26 Nisan 2019 Cuma

HEDEF FARKLI OLSAYDI, NELER YAŞANIRDI? | Bedri Baykam | 25.04.2019



Çok eleştirildi Akar’ın cümlesi: “Sevgili arkadaşlar, artık mesajınızı verdiniz, lütfen dağılalım” Bu arada kendisi bu konu hakkında bir izahat da getirdi. Beni çok ikna ettiğini söyleyemem. Bu iktidar döneminde sık gördük bu tavrı: “Aslında ben onu demek istememiştim-yanlış anlaşıldım”.
Ama çok daha önemli bir durum var. Sorumuz basit: Bu saldırı, şayet Ana Muhalefet liderine değil de, Sayın Cumhurbaşkanı’na veya Sayın Bahçeli’ye yönelik gerçekleşseydi, o zaman neler yaşanırdı? Akar, o zaman orada benzer bir cümleyi kullanabilecek miydi? Yoksa derhal ortamdaki bütün polisler, askerler, güvenlik güçleri ve korumalar saldırganları toparlayıp adalete teslim etmek için birbirleriyle rekabete mi girişeceklerdi? Sorusu bile şaka gibi geliyor değil mi?
Peki o yumruk, bugün sözünü ettiğimiz iktidarı paylaşan iki liderden birine isabet etseydi, aradan iki gün geçmeden o şahıs adli kontrol şartıyla serbest bırakılabilecek miydi? Bu da artık size şaka değil gerçek üstü senaryo gibi geliyor değil mi?
Peki bundan ne anlam çıkarmamız lazım? Demek Cumhur İttifakı’na göre Ana Muhalefet Partisi Başkanı’nın kimliği ve bedeni korunsa n’olur, korunmasa n’olur? Bu mudur 21. yüzyılın “Yeni Türkiye” demokrasisi ve muhalif siyasilerin korunma standartları? Gerçekten pes diyorum... Bu arada başka yeni standartlar da var: Bahçeli, Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıdan memnuniyet duymamış, bu nedenle geçmiş olsun demesine de gerek yokmuş! Lütfen bir anlayan olursa, bana da izah etsin! Aslında kendisi, her şeyden önce, kimlerin Kılıçdaroğlu’nu aylardır hedef gösterdiğini hatırlasa idi, “O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu” gibi bir cümle kuramazdı.

SAYIN AKAR NE YAPMALIYDI?
O alçak saldırı, bir veya birkaç yobazın, “Hazır CHP Başkanı buradayken bir çakalım, havamız olur” tipinde bir spontan çıkartmadan ibaret değildi. Toplu bir linç girişimi şeklinde CHP Heyetine fütursuzca yapılan bir ağır kalkışma idi. Akar’ın ve Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya’nın, ilk şaşkınlıkları geçtikten ve Kılıçdaroğlu yakında bir eve götürüldükten sonra yaşananlar karşısında, yani saldırı bu sefer artık organize şekilde aynen Sivas sendromuna bulanıp “evi yakalım” boyutlarına geçtiğinde, yapmaları gereken tek şey vardı: Bütün bu “yakma-yıkma” meraklısı güruhu topluca kuşattırıp, o ateşli heyecanlarıyla beraber onları aynı gün kodese taşımak! Uzunkaya’nın ve Akar’ın taşıdıkları sıfatlarına yakışan tek hareket bu olacaktı. UZUN LAFIN KISASI, O ANDA BU SALDIRI ERDOĞAN VE/VEYA BAHÇELİ’YE YAPILSA NE YAPILACAK İDİ İSE, AYNISI UYGULANMALIYDI!
Akar’ın o anda bu “iddialı ve kararlı” linç ekibine “arkadaşlar” diye seslenebilmesini kim nasıl hazmedecekse etsin, ben bunu yapamıyorum. Uzunkaya ise, oradaki bütün iyi niyetine ve ilk çıkışına rağmen, o anda ortada hırıltılarıyla gezen gözü dönmüş yobazlara megafonla seslenip “sakinleştirmek” yerine, fiili olarak hepsini gözaltına aldırmalıydı.
Bildiğim tek şey, o gün oradaki saldırı iktidar kanadına yönelik olsa idi, kurşunlar, coplar, anında uçuşacağı gibi, birden mucizevi bir hızda üç otobüs-beş toma gelir, saldırganlardan ayakta kalabilenler, kan revan içinde üst üste atılarak doğrudan topluca bir cezaevine götürülür, savcı ifade almaya belki ancak oraya gelebilirdi. Hiçbir siyasinin aklına da, “Düşün bakalım, sen bu saldırıyı bu yumrukları hak edecek ne yaptın?” tarzında bir soru sormak gelemezdi! Öncelikle sosyal demokratlar, hiçbir zaman saldırıya uğramış bir insana böyle bir soru zaten yöneltmezler ve o anda buna benzer cümleleri kurmayı hayal bile edemezler!
Şimdi bugüne ve gerçeklerimize dönersek, fotoğraflara ve videolara bakarak sözde suçlu aramak... Ne için mi? Herhalde onları da 1-2 gün içinde göstermelik bir soruşturmadan sonra, yumruğun sahibi gibi sokağa salmak için... Ne kadar medeni bir ülkede yaşıyoruz değil mi? Helal olsun hepinize! Adınıza siz karar verin, ama soyadınız belli: Çifte standart!

İMAMOĞLU’NUN GÖVDE GÖSTERİSİ
Kılıçdaroğlu’na ve beraberindekilere yapılan saldırı, İmamoğlu’nun kürsüye çıkmasına yaklaşık bir saat kala yaşandı. Her ne kadar önce İmamoğlu’nun saldırı konusunda hiç topa girmeden konuşmasını sürdürmesini yadırgadıysam da, aslında belki de yaptığı gibi yalnız sonunda değinmesi ve olayı aşırı büyütüp provokasyon malzemesi haline dönüştürmemesi, en doğrusuydu. Böylece Maltepe miting alanını dolduran milyonlar, İstanbul’un yeni başkanının arzu ettiği kıvamda bir profilde bir gün geçirdiler. Yıllardır belki ilk defa bahar gribinden muzdarip olduğum için önemli bir CHP mitingine katılamadım. Ama katılan tüm arkadaşlarım her şeyin mükemmel geçtiğini ve rüya gibi bir kutlama günü geçirdiklerini anlattılar. Zaten ekranlara yansıyan hava da buydu. İmamoğlu sinirleri alınmış, başka bir boyutta siyaset yapıyor!
Bu arada İmamoğlu, yönetimini saydam yapma arzusuyla İl Genel Meclisi toplantılarını yayınlama yoluna gitti ve daha 1. dakikadan AKP’lilerin nasıl bir muhalefet yapma talimatı aldıkları fena şekilde ortaya döküldü! “Bu adamı çalıştırmayacaksınız, kararlarını geçirtmeyeceksiniz” şeklinde ağır emirlerin yağmur gibi yağdığı çok ortada! Fakat bir gerçek daha var: Halkın, öğrencilerin ve hatta İBB çalışanlarının çıkarlarının aleyhine AKP’li İl Meclis Üyeleri’nin nasıl direndiği ve karşı geldiği ortaya çıktıkça, AKP’nin olası herhangi bir seçimde ne kadar daha kan kaybedeceğini iktidarın zirvesi hesaplayamıyor!
Türkiye nefesini tutmuş, YSK’nın kararını bekliyor. Oradan gelecek mantıklı bir ses, İmamoğlu dönemini resmi olarak başlatacak! İşte tam nefeslerin tutulduğu bu kritik dönemde, Bahçeli’nin YSK kararı alınmadan önce “Bu bir beka sorunudur” diye konuşabilmesi akıl almaz şekilde yargının en kutsal noktasını etki altına almaya çalışmak, seçimlere illegal bir şekilde siyasi sıfatını kullanarak müdahale etmek ve de bunu bir “terör-güvenlik” meselesi olarak sunmak, anlayacağınız başka bir düzeyde büyüklere masal anlatmaktan farklı bir şey değil!

18 Nisan 2019 Perşembe

İL SEÇİM KURULU AKP’NİN MIZIKÇILIĞINA “DUR” DEDİ! | Bedri Baykam | 18 Nisan 2019


Nihayet İmamoğlu, en azından “şimdilik”, ama bana sorarsanız “artık” bu dönem kalıcı olarak hak ettiği koltuğa oturdu! Bugün öğleden sonra İl Seçim Kurulu’nun kendisini Mazbata için davet etmesiyle dalga dalga demokratik kitlelere yayılan heyecan görülmeye değerdi! Devir teslim yaşanırken pek bir gerginlik çıkmamış olması, dün yaşananların en iç rahatlatıcı detayıydı...
AKP’nin anti demokratik inadı ile, seçim sonuçlarını reddeden o akıl almaz şekilde kafasını kuma gömmüş “Tek Parti” ısrarı ile bilek güreşini kaybetmiş görünüyor! AKP için İstanbul’un düşmesi, sanki sonun başlangıcı ve her biri panik içinde ne yapacağını şaşırmış durumda. Sonuçta iktidarları, 1994’de İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri ile başlamıştı, anlaşılan düşüşleri de aynı hat üzerinden gerçekleşiyor, yani çok iyi bildikleri şekilde. Halk tanıdığı her isme sormaktan bıkmıştı, “ne olacak bu işin sonu?” diye... Sonuçta ben de “İyi olacak inşallah, biraz daha sabır” demekten daha fazlasını söyleyemiyordum. Çünkü konumuz artık siyasi olayları bilimsel-matematiksel-mantıksal ölçüler ve olasılıklarla analiz etmenin çok ötesine geçmişti. Herkes açısından konumuz artık “AKP yine hangi kartı hangi cepten çıkaracak, hangi demokratik yola taşlar döküp tıkamaya çalışacak”, tahminini yapmaktan ibaretti! İnanın, dün ölüm yıldönümünü yaşadığımız Turgut Özal’ın bile, sosyal demokratları ve Atatürkçüleri o kadar deli eden siyasi eylemi ve izi varken, böyle bir hukuka ve rejime güven kaybı yaşatmamıştı. Halbuki daha dün AKP sözcüsü Ali İhsan Yavuz saatlerce yeni mızıkçılık argümanlarını sıralamakla meşguldü. Son incisi şuydu: Henüz tüm İstanbul’da yalnız oyların %10’u sayılmışmış, kontrol dışı öngöremeyecekleri şeyler yaşanmış! Şimdi Mazbatadan sonra hala görüyoruz ki, ellerinden gelse, YSK’yı baskıya alarak sayımı daha haftalarca sürdürebilecek itirazlarını devreye sokacaklar! Neler yaşanacağını göreceğiz...
Bugün, şu bahar güneşine rağmen, halkımızın “Bakalım bu sefer hangi hin oğlu hinlikleri yaşayacağız? Sırada ne var?” diye güne başlaması şimdi mazbata verildikten sonra sona erecek mi? Göreceğiz! Yenilen pehlivan, bir de mızıkçılığı ana gündemi olarak belirlemişse, bence hala her hamleyi bekleyebiliriz. Ama “tekrar seçim olursa...” anketleri RTE’nin önüne giderse, neler yaşanır bilemem!.
İmamoğlu herkesin gözünde büyük bir imtihan verdi, her gün de vermeye devam ediyor! Başta seçim sonrası İstanbul il örgütü olmak üzere, CHP büyük bir sınav verdi. İlk defa “Benim içim rahat, elimizde her sandığın ıslak imzalı dökümü var” diyebilen ve ne yaptığını bildiği konusunda halka güven veren bir örgüt var.
Halk yıllardır gerek seçimlerde, gerek referandumlarda hep bunu istiyordu. “Verdiği oyun yerine ulaştığını görmek”. CHP ilk defa kendisine oy veren halka (veya küstüğü için oy vermeyen) “Bakın benim seçtiğim parti, oylara sahip çıkıyor. Demek olabiliyormuş!” diyor. İşte CHP nihayet bu çabalarının ilk meyvesini topladı! Emeği geçen herkese bravo!

CHP’Yİ BEKLEYEN FARKLI BİR TEHLİKE
Şimdi İBB’de tam CHP ve İmamoğlu dönemi başlarken, gerek iyi niyetli muhalefet çevrelerinde, gerek muhalif medyada şimdiden “Efendim bu İmamoğlu çok iyi, Cumhurbaşkanlığı için bence uygun” sözleri yankılanmaya başladı. İşte en büyük güncel tuzağımız bu!
Bırakın artık şu CHP içi liderlik savaşını her saniye ortaya atmayı! İmamoğlu başarılı bir kampanya yapmış, yarışı önde bitirmiş, şimdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde kendisini bekleyen koltuğuna şimdilik oturmuş! Lütfen aklını karıştırmayın! Bırakın görevini en güzel şekilde sürdürsün, İstanbul için muhteşem hamleler yapsın! Şimdiden başarılı genç bir Belediye Başkanı’nı yakışıksız bir şekilde parti içi tartışmaların ortasına atmaya çalışıyorlar! Özür dilerim ama adına ister tecrübesizlik ister fütursuzluk deyin, bunlar zamansız ve yersiz davranışlar! Bu cümleleri ortaya atanlar, ne İmamoğlu’na ne de CHP’ye iyilik yapıyorlar... Parti içi gerçeküstü spekülasyonlara girip “Kılıçdaroğlucu-İnceci-İmamoğlucu” diye bölünmeler yaratmanın sırası değil!


DÜNYA SANAT GÜNÜ
Biraz da bu kaosun ortasında sanat gibi kalıcı konulara dönelim. Başkanı olduğum UPSD, Dünya Sanat Günü için bu hafta birçok etkinliğe imza attı, atmaya devam ediyor. 18 Usta/18 Başyapıt sergisini, 5 Mayıs’a kadar UPSD Galeri’de Maçka Demokrasi Parkı’nda görebilirsiniz. Bu sanatçılar arasında Türk çağdaş sanatının duayen sanatçıları var. Mimar Sinan’da yapılan panelde “Neo-Liberal Ekonominin Sanata Yansımaları” konusu Mahmut Nüvit, Ali Şimşek, Bengisu Bayrak, Ekrem Kahraman arasında tartışıldı. Özellikle dün Pera Müzesi’nde Epiveron ile ilgili düzenlenen panel çok önemliydi. Benim moderatörlüğümde, Daryo Beskinazi, Emre Dökmeci, Pınar Sönmez ve Ahmet Utku’nun katıldığı panelde EPİVERON’un sanatçılar ve sanat adına bir çıkış yolu olduğu, sanat eserinin ancak bu yolla güvende olacağı üzerine tartışıldı.
Genç sanatçıları yakından ilgilendiren iki etkinlik ise yarın ve Cumartesi gerçekleştirilecek. 19 Nisan Cuma günü, 17.30 – 19.30 arasında Piramid Sanat’ta Denizhan Özer’in moderatörlüğünde ‘‘Genç Sanatçıların Çıkmazları Nasıl Aşılır?’’ başlıklı forum gerçekleştirilecek. Ali Şimşek, Deniz Gökduman ve Melik İskender’in konuşmacı olarak katılacağı forumda, kürsüyü alacak gençler seslerini duyurabilme imkanı yakalayabilecekler.
Genç Etkinlik 8 sergisi ise 20 Nisan, Cumartesi günü 17.00-19.30 saatleri arasında Mustafa Kemal Merkezi’nde 83 genç sanatçının katılımıyla gerçekleşecek.
İlk olarak 1995 yılında, genç sanatçı meslektaşlarımızla bir buluşma ortamı yaratmak amacıyla yola çıkan Genç Etkinlik sergileri Taner Ceylan, Genco Gülan, Nuri Bilge Ceylan, Temur Köran, Halil Altındere, Yiğit Yazıcı, Vedat Özdemiroğlu, Nesren Jake, Ferhat Özgür, Şener Özmen, Ertuğrul Akyüz gibi birçok sanatçının kendini gösterebildiği bir platform oluşturdu.
Bu iki etkinliğe katılın, genç sanatı destekleyin. Yaşasın Dünya Sanat Günü!

12 Nisan 2019 Cuma

DEMOKRASİYİ YIPRATMA VE ASKIYA ALMA ÇABALARI | Bedri Baykam | 11.04.2019



Siyasi tarihimize “koyu gri ara dönem” olarak girecek günler maalesef sürüyor. Çantada keklik diye gördükleri maçı 5-4 kaybeden takımın, önce VAR’a koşması, ardından hakemi kuşatması, sonra da maçı yeniden oynatması için Federasyon’a ve Spor Bakanlığı’na baskı yapması kadar absürt bir durumla karşı karşıyayız. Şu farkla ki, siyasete bu durumu uyguladığımızda, maçı kaybetmiş veryansın eden takımın başkanı, aynı zamanda Merkez Hakem Komitesi Başkanı, Futbol Federasyonu Başkanı ve Gençlik ve Spor Bakanı ve... Cumhurbaşkanı! Abartmadığımı biliyorsunuz değil mi?
Seçimi kaybeden taraf, geçmişte bu konuda söylediği her şeyi yok sayarak ve inkar ederek seçimleri baştan yaptırtmak için bütün yollara başvuruyor! Tüm ülkede oyların tekrar sayılmasını isteselerdi, yine de tatmin olmazlardı! “Kazanana kadar seçim”, tabii biraz “yenilen pehlivan güreşe doymazmış” atasözüne dönüyor! Biz Haziran 2015 sekmesi dışında, her seçimde yenildik de ne oldu? Göz göre göre trafolara kedi girdi, ışıklar gitti, bilgisayarlar aksırdı, bir şekilde kaybettik. Yolumuza devam ettik! Özal’ın nasihati lazım bunlara “alışırsınız alışırsınız!”.

OLAĞANUSTÜ İTİRAZ” KARTINI NERELERDEN ÇIKARDINIZ?
Alışmayı denemeye bile hazır değiller! “Gönül Belediyeciliği kazandı” (!) başlıklı komedi filminin afişleri, İstanbul’un dört bir yanında asılı! Sormak lazım Binali Bey’e, kazandıysanız, tebrikleri kabul ediyorsanız, nedir bu çırpınışlar, bilmediğimiz başka konular mı var? “Atı alamayanın Üsküdar’ı oldu bittiye getirme çabaları”nın son algı operasyonları!
Çırpınışlar derken, AKP’nin seçim felaketi sonrası acilen tedavüle soktuğu yeni yüzü Ali İhsan Yavuz, Büyükçekmece için “olağanüstü itiraz dilekçesi”ni devreye soktuklarını bildirdi! Böylece iktidarın kendine sakladığı bir son dakika silahı ile tanışmış olduk! “Olağanüstü itiraz”... “Muhteşem Süleyman” gibi bir şey herhalde... CHP, seçimlere yıllardır tepki verirken neden bu son dakika formülünü cepten çıkarmalarını onlara fısıldamadınız? Kaç yıldır komşusunuz Parlamento’da! Hepimiz yeni duyduk bu zihni sinir procenizi... Hiç merak ediyor musunuz şayet bu “olağanüstü itiraz” cinliğini yapan CHP olsaydı, AKP yönetimi alay etmek için ne yaratıcı formüller bulurdu, düşünebiliyor musunuz? Ben yandaş medya kalemşöründen en tepeye kadar neler söylenirdi duyar gibi oluyorum!
Durumu kurtarmak için icatlar bitmiyor: “Efendim dağları taşları arazileri seçmen yazdırmışlar, tespit ettik.” Güler misiniz ağlar mısınız? Yahu tereciye tere mi satıyorsunuz, bunlar bizim argümanlarımız, üstelik bizim itirazlarımız hep gerçekti! Hani hayali ve sahte seçmen yoktu dünyanın en güvenli seçmen kütüğü bizdeydi? Ben size yardım edeyim, daha yazmaya devam edebilirsiniz: “Aynı daireye 84 kişi sığdırmışlar; ölülere oy kullandırmışlar; 130 yaşında seçmenler varmış” Bakın bizim argümanlarda daha çoook malzeme var!

BU YENİ KANUN NEREDE YAZILI?
Evvelsi gün, Sayın Cumhurbaşkanı, 10 milyonu aşkın bir seçmenin olduğu bir İstanbul’da, 13-14 bin oy farkla seçimi kazandım havasına girmeye hakkı yokturdiyerek ağzındaki baklayı çıkarıverdi! Yani seçim sonuçlarını iptal etmek için, yaratıcı bir ara buluş! Ben de bir tweet attım bunun üzerine: Sayın Cumhurbaşkanı’na sormak lazım: ‘İllerin nüfus yoğunluğuna göre seçimlerde atılması gereken fark’ çetelesi var da, bizim mi haberimiz yok? Mesela kendi yazdığınız anayasada buna değinen bir kavram mı var?” Henüz ne kendisinden, ne sözcülerinden, ne de yandaş medyadan bir yanıt alamadım. Gelirse, söz sizlerle paylaşırım!
Dün sabah Meral Akşener ve Kemal Kılıçdaroğlu beraber basın toplantısı yaptılar, canlı. Bunu ne CNN Türk, ne Habertürk, ne de NTV yayınlıyor. Şark demokrasisi mi dersiniz, penguen medya mı dersiniz, halka saygısızlık mı dersiniz, başını kuma gömmüş çıkarcılar mı dersiniz, bilmiyorum! Neyse, orada Meral Hanım, basit ve güzel bir soru sordu iktidara: Siz aynı zarftan çıkan Belediye Genel Meclis Seçimi ve İlçe Belediye Başkanı seçimlerini kabul ediyorsunuz da, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı İle ilgili oy pusulası da nasıl itiraz ediyorsunuz?” Bu soruda aynen benim beklediğim yanıtsız soru gibi iktidarın ileti kutusunda yerini aldı. Eminim AKP’nin heyecanlı genel başkan yardımcısı kendisine bir yanıt verirse, Meral Hanım da hepimizi bilgilendirir.
Açık konuşalım: Hatırlarsınız seçimden önceki son makalemi küskünleri sandığa çekmek için yazdım. Muhalefette maalesef ciddi oy kayıpları her şeye rağmen oldu. Onlar bu seçimin gizli kaybedenleri. Bir de önemli bir kazananı var: CHP örgütü ve muhalefet dayanışması! Onlar bu seçimlerde tam sınav verdiler ve vermeye devam ediyorlar.

ÇİFTE STANDART ŞAMPİYONLARI KİM?
Çifte standart konusunda AKP Türkiye’de ve dünyada “1” numara. Bundan hiç şüphemiz yok. Seçim itirazları muhalefet tarafından dile getirilirse “geçti Bor’un pazarı, derdinizi Marko Paşa’ya anlatın”. Olağan veya olağanüstü itirazları kendileri yaptığı zaman “bunlar demokrasinin vazgeçilmez hakları”. Şu farkla ki, burada iktidarı elinde tutanlar seçimin her aşamasını zaten bizzat kontrol edenler! Bu konuda internette gezen ve durumu tescil eden bir paylaşım var:
Maç gününü sen seçtin,sahayı sen seçtin, orta hakemi sen seçtin, yan hakemleri sen seçtin, kaleyi sen seçtin, topu sen seçtin, hakemin düdüğü bile senin... Kaybettin! Kötü oynadığın için kaybettin. VAR’a da gitsen boş artık! Adam kazandı...Ver adamın golünü.”
YSK’nın kararı, Türkiye’nin yalnız demokrasi notunu değil, tüm kaderini belirleyecek... Umarım beynini tüm baskılardan koruyabilmiş insanların kararını yaşayacak Türkiye...


5 Nisan 2019 Cuma

AKP’NİN YAŞADIĞI PANİK ATAK DEMOKRASİ’Yİ TEHDİT EDİYOR | Bedri Baykam | 04.04.2019



Herkes tetikte ve gerginlik devam ediyor. Bekleyişin ne anlama geldiği konusunda, herkesin farklı fikirleri var. Ama öne çıkan “zaman kazanmaya” ihtiyaç duymaları! Biraz seçim deneyimi olan herkes bilir ki, bir oyun geçersiz sayılabilmesi için ortalama 8 veya 11 kişinin buna itiraz etmemesi lazım. Yani isterlerse 350.000 geçersiz oyu yeniden saysınlar, taş 50 yerinden çatlasa, çıkacak hiçbir sonuç AKP’yi tatmin edemez. Belki ancak 3-5 oy bu sefer geçerli sayılabilir, onların da -büyük ihtimalle- en az ikisi CHP’ye verilmiş olur.
AKP’nin bu ani “oylarım çalındı” iddiasının elle tutulur yanı yok da, olsa olsa muhalefete ilginç bir övgü olarak görülebilir! Daha düne kadar oyların nasıl güvenceye alacağını, sandıkların nasıl korunacağını bile bilemediği için her yerde acımasızca eleştirilen muhalefet, demek artık devlet görevlilerinin ve başta AKP olmak üzere, her partinin kontrol ettiği sayım noktalarında oyları ayakta uyutabiliyorsa, vallahi bu büyük hokus pokus başarısı olur, ne diyebiliriz ki!
Büyük tartışmalarla geçen son başkanlık referandumunda, büyük oy yolsuzluğu iddiaları sürerken, daha sandıklar kapandıktan 5-6 saat sonra hangi atasözünü kullanmıştı Erdoğan? “Atı alan Üsküdar’ı geçti!” Bunu Yıldırım’a hatırlatsa bari...

ARKA BAHÇE NEDEN SONUCU KABULLENEMEDİ?
Aslında Erdoğan, seçim gecesi demokratik kantarlarda kötü puan almadı. Doğru değerleri öne çıkardı. Bir anlamda mağlubiyeti kabul etti. Büyük şehirlerin kaybedildiğini, ama ilçelerde başarı kazandıklarını hatırlattı. Bu cümleleri dinlerken, aklıma “maçı kaybettik ama ayakta top tutma yüzdesinde öndeyiz” demeçleri veren futbol teknik direktörleri geldi. Bence Erdoğan ve Bahçeli’nin itidalli çıkışlarının hemen ardından, Ankara ve İstanbul’un kaybından yaşanacak “dev ekonomik zarar” konusunda bakanlar kurulundan ve arka bahçelerinden büyük baskılar geldi. Aniden başlayan büyük baskı ve mağlubiyeti kabullenememe böyle “kraldan fazla kralcı”larla başladı. 1994’te Ankara ve İstanbul Belediyeleri’ni kazanarak iktidarını perçinleyen AKP, bu sefer filmin geri sarıldığını gördü! Propaganda sürecinde Erdoğan’ın sarf etmiş olduğu “İstanbul’da teklersek, Türkiye’de tökezleriz” ikazı, anlaşılan birden herkesin başına vurdu!
Ne yapacağını bilemeyenlerden biri de Bahçeli oldu. Hemen bir formül icat etti. Ona göre artık kim Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazandıysa ilçe başkanlarını o atamalıymış! Çünkü ortada çelişki varmış, büyük şehirleri kazanan parti farklı, o şehirlerin ilçelerinde çoğunluğu elde tutan ise başka partiymiş! İnanın çok güldüm: Sayın Bahçeli sizin metodu uygularsak, AKP’nin İstanbul’da kazandığı 24 ilçe belediye başkanlığının derhal iptal olması lazım ve onları da İmamoğlu’nun ataması lazım, ne dediğinizin farkında mısınız? Bunları sizi ikaz eden tek bir danışman kullanmıyor musunuz? :))
Tarihimizden bir sayfa geldi aklıma... 1950 seçimlerini Demokrat Parti kazanınca, “Milli Şef”e yakın çevresinden, ister siyasi, ister askeri, birçok ağır baskı gelmeye başladı... Deli miyiz, nasıl elimizle veririz iktidarı bu adamlara?” İnönü, bir demokrasi gönüllüsü ve öncüsü olarak elinin tersiyle itti bu baskıları. “Halk öyle karar verdi. Bize düşen aldığımız ana muhalefet partisi görevini üstlenmektir” dedi ve yeni koltuğuna oturdu. Baş şaşkınlar da DP’lilerdi... Bir başka sahneyi de dün basın toplantısında İmamoğlu gösterdi: Sözen’in Erdoğan’a koltuğunu devrettiği demokratik buluşmanın hatırası olarak... Çok mu zor, CHP ve SHP’nin gösterdiği demokratik kültür örneklerini sürdürmek?


EN BEKLENİLMEYEN ANDA GELEN BAŞARI
Panik, gerekçeli: 25 yıl sonra, Ankara ve İstanbul, birçok başka ille beraber AKP’den geri alındı! Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu, bu büyük geri dönüşün, kararlı ve pozitif enerjili kahramanları oldular!
Açık konuşalım, 24 Haziran seçimlerinde, büyük beklentilerle yukarılardan düşen bizler, bu sefer yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih ettik. Kimse de aşırı bir “Yaşasın, kazandık, kazanıyoruz” havası egemen değildi. Hatta doğruyu söylemek gerekirse oy vermeyen, sandığa gitmeyen, CHP’ye küsen sayısız insan oldu. İşte böyle bir seçim süreci sonunda bütün handikaplara rağmen CHP 21 il kazandı.
Siz bu satırları okurken, İstanbul düğümü artık çözülmüş olacak mı bilmiyorum. Sanmıyorum. AKP’nin kendisini bir kapıdan diğerine atması, çaresizliğin panik atakla buluşmasından başka bir şey değil. Yeniden sayılan noktalarda İmamoğlu’nun oy arttırması ise işin mizahi yanı! Uzun lafın kısası, AKP’liler, kendilerini haklı çıkaracak ve önde gösterecek bir mucizevi VAR odası arıyorlar! Bu çabaların en affedilmezi, o gece seçimden sonra, Yıldırım’ın İçişleri ve Adalet Bakanlarıyla yan yana gelebilmesiydi!

CHP Mİ OY ÇALMAYI BECERECEKMİŞ? GÜLDÜRMEYİN!
CHP’nin tüm rakiplerini ve güvenlik güçlerini ayakta uyutarak onların gözü önünde herhalde hipnotik ve paranormal güçler kullanarak oylara etki etmiş olabileceği, aslında uzun zamandır duyduğum en gerçeküstü ve yaratıcı iddiaydı! CHP’nin birden böyle becerilere ve “el çabukluğu-marifet” sihirbazlık kapasitelerine geçiş yapması, inanın yarın benim sahaya çıkıp Lakers’lı LeBron James gibi basketbol oynamamdan pek farklı değil! Bunu mizah olarak söylemiyorum.
31 Mart gecesi Ekrem İmamoğlu 24 Haziran’ın acısını çıkarırcasına ekrandan ayrılmadı ve seçmenine güven verdi. Geceyi onlarla beraber yaşattı ve kendisine oy verenler, CHP ve Millet İttifakı’na güvenenler yurdun her noktasında helal olsun diyorlar!
Mart’ın sonu bahar, bugün hava güneşli daha güzel bir geleceğe sahip çıkmak için hepimize düşen iş, mazbataya kadar şahin gibi sahada olmak!