27 Eylül 2019 Cuma

“ANKARA’DA HAKİMLER VAR” DEDİRTENLER... | Bedri Baykam | 26.09.2019


Gerek Başkanlık Sistemi’nin, gerek Yasama ve Yürütme’nin aldığı moral bozucu kararların dökümünü yapmaya kitaplar yetmez! Hazırlanan yargı paketinin yetersizliği de hergün muhalefet tarafından haklı olarak ifade ediliyor. Öte yandan ender de olsa, yargının değişik kademelerinde alınan kimi kararlar da tam tersine şaşırtıcı bir şekilde yüreğimize su serpiyor ve ünlü deyimle “Ankara’da hakimler var” dedirtiyor! Bazılarını burada hatırlatmak istiyorum, çünkü adalete güvenimizi kaybetmememiz lazım; doğruya, dürüstlüğe ve hukuka yönelik taleplerimizin dayanışma içinde inatla sürmesi lazım!
- Bunların en önemlisi, Yargıtay’ın tutuklu yargılanan sevgili Cumhuriyet ekibi hakkında aldığı “Beraat isteme kararı” ve özellikle açıklanan detaylı gerekçeler. En çarpıcı olanlar: “Basın özgürlüğü, bilgi edinme, yayma, eleştirme haklarını içerir. Basın, hükümetin kararlarını halk adına denetler” ve “Mahkumiyetin kesin bir ispata dayanması ve ispatın kuşkuya olanak vermemesi gerekir.” Sonuçta bu kararla gelen beraatlar gazetemiz açısından büyük bir nefes, tartışılmaz bir hukuki aklanma ve arkadaşlarımız adına mutluluk kaynağıdır.
- Bir başka güzel haber, Ağustos ayında, Ankara 4. İdare Mahkemesi’nin TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından açılan davayla müzayede ile satışa çıkarılacak Atatürk Orman Çiftliği arazisi için yürütmeyi durdurma kararı vermesi olmuştu. Kararın gerekçesinde “AOÇ arazilerinde ticaret ve konuta izin verilemez, Atatürk’ün şartlı bağışına aykırı işlem yapılamaz” denilmişti.
- Yine Ağustos ayında ombudsmanlık görevini sürdüren TC Kamu Denetçiliği Kurumu, FETÖ-PYD mensubu iddiaları yüzünden kamu görevinden ihraç edilen E.A. yaptığı itiraz sonucu kamu görevine iade edildi ve uzaklaştırma işlemine ait kayıtların hizmet cetveli, sicil hareketleri ve hizmet takip programlarından silinmesini istedi. Başvuruyu inceleyen KDK, E.A.’nın talebini haklı buldu.
- Ankara Büyükşehir Belediyesi ile ODTÜ Rektörlüğü arasında imzalanan protokolün ardından 2017‘de ODTÜ arazisindeki ağaçların bir gecede kesilmesiyle açılan yolla ilgili bir gelişme Temmuz ayında yaşanmıştı. Yine TMMOB Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi’nin açtığı davada Ankara 9’uncu İdare Mahkemesi planların yürütmesinin durdurulmasına karar vermişti.
Şehir Plancıları Odası “Hiçbir nesnel ve bilimsel gerekçe olmaksızın, gerekli analiz ve ön çalışma yapılmadan sadece noktasal olarak problemleri çözme amaçlı yol ve katlı kavşak projeleri sonucu ODTÜ ormanı zarara uğratılmış ancak hukuksuzluğu açık olan bir projeye mahkeme dur demiştir” ifadesini kullandı.
- AYM, Hendek operasyonları sırasında "Barış Bildirisi" yayınlayan ve devletin katliam yaptığını söyleyen; bu nedenle görevlerinden uzaklaştırılan akademisyenlerin haklarının ihlal edildiğini açıkladı. "Başvurucuların altına imza attıkları açıklama gerçekten de toplumun büyük çoğunluğu için kabul edilemez bir içeriğe sahiptir. Terörle mücadele eden devleti, halka 'katliam', 'kıyım' ve 'işkence' yapmakla suçlayan bir açıklamaya katılmak elbette mümkün değildir. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi'nin hiçbir şekilde içeriğine katılmadığı sözler de ifade özgürlüğü kapsamında kalabilir" gibi dikkat çeken ifadeler kullandı. AYM ayrıca “İfadelerin doğru ya da rahatsız edici olması belirleyici olamaz/Operasyonlar hakkında yorum yapılması normal karşılanmalıdır/Ağır eleştirilere daha fazla tahammül edilmesi gerekir/Cevap olarak ceza verilmemesi gerekir” şeklinde yorumlara da yer verdi.
- Üç yıl öne Beyaz Show’daki konuşmasında, “terör propagandası yaptığı” gerekçesiyle 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan tutuklu öğretmen Ayşe Çelik hakkında AYM’nin hak ihlali vermesi de yine demokrasiyi koruyan kararlardan biri. AYM, öğretmen Ayşe Çelik hakkında ifade özgürlüğü ihlali ile 5.500 TL tazminat ödenmesine karar vermiş ve tahliye etmişti.
- Asgari ücretin yanı sıra performans ücretinde de eksik ödeme yapılması üzerine işverenin kapısını çalan bir işçi, eli boş dönünce 3. İş Mahkemesi’ne gidip kıdem tazminatı ve fazla mesai ücretlerinin ödenmesini talep etti. Mahkeme, davacı işçiyi haksız buldu. Ama Yargıtay 22. Hukuk Dairesi emsal bir karara imza attı: 4857 Sayılı İş Kanunu’ndaki, “Her türlü işte uygulanmakta olan çalışma sürelerinin yasal olarak daha aşağı sınırlara indirilmesi veya işverene düşen kanuni bir yükümlülüğün yerine getirilmesi sebebiyle ya da bu kanun hükümlerinden herhangi birinin uygulanması sonucuna dayanılarak işçi ücretlerinden her ne şekilde olursa olsun eksiltme yapılamaz” hükmüne detaylı olarak dikkat çekildi. Kararda şu gibi ifadelere yer verildi: “İşçinin açıkça onay vermediği esaslı değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşverenin herhangi bir sebeple tek taraflı olarak işçinin ücretinde ya da ücret nevinden bir alacağında indirime gitmesi mümkün değildir.”
- Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 17-25 Aralık operasyonlarının yaşandığı dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yöneticisi olduğu TÜRGEV’i “rüşvet havuzu” olarak nitelendiren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na üç ayrı davada verilen toplamda 27 bin 500 TL tazminat cezasını bozdu. Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği iddiaların “kamusal çıkarlarla ilgili olduğuna” dikkat çeken Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, gerekçesinde açıklamaların “ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığını” bu nedenle davaların Kılıçdaroğlu lehine reddedilmesi gerektiğini vurguladı. Yargıtay, ayrıca TÜRGEV’in açtığı ancak Kılıçdaroğlu’nun kazandığı iki davadaki kararları da onadı.
- Bir başka konu, Sayıştay’ın denetim raporlarını kaleme alan müfettişlerin cesur ve gerçekçi bir üslupla Saray başta olmak üzere, ülkede yapılan usulsüz ve abartılı harcamaları dile getirbilmeleri (Örnek: Gazetemizin dünkü manşeti, Saray’ın günde 4,5 milyon TL’yi bulan harcamaları). Bunlar demokrasi ve Cumhuriyet’in temel direnç noktaları!

Sonuçta biliyoruz ki bunlar bizleri mutlu eden ve demokrasinin yaşadığını gösteren ender kararlardan bazıları! Ama bunların varlığı, Hak-Hukuk-Adalet yürüyüşlerindeki kararlı duruşun yansıması ve umut saçarak devam etmesi açısından son derece önemli!
Bu nedenle artık başta Eren Erdem, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarında ve demokratik çözüm bekleyen onca başka davada, bu hukuk devleti yansımalarını ve sonuçlarını artık görebilmek için ciddi bir Yargı reformu vakti geldi...

21 Eylül 2019 Cumartesi

ABD AÇIK: NADAL KRAL TAHTINA GÖZ DİKTİ! | Bedri Baykam


ABD Açık da aynen Wimbledon gibi büyük sürprizler eşliğinde başladı! İlk 11 seri başından 5’i ilk turda turnuaya veda etti! Bunlar İtalyan Fabbiano’ya yenilen Avusturyalı Thiem, Rus Rublev’e yenilen Yunan Tsitsipass, Kanadalı Pospisil’e yenilen Rus Khachanov, Kazak Kukushkin’e yenilen İspanyol Bautista Agut ve Amerikalı Opelka’ya yenilen İtalyan Fognini’ydi. Arjantinli Pella ve Kanadalı Auger-Aliassime gibi diğer ilk tur seri başı kayıpları dışında Amerikalı Sam Querrey, Çek Berdych ve Hırvat Karlovic gibi 2 metre civarında gezinen büyük servis yıldızları ilk turun benim adıma gereksiz erken düşenleriydi! Amerika Açık’ta artık hızlı sahaya rağmen rallilerin artmış olması, eskiye oranla büyük servis-volecilerin artık büyük kapkaçlara imza atamadıkları bir çağa girdiğimizi bize tekrar hatırlatmış oluyor. Seri başı tenisçiler, ikinci turda da şaşırtıcı bir hızda düşmeye devam ettiler: 27 numara Sırp Lajovic’i Amerikalı Kudla, 25 Numaralı Fransız Pouille’u İngiliz Evans, Sırp Coric’i Bulgar Dimitrov, Fransız Paire’i Slovak Bedene’i, İspanyol Verdasco’yu Koreli Chung yendi. 3. turda kaybeden “yıldız isimler” arasında tenis dünyasının haşarı kötü çocuğu Avustralyalı Kyrgios vardı. Rublev onu yendi ama bu yılın parlayan yeni yıldızı İtalyan Berrettini’ye kolay bir maçtan sonra yenildi. 2. turda Amerikalı Tiafoe’yu müthiş bir maçtan sonra 5 sette yenen Rus asıllı Alman Zverev, 3. turda da Bedene’yi 4 sette yendi. Ama slam turnualarının başarısız ismi Zverev de çeyrek finale çıkamayan isimler kervanına katıldı. 70’li yılların “bastıbacak” tenisçisi Harold Salomon’un kopyası gibi oynayan ve kısalıkta onunla yarışan Arjantinli Schwartzmann, onun 4 sette saf dışı bırakarak çeyrek final de Nadal’ın rakibi oldu ama yarı finali göremedi. Çeyrek finalin en sürpriz bir ismi bir numaralı seri başı Djokovic’i eleyen Wawrinka’ydı (2 set geriye düştükten sonra dünya 1 numarasının sakatım diye maçı bırakması New York’ta büyük protestolara neden oldu). Ama Wavrinka da buldozer gibi olan Rus Medvedev’e karşı ancak tek set kazanabildi.
Çeyrek finalin en unutulmaz maçında Federer ve Dimitrov, unutulmaz bir dört saat yaşattılar dünya tenisseverlerine... Bir zamanlar dünya 3 numarasına çıkmış Dimitrov, Federer’i 5 sette yenerek eledi. 3/6, 6/4, 3/6, 6/4, 6/2 biten bu maçta Federer sevgime rağmen “komşu çocuğu” Dimitrov’u tuttum. Oyunu Federer’den esinlenmiş olan Dimitrov, kraldan 10 yaş daha küçük. Son 2,5 yılda slam yarı finalleri yaşamış Dimitrov benim gibi hayranlarını hayal kırıklığına uğrattı. Bu yıla ilk 20 içinde başlamasına rağmen hızla irtifa kaybetmesi ve hepsinin ötesinde geçtiğimiz temmuz ayında Atlanta’da Dünya 405 numarası Kevin King’e yenilmiş olması akıl alır gibi değil! Ama işte o 74 numaranın çıkıp hayatında ilk defa dünyanın en büyük yıldızını yenmesi de bir o kadar şaşırtıcı... gelebiliyor!
Aslında işler kralın istediği gibi giderken idolü ile oynamanın keyifli zevkine kendini kaptıran Dimitrov, giderek maça ısındı. Maç benzer stil ve taktiklerle muhteşem tenis oynayan iki büyük sporcunun harika bir kapışması olarak geçti. Uzun süren puanların çoğunu beklenilenin aksine Dimitrov kazandı. 4. sette 4/2’de Federer’in açılı backhand voleye Dimitrov’un yetişip vurduğu akla hayale sığmaz “tarihi” backhand passing shot unutulmaz anlar koleksiyonumuza girdi! Bulgar tenisçi, 4. seti kazandıktan hemen sonra, Federer doktor desteği talep etti ve herhalde kendi ekibi dahil kimsenin ne olduğunu anlamadığı birkaç dakika doktorla içeri giderek muayene oldu. Dimitrov son seti 6/2, maçı setlerde 3/2 kazanırken eminim temkinli de olsa ciddi umutlara dalmıştı önündeki yarı-final için. Federer’den sonra Dünya 13. sü Fransız Monfils de aynı şekilde 10 yaş küçük bir tenisçi olan Berrettini’ye muhteşem bir maçtan sonra yenilerek elendi: 3/6, 6/3, 6/2, 3/6, 7/6.
Fransız oyuncu ile İtalyan rakibinin New York’taki karşılaşmasının en ilginç yanı tribünleri neredeyse eşit şekilde dolduran New York’ta yaşayan İtalyanlar ve Fransızların da resmen milli maç oynanır gibi her puandan sonra büyük tezahüratlarla ortalığı rekabet içinde inletmeleri kaçınılmaz oldu!

SÜREKLİ GİDİP GELEN ÇILGIN MAÇ
Maç Monfils’in kontrolünde başladıktan sonra (6/3, 2/0) birden Berrettini kimliğini ve hedeflerini hatırlıyor ve her puana asılmaya başlıyor. Maç birden Monfils’in kontrolünden çıkıp genç İtalyan’ın eline kayıyor. 6/3, 6/2’lik skorlarla iki seti birden aktifine geçiriyor. Sonra İlginç bir şekilde senaryo tekrar tersine dönüyor: Bu sefer Monfils mağlubiyeti kabullenmeden bir büyük efor koyarak müthiş koşular, forehandler ve servislerle atletik kabiliyetini ve yaşına rağmen tazeliğini kullanarak 4. seti yine 6/3 kapıyor. Önce teslim bayrağını çekercesine 5/2 geriye düşen Monfils, 5/3’de rakibinin maç topu atışını izliyor. O anda kendimi genç İtalyan’ın yerine koyuyorum ve bir SLAM turnuvasında yarı finale çıkma şansının yarattığı gerginlikten dolayı çift hata yapabileceğini söylüyorum arkadaşlarıma. Nitekim yapıyor da! Ondan sonra işler daha da karışmaya başlıyor! Rakibinin servisini o oyunda kırmayı başaran Monfils ardından kendi servisine tutunuyor ve hatta 5/5 de rakibinin servisinde fileye çarpıp ölmek üzere yere düşen bir “kısaoğlukısa” topa inanılmaz bir Sprint yaparak yetişiyor ve o puanı büyük alkışlarla kazanıp 0/30’a getiriyor durumu. Ama genç Matteo, son bir gayretle o kritik oyuna asıldı ve gordion düğümünün çözümü için iş son set tie-break’ine kaldı. Berrettini 5-2 ileri fırladıktan sonra mağlûbiyeti bir türlü kabullenemeyen Monfils skorun5-4’e taşıyor ama bir vole ve servisle Berrettini işi nihayet noktalıyor.

YARI FİNAL MAÇLARI
İlk maçta Dimitrov, Rus Medvedev ile karşılaştı. Sürekli olarak yaptığı basit forehand hatalarına rağmen teknik ve arzulu oyunuyla stratejisini iyi inşa eden Dimitrov 6/5 de servis rakipteyken set topuna ulaştı. Medvedev geriden müthiş bir forehand patlatıp fileye çıktı ve bu kritik puanı kazandı. Tie break’de Dimitrov 2-0 öne geçmesine rağmen etkili olamadı ve zor puanların inatçı oyuncusu Medvedev ilk seti 7/6 kapadı. Turnuva boyunca New York seyircisi de bir ciddi itiş kakış yaşayan Medvedev maçı 7/6, 6/4, 6/3 kazanıp finale çıkarak kendisi adına büyük bir iş başardı ve mükemmel sonuçlar aldığı bu sezonda bir de slam finali görmüş oldu!

NADAL-BERRETTİNİ
İkinci yarı finalde Nadal Berrettini ile karşılaştı. Oyunun başından itibaren genç İtalyan’ın servisini kırmak için bir çok fırsat yakalayan Nadal rakibinin vurduğu çok sert forehandler ve servislerle bunları değerlendiremedi. Herhalde kim ne derse desin büyük şampiyon bu kadar ciddi bir direnç beklemiyordu. Sonuçta her iki yarı finalist kendi servislerini sürekli kazandılar ve ilk set geldi tie break’e dayandı. O da ne! Seyircinin de büyük desteğini arkasına alan genç İtalyan birden 4-0 ileri geçerek herkese “Nadal en azından bu ilk seti artık kaybetti” dedirtti. Ama “Rafa” her zamanki tutkulu ve agresif oyunuyla son sözlerini söylememişti. Berettini 5/4 ilerideyken nefis bir kısa topun ardından bir de güzel vole vurarak 6-4’te iki set topu elde etti. Ancak bunları değerlendiremedikten sonra Nadal işi kolayca 3 sete bağladı.

KUPAYI NADAL, GÖNÜLLERİ MEDVEDEV GÖTÜRDÜ!
Maçtan önce hiç kimse Medvedev’in bu kadar muhteşem bir dirençle sahada Rafa’yı –özür dilerim- kustururcasına zorlayacağını pek düşünemezdi
Sonra maç başladı... Abartmayayım ilk iki oyunu seyrettikten sonra, Medvedev’in bugün Nadal’a hiç de kolay lokma olmayacağını hemen gördüm.

İLK İKİ SET: RAFA İMPARATORLUĞUNDAN SAHNELER
İlk iki oyun 1-1 kapandıktan sonra, maçı beklenenden çok daha iyi giren Medvedev Nadal’ın basit hatalarının da yardımıyla servisini kırdı, 2-1 öne geçti. Ancak hemen ardından Medvedev de son puanda basit bir backhand hatası ikramıyla bu “jeste” karşılık verdi ve o da servisini kaybetti. Maça tekrar 2/2’de denge geldi. 4/3’e kadar her iki oyuncu da servislerini kazanmaya devam ettiler. Medvedev servis kaybını birkaç kere önledikten sonra, 6/5’de Rafa 30/40’da eline geçen fırsatı kaçırmadı ve çok başarılı bir lobla ilk seti hanesine yazdı: 7/5.
Nadal yine 2. sete de servisiyle başlama şansını yaşadı. Bu sette Nadal 2/1 ilerideyken, Medvedev yine fena sıkıştı. Önce 15/40’da iki harika winner’la dengeyi sağladı, ardından rakibinin dört servis kırma şansını harcamasından sonra 2/2’yi bulmayı başardı. Ardından Nadal 3/2 ileri geçtikten sonra yine rakibinin servisinde 15/40’ta 26 vuruş süren uzun bir ralliden sonra oyunu kapamayı başardı, rakibinin servisini bu sette de nihayet kırdı! Maçın bu safhasında, Nadal’ın egemenliğine karşın, sahada oynanan oyunun kalitesi gözle görülür şekilde artmaya başladı. Mesela set topunda yine harika bir ralli yaşandı ama Medvedev forehandini auta atınca, Rafa 2. seti de 6/3’le cebine attı. Herkes artık maçın sadece formalite icabı devam ettiği gibi bir hisse kapılmıştı.
Bu iki setin ortak noktası, -ki aslında bütün maç içinde bahsedilebilir- oyunun insiyatifini elinde tutan kişinin Medvedev olmasıydı.

3. ve 4. SETLER: MEDVEDEV’İN DEV GERİ DÖNÜŞÜ!
3. sette 2/2, 30-30’da, Nadal’ın sayı getiren harika bir forehand’inin hemen ardından Medvedev’in bir basit forehand hatası, Nadal’a servis kırma puanı kazandırdı. O da harika bir backhand paralel ile bu fırsatı kaçırmadı. 3/2.
Ondan maç artık şekillenmiş görünüyordu ikisi önde olan Rafa, bu sette de servis kırmıştı. New York’lular o anda en geç 15 dakikaya çıkınca nerede yemek yiyeceklerinin tartışmasını araşarında yapmaya başlamışlardı. Ama sonra Medvedev büyük bir dönüşe imza attı. Süratini arttırıp nefis backhandlerle üst üste güzel düz vuruşlar, kısa toplar, öldürücü smaçlar ve şaşırtıcı volelerle ile öne geçti. Hakem hatalarının bana göre çok arttığı ve her birinde oyuncuların Şahin Gözü’ne müracaat etmedikleri için düzeltilmesi de mümkün olmadığı bir ortamda, bu coşmuş Medvedev üst üste attığı ace’lerle, akıllı volelerle ve geri oyununun çılgın ritmine getirdiği şaşırtıcı dengelerle 6/5 öne geçti. 2.set topu şansını harcamadı ve nefis bir backhand paralel ile alkışlar arasında bu seti hanesine yazdırmayı başardı! Evdeki hesap çarşıya uymamıştı ve maç artık başka bir düzlemde devam edecekti...
4. sette Medvedev Nadal’ın aşırı heyecanlı ve tepkisel hallerine karşı, Medvedev inanılmaz derecede özgüvenli ve “cool” duruyordu. Sonuçta 2/2’de Nadal’ın eline bir servis kırma şansı geçti ancak Medvedev sürpriz şekilde servis vole yaparak bu durumu kurtardı ve rakibinin bir basit hatasıyla 3/2 öne geçti. 5/4’e kadar iki oyuncu de servislerini nispeten kolay kazanmaya devam ettiler. Ama burada dikkat çeken noktalar şöyle her ikisi de yoruldukça oyunun kalitesi düşmedi, sanki ısındıkları için tam tersine arttı! Ayrıca Medvedev, o umursamaz derecede sakin görünen oyunun içine öyle güçlü ve enerji dolu vuruşlar sığdırıyordu ki buna Nadal dahil kimsenin şaşırmaması düşünülemezdi! 5/4 Medvedev İleride iken Nadal kendi servisinde 40-15’i gördü ama sizi temin ediyorum ki o noktada rakibinin olağandışı güzel vuruşlarla durumu kurtardı ve sonunda yine muhteşem ötesi bir backhand passing shot röturla Medvedev çizgiyi buldu ve 4. seti de mucizevi bir şekilde 6/4 kapadı!

KAPANIŞ PERDESİ
Bu beşinci set tenis tarihinin göbeğine yerleşmeye bile yaklaştı! Modern çağ gladyatörleri 2/2’ye kadar servisleriyle geldiler. Sonraki oyunda Medvedev 40-0 öne geçti. Ama o noktadan itibaren de Nadal’ın pes etmeyen yedi canlı canavar ruhlu kimliği ortaya çıktı. O servisi kırdığı gibi sonra hem kendi servisini aldı hem de inanılmaz bir şekilde rakibinin servisini bir daha kırdı: 4/2’de Medvedev önce bu maçta sık sık yaptığı gibi gereksiz bir drop shot denemesi kaçırdı, ardından bir de smaçı boşa harcayarak servisini yine kaybetti: 5/2.
Ama durun, sıkı durun hem de! Medvedev yine son sözünü söylememişti! Önce Nadal’ın servisini rakibinin bir çift hatası ve konsantrasyon kaybı ile kırdı. Ardından 5/3’de kendi servisinde iki maç topu kurtardı: İlkini nefis bir backhand paralel ile, ikincisini ise servis vole oyununa karşı Nadal’ın topu fileye takması ile... 4/5, 30-40’ta Nadal fileye çıktı ve Medvedev’in vurduğu lop auta gitti... İşte İspanyol Şampiyon zar zor böyle kazandı 3. maç topunda 19. Şampiyonluğunu! Bence son set tie-break’e uzamalıydı!

MAÇ HAKKINDA KISA EK ANALİZ
Medvedev, bu maçta gösterdiği performans ve oynadığı oyunla 50 yıldır hayatı tenis etrafında şekillenen benim gibi bir adamın tenis yazılarında yeni bir kavram geliştirmesine neden oldu: O da “Risk faktörü”nü, aynen basit hatalar gibi diğer mesela servis çifte hataları veya aceleri gibi rakamsal bir karşılığa taşıma gereğini ilk defa iliklerime kadar hissettim. Çünkü basit hatta kavramına hiç uymayan başka bir durum var: Medvedev gibi tenisçiler büyük risk alarak bir topu sayıya çevirmek için çok agresif denemeler yaparak risk alıyorlar.
Bu maçtan sonra Rafael Nadal’ı tebrik ettiğimiz kadar, tenis dünyasının da artık en büyükler seviyesinde yeni bir isim kazandığını tespit etmenin keyfini yaşıyoruz. Umuyorum Medvedev, büyük turnuvalarda eski gözde gencimiz Alman pasaportlu Rus asıllı Zverev gibi hayal kırıklıkları yaratmaz...






ÇEVRE DÜZENLEMESİ VE HASTALARIN ÖNCELİĞİ | Bedri Baykam | 19.09.2019


Bu sütunda yıllardır buluşuyoruz. Ana konumuz siyaset olsa da, sanat, sosyal yaşam, spor, insan ilişkileri gibi değişik konulara girip çıkıyorum. Türkiye’nin gündemi yoğun, dünyanınki de ondan daha karışık! Bu nedenle ne zaman hangi konuyu yazacağı konusunda tereddüt eden köşe yazarlarından biriyim. Yine buna benzer durumlar yaşarken dün bana gelen bir bilgi, birden öncelik oluşturdu. Halbuki konuya baksanız çok lokal, normalde bir köşe yazısında görmeyeceğiniz bir sorun... Ama empati diye bir şey var!

Bu bilgi bana, arkadaşım olan ve Türk sanat ortamının çok meşhur ve ülkeye mal olmuş önemli bir isminden geldi. Yani kaynak daha güvenilir olamaz. Bu çok değerli arkadaşım, ki yakından tanıyorsunuz, hepimizin yaşadığı veya er geç yaşayabileceği rahatsızlıklarından birini geçiriyor. Ama maalesef kentin trafik pratikliği ve “ergonomisinin” bozukluğu nedeniyle bizim anlayamayacağımız büyük sorunlar yaşıyorlar. Lütfen kendinizi onların yerine koyarak okuyun bu satırları...
Sevgili Ekrem İmamoğlu’ndan ve sevgili Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’tan da özellikle bunu rica ediyorum, bu mektubu yalnız Belediye Başkanı sıfatlarınızla değil, önce sağlık sorunu yaşayan vatandaşlarının derdini dinleyen bir başka vatandaş olarak okumanızı diliyorum. Bu satırların yazarı değerli sanatçı arkadaşımın eşi...

DOKUNAKLI BİR EŞ MEKTUBU
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığına ,

Lütfen bize bir mucize...
1. Levent Yeni Sülün Sokak’la, Begonya Sokak arasında yer alan Ren-Med Diyaliz Merkezi hastaları olarak sağlık sorunlarımızla ilgili zorlu mücadeleler verirken bir yandan hayata tutunmaya çalışıyoruz.
Beşiktaş Belediyesi tüm cadde boyunca bir süre önce kaldırım yenileme çalışması başlattı. Ren-Med Diyaliz Merkezi, tek yönlü trafiği olan, ana arter niteliğinde çok işlek ve çok kullanılan bir cadde üzerinde yer alıyor.
Diyaliz seansları günde 3 kez 4’er saat süreli. Toplamda, günde 12-14 saat süren yoğunlukla haftanın 6 günü yapılıyor. Hasta giriş ve çıkışları sırasında ambulanslar, hasta toplu nakil minibüsleri, özel araçlarla gelen tekerlekli sandalyeli, sedyede gelen hastalar. Çoğu yaşlı, sakat, yürüyemeyecek ya da yardımla yürüyecek durumdalar. Beşiktaş Belediyesi bu kaldırım yenileme çalışmasını başlatmadan önce sıkıntı yaşıyorduk. Yolun bir tarafı refüjdü, merkezin cadde üstündeki duvar önü yaya kaldırımıydı. Mecburen araçlarımızın çekiciler tarafından çekilme olasılığına rağmen (çoğu kez çekildiler) mecburen kaldırıma park ediyorduk. Çaresizliğin ne olduğunu her canlı hayatında en az bir kez yaşamıştır. Biz haftada 3 gün bayram, tatil, yılbaşı hiçbirini yaşamadan aksatmadan diyalize gelmek zorundayız. Ömür boyu!
Kışın karda, yağmurda  park yeri bulamayıp hastaların yol boyunca araçlarda bekleyerek diyaliz seanslarına geciktiği ıslandığı günler yaşadık. 
Birkaç gün önce inanılmaz bir güzellikle karşılaştık Beşiktaş Belediyemiz, diyaliz merkezinin karşısındaki refüje diyaliz merkezi hastalarının araçlarını rahatlıkla park edeceği 8-10 araçlık
park yeri yapmıştı. Üstelik refüjdeki hiçbir ağaca zarar vermeden ağaçların etrafındaki kaldırım taşlarını bile ağaçlara arabaların yaklaşmalarını engelleyecek şekilde döşeyerek şiir gibi, inci gibi bir işçilikle bizim gönlümüzü ve takdirimizi kazanmıştı. 
Ağaçların arasına dikilen sokak lambaları bile mükemmeldi.
Böyle hizmete alışık olmadığımız için gözlerimize inanamadık. Ve yıllar sonra ilk kez stres yaşamadan diyaliz merkezine girebildik. VE BU MUCiZE yalnızca bir gün sürdü. Ertesi seansa geldiğimizde Beşiktaş Belediyesi bütün o şahane hizmeti yıkmış, yerle bir etmişti.
Her yer dağ gibi yıkıntı ve toztoprak içindeydi 
Yolun diyaliz merkezi tarafındaki kaldırıma da artık park edemezdik çünkü orayı da demir korunaklarla araç park edilemez duruma getirmişlerdi. Artık eskisinden de zor durumdayız. Seansa giriş ve çıkış sıralarında hasta servisleri, hasta araçları hastaları indirecek yeterli yer olmadığı için konvoy halinde caddeyi kaplıyor trafik sıkışıyor. 
Protesto kornalarına maruz kalıyoruz. Araçlardan inip seanslara giren ya da çıkan hastaların karşılaştıkları zorlukları inanın tahayyül edemezsiniz.

Herşey Çok Güzel Olacak’ diye umut ederken bu sorunlarla yaşamak bize yazgı olmamalı.
Aldığımız duyumlara göre bir kişi yeşil alan tahrip edildi diye başvurmuş. Bu doğru değil. Yapılan düzenlemede hiçbir şeye zarar verilmedi. Ağaçların fotoğraflarını görsellerle takdirinize sunuyorum. Park yerinin bitmiş o çok güzel halinin fotoğrafını böyle bir yıkımla karşılaşacağımızı tahmin etmediğimiz için çekmedik. Ağaçlar esas ikinci yıkımda inşallah zarar görmemişlerdir.
Biz sıradan vatandaşlarız, gözümüzle gördüğümüzü bile iki kez düşünürüz. O nedenle bu konu bizi aşıyor. Büyük masraf ve emekle yapılan bu hizmetin, nüfuzlu olduğunu duyduğumuz bir başka kişinin bir şikayeti ile bir günde yıkılması karşısında ‘bizim toplumsal değerlerimize ne oldu?’ diye düşünüyoruz.
Can-ı gönülden içimizdeki iyiliği ve mucizelere inancımızı yitirmemeyi diliyoruz.
Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımız,
Kalbimizin sesini, sizin duygusal, lekesiz bir ruh olduğunuz hissiyatıyla paylaştık. Bu konuda sizden çözüm rica ediyoruz”

DEĞERLİ MAKAMLARDAN RİCAM...
Halkın gönlünde haklı bir yer edinmiş, 23 Haziran devriminin mimari sevgili Ekrem İmamoğlu’na ve değerli yoldaşı Rıza Akpolat’a her gün doğal olarak sayısız sorun aktarılıyor. Ama konu sağlık olduğunda bazı kararlar sekteye uğramasın diye, bu bilgilerin doğru yere aktarıldığından emin olmak için bu konuyu sütunuma aldım. Biliyorum her belediyenin sorumluluk alanı ayrıdır, bu konu Beşiktaş Belediyesi, İBB ve hatta valiliğin emniyet ve trafik işlerinden sorumlu yardımcısının sorumluluk alanlarına girebilir. Ama sonuçta vatandaş çözüm ister, kimin bürokratik olarak orada söz sahibi olduğuna dair idari farklarını bilmeye mecbur değildir. Sizlerden ricam bu arkadaşımızın onlarca sayısız mağdur vatandaşımızı da ilgilendiren bu soruna ivedi olarak şefkatle yaklaşıp, bir çözüm getirmenizdir. Bunu başaracağınızdan, hiçbir şüphem yok!
Bu nedenle İBB, Beşiktaş Belediyesi ve İstanbul Valiliği’nin sorumlu mercileri arasında acil bir diyalogla konunun bir an önce çözülmesi ricasını değerli makamlarımıza iletiyorum.


14 Eylül 2019 Cumartesi

GENÇ KOLEKSİYONERLERE ÖĞÜTLER... | Bedri Baykam | 12.09.2019


Dünyanın en iyi sanatçısının veya en zengin adamının şayet zekiyse, ancak mütevazı bir varlık olduğunun farkına varabileceğini unutmayın.
Koleksiyonerliğin “borsa” ile bir ilgisi olmadığını anlayın.
Sanatsal değeri anlayarak zamanla koleksiyonunun içeriğiyle o sanatçılarla birlikte benzer saygıdeğer statüye ulaşacak olan SİZSİNİZ.
Etrafınızda pervane olup “Şunun fiyatları yükselecek, bunun fiyatları alçalacak diyen herkesi içinizden acıyarak izleyin. “Siz Menkul Kıymetler Borsası’nda harika bir portföy yöneticisi olursunuz” diye iltifat edin ve uzaklaşın.
Eserleri ister tutkuyla beğendiğiniz için, ister evinizi dekore etmek için alın, yeter ki eserleri ya çok iyi anlayın, ya çok sevin ya da içgüdüsel bir mıknatısla onları iç derinliklerinizde hissettiğiniz çekim alanını yaşayın. 
Kendinizi sürekli geliştirin, hayatınızı sanatla doldurun. Sergi gezip kitap okuyun, yapıtların fotoğraflarını çekin; kendinize bir defter edinin. Kitaplarda ilginizi çeken bölümlerin altını en pahalı sayfalara zerre acımadan çizin, yanına not alın. Hiçbir kitabın dokunulmazlığı, sizin kendinizle kurduğunuz sanat serüveninin gelişiminden ve bırakacağı izlerden daha değerli değildir. Zaten, kendi düşüncelerinizle gelişecek olan ilgi alanınızda kendinize güvenerek ilerleyemiyorsanız, gerçekten bu işi ciddi olarak yapmayın!
Kendisine “sanat danışmanı” sıfatını layık görüp, sözde koleksiyoner çıkarlarını korumak için müzayedecilerin türkülerini söyleyenlerden uzak durun. Sanat eserinin daha az para ödenecek olanını değil, en kalitelisini, en “sanat tarihsel kilit-açarını”, zevkinize, kültürel birikiminize en çok hitap edenini arayın.
Müzayedelerde satılan çoğu eserin pazarlanma yöntemlerinin, sanatçılar tarafından lanetlenmiş, koleksiyonerin bir sebeple elinden çıkarmak istediği için çaresizce giriştiği, sürümden kazanmak için piyasaya ucuza sunulan, sanatçının ve koleksiyonerlerinin ticari ve manevi itibarını zedeleyen, sanatsal haklarını hiçe sayan yöntemler olduğunu hiçbir zaman unutmayın. Çevrenizde müzayedelerde satılan ve ardından eser sahibine parası ödenmeyen kaç isimle ilgili kaç dava olduğunu araştırın!
Orijinallik sertifikası ve Epiveron’u (Eser Piyasaya Veriliş Onayı) olmayan işlerden uzak durun.
Dedikodulardan ve başkalarının değer yargılardan etkilenmeyin. Zevkiniz, ruhunuz ve zekanız başkalarına bağlı olamaz.
Bir sanatçı çok ünlü diye ondan yapıt almayın, anlarsanız ve severseniz alın.
Tam tersine bir genç sanatçı ünlü değil diye ondan yapıt almazlık etmeyin. “Onu ilk ben anladım” diye kendinize haklı bir kredi açın.
Makul ölçülerde pazarlık yapın. Sanatçı ile para konuşmaktan, hatta vade ya da takas teklif etmekten bile çekinmeyin. Sanatçılar size çeşitli eserler sunabiliyorlarsa, daha önce başka koleksiyonerlerle para konuşup, satış yapıp, o para ile yeni resimler ürettikleri için bunu gerçekleştirebiliyorlar. Ama pazarlık yaparken “para sahibi” olarak şımarıklık yapmayın, sanatçıyı ezmeye kalkışmayın. Saygı çok kolay kaybolur, ama asla kolayca yerine geri konamaz.
Mühim olan alışverişiniz bittikten sonra sanatçıların size içlerinde gerçek saygıyı duymalarıdır. Buna önem verecekseniz koleksiyoner olun.
Paraya ihtiyacı olduğunu gördüğünüz veya hissettiğiniz bir sanatçının bu durumunu suiistimal etmeye kalkışmayın!
Yıllar sonra topladığınız sanat eserlerine baktığınızda hepsinin bir hikayesi olsun. İlk gördüğünüz andaki hisleriniz, neden çok hoşunuza gittiği, nasıl aldığınız, sanatçısı ile olan diyalogunuz, eserin size çağrıştırdıkları... Ünlü sanatçı veya piyasanın size dayattığı sanatçılardan, sırf o da bulunsun diye, arada “değer kazanmış mı” diye bakmak için eser almayın.
Resim size hemen yarın para kazandırmak için bir yatırım değildir; sizin onurunuzdur, zevkinizdir, kimliğinizdir, prestijinizdir! Salt yatırım gözüyle bakarsak olsa olsa çocuğunuz veya torununuz için “muhteşem” olabilecek bir yatırımdır. Zengin olmak için koleksiyon yapmayın, kültürel zenginliğiniz için yapın.
Koleksiyonerliği başkalarına hava atmak için değil, kendiniz için yapın. Bu sizin içsel gururunuz olsun. Sosyal medyada “like” biriktirmeye meraklı yuppie’lerin triplerine girmeyin.
— “Yalnız yabancı sanatçılardan resim al” diye size baskı yapmaya kalkışan bahtsızlara, “Ben geceleri içki sofrasında Atatürk’e hesap veriyorum, ‘Kültür emperyalizmine, sömürgeciliğe dur demek için ne yaptın bugün?’ diye soruyor” deyin. Kendi ülkenizin sanatçısını ve sanatını yok sayıp satın aldığınız yabancı eserlerle övünürken, gerçek eğitimli “yabancı” koleksiyonerler sorarlar, “Sizin ülkenizde hiç mi sanat yapılmıyor, hiç mi destek vermiyorsunuz gelişmesi için” diye, yanıt bulamayabilirsiniz!
Bir galerici veya sanatçı ile bir resim üzerine el sıkışıp anlaştıysanız, hiçbir gerekçeyle sözünüzden dönmeyin. Şunu unutmayın ki, el sıkıştıktan sonra artık o resim sanatçının değildir, bahsedilen para da sizin değildir. Burada sözünden dönmek ve anlaşmaları iptal etmek her iki taraf için de affedilmez bir bayağılıktır.
Şunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın: Hayat tesadüfleri farklı akabilirdi ve siz koleksiyoner, sanatçı veya galerici olacağınıza, ayakkabı boyacısı olabilirdiniz. Bunun farkına varıp her meslekten her insana da saygılı davranmayacaksanız sanat işine zaten girmeyin. Sanatın gerçek içeriğini hiç anlamamışsınız demektir.
Ne kadar paranız olursa olsun, bir sanatçının, bir şairin, bir yazarın, bir sinemacının kalıcılığına ulaşmanız mümkün değil. 19. Yüzyılın zengin şirket ve banka sahipleri, şimdi çoktan toprak oldular. Ama Delacroix, Rimbaud, Pissarro, Osman Hamdi, Toulouse Lautrec ve Nazım Hikmet hala güncel ve gözdeler!
Bir eser alırken sanat tarihinin bir sayfasının tapusunu aldığınızı unutmayın.
Bir eser alırken, sanatçının o ödemeyle günlük hayatını sürdürdüğünü aklınızdan çıkarmayarak, hiçbir eserin satış kararını uzun süre muallakta bırakmayın, satışının önünü kapatmayın ve kararınızı nazik bir şekilde bir an önce verin.
Çocuklarınıza, koleksiyonunuzdaki eserler hakkında anlatacak hikayeleriniz olsun. Sanatçısıyla, eserle, o günün koşulları ya da sizin nelere rağmen o eseri elde ettiğinizle ilgili. Kimin kolunu nasıl büküp, hangi işi nasıl bedavaya getirdiğinizi anlatacağınız alan sanat olmamalı. Bence zaten hiç olmamalı.

10 Eylül 2019 Salı

KUPAYI NADAL, GÖNÜLLERİ MEDVEDEV GÖTÜRDÜ! | Bedri Baykam



Bazı maçlar anlatılmaz yaşanır. Beş saatlik muhteşem bir maç sonrası, kazandığı 19 Slam turnuvasının özet videosunu seyrederek ağlayan bir Nadal’a bakarken ve saatler 04.30’a yaklaşırken, bu maçı size hissettirerek yazmak gerçekten zor bir iş. Öncelikle sizden ricam bir boş zamanınızda 5 saat ayırın ve bu maçı izleyin... 4 saat 50 dakika oynanan bu maçı sahaya çıkış anlarından itibaren başlayarak, 5 saatinizi gözünüzü kırpmadan vererek takip edin...
7-5, 6-3, 5-7, 4-6, 6-4 ile sonuçlanan maçtan önce hiç kimse Medvedev’in bu kadar muhteşem bir dirençle sahada Rafa’yı –özür dilerim- kustururcasına zorlayacağını pek düşünemezdi. Ben dahil herkesin düşüncesi, 23 yaşındaki bu genç finalistin bir set almasının bile kolay olmayacağı şeklindeydi. Rafa canavarının doymak bilmez kupa açlığı ile ilk slam finaline çıkan genç Medvedev nasıl baş edecekti ki?
Sonra maç başladı... Abartmayayım ilk iki oyunu seyrettikten sonra, Medvedev’in bugün Nadal’a hiç de kolay lokma olmayacağını hemen gördüm. O kadar net belirdi ki bu..

İLK İKİ SET: RAFA İMPARATORLUĞUNDAN SAHNELER
İlk iki oyun 1-1 kapandıktan sonra, maça beklenenden çok daha iyi giren Medvedev, Nadal’ın basit hatalarının da yardımıyla servisini kırdı, 2-1 öne geçti. Ancak hemen ardından Medvedev de son puanda basit bir backhand hatası ikramıyla bu “jeste” karşılık verdi ve o da servisini kaybetti. Maça tekrar 2/2’de denge geldi. 4/3’e kadar Her iki oyuncu da servislerini kazanmaya devam ettiler. O oyunda ise, Medvedev 15-40 geri düştü. Ancak kritik anda yaptığı çift hataya rağmen özellikle kısa toplara sanki vücuduyla abanarak girdi ve bu oyunu sanki ipten aldı. Medvedev 5/4 ilerideyken kendi servisinde yine benzer zorluklar yaşadı uzun süren bu oyunda dört kere avantajını kullanamadıktan sonra yine de servisine asılmayı başardı. Ama üçüncü fırsatta, 6/5’de Rafa 30/40’da eline geçen fırsatı kaçırmadı ve çok başarılı bir lobla ilk seti hanesine yazdı: 7/5.
Nadal yine 2. sete de servisiyle başlama şansını yaşadı. Bu sette Nadal 2/1 ilerideyken, Medvedev yine fena sıkıştı. Önce 15/40’da iki harika winner’la dengeyi sağladı, ardından rakibinin dört servis kırma şansını harcamasından sonra 2/2’yi bulmayı başardı. Ardından Nadal 3/2 İleri geçtikten sonra yine rakibinin servisinde 15/40’ta 26 vuruş süren uzun bir ralliden sonra oyunu kapamayı başardı, rakibinin servisini bu sette de nihayet kırdı! Maçın bu safhasında, Nadal’ın egemenliğine karşın, sahada oynanan oyunun kalitesi gözle görülür şekilde artmaya başladı. Mesela set topunda yine harika bir ralli yaşandı ama Medvedev forehandini auta atınca, Rafa 2. seti de 6/3’le cebine attı. Profesyonel döneminde setlerde 2-0 öne geçtikten sonra, Nadal’ın kaybettiği 5 setlik maç sayısı yalnız birdi... O da 2015’de yine ABD Açık’ta İtalyan Fabio Fognini’ye karşıydı. Yani o anda o istisnayı beyninin köşelerinden birine yerleştirmiş olan Nadal dışında herkes, artık maçın sadece formalite icabı devam ettiği gibi bir hisse kapılmıştı.
Bu iki setin ortak noktası, -ki aslında bütün maç içinde bahsedilebilir- oyunun inisiyatifini elinde tutan kişinin Medvedev olmasıydı. Tuttuğum istatistiklere de baktığımızda, maçın tüm temposunun beklenilmedik şekilde Rus tenisçinin kontrolünde yürüdüğünü görebiliyorduk. Medvedev toplara doğrudan “girerek, abanarak” puanları alıyordu veya veriyordu. Özellikle ilk iki sette forehand ve backhand’de çok sayıda basit hata yapmadı, Beklenilmedik anlarda Nadal’a ilaç gibi geliyordu.

3. ve 4. SETLER: MEDVEDEV’İN DEV GERİ DÖNÜŞÜ!
Medvedev, 3. sete kendi servisi ile başlama şansını kullandı. 2/2’ye kadar her iki oyuncu servislerini kazandılar. 30-30’da, Nadal’ın sayı getiren harika bir forehand’inin hemen ardından Medvedev’in bir basit forehand hatası, Nadal’a servis kırma puanı kazandırdı. O da harika bir backhand paralel ile bu fırsatı kaçırmadı, 3/2.
Ondan maç artık şekillenmiş görünüyordu ikisi önde olan Rafa, bu sette de servis kırmıştı. New York’lular o anda en geç 15 dakikaya çıkınca nerede yemek yiyeceklerinin tartışmasını aralarında yapmaya başlamışlardı. EuroSport spikeri Medvedev’in bu maçta artık set almasının pek mümkün olmadığını üstüne basa basa gururla anlatıyordu. Ama Danil Medvedev’in farklı planları vardı... Süratini arttırıp bir sonraki oyunda nefis backhandlerle 15/40’a çıktıktan sonra, Nadal çok güzel iki backhand vole ile durumu kurtarır gibi oldu ama ardından aslında göründüğü kadar basit olmayan hatalarla servisini kırdırdı. Özellikle o andan itibaren Medvedev’in oyununda yine gözle görülür bir yükselme oldu. Hemen sonra kendi servisinde üst üste güzel düz vuruşlar kısa toplar ve oyun fuarında bir backhand vole ile 4/3 öne geçti. Aynı Medvedev, yine kendi servisinde 5/4 öne geçebilmek için çok daha fazla efor sarf etti. Toplara koyduğu yoğun enerji ve oyunu en sert şekilde yönlendirme çabaları onu kaçınılmaz hatalarla bu oyunda 30 /40 geriye düşürdü. Rus tenisçi çok uzun rallilerin seyircilere inanılmaz bir keyif vererek oynandı bu oyunda hızını arttırarak fileye daha sık geldi ve öldürücü smaçlarla işi kendi içinde tatlıya bağladı: 5/4. Hakem hatalarının bana göre çok arttığı ve her birinde oyuncuların Şahin Gözü’ne müracaat etmedikleri için düzeltilmesi de mümkün olmadığı bir ortamda, bu coşmuş Medvedev üst üste attığı ace’lerle, akıllı volelerle ve geri oyununun çılgın ritmine getirdiği şaşırtıcı dengelerle 6/5 öne geçti. Şaşkın bir Nadal, o kritik noktada kendi servisinde 0/40 geri düştü. Medvedev ikinci set topu şansını harcamadı ve nefis bir backhand paralel ile alkışlar arasında bu seti hanesine yazdırmayı başardı! Evdeki hesap çarşıya uymamıştı ve maç artık başka bir düzlemde devam edecekti...
4. sete Medvedev yine kendi servisi ile başladı ve ilk oyunu aldı. 2. oyunsa Medvedev rakibinin bir basit hatası ile servis kırma puanı kazandı ama bunu değerlendiremedi. İşin görüntüde en ilginç yanlarından biri, sanki sahada esas büyük şampiyon Medvedev’di ve onu gelmeyecek çalışmak için varını yoğunu ortaya koyan ve durmadan bağırıp çağıran genç Nadal’dı. Nadal’lın aşırı heyecanlı ve tepkisel hallerine karşı, Medvedev inanılmaz derecede özgüvenli ve “cool”duruyordu. Sonuçta 2/2’de Nadal’ın eline bir servis kırma şansı geçti ancak Medvedev sürpriz şekilde servis vole yaparak bu durumu kurtardı ve rakibinin bir basit hatasıyla 3/2 öne geçti. 5/4’e kadar iki oyuncu de servislerini nispeten kolay kazanmaya devam ettiler. Ama burada dikkat çeken noktalar şöyle her ikisi de yoruldukça oyunun kalitesi düşmedi, sanki ısındıkları için tam tersine arttı! Ayrıca Medvedev, o umursamaz derecede sakin görünen oyunun içine öyle güçlü ve enerji dolu vuruşlar sığdırıyordu ki buna Nadal dahil kimsenin şaşırmaması düşünülemezdi! 5/4 Medvedev İleride iken Nadal kendi servisinde 40-15’i gördü ama sizi temin ediyorum ki o noktada rakibinin olağandışı güzel oyunu gerçekten midesini bulandırdı: Maçın akışı artık Nadal’ın, küstah bağımsızlığı ve umursamazlığı ile Arthur Ashe Arena’yı hipnotize etmiş olan genç Rus sporcuya olan imrenme ve kızgınlığına bir çeşit denge getirme çabası ile sürüyordu! Evet farkındayım bu cümleyi çok karışık oldu ama inanın sahaya yansıyan psikolojiyle bu kadar karmakarışıktı! O oyunun sonunda yine muhteşem ötesi bir backhand passing shot röturla Medvedev çizgiyi buldu ve 4. seti de mucizevi bir şekilde 6/4 kapadı!. Yani şimdi artık maça sil baştan yapma vakti gelmişti 5. setle...

KAPANIŞ PERDESİ
Bu beşinci set tenis tarihinin içinde maçın tamamı ile beraber altın yerini aldı. Ama aslında az daha onun da çok ötesinde, spor tarihinin duvarlarını kırarak yazılmanın eşiğine geldi, orada biraz naz yapıp durdu. Bakın durumlar nasıl gelişti: Nadal yine kendi servisiyle 1-0 öne geçti. Ardından moralim bozuk bir Nadal kendi servisinde 15/40 düştü. Onunda resmen sağlı sollu vuruşları ile Rus tenisçi onu sahanın değişik yerlerine adeta gezmeye yolluyordu. Uzun raliler ve karşılıklı olarak kaçan kolay volelerden sonra Nadal biraz da şansın yardımıyla servisine tutundu. Modern çağ gladyatörleri 2/2’ye kadar böyle geldiler. Sonraki oyunda Medvedev 40-0 öne geçti. Ama o noktadan itibaren de Nadal’ın pes etmeyen dokuz canlı canavar ruhlu kimliği ortaya çıktı. Vurduğu uzun ve açılı toplarla, oyun ritmini sürekli değiştirdiği kesik vuruşlarla, rakibinin otomatiğe bağlanmış mükemmel bir robot gibi her topa yetişen düzenini bozdu. Bu çok uzun oyunun son anlarında Medvedev backhandiyle basit bir hata yaptı ve ardından Nadal kısa bir backhand’le servis kırma işlemini tamamlayıverdi. Ama sonuçta bu puanları kim alırsa alsın önümüzde oynanan tenis göze o kadar farklı geliyordu ki... Medvedev, o anlarda sanki bu spora yeni bir boyut atlatıyordu çaktırmadan... Ardından kendi servisinde Nadal 40-0’ı buldu ve harika bir müdafaa oyunu gösterdikten sonra bu sefer ileriye çıkarak ile durumu 4-2’ye taşıdı. Ardından 4/2’de Medvedev önce bu maçta sık sık yaptığı gibi gereksiz bir drop shot denemesi yapıp kaçırdı, ardından bir de smaç denemesini boşa harcayarak ikinci kere servisini kaybetti: 5/2.
Ama durun, sıkı durun hem de! Medvedev yine son sözünü söylememişti! Önce Nadal’ın servisini rakibinin bir çift hatası ve konsantrasyon kaybı ile kırdı. Ardından 5/3’de kendi servisinde iki maç topu kurtardı: İlkini nefis bir backhand paralel ile, ikincisini ise servis vole oyununa karşı Nadal’ın topu fileye takması ile... Sonuçta bu tarihi oyunun son anlarında gayet sakin bir şekilde iki de ace servis çakan Medvedev, Rafacı seyircileri bayağ korkuttu. Bir noktada, yıllardır her maçı efendi ve sakin bir şekilde izleyen annesi kız kardeşi ve sevgilisi hepsi ayağa kalkarak hakeme, rakibe ve seyircilere her türlü lafı bağıra çağıra onlar bile söylemeye başladılar! Yani anlayacağınız bir adım ötede Medvedev skoru 5/5 yapsa ve maça tekrar ortak olsa, iş gerçekten çığırından çıkacaktı! Ama O kaderi ben maalesef diyorum maalesef olmadı 30-40’ta Nadal fileye çıktı ve Medvedev’in vurduğu lop auta gitti... İşte İspanyol Şampiyon zar zor böyle kazandı 3. maç topunda 19. şampiyonluğunu! Bence bu muhteşem maçta eksik olan tek şey vardı gerilim tarihi adına: Son set tie-break’e uzamalıydı! O seyirci ve bu maçın efsaneler arasındaki yeri bunu gerektiriyordu. Hatta o son ölümcül oyunda, Medvedev de maç topu elde etmeliydi ve izleyiciler artık dayanamayarak gözlerini kapatıp ağlamaşıydılar!

MAÇ HAKKINDA KISA EK ANALİZ
Medvedev, bu maçta gösterdiği performans ve oynadığı oyunla 50 yıldır hayatı tenis etrafında şekillenen benim gibi bir adamın tenis yazılarında yeni bir kavram geliştirmesine neden oldu: O da “risk faktörü”nü, aynen basit hatalar gibi diğer mesela servis Çifte hataları veya aceleri gibi rakamsal bir karşılığa taşıma gereğini ilk defa iliklerime kadar hissetti. Çünkü basit hatta kavramına hiç uymayan başka bir durum var: Medvedev gibi tenisçiler büyük risk alarak bir topu sayıya çevirmek için çok agresif denemeler yaparak risk alıyorlar. Yani “ne olacaksa olsun ben bu puana ağırlığımı koyayım ve topa bir “tokat atarak” işi bitireyim. Artık kesinlikle bu istatistiğinde tutulması gerektiğini düşünüyorum. Yani tenisinin büyük risk alırken yaptığı hatalar, normal git gel toplarında yaptığı basit hatalar değil bu...
Bu maç gerçekten Nadal’ın kazandığı 19 şampiyonluk arasında belki de en büyük heyecanı yaşadığı ve şayet kaybetseydi kendisi için en ağır zararları verebilecek karşılaşmaydı.
Maçın sonunda kupa verme töreninde yine her türlü geleneksel güzel cümleler ve hoş laflar sarf edilirken, benim dikkatimi çeken bir nokta, Nadal’ın her zaman rakibine gösterdiği büyük centilmenlik ve övücü sözleri, beni tatmin edecek şekilde sarf etmemesiydi. Bence bunu herhangi bir kötü niyetten değil, yaşadığı şaşkınlıktan yaptı. Hala oynadığı us dışı maçın şoku içindeydi. Kendisine yepyeni bir oyun anlayışı sunan, daha bu sahalarda çok büyük şampiyonların canını yakacak olan gösterişsiz kişiliğine rağmen çok çarpıcı bir farklı oyun anlayışına imza atan bir rakiple 5 saat didişmek sanki beyninin yarısını alıp götürmüştü...
Bu maçtan sonra Rafael Nadal’ı tebrik ettiğimiz kadar, tenis dünyasının da artık en büyükler seviyesinde yeni bir isim kazandığını tespit etmenin keyfini yaşıyoruz. Umuyorum Medvedev, büyük turnuvalarda eski gözde gencimiz Alman pasaportlu Rus asıllı Zverev gibi hayal kırıklıkları yaratmaz...

6 Eylül 2019 Cuma

SANAT ORTAMIMIZIN ATEŞLE İMTİHANI | Bedri Baykam | 05.09.2019



Türkiye’de yalnız yaşayıp, pencerelerinden mahallede oynayan çocukları izleyen teyzeler bile, bir kaleci çok yakışıklı olsa da, bunun onun “en iyi kaleci” olduğunun işareti sayılamayacağını bilirler.
Türkiye’deki sanat koleksiyonerlerinin önemli bir kısmı, bu teyzelerin futboldan anladığı kadar sanat ortamının alfabesini bilmiyorlar.
40 yıl önce, sanata ister pul koleksiyonculuğu özeni ile ister hastalıklı bir tutku ile bağlı olsunlar, koleksiyonerler maddi olanakları oranında, kendi zevklerine göre eser alır ve onlarla yaşamak isterlerdi. Peki bugün aynı yöntemler uygulanıyor mu?
İstisnalar hariç, kesinlikle uygulanamıyor. Çünkü Türkiye’de insanlar eserle değil, para ile kurdukları ilişki oranında eser alır duruma düşürüldüler! Onları ilgilendiren, sanat “piyasası”ndaki hamleleriyle, “ne kadar akıllı bir iş insanı olduklarını” dosta düşmana kanıtlayabilmek! Ne kadar parayı, ne kadar “uyanık” şekilde nasıl kullanıp, kimlerden kaç adet eser almayı başardıklarını insanlara gösterebilmek! “Ne? Sen Osman’dan 80’e mi aldın! Ha ha, ben 60’a aldım!”, “Ne? Sen Fatma’dan daha bu sene yeni mi iş aldın? Ben 3-4 yıl önce fiyatları bunun yarısıyken aldım!”, “Ne? Sen Mahmut’tun işlerini galeriden mi aldın? Ben atölyesinden yarı fiyata aldım”. “Ben 5 yıl önce aldığım Marta resimlerini geçen yıl %50 karla sattım. O parayla şu genç ressamın atölyesini kapattım! Gör, 3 yılda ne prim yapar!” Bu liste böyle uzar gider. Konuşulanlar hep kim kaça almış, kaça satmış, kim ne kar, ne zarar yaptı üzerinden yürür. Kurulan cümleler artık hep ekonomik yorumlardır: “Dolar bazında değmez bir yatırım”, “Bu parayı bunlara yatırırsan en az beş yıl kar beklentin olmasın”. Bu yorumların hiçbirinde, sanatçının o eserinde veya o serisinde ne anlatmak istediği, eserin onda uyandırdığı karşı konulamaz hisler veya o sanatçının işlerinin 20 yıldır nasıl zenginleşerek ilerlediği gibi veriler yoktur. “Bir resme aşık olma” yoktur. Bir resmin “başyapıt” adayı olarak, fiyat dahil nasıl her alanda fark yaratma kapasitesine sahip olduğu yoktur. Bir sanatçıya ömür çizgisi üzerinden inanarak ondan tutku ile eser toplama yoktur. Bir sanatçının hak etmediği durumlara düşürülmesine isyan ettiği için inadına ondan yapıt alan insanların şövalye ruhu yoktur. Bu insanlar, fışkıran ekonomik dehalarını bir teşhirci gibi duyurup tatmin olma peşindedirler. Aynen kimi müzayedelerde toplu histeri içinde hareket etme ve birbirlerinin kalkan ve kalkmayan ellerini gözeterek dedikodu ve kolektif sessiz “mimetizm” içinde aldıkları kararlarda olduğu gibi...
ESER TARİHLERİNİN TARTIŞILMAZ ÖNEMİ
Sanat alıcısının hiç bilmediği noktalardan biri de, bir eserin yapıldığı yılın, o resmin en önemli verisi olduğudur. Sanat tarihi, her şeyden önce yapıtların doğum tarihleri ile ilgilidir. Bu hafta Akaretler ArtWeek’de karşıma Elvira Bach resimleri çıktı. Bizim kuşağın Yeni Dışavurumcu ekolünün Berlin hattından gelen bir sanatçıydı. 40 yıl önceki sergilerden bildiğim, dostum Fetting veya Salomé ile çeşitli sergilere katılmış, kariyer yapmış bir sanatçı. Evet, belki kendi çizgisinde devrimlere imza atmamış ama yeni dışavurumcu hattın içinde yerini korumuş bir isim... O yapıtlara bakan Türk alıcısının benzer bol renkli figüratif işler yapan genç sanatçılarla nasıl haksız yere eşdeğer bakabildiğini düşündüm. “Ne yani bu resimler on kere daha pahalı, sanki çok daha mı güzeller?” kıyaslaması, Türkiye’nin en eski müzesinin yalnız 15 yaşında olması ile ilgili bir eğitim sorunudur. Hangi sanatsal devrimi kimin yaptığı ve tarihe kalma ihtimalinin çok daha fazla olup olmadığı gibi temel konuların Türk piyasasında bir karşılığı yoktur. Ünlü eleştirmenlerin veya küratörlerin analizlerinin bir önemi yoktur. İki kaş göz ile birbirini yönlendiren paralı cehaletin ukalalığı, sanat tüccarlarının ellerindeki kurtulmaya çalıştıkları eserleri zorla yönlendirmeleri, sanatın gerçek tüm kriterlerini yok etmek konusunda adeta birbirleriyle yarış içindedirler. Bir eserin “ucuzluğu”, burada “öncülük” veya “yeni parlayan yıldız adayı” gibi temel verileri geçerek, ana kriter haline gelir! Bir başyapıtın veya en çok aşık olacağı bir eserin arayışı yok hükmündedir.
Ne? Sen hala Türk sanatçılardan mı iş alıyorsun! Yatırım değeri yok ki!” krizleri eşliğinde, şımarıklıklarını doruğa taşıyarak bir toplumun, kendi çağdaş kültürünü yok etme peşinde koşanların, acil olarak Çin’e, Kore’ye, Japonya’ya, Hindistan’a giderek, o ülkelerin koleksiyonerlerinin nasıl tam tersine sanatçılarını dünya haritasını yerleştirebilmek için hangi pazarlıkları ve fedakarlıkları yaptıklarını analiz etmeleri lazım. Bugün toplu ayin yaparcasına kendisini bütün fuarları ve bienalleri gezmeye adeta mecbur hisseden yeni koleksiyoner tipolojimizin ve kapitalimizin, aynı yabancı isimleri veya “daha da pahalısını” alarak birbiriyle hava atma yarışına girişmeleri Türk çağdaş sanatına neye mal olduğunu hissedemeyecek kadar ülke nabzından kopmuşlardır.

MÜZE AÇMAKLA MÜZE OLMAZ
Meydanın bu kadar “boş” olması, bugün gerçek bir müze açmakla, bir galericinin kendi çıkarlarını gözeterek yaptığı koleksiyon alımlarını müze diye dayatmak arasındaki farkı yaratabilmektedir. Sanat eleştirisinin yarattığı boşluk, bu sapmaları mümkün kılabilmektedir. Müze açmak, objektif kriterlerle yaşanan gerçekleri bir ülkenin sanatının çehresini değiştiren akımları, sanatçıları para ve çıkar gözetmeksizin analiz ederek ve bu doğrultuda bir koleksiyon oluşturarak yapılır. O ülkenin çağdaş sanatının hangi alanında derinleşeceğini seçerek o müze sanat ortamına “girişini” yapar. Arter’de göreceğimizden emin olduğumuz gibi...
Bu hafta üst üste açılacak Contemporary İstanbul’la, İstanbul Bienali ile, Arter’le, Odunpazarı “Müzesi” ile ve daha sayısız paralel aktivitelerle toplumumuz bir anlamda “sanata doyacak”. Ama bu selin içerisinde sürüklenen sanatseverlerin, önlerine konulan her şeyi “sorgusuz sualsiz hazmetmemek” gibi bir ev ödevinden başarıyla çıkmaları gerekecek. Bu bağlamda geliştirilmesi gereken “seçicilik” Türk sanatının geleceğini belirleyecek... Keyifli bir sanat haftası dileğiyle!
Bu arada Ukraynalı Valentin Popov ve Victor Sydorenko’nun çalışmalarının yer aldığı sergi de, 10 Eylül Salı günü Piramid’de açılıyor.

5 Eylül 2019 Perşembe

ABD AÇIK’TA BÜYÜK SÜRPRİZ: BALKAN YILDIZI DİMİTROV, FEDERER’i ELEDİ! | Bedri Baykam


Bütün gece uyumadım, çünkü yarın Cumhuriyet’te yayınlanacak sanatla ilgili köşe yazımı kaleme alıyordum. Ama 4 saat boyunca itiraf edeyim ki aklımda en az makalem kadar, büyük ekranda izlediğim Federer-Dimitrov maçı vardı! Birçok insanın aksine ben Dimitrov’un bu maçta Federer’e soğuk terler döktürebileceğini düşünenler arasındaydım. Biliyorum bunu şimdi kanıtlayamam ama inanmıyorsanız oğluma sorun!
Muhteşem bir dört saat yaşattılar bize... Tenise yaşamının önemli bir kısmını vermiş eski bir yarı profesyonel ve sonsuz amatör/profesyonel izleyici olarak söylüyorum, ikisine de ancak büyük bir coşkuyla teşekkür edebiliriz. Bu maçı normalde yazmak üzere seyretmedim. Ama o kadar olağanüstü ve tenis tarihinde hatırlanacak bir karşılaşma oldu ki, kısa da olsa bunu sizlere aktarmadan edemedim...
Sondan başlayalım: Değerli “komşu”muz, birbirimizi komşu diye seslendiğimiz Bulgaristan’ın kükreyen yıldızı, Balkanların Djokovic’ten sonra herhalde en büyük yıldızı, bir zamanlar dünya 3 numarasına çıkmış Grigor Dimitrov, dünyanın en sevilen sporcularından Roger Federer’i 5 sette yenerek eledi: 3/6, 6/4, 3/6, 6/4, 6/2 biten bu maçın tamamını diğer makalemi yazarken nefesimi tutarak, tualet molası bile almayarak (!) izledim. Hadi itiraf edeyim: Son yıllarda giderek artan büyük Federer sevgime rağmen Dimitrov’u tuttum. Çünkü “komşu”, bizim bölgenin yıllarca dünyada pek varlık gösterememiş Balkanların sesiydi. Onu izlerken aklıma sürekli İstanbul ve Ankara Uluslararası Turnualarında karşılaştığımız Pampoulov kardeşler veya Genov gibi rakipler veya o günlerde bizim yıldızlarımız olan Bülent Altınkaya, Remzi Aydın gibi isimler geliyordu. Marcel İlhan’ın Wimbledon veya Roland Garros’ta oynadığı çekişmeli maçları düşünüyorum da, bu gece onu izleseydik neler hissederdik kimbilir... Uzun lafın kısası Dimitrov, sizler mışıl mışıl uyurken bu sabah onlar adına, hepimiz adına, Federerci seyircinin %90’ına karşı direnerek o mücadeleyi veriyordu.
Dimitrov, Federer’den 10 yaş daha küçük; dolayısıyla Federer ilk büyük şampiyonluklarını kazanırken Dimitrov ilkokul ve ortaokulda onu izleyen genç bir çocuk tenisçiden başka bir şey değildi. Onu örnek alarak kendini yetiştirdiği ve tenis oynadığı stilinden o kadar belli ki! Her ikisi de çok şık vuruşlarla tek el backhand’le, sürekli olarak inanılmaz açılar kollayarak sahaya zarif olduğu kadar güçlü bir kimlik yansıtıyorlar. Bu nedenle ona “yavru Federer” lakabını bile uygun gören oldu, her ne kadar bu Grigor’un hiç hoşuna gitmese de...
Son 2,5 yılda Dimitrov benim gibi onun içerisine hayran olan insanları hayal kırıklığına uğrattı. Bu yıla ilk 20 içinde başlamasına rağmen hızla irtifa kaybetmesi ve hepsinin ötesinde geçtiğimiz Temmuz ayında Atlanta’da Dünya 405 numarası Kevin King’e yenilmiş olması akıl alır gibi değil! Wimbledon dahil, slam yarı finalleri görmüş büyük bir şampiyon adayının ATP sıralamasında 74 numaraya düşmesi tabii ki kolay izah edilir bir şey değil. Ama işte o 74. numaranın çıkıp hayatında ilk defa dünyanın en büyük yıldızını yenmesi de bir o kadar şaşırtıcı... gelebiliyor! Benim için ise bu durum, sadece Dimitrov’un bu turnuada nihayet gerçek kimliğine dönmesi ile ilgili. Onun dünkünü andıran muhteşem maçlarını daha önce çok seyretmiş bir tenissever olarak, şimdiden Medvedev’le oynayacağı maç için heyecanlanıyorum!
Bugünkü maçta Federer, er ya da geç düzenini “tebaasına” dayatacak bir kral gibi oyuna başladı. Aslında işler kralın istediği gibi giderken idolü ile oynamanın keyifli zevkine kendini kaptıran Dimitrov, giderek maça ısındı. Maç benzer stil ve taktiklerle muhteşem tenis oynayan iki büyük sporcunun harika bir kapışması olarak geçti. Uzun süren puanların çoğunu beklenilenin aksine Dimitrov kazandı. Öte yandan Bulgar sporcu neredeyse servisini her kaybettiği oyunda sürekli çift hatalar yaptı! Size setlerin akışını puan puan anlatmayacağım. Ama şunu bilin ki sürekli 0-40’dan dönen oyunlar, yetişilen inanılmaz toplar ve yapılan olağan dışı sayılar! Mesela 3/6 5/2’de Dimitrov’un adeta bacaklarını 180 derece açarak sağladığı anlaşılmaz destekle yetişip filedeki ustasını geçtiği an... 3. sette Federer’in harika spin lobu ve arkadan vurduğu nefis smaçla seti bitirmesi... 4. sette 4/2’de Federer’in vurduğu açılı backhand voleye Dimitrov’un yetişip vurduğu akla hayale sığmaz “tarihi” backhand passing shot! Lütfen bana hepsini anlattırmayın, şu maçı bulun ve izleyin! Kolay kolay bu seviyeye çıkılmıyor SLAM turnualarında bile! Bulgar tenisçi, 4. seti kazandıktan hemen sonra, Federer doktor desteği talep etti ve herhalde kendi ekibi dahil kimsenin ne olduğunu anlamadığı birkaç dakika doktorla içeri giderek bir muayene geçirdi. Döndükten sonra suratından düşen bin parçaydı ama bunu fazla belli etmiyordu. Üst üste iki kere servisini kaybedip son sette 4-0 geriye düşerken maçı kafasında herhalde fizik sorunları nedeniyle artık bıraktığı her halinden belliydi. Dimitrov son seti 6/2, maçı setlerde 3/2 kazanırken eminim temkinli de olsa, artık kendisine hedef olarak ilk Slam finalini ve belki şampiyonluğunu koymuş oluyordu. Maç boyu bir tek saniye oyunu bırakmadan mücadelesini sürdüren Bulgar sporcu herhalde ilk tebriklerini ülkesinden gelen sayısız telefondan ve eski sevgilisi, çok yakın arkadaşı Maria Sharapova’dan almıştır! Hafta sonu Cuma ve Pazar geceleri tek erkekler yarı final ve finalini, Cumartesi de tek kadınlar finalini sakın kaçırmayın!