltma kararını uyguladı. Bu arada ısrarla, davaya gecikmeli de olsa silah-cinayet vs. gibi iddialar da ekleme çabalarının oldu-bittiyle salonda okunmasına karşı CHP vekili Süheyl Batum ayağa kalkarak “Böyle hukuk mu olur?” diye sert tepki verdi. Mahmut Tanal, Muharrem İnce ve bir ara jandarma itiş kakışına maruz kalan Namık Havuçcan, CHP’nin o gün duruşmaya gelen 32 vekili arasındaydılar.
             Sanıkların slogan ve tepkilerinden: “Bu dava artık Leipzig davasının aynısıdır. Bir devleti ele geçirme davasıdır. / Burada hukuk alfabesinin A-B-C’si uygulanmıyor, kimse konuşturulmuyor, dinlenmiyor. / Adaletin kıyameti kopmuştur. / Mustafa Kemal’in askerlerini kimse yenemez!”
Davayla ilgili durumu şöyle izah edeyim: Bir davada 3-4 tane akıl almaz falso olsa, onları topluma izah eder, işin altından kalkarsınız. Ama içinde 2452 tane mantıksız delil, havada kalan gizli tanık bindirmesi, teknolojik absürd çelişki taşıyan iddialar olduğu zaman, bu düzeltmeleri yapmaya neresinden başlayacağınızı bilemezsiniz ve olay çamur ırmağına döner. Hiçbir açıdan somut bulgulara ulaşamayan davaya “silah ekleme” çabasını endirekt besleyen hareketlenmeler arasında Muhsin Yazıcıoğlu’ndan Turgut Özal’a, Adnan Kahveci’den Bülent Arınç’a, ortalığa yayılmaya çalışılan “suikast arayışları”nın ana nedeni de, herhalde sağır sultanın bile artık anladığı gibi, beyhude çabalarla Ergenekon canavarına kanlı vampir dişi arayışından başka bir şey değil!     

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

11 Aralık 2012 Salı

CHP VE STK’LAR: MANTIK EVLİLİĞİ VE KULLANMA KILAVUZU / Bedri Baykam / 11 Aralık 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..



             Mahallenin ilgi uyandıran esrarengiz güzel kızı ile zengin ama hassas geçmişli bıçkın delikanlısı beraber hayat kurma yolunda ilerliyorlarsa, her açıdan ikisinin ve ailelerinin de bu evlilikten ciddi oranda çıkar beklentileri varsa, üstelik kasabada, bu ilişkiye alternatif olabilecek başka kapı yoksa... Ortaya çıkan sorunların bir şekilde halledilmesi gerekir, değil mi?
              Evlilik ya doğal yollardan kaçınılmaz tutkulu aşkla gelir, ya dönüşen bir arkadaşlığın gelişmesiyle ya da tesadüflerle... Başka? Bunlardan hiç biri olamamışsa, o zaman gündeme gelebilecek diğer seçenek “mantık evliliği” olabilir. Yani münasip zaman, şartlar, çevre baskısı ve tüm veriler analiz edildiğinde ortaya çıkan çaredir!
             CHP ve Sivil Toplum arasında yaşananlar, her açıdan en azından bir “mantık evliliği”nin devreye girmesi gerektiğini ortaya koyuyor! Neden mi? Gerekçeler gayet basit. Özetle ele alacak olursak, iki hafta önce “CHP’nin Tehlikeli İkilemleri” başlığı altında, Parti’nin, geniş kitlelerin ve STK’ların kendisinden vebalı gibi kaçmalarına neden olan ölümcül hatalarını aktarmıştım: Kürt sorunundan laikliğe, yakın tarihin gerçekçi analizinden milletvekili adaylarının saptanmasıyla ilgili ortaya çıkan tepkilere kadar her yöne uzanan akıl karışıklıkları ve yanlış politikaların CHP seçmenini nasıl uzaklaştırdığını...  Geçen hafta ise, Sivil Toplumun, elinde hiçbir “B Planı” olmamasına karşın, intiharına koşarcasına CHP ile arasına nasıl buzullar koyduğunu ve bunun güya kurtulmaya çalıştığı faşist rejimin içinde kendisini nasıl tutsak haline getirdiğini anlatmıştım. Hayatın gerçekleri ise, her iki kesimin de “uysa da uymasa da” birbirleriyle acilen yakınlaşmaları gereğini ortaya çıkarıyor. Çünkü acilen bu “mantık evliliği” sonuçlandırılmazsa, her ikisi de birbiri peşi sıra, geriye dönüşü olmayan bir uçurumdan aşağıya yuvarlanacaklar. Hatta araç sigorta terminolojisiyle, “pert” olacaklar!
           Bugünün gerçeklerine dönecek olursak: Önce yerel, ardından genel seçimlere yönelik takvim işlemeye devam ediyor. Seçimler her gün yaklaşırken, CHP ve onun hinterlandı olması gereken “Sivil Toplum” arasındaki sorunların sıkı ve acil bir diyalogla giderilmeye, en azından iyileştirilmeye gereksinimi olduğu kesin bir veri. Çünkü bu ilişkinin hak ettiği sıhhatine kavuşturulması için, seçimlere üç gün kala harekete geçmek, kimselere bir şey kazandırmaz!
             Öte yandan, bu birleşmenin hiç gerçekleşmemesi için ister sinsi sinsi, ister açıkca çalışan o kadar çok gafil var ki! Bunların bir kısmı, CHP’nin geçmiş kararları veya siyasi akış kadroları açısından bir çeşit -çoğu zaman haklı!- “kuyruk acısı” geliştirenler. Bir diğer kısmı CHP’den artık kurtarıcı bir Parti yaratmanın imkansızlığını gördüğünü söyleyenler! Bir diğer kısmı da hiçbir zaman uzaktan yakından gerçekleşmeyecek olan farklı siyasal beklentiler nedeniyle komik şekilde CHP’yi rakip görüp onun “imajını” batırmaya çalışanlar! Hayali senaryolarla avunup gerçeküstü beklentilere yelken açan bu kesimin de bahsettiğimiz diyalogu sağlayacağı veya kolaylaştıracağı pek düşünülemez.
              Tüm bu olumsuz şartlara rağmen “Başarısızlık bir alternatif değildir” sözünden yola çıkarsak, “mantık evliliği”ni sağlamanın şartları karşılıklı bir “kullanım kılavuzu” gerektirilebilir! Mesela CHP’nin STK temsilcileriyle sık sık buluşması, onların ideolojik eleştirilerini dinlemesi, zeytin dalı uzatarak araya girmiş her türlü yanlış anlamayı bertaraf etmesi, başta TGB olmak üzere, Parti’nin ADD, ÇYDD ve DİSK gibi kuruluşların sokak gücü ve dinamizmini kullanması ve hatta İP’le dayanışmaya girmesi, tarafsızları, küskünleri çekmesi, kendi alyuvarlarına oksijen doldururcasına bu hatları hızlı şekilde genişletmesi gündeme gelmelidir.
              STK’ların ise, CHP’den şikayet etmek yerine gördükleri ideolojik ve diğer hataların düzeltilmesi için çalışmaları, Parti’yi silkelemeleri,  ilçe ve milletvekillerini ziyaret ederek infiale yol açan gafları çekinmeden yüksek sesle ifade etmeleri ve böylece artık şu “Ben tarafsızım, herkese eşit mesafedeyim” nakaratından kurtularak rengini çekinmeden belli etmenin şeffaflığını yaşamaları gerekiyor. Burada karşılıklı sabır, tahammül ve alçakgönüllü duruş şart! Sürekli kan davası gibi hesaplaşmaların, geçmişe yönelik suçlamaların terkedilmesi lazım. Yoksa evlilik suya düşer! “Kullanım kılavuzu”nun temel maddeleri bunlar!
             CHP ve Sivil Toplum, çok acilen ister aşk, ister mantık evliliği yapmayı beceremezlerse, AKP hakkındaki şikayetlerinin kuruş değeri yoktur. Bu not, tarihe düşülmüştür.
             

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

7 Aralık 2012 Cuma

UPSD GENEL KURULU YAPILDI Bedri Baykam 4. kez Başkanlığa Seçildi.




2 Aralık 2012 Pazar günü, derneğin Maçka demokrasi Parkı’ndaki merkezinde  
Bünyamin Özgültekin’in Divan Başkanlığı’nda yapılan
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) 12. Olağan Genel Kurulu’nda,
 Bedri Baykam 4. Kez, 3 yıllığına UPSD Başkanı seçildi.



UPSD’nin yeni Yönetim Kurulu şu isimlerden oluştu:

Bedri Baykam (Başkan)
Bahri Genç (2. Başkan-Sayman)
Tijen Şikar (Genel Sekreter-İletişim)
Ekin Onat von Merhart (UPSD Galeri-Dış İlişkiler)
Denizhan Özer (UPSD Galeri-Dış İlişkiler)
Murat Havan (Kurumsal İlişkiler- Yerel Yönetimler)
Turan Büyükkahraman (Kurumsal İlişkiler- Yerel Yönetimler)


Yönetim Kurulu Yedek
Melik İskender
Recep Batuk
Ayşe Erel
Ekrem Kahraman
Ceylan Mutlu
Rahmi Aksungur
Nebahat Karyağdı


Üye Kabul
Alangoya Çoker
Sonya Tanrısever
Pınar Selimoğlu

Üye Kabul Yedek
Kadri Özayten
Devabil Kara
Ekber Yeşilyurt


Onur Kurulu
Hüsamettin Koçan
Tomur Aagök
Nilüfer Ergin
Meriç Hızal
Ferit Özşen
Nur Koçak





Denetleme Kurulu
Tülin Onat
Çiler Belen
Mustafa Karyağdı

Denetleme Kurulu Yedek
Taner Ceylan
Barış Sarıbaş
Argun Okumuşoğlu

6 Aralık 2012 Perşembe

BÜYÜK BULUŞMA’ya davetlisiniz



Baskıya, korkuya, adaletsizliğe, sanat ve sanatçı düşmanlığına karşı BÜYÜK BULUŞMA’ya davetlisiniz.
Saygılarımızla. 

SANATÇILAR GİRİŞİMİ

ferman padişahın, ülke bizimdir

Yer: Bostancı Gösteri Merkezi

Saat: 1700 - 2300

Adreslerimiz:

Facebook sayfasi:
https://www.facebook.com/Reddediyoruz

blog sayfasi:
http://sanatcilargirisimi.blogspot.com/

twitter:
https://twitter.com/reddediyoruz

mail: reddediyoruz@gmail.com

5 Aralık 2012 Çarşamba

BEDRİ BAYKAM / Tarihin Röntgencisi / The Voyeur of History‏

BEDRİ BAYKAM
Tarihin Röntgencisi The Voyeur of History
07.12.2012 – 09.01.2013                          
açılış: 07.12.2012, cuma 18.00

Siyah Beyaz Sanat Galerisi7 Aralık – 9 Ocak 2013 tarihleri arasında Bedri Baykam’ın son iki yılda gerçekleştirdiği tual çalışmalarından oluşan “Tarihin Röntgencisi” (The Voyeur of History) başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. Bu sergi, sanatçının 121. kişisel sergisi olacak. Kimi zaman çeşitli kolaj ve farklı malzemelerin bir arada kullanıldığı bu işler, ilk bakışta sanatçının 80’li yıllar çalışmalarını hatırlatsa da, esasında çok zengin bir dönemsel sentezi bünyesinde topluyor.

Baykam’ın 2011-2012 tual çalışmalarından oluşturulan sergide, aynı zamanda seriye ait tüm eserlerin ve sanat eleştirmeni Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman ile İstanbul Modern’in şef küratörü Levent Çalıkoğlu’nun, Baykam ve eserleriyle ilgili geniş makalelerinin yer aldığı katalog da sanatseverlere sunuluyor.
“Tarihin Röntgencisi” katalogunda Baykam’ın sanatından Son otuz yılda Baykam’ın resmi Türk Görsel Sanatları’nı birkaç kere derinden etkilemiştir demek bile, ancak gerçeği kısmi olarak dile getirmek olur. Bu görsellik, Batı görselliğiyle her döneminde kendi özgüllüğüyle hem hesaplaşmış hem örtüşmüştür.” cümleleriyle bahseden Kahraman’ın yazısı,  Baykam’ın sanatının Türk Çağdaş Sanatı’nı 80’lerin başından itibaren nasıl rüzgarı altına aldığını analiz ediyor.

Çalıkoğlu’nun eser incelemeleri ise Baykam’ın çalışmalarının tekil olarak ele alındığında da nasıl etkili bir okumanın mümkün olduğunu boyanın maddeselliğinden başlayarak sanatseverlere aktarıyor.

Ankara doğumlu olan Baykam, ilk sergisini yine Ankara’da 1963 yılında Sanatsevenler Derneği’nde açmış, daha sonra da Ankara’yı İstanbul, Paris ve New York’la beraber sürekli olarak eserlerini sergilediği kentlerden biri olarak tutmuştu. Sanatçı Başkent’te yine Galeri Siyah Beyaz’da en son iki yıl önce Munch üzerine yaptığı 4-D çalışmaları sergilemişti. Baykam’ın yeni yapıtları Ankara’dan sonra Şubat-Mart aylarında Paris-Lavignes Bastille Galerisi’nde de sergilenecek.

Ayrıca 8 Aralık Cumartesi günü, Ankara Amerikan Kültür Derneği’nde saat 14-16.00 arasında Tüm Galericiler Derneği tarafından Baykam’la sergiye paralel bir söyleşi düzenleniyor.

Daha ayrıntılı bilgi için,

Siyah Beyaz Sanat Galerisi
Kavaklıdere sokak 3/1-2 şili meydanı Ankara.
0312 467 7234
www.galerisiyahbeyaz.com
galerisiyahbeyaz@gmail.com



4 Aralık 2012 Salı

Sivil Toplumun Ölümcül İkilemleri! / Bedri Baykam / 4 Aralık 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..



            Geçen hafta “CHP’nin Tehlikeli İkilemleri” başlıklı yazımı eminim “Y-CHP”ye kızan onca Atatürkçü ve sivil toplumcu, hak vererek gündemine aldı. “İşte bunlar CHP’nin kulağına küpe olsun” diye birçok arkadaşımın bu yazıyı yaydıklarını biliyorum. Bu seferki yazıma verecekleri tepki ise, ne olursa olsun Türkiye’nin önümüzdeki seçimlerini ve kaderini etkileyecek.
             Türkiye’de bugün 29 Ekim’lerde meydanları dolduran ve milyonlarla ölçülen muhalefetin içinde ADD’liler, ÇYDD’liler, TGB’liler, İP’liler, DİSK’liler, sendikacılar ve sandıklara gitmeyenler  var. Her toplumsal eylemde kolkola girip beraber yürüdüğüm bu kardeşlerimin her biri, bu iktidardan kurtulmak istediklerini haykırıyorlar. Peki nasıl başaracaklar? Tek seçenekleri AKP’yi sandıkta yenmek değil mi? Bu veriye göre hareket edeceklerse, bakalım ellerindeki kozlar hangileri...
             Herhalde tüm dinamik yapısına rağmen İP’yi bir iktidar alternatifi olarak görmek mümkün değil. Son sondajlarda %2’ye yükselmiş olması çok sevindirici olsa da, bu noktanın da uzaktan yakından AKP’yi tehdit edebilecek bir potansiyel oluşturamayacağı ortada. DSP, Masum Türker’in sağlam şirinliklerine rağmen, Ecevit’in son bitik döneminden de gerilerde. MHP’yi alternatif bir muhalefet partisi sananlar, bunun bedelini siyasi gerilimlerin her kritik virajında acı şekilde ödemeye devam ediyorlar. Diğer küçük partilere hiç girmiyorum. Oturdukları apartmanda eşleri için “Kocam Parti Başkanı” diye komşularına böbürlenme şansı verme dışında hiçbir getirisi olmayan bu uğraşı kritik günlerde hala sürdürebildikleri için Allah akıl fikir ihsan eylesin diyorum.
             Demek ki, ortada bir tek gerçek var: CHP dışında, uzaktan yakından AKP ile rekabet ihtimali olan parti yok. Halbuki girişte söz ettiğimiz o tepkisel kitlenin büyük bir kısmı, CHP seçmenleri arasında değil. Sorsanız, her biri CHP’ye -çoğu sonsuz haklı sebeplerden- tepkili. Zaten bu gerekçeleri geçen hafta özetledik. Yani sandıkta elleri CHP’ye gitmiyor, ama bu iktidardan kurtulmak için neredeyse yaşamlarından olmaya razılar! Peki bu ikilemi aranızda anlayabilen var mı? Dünya tarihi daha traji-komik bir çelişki gördü mü?
               Tabii bir kesim daha var. Onlar bu derneklerde çalışıp, bu meydanlarda yürüyüp, hatta belki CHP’ye oy verip, kamuya açık siyasi söylemlerinde hiçbir şekilde CHP’ye destek vermeyenler. Onlara göre “Biz her partiye eşit uzaklıktayız” gibi standart saçma lafları orta yere bırakmak çok daha garantili. Ama ortaya yaydıkları bu belirsizlik, iktidara yarıyor. Yani “Ben taraf tutmam, ben CHP’li değilim” tavrıyla bu sözde muhalefet, resmen intiharına koşuyor! Çünkü seçimlere koşarken, tek bir B planları yok! Hem de tüm sivil-imam toplumcuları, var güçleriyle kapı kapı gezip iktidarı savunurken... Silivri’ye gidip bir sorun bakalım demokrasi nöbetçilerimize, “aferin” derler mi bizim “tarafsız”lara?
             
Peki, CHP’ye kızgınsın, diyelim ki üzerinde siyaset yaptığı zemini kaypak buluyorsun, hatta Genel Başkan’ından şu ya da bu vekiline kadar birçok siyasisini ölesiye eleştiriyorsun... İyi de bu Parti’nin içine girip, eleştirdiğin dağlara kılıç sallamaktan başka seçeneğin yok ki... Pardon var! O da CHP’yi yıpratacak her tavrı ve tepkiyi gösterdikten sonra, seçimlerde AKP bilmem kaçıncı zaferine koştuğunda, oturup şikayet edip ağlamak, “Eyvah şimdi bu sonuçla bu adamlar kimbilir daha neler yaparlar devrimler aleyhine!” diye hayıflanmak... Bu durumu algılayan bir yabancı siyasetçi ne der biliyor musunuz? “Siz sahte muhalifsiniz. İktidardan şikayet ettiğiniz filan yok. ‘Gibi’  yapmakla yetiniyorsunuz. Çünkü gerçekten arkadaşlarınızın hapiste olmasından ve faşizmden yakınsanız, ne yapar eder, CHP’ye seçimi kazandırmak için ölesiye çalışırsınız. Ama siz tam tersine ya ‘tarafsızız’ diye tempo tutuyorsunuz ya da daha ileri gidip CHP aleyhine çalışıyorsunuz. İnandırıcılığınız kocaman bir sıfır!”

              Herhalde bu ülkede CHP’yi benim kadar eleştiren 2-3 yazar ya vardır ya yoktur. Buna rağmen her seçimde yapılan tüm abartılı Parti içi gafa, hataya ve komik derecede hatalı aday seçimlerine rağmen CHP’yi destekliyorum. Neden mi? Çünkü ben ilkokulda, matematikte sınıfın en iyilerinden biriydim ve hangi sepette daha çok bilye olmasını istediğimi biliyordum da ondan. Rakibi olduğum sepeti kazandırmak istercesine asalak bir hedefe koşmuyorum, siyasi hedeflerime bakıp, öyle  kararlar alıyorum, ideolojimi uçurumdan aşağı itmiyorum da ondan. Bilmem anlatabildim mi?  Haftaya devam!

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..