28 Temmuz 2015 Salı

KONU HALİFELİK REKABETİ OLMASIN? | Bedri Baykam | 28 Temmuz 2015 tarihli makalesi..


SAVAŞ MI SAVUNMA MI” İKİLEMİ
Birinin durup dururken savaş istemesi için faşist-emperyalist ya da kan içici bir sapık olması lazım. Ama kendi toprağını müdafaa için girişilen savaş ise, tabii farklı. O zaman kimse itiraz edemez.
Yine 5 gündür uçaklarımız bomba yağdırıyor, IŞİD (yeni adıyla İslam Devleti) ve PKK kamplarına. Önce gerçekçi bir saptama yapmamız lazım: Mesela 2003'te ABD Irak'a savaş açtığında veya Türkiye, Suriye ile savaşa yeltendiğinde bu topraklarda görülen "savaşa hayır" tepkisinin düzeyi, bugün pek yok. Bu durum hoşumuza gitmese de, böyle. Nedenlerine gelince...
EL KAİDE’DEN İSLAM DEVLETİ’NE
Bir kere Orta-Doğu'da Bin Laden sonrası, El Kaide'yi sollayan ve çok farklı bir yöntem izleyen IŞİD, (Eski adı: Irak El Kaidesi) yalnız bölge için değil, uyuyan hücreleriyle tüm dünya için büyük bir tehlike. Belki 21. yüzyılın, şu ana kadar yalnız bölgesel veya Avrupa'ya serpiştirilmiş eylemler olarak izlediğimiz Ortaçağ savaşlarını, 3. Dünya Savaşı’na çevirmeye kararlı bir... örgüt değil, devlet! IŞİD’in kökeninde El Kaide politikalarını reddedip eski Sünni-Şii çatışmasını körüklemeye kararlı Al Zarqawi var; 2006’da bir ABD hava saldırısında öldürülünce, liderlik Al Baghdadi’ye geçti. El Kaide'den ana farkları ise şunlar: Konu dağlara çekilip ABD'yi düşman sayarak beklemek değil. IŞİD, Suriyeli El Kaideci cihat grubu El Nusra’nın bir kısmı ile birleştikten sonra bu ismi 2013 yılında aldı. Ardından Orta-Doğu'da, Irak, Suriye ve ötesi coğrafyaları da gündemine alarak, halifeliği tekrar ana hedefi yapan bir devlet olarak ortaya çıkıp yeni topraklara, militanlara hatta vatandaşlara sahip olmak istedi. Ayrıca bölge halkının kısaca “Devlet” dediği oluşumun adı, lideri Al Baghdadi tarafından geçen yıl “İslam Devleti” olarak değiştirildi. Bunun gerekçesi kendileri açısından çok mantıklı: 13 ay kadar önce Al Baghdadi halifeliğini ilan ettikten sonra, “Irak-Şam İslam Devleti” tanımlaması, onların iddialarını küçültürdü. Çünkü hedefleri yalnız Orta-Doğu’ya değil, tüm dünyaya genişlemek isteyen bir yapı. Sosyal medyada korku yayma politikasını sonuna kadar kullanan, mücahitlerine kapı kapı gezerek eş arayan, halkına “çorba mutfakları”nda aş dağıtan, uluslararası bir şirket gibi tutulan bütçesi ve günlük iki milyon dolar petrol geliri olan, yani gerçek bir devlet yapılanmasına doğru giden bir kartopu... Bugün İslam Devleti deyince dünyayı titreten kafa uçurma videoları, bu yapının dış elemanları aracılığıyla internete yerleştirdiği dehşet yayınlar.
NE DEĞİŞTİ DE “DEAŞ” (!) DÜŞMAN OLDU!
Bunların bir kısmını bilen Türk halkı için, kaçınılmaz şekilde sırası gelince (!) ülkeyi Suruç ötesi kana bulayacak olan bu örgüte dur demek, aslında fazlasıyla gecikmiş bir nefs-i müdafaa olarak görünüyor. İyi de daha düne kadar bu tehlikenin adını anmayan, MGK’dan “irtica”yı zaten “tanımlanamıyor” diye çıkartan, hatta bu örgütün militanlarına her türlü yeşil ışık yakıp mali destek sunan Erdoğan ve AKP, ne oldu da, “Esed”i yıkmak ve Sünni İslam’ı yüceltmek için araç olarak gördükleri IŞİD’e karşı birden operasyon için düğmeye bastı? Tabii ki ABD baskısı, Suruç ve askerimizin o gün şehit edilmesi, önemli gerekçeler. Ama kim bilir belki arada rekabet bile vardır! Al Baghdadi kendini Halife ilan ettiğine göre, bizim ülkede de kendini o pozisyona layık gören biri olabilir! O da bombardımanlar sırasında “ben sana gösteririm, nasıl oluyormuş dağdan gelip bağdakini kovmaya çalışmak” şeklinde mırıldanıyor olabilir! Atatürk hilafeti kaldıralı 90 yılı geçti ama ülkeyi “şeyhler, dervişler, müritler” inine çevirmeye gayret eden çilekeşler her yerde!
PKK-HDP-KANDİL ŞEYTAN ÜÇGENİ

Uçakların bir diğer hedefi de, PKK kampları. Yani “sorti”ler iki ana hedefe yönelirken, yurt içi operasyonlarda da bu iki terör oluşumunun parçası olduğu iddia edilen merkezler basılıyor. Çifte standart şık değil. Gözümde yıllardır süren PKK katliamlarının, İslam Devleti’nin yaptıklarından tek farkı, daha az şova yönelmeleri. Tabii ki aklı başında hiç kimse Türkiye’de yıllardır dökülen kanın sürmesini istemez. Ama “Çözüm Süreci” gündemdeyken PKK’nın cinayetlere devam etmesi, hiçbir şekilde izah edilemez. Ne yazık ki, bir yandan Türkiyeliliğe oynayan HDP, diğer taraftan PKK’nın derin etki alanından kurtulamıyor. Daha düne kadar, ülkemizin siyasi ve dini sözcüleri ağızlarını IŞİD’e karşı açamıyorlardı. HDP ise bu ağır kayıplardan sonra bile PKK’yı kınamayı gündemine alamıyor. Ne yazık ki sol yayınlarımızın bunu mazur göstermek için verdiği çabalar da yavan kalıyor! Barışı isteyenler, tutarlı olmaya mecburlar.

21 Temmuz 2015 Salı

TRAFİK MAGANDALARI CANINIZI İSTİYOR!​​ | Bedri Baykam | 21 Temmuz 2015 tarihli makalesi..



BASKET TOPU YOLA KAÇARSA...
Yer: Berkeley, College Avenue.
70 yıldır değişmeyen nefis ağaçlıklı yol. Üstünde müteahhitlerin her gün yıkıp yaptığı yaz-boz tahtası evler yok. Kullandığım cipin bagajından oğlumun basketbol topunu düşürüyorum. Top yola kaçıyor. Tek şeritli, çift yönlü yola. Yola atlamadan dikkatlice takip ediyorum. Sağdan gelen araba duruyor. Top önünden geçiyor. Adam durmaya devam ediyor, bana geçebileceğimi işaret ediyor. Geçip topu bir arabanın altında arayıp buluyorum. Adam bekçi gibi beklemeye devam ediyor. Topu elime alıp şaşkın bakıyorum. Nazikçe tekrar geri geçebileceğimi söylüyor ve ben de teşekkür edip geçiyorum.
ERKEKLİK İSPATI PEŞİNDE ZAVALLILAR
Bu olayın Türkiye’de gerçekleşme olasılığı nedir, yanıtını verebilir misiniz? Bugün sizinle trafik dertleşmesi yapalım. Bu canavar yüzünden her yıl kaybettiğimiz binlerce canı düşünün. Bundan önemli konu var mı? Aynı koalisyon tekerlemelerine mi girelim ya da oral seks münazarasına mı takılıp kalalım? (Bu iş için tavsiyem: İslam ulemalarının birbirini mat edemediği noktada, ünlü hocalardan veya alemin yeni gülü olarak dikkat çeken kitaplı-tesettürlü eski modellerden görüş isteyebiliriz!)
Türkiye ve ABD arasındaki trafikte davranış farklarına dikkat çekerek başlayabiliriz. Amerika’da insanlar, çocukluklarından beri yasalara uymayı ve birbirlerine saygılı olmayı büyük oranlarda öğrenmişler. Türkiye’de ise araba kullanmak, insanların çoğu için, güvensizlik içinde yüzdürdükleri erkekliklerini test edebilecekleri büyük bir fırsat. Bir araba kendilerini geçtiğinde veya korna çaldığında veya yayaya yol vermek için önlerinde durduklarında, ilk fırsatta önünü kesip yumruk küfür veya beyzbol sopasıyla hesap sorabilecekleri koca bir ring. Maalesef durumumuz bu.
Otobanlar mı? Ne siz sorun, ne ben hatırlatayım. Yolda 24 saniyeye kaç şerit değiştirme sıkıştırabilecekleri konusunda bahse girenler, bir araba geçip araya kendilerini sokuşturmak için sağdan sıkıştıranlar, özellikle kadınları şeritlerde sıkıştırmak için bilhassa yola düşenler, saatte 200’le giderken geçmeye çalıştıkları arabaya arkadan yarım metreye kadar yapışanlar cirit atıyor.
DEVLETİN SORUMSUZ SORUMLULARI!
Devlet mi? Onlar her zamanki gibi konunun özünü anlamadan ucuz yoldan pahalı cezalar dağıtıp sorumluluklarından kurtulma peşindeler! Kimin neden sorumlu olduğunu bizim de tam bilmeyişimiz, onların kaçış planının ta kendisi. Yaptığımız eleştiriler kime yönelik? İçişleri Bakanlığı mı, Karayolları mı, Trafik Emniyet Müdürlüğü mü, bazı bölgelerde jandarma mı? Bağlı olduğu vilayet mi? İnanın beni ilgilendirmiyor! Kimlerin sorumlu olduğuna “devlet” karar versin ve artık bu sorumsuzlukla yüzleşsin. “Devlet” trafik kazalarını gerçekten engellemeye çalışsa, kalkıp şehir giriş çıkışlarında alakasız ve mantıksız hız ve saçma seviyelere indirilmiş alkol kontrolleriyle uğraşarak kendini tatmin etmez. Taksim’deki alt geçide konulan saatte 50 km limiti, sürücüleri kızdırmaktan başka hiçbir işe yaramayan çocukça bir uygulamadır. Tek kadeh içki yüzünden insanların altından arabalarını almakla gurur duyan zihniyet, şehir ve otoban magandalarını durdurmak için kılını bile kıpırdatmıyor! Devlet, halkı her gün yasa boğan yolların gerçekten tımarhanelik ve hapishanelik magandalarını durdurmak istese, bu tembellik örneği uygulamalar yerine, yollara ihbar telefon numaraları yerleştirir, tüm otobanları ve yolları arşınlayan sivil plakalı trafik polislerini ortalığa salar. Arabaların -özür dilerim- kıçına aşırı hızla yapışıp onları tehdit ederek, zor kullanarak geçmeye kalkışan, yolları lunaparklardaki “çarpışan otomobiller”e çeviren katilleri bulmak, yakalamak için basit bir hamle yapar. Ama ne gezer...Sağa çek! 80 yerine 93’le gidiyordun” diyerek normal insanları çıldırtıp yollara salmaktan başka gözle görülür bir çabaları yok!
REZALETE SON VERMEK...

Her gün binlerce vatandaşımızı sakatlığa ve acılara terk eden bu başıboş ortama dur demeye mecburuz. Her bayramı ölüm istatistiklerine dönüştüren bu büyük karanlığa, devletin konuya “önem veriyor görünen” zihniyetine savaş açmaya mecburuz. Ülkede yaşanan kadın düşmanlığının da kökeninde var olan aynı şiddete dayalı sahte erkekliğin maganda sahipleri, yollarda hiçbir polis engeliyle karşılaşmadan yarışarak bela aramakta, bunlara araba kullanma özürlü yağmur-çamur veya mıcır felaketzedeleri de eklendiğinde, ortaya Azrail’in fink attığı bir Türkiye yolları tablosu çıkmaktadır. İşte bu bayram sonunda, yine yüzlerce aileyi korkunç acılara iten görüntünün kökeni!

14 Temmuz 2015 Salı

SİZ ORTAÇAĞ İLE BOĞUŞURKEN... GELECEK! | BEDRİ BAYKAM | 14 Temmuz 2015 tarihli makalesi..


ORTAÇAĞ, TAM GAZ DEVAM!
Türkiye’den uzaklaşmak, ilginç duyguları beraberinde getiriyor bu çağda... 2-3 gün aradan sonra haberlere giriyorum ki, şark cephesinde yenilik yok! Halaçoğlu’nun “dinsiz parti CHP” yorumuna gelen çağdışı sözleri, TRT’de Atatürk’e ve İnönü’ye serbestçe hakaret eden bir zavallının debelenmelerinin yankıları, bir başka komedyenin yine TRT’de, halka anal ve oral seks konularında (Ramazan programında?) vaaz vermesi ve sunucu Pelin Çift’in tüm vidalarını gevşetip çileden çıkarması, MHP ve AKP’nin sözde devlet ciddiyeti yansıtan (!) özde gına getiren koalisyon yorumları... Her biri 14.000 kilometreden traji-komik acınası bir durum yaratmaktan öteye gidemiyor. MHP’ye yine soruyorum: AKP’nin mağlubiyet sonrası illegal bir tavırla hala iktidarda kalmasının sorumluluğunu daha ne kadar yaşayacaksınız? Mesela RTÜK üyelerinin ve TRT yönetiminin saçmalamaya devam etmelerinin ve daha onca rezilliğin ana nedeni olduğunuzu bu ülke bilmiyor mu sanıyorsunuz?

BURALARDA GÜNDEM YAPAY-ZEKA!
Türkiye, her akşam haber kanallarında ve Parlamentosunda yaptığı din ve ırk tartışmalarıyla Ortaçağ ile olan göbek bağını koparamazken ve bu saçmalıkların yüz kızartıcı dünyasına gündemini teslim ederken, dünya yoğun bir şekilde yeni dönemini hazırlamakla meşgul. Robotlar ve insansız uçan istihbarat toplama ve askeri operasyon sürdürme uçakları (Drone planes) gerek yaşam tarzı, gerek savaş tarzı açısından önümüzdeki 21. yüzyıl ve ötesine damgasını vuracak akıl almaz değişimleri dünyamıza taşıyorlar. Hitachi’nin EMIEW2 robotu, Japonyalı MİYA veya Osaka Üniversitesi’nden Hiroshi Ushiguro’nun tiyatroda rol bile alabilen Geminoid F robotu, Boston Dynamics’in köpek, at, veya ne idüğü belirsiz şekilli robotları, hayalet uçaklar dışında, kara savaşlarının da ileride neye benzeyeceğinin işaretini vermiş oluyorlar. Belki bilgisayarların yerini kısa zamanda hem yoğun sekreterlik, hem de bilgisayarlık yapabilen insan benzeri Androidler alacak. Belki evlerde hasta ve yaşlılar için artık özel hemşireler değil, özel robot bakıcılar kullanılacak? Hatta “belki” sözüm fazladan; kesin alacak. Öte yandan şimdiden Japonya’dan başlayarak görüldüğü şekilde, gerçek insanlardan ayırt edilemeyecek kadar başarılı olan, seks veya aşk ilişkisi yaşanabilecek yapay robotlar da artık piyasayı zorluyorlar. Ayrıca şunu unutmayın: Burada bu konuda saydığım her şey, henüz “embriyo” kıvamında. Transistorun ilk bulunduğu günden bugüne geçen süreçte bu devrimin bize sağladığı çağ atlamalarını düşündüğünüzde, korkudan çayı üzerinize dökmeniz lazım. Niye mi? Çünkü “Terminator” veya “I Robot” tarzında bilim-kurgu filmlerinde gördüğümüz “robotların insan ırkından kurtulma senaryoları” tabii ki gerçekleşmeye başlayacak. Hem de saf insanlar bu durumu anlayana kadar, “türban” olayında da karşılaştıkları “evdeki hesap ve çarşı” durumunun bir benzerini 1000 kat büyük bir faturayla ödeyecekler! Yapay-zekanın nereye kadar gideceği, robotlara ne kadar karar verme gücü veya yetkisi verilebileceği ise dünyada “robotlar hukuku” ile beraber gelişecek yeni tartışma alanları! Bu tartışmalar iyi yapılmazsa, insanlık kendi yarattığı yeni düzene esir olabilir. Doğru yapılırsa da, KEMİK romanımda anlattığım gibi insan beyni hücresi ile bilgisayar çipi evliliğinden akıl almaz bir yeni dünya kıvılcımlanması peydahlanabilir! Yani özetle, dünya son süratle değişiyor... Mesela kızınız, gitmek istemediği randevulara, doğum gün hediyesi olarak aldığınız kendi tıpkı basımını yollayabilecek... Dünya bunları yapıyor olacak da, belki bizim beyni kilitlenmiş coğrafyamızda bunun tek iz düşümü, “robotlarla anal ilişki caiz midir?” sorusuna yanıt arayan ulemalar olacak!

OMER SERİF’İ HATIRLAMAK...

Hayatı karma karışıktı... Halbuki Michel Dimitri Shalhoub olarak başladığı Kahire yaşamında, Suriye/Lübnan asıllı matematik-fizik mezunu, aşık olduğu aktrisle evlenebilmek için başka ulemaları kullanarak Müslümanlığı seçecek ve aktörlük kariyerine yelken açacaktı. Arabistanlı Lawrence ve özellikle Dr. Zhivago filmlerindeki başarıları, onu birden dünya yıldızlığına taşıyacak, ömrünü otellerde yatıp kalkarak, dünya kadınlarının yüreğini hoplatarak, uluslararası düzeyde “briç” ustalığını konuşturarak yaşayacaktı. Hepimizi ve tüm Orta Doğu’yu imrendirdi... Halbuki ömrünün sonlarında söylediği bir cümle vardı: “Keşke hayatta yalnız bir Mısırlı aktör olarak kalıp, ülkemde ailemle yaşayabilseydim!”. Çok klas ve etkileyici bir figürünü kaybetti bizim kuşak.

12 Temmuz 2015 Pazar

DJOKOVİC 3. DEFA WİMBLEDON ŞAMPİYONU! | Bedri Baykam


Tenis dünyasının ekselansı Federer, geçen yılki Wimbledon finalinin bir çeşit benzerinden sonra dünya bir numarası Djokovic'e 4 sette 6/7, 7/6, 4/6, 3/6 yenilerek kaybederken, Sırp rakibi 3. defa bu büyük zaferin onurunu yaşamış oldu. 
           Djokovic dün Wimbledon şampiyonluğunu kazandıktan sonra sunucunun kendisine sorduğu en ilginç soru, "santrkorta her girdiğinizde bir tutam çim yiyorsunuz, neden?" şeklindeydi. "Bilmiyorum, bu sene çime ne yaptılarsa, tadı gerçekten çok güzel, çocukluğumdan beri rüyasını gördüğüm bir yer bu santrkort" diye yanıtladı Djokovic. Bunun dışında yaptığı konuşmada Federer'i övmekten ve onun kuşağının önderi olduğunu anlatmaktan neredeyse kendisinden bahsedemedi: "Ömrünüz boyu bu anlar için savaşıyorsunuz, bugün Roger beni en uç limitimde oynamaya mecbur etti. Zaten bana maçı kolay vermeyeceğini biliyordum". Gerilimin sonu duygusallık ve esprilerle doluydu. Halbuki final hiç de öyle başlamamıştı...
             Maça çok iyi giren ve ilk sette 3/2'de rakibinin servisini kıran Federer, hemen arkasından kendi servisini kaybetti. İki tenisçi servislerini kazanarak 6/5'e geldiklerinde, İsviçreli şampiyon iki set topu kaçırınca set tie break'e uzadı. Djokovic, bu son oyunu 7-1'le kazanarak ilk seti aldı. Nefis bir mücadeleyle geçen 2. setin sonunda Federer yine rakibinin servisini kırma şansını fileye takılan bir forehand paralelle kaçırınca, mücadele yine nefes kesen bir tie-break'e uzadı. Djokovic 6/3 ilerideyken müthiş bir direnç gösteren Federer, mucizevi şekilde  6 set topu kurtardığı bu oyunu 12-10'la kazanarak setleri eşitliğe taşıdı. 3. sette Federer, ilk oyunda 15/40'dan kendi servisini kurtarmış olsa da, 1-1 de filede kolay bir topu dışarı atınca servisini kaybetti. Djokovic 3/2 ilerideyken yağmur finale 20 dakika ara verilmesine neden oldu. Oyuncular geri döndükten sonra, servislerine tutundular ve Djokovic 6/4'le setlerde 2-1 öne geçti. 4. sette, durum 2/2 iken Djokovic nefis uzun servis karşılamalarıyla Federer'i yine kırdı ve geri kalan oyunlarda da bu avantajını hiç elden bırakmadı. Son oyunda tartışmalı toplarda bile şahin gözden yardım istemeyen Federer, maçı bırakmış gibiydi ve seti 6/3, maçı 3/1 kaybetti.
                Maçın geneline baktığımızda, ortaya çıkan tablo, bize Djokovic'in neden bugün bir numara olduğunu göstermeye yarıyor: Djokovic, maçın en zor anlarında acımasızca çıkardığı direkt servis puanlarıyla maçın kontrolünü elinde tutmayı başarırıken, Federer ise, attığı mükemmel servislerde bile karşılık olarak uzun topları ayağının dibinde ve içeride buldukça, ritmini ve özgüvenini kaybetti. Bunun neticesinde üst üste yaptığı gereksiz hataların adedi arttı. Özellikle son iki sette Djokovic daha iyi servis atarken, Federer de giderek daha az winner vuruş yapabildi. Maçtan sonra John Mc Enroe, Djokovic için "tüm zamanların en iyi servis karşılayanı" deyimini kullanırken, herhalde abartmış olmadı. 
                Böylece oynadığı 17. slam finalinde 9. zaferini elde eden ve oynadığı son 36 maçın 35'ini kazanan Djokovic, 1,88 milyon ingiliz Sterlin'ini de eve götürmüş oldu. 

11 Temmuz 2015 Cumartesi

YİNE SERENA, YİNE ŞAMPİYONLUK! | Bedri Baykam


Serena Williams 21. Grand Slam şampiyonluk kupasını elinde tutup kaldırırken, yarattığı iki duygu vardı insanda: Birincisi, bu kadar başarının ardından hala Wimbledon'u 6. kez kazandığında sevinçten havalara uçabilecek kadar yaptığı işi seven bir insana hayranlık... Öte yandan sürekli olarak oynadığı oyuna bakarak bu kadının bu etiyle kanıyla canıyla "bu dünyadan olmadığı" duygusu... Saatte 190 km civarında attığı servisleri, rakibe sahayı dar eden başta forehand ve diğer vuruşlarıyla, Serena sanki kadınlar maçlarında oynayan bir erkek gücüne sahip!
Halbuki final rakibi Muguruza, maça ne kadar iyi başlamıştı! Oyunun hemen ilk bölümünde Serena'nın servisini kırıp, ardından servisine tutunarak maçı 4-2 ye taşıdı. O anda izleyicilerde "acaba?" sorusu belirdi. 67 şampiyonluk sahibi Williams'a karşı, Muguruza bir sürpriz yapabilecek miydi? İşte o andan itibaren Serena, bildiğimiz 5. vites oyununa geçti. O ana kadar özellikle ilk servisini kötü kullanması ve buna bağlı olarak forehand'inin ve genel özgüveninin düşüşünü, yaptığı gereksiz hataların yükünü kenara koyup, yine üst üste gelen winner'larla, o andan itibaren oynanan 10 oyunun 9'unu kazanarak skoru 2. sette 5-1'e kadar taşıdı. Bu inanılmaz ve insafsız bir süreçti. Muguruza sürklase olurken, biraz da risk almaktan çekinen rizikosuz oyununun ve tempoyu lehine bir baskıyla yükseltememesinin faturasını ödüyordu. Muguruza'nın uyanışı, abartılı bir gecikmeyle iş işten geçerken oldu. 5-1'den sonra Venezuela asıllı İspanyol tenisçi, 2 kere Williams'ın servisini alarak maçı 5-4 e taşıdı. Özellikle Serena, 5/3'de, servisinde 0-40 mağlupken, üst üste direkt servis puanlarıyla maç topu elde ettikten sonra, harika açılı bir düz vuruşla maçta kalmayı başaran Muguruza, bu uzun oyunu kazanıp skoru 5/4'e taşıyınca, santrkort seyircileri tarihi bir "geri dönüş" seyretme ihtimaline kapıldılar. Ama Serena'nın buna izin verme ihtimali pek olamazdı. Son oyunda rakibinin servisinde 0/40 ı bulan Serena, bu şansı kaçırmadı ve Muguruza'nın dışarı çıkan ve tüm hayallerini suya düşüren  düz vuruşu skoru ilan etti: 6/4-6/4.
Maçtan sonra gözyaşlarına boğulan Muguruza'yı teselli etmek de Serena'ya düştü: "Üzülme, harika bir tenis oynuyorsun, bu kupayı elinde tutacağın günler çok yakın!" Herhalde tenisi kendisinin bırakacağı günleri ima ediyordu Serena bunu söylerken! Artık tenis yazarlarının elindeki en önemli veriler yine istatistiklerdi! Serena, Margaret Court'un 24 Grand Slam şampiyonluğunu, bu formuyla 33 yaşına rağmen geçebilecek miydi? Ablası Venus'le beraber elde ettikleri toplam 11 Wimbledon şampiyonluğunu evrende geçebilecek bir aile gelecekte olacak mıydı? Serena bu yıl aldığı 3. Slam şampiyonluğundan sonra, New York'te 4. yü de kazanıp yine bir "Serena Slam" yapabilecek mi?" sorusuna ise bahisler şimdiden açıldı bile!

10 Temmuz 2015 Cuma

WİMBLEDON'DA BEKLENEN FİNAL: DJOKOVİC-FEDERER


Her ne kadar her tenissever ve birçok tenis eleştirmeninin farklı beklentileri olsa da, Wimbledon yarı finallerinde sürpriz yaşanmadı ve rakiplerini yenen Djokovic ve Federer, finale yükseldiler.
Günün birinci maçında, Dünya bir numarası Sırp Djokoviç, son yıllarda hareketlenen Fransız tenisinin flaş isimlerinden Richard Gasquet ile karşılaştı. Djokovic'in hem dayanıklı, hem güçlü oyunu "günümüz tenisi"ne karşı incelikli vuruşlarıyla klasik tenisi temsil eden Gasquet, Wavrinka'nın oyununun bir benzerini oynadığı için Sırp rakete potansiyel bir tehlike olabilirdi. Roland-Garros finalinde, Djokovic'i yenen Wavrinka'yı Wimbledon çeyrek finalinde eleyen Fransız raket, bu maça da büyük umutla başladı. Son yıllarda Wimbledon'da yalnız iki kadın şampiyon çıkarabilen ülkesinin "makus talihini" yenmek isteyen Gasquet, 2-0 geriye düştüğü ilk sette, hemen rakibinin servisini geri almayı başararak maça denge getirdi. 2/2 den itibaren her iki tenisçi de arada zorlansalar da, servislerine tutundular. Çok kaliteli geçen bu sette, Gasquet arada üst üste çıkardığı winner vuruşlarla Djokovic'i sürklase etse de, rakibinin servisini zorlayabileceği puanlarda gereksiz hatalar yaparak maça ağırlığını koyma şansını kaçırdı. Özellikle kritik tie-break'i rakibine hiç şans tanımadan 7-2 alan Djokovic, ilk seti böylece zor da olsa hanesine yazdı. İkinci sete girer girmez yine servisini kırdıran Gasquet, karşısında, arada adale ağrılarına karşı sahaya fizyoterapistinden yardım istese de, giderek özgüveni artan ve makine gibi işleyen bir "Djoko" buldu. Alman eski büyük şampiyon Becker'in çalıştırdığı ve maçın en zor anlarında en iyi birinci servislerini çıkaran Sırp şampiyon, o andan itibaren maçın sonuna kadar fazla zorlanmadan yolunda yürüyerek diğer iki seti de 6/4-6/4 kazanmayı bildi. Bir zamanlar fransız tenisinin gençlerde dünyayı sarsan umudu olan ve Kohlschreiber ve Wavrinka ile beraber "eski tenisin" en göze hoş gelen oyuncuları arasında olan Gasquet, belki de Djokovic'i 2007'den beri yenememiş olmasının getirdiği bilinçaltı freni aşamadığı için kaybetti. Çünkü bir maç, önce, hem stratejik hem psikolojik olarak kafada kazanılır..

Günün ikinci maçı, dünya tenisseverlerinin tartışmasız "umumi sevgilisi", ekselansları Roger Federer ile Büyük Britanya'ya uzun yıllar sonra bir Wimbledon şampiyonluğu kazandıran Londralılar'ın sevgilisi Roger Murray arasındaydı. Eski Wimbledon şampiyonu kadın tenisçi Amelie Mauresmo'nun koçluğunu yaptığı ve "çevremde yalnız kadınlar olunca kendimi daha iyi hissediyorum" diyen Britanyalı raket, son üç-dört yılda yaptığı büyük çıkışa rağmen, hala ciddi bir uluslararası gerçek "fan" paketi oluşturacak bir karizmaya sahip değil. Bunun nedenleri farklı. Rakibi Federer'i ise, yalnız yukarıda anlattığım "klasik tenis"le izah etmek mümkün değil. Dünyanın en agresif ve en şık tenisini oynayan Federer, dünkü maça son iki-üç yılda giderek alıştığımız şekilde "Federer Express" formatında başladı: Yani puanları uzatmadan, bulduğu her kısa topta derhal kendini fileye atarak rakibi bunaltan ve cezalandıran bir "centilmen terminatör"!
3/3de rakibinin servisini kırma şansını kullanamayan Federer, 6/5 ilerideyken nefis bir dekruaze forehand ile rakibinin servisinde iki set topu kazandı. İlkinde filede geçilse de, ikinciyi kaçırmayan İsviçreli tenisçi ilk seti 7/5 aldı. 
İkinci sette 2/1'de yine rakibinin servisini kırma topu yakalayan Federer'e karşı Murray, santrkort seyircisinin futbol maçlarını andıran abartılı desteğiyle ayakta kalmayı başardı. 2. setin en ilginç oyunu, 5/4 de yaşandı. 0-40 dan geri gelerek önce 3, toplamda 5 set topunu müthiş servisler ve korkunç izleyici desteğiyle kurtaran Murray durumu eşitliğe taşısa da, "ekselans" bir sonraki rakip servisinde cezayı keserek setleri 2-0'a taşıdı: 7/5
Üçüncü set, 5/4 e kadar maç aynı tempoda geldi. Maçı bitirme puanları yaklaştıkça giderek baskıyı arttıran Federer, Murray'a bu sefer fazla şans tanımadan seti 6/4, maçı 3-0 alarak finale çıktı. Bakalım geçen yıl 5 set süren ve bir heyecan kasırgası yaratan bu büyük kapışmayı Pazar günü kim kazanacak? Yaşlandıkça hızlanan ve herkesi şaşırtan Federer mi, yoksa "1" numara sıfatını teyid etmek isteyecek olan Djokovic mi?

7 Temmuz 2015 Salı

MECLİS BAŞKANLIĞINI HEDİYE EDEN CHP... | BEDRİ BAYKAM | 7 Temmuz 2015 tarihli makalesi..


GÖZÜM ARKADA GİDİYORUM
Sizler bu yazıyı okurken ben eski köyüme doğru uçuyor olacağım. Yirmili yaşlarında beş parasız gittiği San Francisco’da, tenis dersi vererek canlı kalmaya çalışan genç bir ressam adayının izini sürüp, yine onun eski hatıralarını ve ayakta kalan arkadaşlarını karıştırmaya gidiyorum! Otobiyografimin ikinci cildi Sonsuz Okyanus’u okuyanlar, neden söz ettiğimi iyi bilirler... Bir yandan stilini oturtmaya çalışırken, diğer yandan açlık ve boya bulma mücadelelerine kafa göz yara yara giren o genç adamın ilginç noktası, tüm eski arkadaşlarına sadakatidir. Adına tatil diyebilirsiniz ama ben yine çalışmaya devam edeceğim. Mesela yazılarımı okumaya devam edeceksiniz. Yalnız 4 yıl önceki bıçaklanmamı takip eden hafta yazamamıştım. Onun dışında balayında bile yazdım! O disiplini bozmam. Ayrıca yanımda yazmakta olduğum kapsamı geniş, İngilizce kaleme aldığım bir tarih kitabı var. Sonuçta yine çalışmaya gidiyorum! Ama gözüm arkada gidiyorum!


MHP TUZAKLARININ DESTEKÇİSİ SOLCULAR!
Çünkü MHP’lileri affedemiyorum: Zaten 1001 dertle ezilmiş olan halkımızın iradesiyle alay ederek, kendisini “ödünsüz muhalif” gösteren MHP, AKP’nin koca suçlarına tepki göstererek oyunu kendisine emanet etmiş vatandaşların gözünün içine baka baka onlarla alay etti. O insanların yolsuzluğa, yobazlığa, Cumhuriyet karşıtlığına verdikleri tepkiyi çöpe atarak, 7 Haziran seçimlerinin tüm sonuçlarıyla dalga geçti. Ne yazık ki, MHP'nin yıllardır süren "sadık stepne" işlevini bilmezcesine, bu partiye kanıp, "sağdaysanız MHP, soldaysanız CHP" diye her seçimde oy isteyenlere sorulacak tek soru var: Utanıyor musunuz, neden olduğunuz demokrasi çöküşünden? Mesela bundan sonra, Sol-Kemalist gazetelerde yazıp “onların da Cumhuriyetçi ve AKP muhalifi” oldukları iddiasıyla MHP'ye oy isteyen her yazarı, hiç çekinmeden deşifre edeceğim: Biz bu filmi defalarca gördük. Biliyorsunuz, post-modernizmin tepesine şapka gibi oturan bir graffitim vardır: “This Has Been Done Before” (Bunlar daha önce yapıldı). İşte MHP, gerçek niyetlerini örttüğü makyajla, üst üste halkı tuzağına düşürerek, perişan etmekten çekinmeyen bir parti.


YETMEZ AMA EVETÇİ MHP’LİLER!
Bundan sonra MHP’liler siyasi arenada birçok haklarını kaybettiler. Örneğin 2010 referandumunda, "yetmez ama evet"çiler ne kadar demokrasinin çöküşünden sorumlularsa, artık MHP'liler de bir o kadar bu suça ortaklar! Artık neo-liberal, 2. Cumhuriyetçi, AKP’nin kavramsal destekçisi yazarlara gık diyemezler! Çünkü onlardan bol bol esinlendiklerini tekrar kanıtladılar; hani şu liberal gazetelerin eklerinde AKP’nin önünü açmaktan yorulmamış, ama bugün de “pişmanlık itirafını etmeden” muhalif saflara katılmış görünen yüzer gezer kadro var ya? Artık MHP’liler onların önünde bile düğme ilikleyecekler. Herkes anlayacak: AKP=MHP! Aralarında var olduğu iddia edilen farklar, her kritik virajda, buz dağlarına çarparak bir bir erirken, yakın tarihimiz, herkesin ezberlediği gibi MHP’nin AKP’ye olan ikramlarıyla dolu.


CHP, BAŞKANLIĞI AKP’YE HEDİYE ETTİ!

Meclis Başkanlığı seçimi bir skandaldı. Ama suç yalnız MHP’nin mi? CHP’li arkadaşlarım, çok cesur bir satranç hamlesini yaşama geçirme şansını kaçırdılar. İsteseler, bir taşla üç kuş vurarak hem Yılmaz’ın seçilmesini engelleyebilir, hem MHP’yi, Meclis Başkanlığını HDP’nin de verdiği oylarla kazanmış duruma düşürebilir, kendilerini de bu zeka oyunlarının politik yansımalarında çetin ceviz olarak kabul ettirebilirlerdi. Ama CHP grubu, kritik turda, kaybedeceği kesinleşmiş Baykal’a destek vererek bir anlamsızlığa imza attı. Halbuki hamle basitti: MHP, kendine ait hiçbir fikri olmayan ve sırf HDP’nin hamlelerinin tersini yapmaya kararlı bir parti olarak ortaya çıkıp Baykal’ı desteklemeyeceğini açıkladıktan sonra, CHP İhsanoğlu’na oy verecek, böylece son tura o kalacaktı. O zaman da MHP’nin oyları da boş olmayacağından, HDP’lilerin de verebileceği oylarla, AKP 7 Haziran’ın ilk fiili mağlubiyetini bu şaşırtıcı “rok”la almış olacaktı. Zaten kendilerinin de düşünmüş olması gereken bu seçeneği son oylama günü CHP’nin tüm kurmaylarına iş işten geçmeden hatırlattım. Ama o hızlı ve cesur uygulama yaşama geçemedi. Umarım nedenini birbirlerine izah ederken ikna edici olabiliyorlardır: Çünkü ben ne yazık ki anlayamadım. Farklı yapıdaki bir parlamentoda, CHP bu hantallıklarından kurtulup spontane doğru kararlar alamayacaksa, vay halimize... MHP, ideolojik tercih inatlarıyla, CHP esnek ve atik olamayışıyla hediye etti Başkanlığı AKP’ye...