31 Temmuz 2012 Salı

HİDROJEN TOPLUMU! / Bedri Baykam / 31 Temmuz 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..

Dünya toplumlarında bir benzerini hatırlamıyorum, yaşadığımız sürecin. Dışarıdan gelip, bizleri gözlemleyen bir yabancı, ister Ankara-İstanbul’a, ister tatil beldelerimize, ister diğer kentlerimize baktığında her şeyin sorunsuz, normal göründüğü bir genel yapı tespit eder. “Yani sürekli Türk-Kürt sorunu, laik-antilaik tartışması, alevi-sünni kavgaları yaşayan ülke gerçekten bu mu?” diye kendi kendine sorar. Teori ve pratiğin birbirinden bu kadar uzak durduğu ülke zor bulunur. Bu nedenle biraz diğer bilimlere, mesela kimyaya göz atsak, belki hidrojen gazı ile kıyaslayabiliriz toplumumuzun şu andaki yapısını: Sıkıştırılmış, sakin, durağan ama her an patlamaya hazır!
Malatya’nın Doğanşehir ilçesinin Sürgü Beldesi’nde yaşanan tatsız gerginlik ve linç girişimi ister istemez akıllara Sivas katliamını getirdi. Yine kavgalar, tekbirler, tehditler ve bu sefer Jandarma’nın durdurabildiği bir yarım kalmış girişim... Yargıtay’ın Diyanet İşleri’ne dayanarak verdiği “Cami ve mescit dışındaki yerlerin ibadethane olarak kabul edilmesi mümkün değildir” kararının Anadolu’da en beklenmedik an ve noktalarda bu gerginliği tırmandıracak olması gerçeği görmezden gelinebilir mi? Maalesef konu “türban” olunca sevgi, hoşgörü ve tüm diğer uzlaşmacı tanımlamaları sıralayan iktidar ve medyokrasisi, konu başka bir mezhebin veya farklı yaşam tarzlarının hakları olduğunda, birden şahin kesilip acımasız ve sivri pençeli kimliğini ortaya çıkarıveriyor! AKP’nin büyük manevra başarılarıyla, resmen kanırta kanırta toplumu ayrıştırma, bölme, provoke etme siyasetleriyle ülke için için gerildikçe geriliyor. Toplumun her kesimi, laikler, kadınlar, aleviler, kürtler, aydınlar, öğrenciler, memurlar, bu provokasyonlardan nasiplerini sırayla, bol bol alıyorlar. Suriye ile ilişkili olarak ABD’nin net ve somut talepleriyle taşeron komşu-savaşçı konumuna itilmiş olmamız ve her an sınırlardan kötü haberler bekleniyor olması da işin başka bir korkunç boyutu. Tabii bir iktidarın ülkeyi “sıkıştırılmış hidrojen” yapısına geçirmesinin kendisine ne kazandırdığı da merak konusu olabilir: “Vallahi biz de tam bilemiyoruz, ama zaten onlar kendi aralarında o kadar parçalı-bohça durumundalar ki, biz bu siyasetleri sürdürerek nasıl olsa hep kazanıyoruz” diyerek kendilerine göre bir izahat getirebilirler (!).
Sivil toplum kuruluşlarının
“ileri demokrasi” tarafından köşeye sıkıştırılmış olması, Ana Muhalefet Partisi’nin bitmez tükenmez “vitrine hangi liberalleri çıkartsak da parlatsak” arayışları arasında alıştığımız ağır çekim hareket(sizlik)leri, AKP’ye sonsuz bir eylem özgürlüğü getirmiş durumda. Arada bir hidrojen sızmasından yaşanan küçük patlamaları saymazsak, muhalefet, bölük pörçük basın açıklamaları, polisle sağda solda gaz ve cop dalaşları ve bol bol homurdanma ile yetiniyor. Tabii buna eklenecek bir diğer gerçek, sanal dünya,yani e-mail gönderimleri, twitter ve facebook’ta yaşanan kavga-gürültüler. Burası da başka bir alem! Hükümetin tehdit ve baskılarından şimdilik bir nebze kaçabilmiş olan “Hidrojen Toplum” un üyeleri, burada fikirlerini ortaya dökmenin ötesinde birbirlerini yemekle meşguller. Hadi toplumun özellikle eğitimi sorunlu kesiminin bu alanı bir küfür ve kompleks kusması olarak görüyor olmasını bir kenara bırakın. Bunun da ötesinde nereye patlayacağını bilemeyen insanlar, “suçlu” deşecek fırsat kolluyorlar. Geçen akşam twitter’da olimpiyatlar hakkında bir görüş belirtmişken, birden baktım bana alakasız saldırılar gelmeye başladı. Meğer Malatya krizi patlak vermiş! O saniyede bundan haberi olmayan ben, neden olan bitene tepki vermiyormuşum, sanatçılar duyarlı olmaz mıymış, ben bıçaklandığımda ne hissetmişim diye uzayıp giden eleştiriler... Bu arada o anda ne haber kanallarında, ne gazetelerde konuyla ilgili tık yok! “Hidrojen Toplum” o kadar sıkışmış ki, o anda Malatya’yı tam anlayamasa bile neredeyse olan bitenden beni sorumlu tutacak! Sanki ben Tanrı’nın temsilcisiyim de yurtta olan her vukuat anında bana ulaşıyor, benim de İçişleri Muhalefet Bakanı olarak anında tepki vermem lazım!
İşte10 yıllık AKP iktidarı sonunda böyle bir
“Hidrojen Toplum” oluverdik. Görüntüde süt-liman, hiç bir şeyden şikayeti olmayan, mitinglere uzak, Ergenekon’dan Balyoz’a süregelen siyasi davaların acımasız absürdlüğüne bile alışabilmiş, resmen uyuşturulmuş, kendi içinde ise tam tersine kaderine küsmüş, içine kapanmış, her an patlamaya hazır ve arada kaçınılmaz gerilim fireleri veren bir halk. Ve bu büyük emeklerle (!) elde edilmiş pasifliği sonuna kadar sömüren bir iktidar... Nereye kadar?  
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..   

HİDROJEN TOPLUMU! / Bedri Baykam / 31 Temmuz 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..

Dünya toplumlarında bir benzerini hatırlamıyorum, yaşadığımız sürecin. Dışarıdan gelip, bizleri gözlemleyen bir yabancı, ister Ankara-İstanbul’a, ister tatil beldelerimize, ister diğer kentlerimize baktığında her şeyin sorunsuz, normal göründüğü bir genel yapı tespit eder. “Yani sürekli Türk-Kürt sorunu, laik-antilaik tartışması, alevi-sünni kavgaları yaşayan ülke gerçekten bu mu?” diye kendi kendine sorar. Teori ve pratiğin birbirinden bu kadar uzak durduğu ülke zor bulunur. Bu nedenle biraz diğer bilimlere, mesela kimyaya göz atsak, belki hidrojen gazı ile kıyaslayabiliriz toplumumuzun şu andaki yapısını: Sıkıştırılmış, sakin, durağan ama her an patlamaya hazır!
Malatya’nın Doğanşehir ilçesinin Sürgü Beldesi’nde yaşanan tatsız gerginlik ve linç girişimi ister istemez akıllara Sivas katliamını getirdi. Yine kavgalar, tekbirler, tehditler ve bu sefer Jandarma’nın durdurabildiği bir yarım kalmış girişim... Yargıtay’ın Diyanet İşleri’ne dayanarak verdiği “Cami ve mescit dışındaki yerlerin ibadethane olarak kabul edilmesi mümkün değildir” kararının Anadolu’da en beklenmedik an ve noktalarda bu gerginliği tırmandıracak olması gerçeği görmezden gelinebilir mi? Maalesef konu “türban” olunca sevgi, hoşgörü ve tüm diğer uzlaşmacı tanımlamaları sıralayan iktidar ve medyokrasisi, konu başka bir mezhebin veya farklı yaşam tarzlarının hakları olduğunda, birden şahin kesilip acımasız ve sivri pençeli kimliğini ortaya çıkarıveriyor! AKP’nin büyük manevra başarılarıyla, resmen kanırta kanırta toplumu ayrıştırma, bölme, provoke etme siyasetleriyle ülke için için gerildikçe geriliyor. Toplumun her kesimi, laikler, kadınlar, aleviler, kürtler, aydınlar, öğrenciler, memurlar, bu provokasyonlardan nasiplerini sırayla, bol bol alıyorlar. Suriye ile ilişkili olarak ABD’nin net ve somut talepleriyle taşeron komşu-savaşçı konumuna itilmiş olmamız ve her an sınırlardan kötü haberler bekleniyor olması da işin başka bir korkunç boyutu. Tabii bir iktidarın ülkeyi “sıkıştırılmış hidrojen” yapısına geçirmesinin kendisine ne kazandırdığı da merak konusu olabilir: “Vallahi biz de tam bilemiyoruz, ama zaten onlar kendi aralarında o kadar parçalı-bohça durumundalar ki, biz bu siyasetleri sürdürerek nasıl olsa hep kazanıyoruz” diyerek kendilerine göre bir izahat getirebilirler (!).
Sivil toplum kuruluşlarının
“ileri demokrasi” tarafından köşeye sıkıştırılmış olması, Ana Muhalefet Partisi’nin bitmez tükenmez “vitrine hangi liberalleri çıkartsak da parlatsak” arayışları arasında alıştığımız ağır çekim hareket(sizlik)leri, AKP’ye sonsuz bir eylem özgürlüğü getirmiş durumda. Arada bir hidrojen sızmasından yaşanan küçük patlamaları saymazsak, muhalefet, bölük pörçük basın açıklamaları, polisle sağda solda gaz ve cop dalaşları ve bol bol homurdanma ile yetiniyor. Tabii buna eklenecek bir diğer gerçek, sanal dünya,yani e-mail gönderimleri, twitter ve facebook’ta yaşanan kavga-gürültüler. Burası da başka bir alem! Hükümetin tehdit ve baskılarından şimdilik bir nebze kaçabilmiş olan “Hidrojen Toplum” un üyeleri, burada fikirlerini ortaya dökmenin ötesinde birbirlerini yemekle meşguller. Hadi toplumun özellikle eğitimi sorunlu kesiminin bu alanı bir küfür ve kompleks kusması olarak görüyor olmasını bir kenara bırakın. Bunun da ötesinde nereye patlayacağını bilemeyen insanlar, “suçlu” deşecek fırsat kolluyorlar. Geçen akşam twitter’da olimpiyatlar hakkında bir görüş belirtmişken, birden baktım bana alakasız saldırılar gelmeye başladı. Meğer Malatya krizi patlak vermiş! O saniyede bundan haberi olmayan ben, neden olan bitene tepki vermiyormuşum, sanatçılar duyarlı olmaz mıymış, ben bıçaklandığımda ne hissetmişim diye uzayıp giden eleştiriler... Bu arada o anda ne haber kanallarında, ne gazetelerde konuyla ilgili tık yok! “Hidrojen Toplum” o kadar sıkışmış ki, o anda Malatya’yı tam anlayamasa bile neredeyse olan bitenden beni sorumlu tutacak! Sanki ben Tanrı’nın temsilcisiyim de yurtta olan her vukuat anında bana ulaşıyor, benim de İçişleri Muhalefet Bakanı olarak anında tepki vermem lazım!
İşte10 yıllık AKP iktidarı sonunda böyle bir
“Hidrojen Toplum” oluverdik. Görüntüde süt-liman, hiç bir şeyden şikayeti olmayan, mitinglere uzak, Ergenekon’dan Balyoz’a süregelen siyasi davaların acımasız absürdlüğüne bile alışabilmiş, resmen uyuşturulmuş, kendi içinde ise tam tersine kaderine küsmüş, içine kapanmış, her an patlamaya hazır ve arada kaçınılmaz gerilim fireleri veren bir halk. Ve bu büyük emeklerle (!) elde edilmiş pasifliği sonuna kadar sömüren bir iktidar... Nereye kadar?  
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..   

30 Temmuz 2012 Pazartesi

ACİL DAGITIM-İLK KURŞUN'dan Vatanseverlere Çağrı...‏


   
Yakında “İlk Kurşun”un sitesine tıkladığınızda,
hiçbir şey göremeyeceksiniz. Bir asma kilitten başka!
Ama alkış çok, tebrik çok, yazan çok, okuyan çok…
........................................
 
 
ÇARE SİZSİNİZ ......
 
AYDA 2.5 TL
SENEDE 30 TL
 
BU PARAYI VEREMEZ MİSİNİZ ??? 
VEREMEM DİYEN,
BANA MEKTUBUMU GERİ GÖNDERSİN.
ONU BİR DAHA RAHATSIZ ETMEYEYİM...
POSTA KUTUSUNA BİLE UĞRAMAYAYIM !!!
 
TÜRKİYE'MİZİN İÇİNE SÜRÜKLENDİĞİ KARANLIĞI YIRTMANIN TEK YOLU,
BİRLEŞMEK,GÜÇLENMEK VE BU KONUDA ÇABA GÖSTEREN,
SAYISI ÇOK AZ KALMIŞ GERÇEK ULUSALCI MEDYAYA DESTEK OLMAKTIR.
 
DEĞERLİ YURTSEVERLER,
ÜLKESİNE YÜREĞİ ACIYANLAR
EMEK ÜRETENLER,
GELECEKTEN KAYGI DUYANLAR,
ELLERİNİZ CEBE...
 
AYDA 2.5 TL
SENEDE 30 TL
İLK KURŞUN'A ABONE OLUN...
 
 
NEDEN Mİ ???
YANITI AŞAĞIDADIR ....
 
Naci KAPTAN
 
Bu çağrıyı lütfen yayınız.
Siz de çağrının gereğini yapınız...
 
***
 
Ey yurtseverler;
Kuvayı Milliye’nin sanat cephesi ve basın cephesinde
2 kale olan İlk Kurşun Gazetesi ve Tiyatro Birileri  desteğinizi arıyor…
 
Kime karşı Cumhuriyet ve vatan yıkıcısı Soros’ların, Cemaatlerin, tarikatlerin kurdukları,destekledikleri yıkıcı, karanlık güçlere karşı…Yurdunun bölünmez bütünlüğünün, tekil ulusal devlet yapısının karşı karşıya olduğu tehlikelere karşı mesleklerini; Gençliğe Hitabe’de üzerlerine düşen birinci vazifeyi yerine getirmek üzerine kuran; gerçeklerin ve insanlarımızın beyinlerinin özel ve sistematik izlencelerle karartıldığı bu dönemde; sanatını Mustafa Kemal’in gösterdiği hedefe ;
 
yani “Türk kültürünü çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarma” ülküsünde uygulayan Tiyatro Birileri kurucusu Utku Erişik ve daha çok ve daha güçlü yurtsever basına gereksinim olan içinde olduğumuz bu dönemde Atatürk’ün “gerçekleri söylemekten korkmayın” sözünü yayın politikasında temel ilke kabul eden İlk Kurşun Gazetesi adına bendeniz Güneş Erkul; “reklamınızı iyi yapmıyor, çektiğiniz sıkıntıları paylaşmıyor,destek istemiyorsunuz” eleştirileri üzerine bu çağrıyı yapıyorum…Kuvayı Milliye’nin kalelerine sahip çıkın…Sadece bize değil tüm vatansever yayınlara, oluşumlara, örgütlenmelere…Karanlığa küfredeceğinize bir mum da siz yakın…
Gün; Cumhuriyet’imizin tüm kaleleri bir biri düşürülür, vatanımızın tüm kaleleri bir bir zaptedilirken; muhtaç olduğumuz kudreti damarlarımızdaki asil kandan alarak birinci vazifemizi yerine getirme, en kıymetli hazinemiz olan“Cumhuriyetimiz ve bağımsızlığımıza” sahip çıkmak için yeniden dirilişi başlatma , uyuyan devi yani Türk milletini uyandırma günü…
Bunu gerçekleştirmek için karanlığın, büyük tehlike ve tehdidin farkında olan ulusal tüm güçlerin; karanlığın içine batırıldığı için gerçekleri göremeyecek, aydınlıkla karanlığı farkedemeyecek duruma getirilmiş, sistemli bir şekilde uyuşturulmuş, korkutularak sindirilmiş, açlıkla terbiye edilmiş halkımızın uyandırılmasında sorumluluk ve görev üstlenen bu kurumlarımıza sahip çıkalım. Bir yayının, bir kurumun tam bağımsızlığını koruması, yaşadığı sıkıntıları aşabilmesi için gücünü okurlarından, izleyicilerinden alması gerekir.Çağrımız gücümüze güç katmanız içindir, bir duyarlılık çağrısıdır. “Çorbada benim de tuzum olsun” düşüncesini uyandırmak içindir.
Utku Erişik bakın bu konuyla ilgili ne diyor:
““Gençler bomboş!”, “Gençler duyarsız!”, “Gençler hiçbir şey yapmıyor!” cümlelerinin sıkça kurulduğu bir ortamda, iki genç olarak, bir yol tutturmuş gidiyoruz.
Yol ne yolu peki?
Mustafa Kemal’in aydınlık yolu, Mustafa Kemal’in devrim yolu… Tam bağımsızlığa yeniden açılacak olan Kuvayı Milliye yolu, anti-emperyalizmi yeniden doğuracak olan Kemalizm yolu…
Bu satırları okuyanlar içinde, ikimizi de yakından tanıyanlar vardır. Ben tanımayanlara söyleyeyim o halde:
Bizde zerre akıl yok!
Olsa ne mi yapardık?
Güneş’ten başlayayım…
İlk Kurşun gazetesi diye bir gazete çıkarıyor, değil mi? Bas bas bağırıyor, “Tıpkı Milli Mücadele döneminde olduğu gibi, Mütareke Basını’na karşı kendi basınımızı yaratmak zorundayız.” diye…
Niye bunu söylüyor? Zerre akıl yok da ondan!
Okulunu bitirmişsin. At kendini bir işe, sırtını daya bir yerlere… “Ezen-ezilen”, “iş-emek” gibi kavramlara kafanı yormadan, gericisine, bölücüsüne aldırmadan, haberlere dahi bakmadan, gez dolaş Kordon’da… Maaşını al, evlen, çocuk yap, bak keyfine işte!
Yok…
Güneş, illa gazete çıkaracak. İzmir’deki bu gazetenin adı da, İzmir’deki Hasan Tahsin’e atfen “İlk Kurşun” olacak…
Eeee?
Bu gazeteye günde binlerce “spam” saldırısı gerçekleşecek; gericisi ayrı, bölücüsü ayrı, siteyi çökertmeye çalışacak,Güneş Erkul da bunları savan bir Cumhuriyet “Sav”cısı olacak!
Hürriyet gibi haber siteleriyle yarışıyor tıklanma oranı… Yüreği“Mustafa Kemal” diye atanlar kadar, kansız damarlarında Mustafa Kemal düşmanı bir irin akanlar da izliyor siteyi… Bunu sıkça da belli ediyorlar…
Bu internet sitesiyle de kalmıyor; Sevgili Güneş, ayda bir de bu gazeteyi basıp yayımlıyor…
Site tıklanma rekorları kırıyor, çıkan yazılar internette aylarca dolaştırılıyor“harika” yorumlar geliyor,“muhteşem” sözler sarfediliyor, “fevkalade” tepkiler alınıyor…
“Peki Güneş, abone sayısı ne durumda?”
“Az, hem de çok az!”
“Bu kadar ilgi peki? Bu kadar alkış?”
“Maddi destek yok, reklam yok… Ayakta durmakta zorlanıyoruz.”
İşte Güneş’te bu yüzden zerre akıl yok!
Olsaydı; böyle bir gazete yerine, onun bunun yalakalığını yapan bir gazete çıkarırdı. Ya da “kafa” olarak böyle olurdu da, bazılarının yaptığı gibi, iş “ticaret”e gelince, “her şey mubah” deyip, avantasını kapar, vurgunu vururdu belinden…
Olsaydı; böyle bir internet sitesi yerine, arkadaşlık sitesi açar, sarışın ve mavi gözlü kadın arayan erkeklere ya da uzun boylu ve kaslı erkek arayan kadınlara bu hizmeti sunardı.
Para mı?
İşte o zaman çuvalla!
Asistanı Sibel, işte o zaman matbaa masrafını azaltmak için katlanmamış gelen gazeteleri katlamak için uğraşmaz, internet sitesinin “gold üye”lerinin paralarını yatırıp yatırmadığını kontrol ederdi. Yatırmış mı? Tamam, hemen onlara “platin üye” olmanın avantajlarını anlatan bir e-posta gönderirdi… Yoksa, böyle çıkan her yazıyı Kemalizm aşkına internetten yaymaya, siteyi tanıtmaya çalışmazdı…
Buradan şunu da anlıyoruz: Sibel’de de zerre akıl yok!
Gelelim bana…
Ben de, Tiyatro Birileri diye bir tiyatro kurmuşum… Ayda 300’e yakın şirketin iflasını açıkladığı bir dönemde, bir şirket açmışım. Bu bir delilik… Hem de nüfusun hızla artmasına rağmen izleyicinin hızla azaldığı bir dönemde, bir tiyatro kurmuşum. Bu da bir delilik… Hem de iktidarın faşizminin tüm toplumda buram buram hissedildiği bir dönemde, Mustafa Kemal’i hakkıyla anlatan oyunlar yazıp oynuyorum. Bu artık salaklık!
Zaten en baştan söylemiştim; bende de zerre aklın olmadığını…
Olsaydı; tiyatro kurmazdım. Birçok oyuncu gibi, bana rol teklif edilmesini beklerdim. O da tiyatroda değil; “Aşk-ı Memnu”gibi bir dizide ya da “Recep İvedik” gibi bir filmde… “Aman canım, istediğim parayı versinler de, ne rol olursa olsun işte!” derdim… Hadi illa tiyatro mu kuracağım? Yazardım bol öpüşmeli-sevişmeli bir oyun… İçine bir tane “sanat için soyunan” bir manken, bir tane de ağzı iyi küfür yapan bir dizi oyuncusu erkek… Eh, fonda da “Kavak Yelleri” dizisinden bir kavak ağacı…
Para mı?
İşte o zaman çuvalla!
Akılsız Güneş, İlk Kurşun’u nasıl ayakta tutuyor? Yani gazetenin ve internet sitesinin her türlü masrafları nasıl karşılanıyor?
Abonelik ile…
Abone olan?
Çok az, yok denecek kadar az…
Yıllık abonelik ne kadar?
30 TL…
Yakında “İlk Kurşun”un sitesine tıkladığınızda, hiçbir şey göremeyeceksiniz. Bir asma kilitten başka!
Ama alkış çok, tebrik çok, yazan çok, okuyan çok…
Akılsız Utku, Tiyatro Birileri’ni nasıl ayakta tutuyor? Yani oyunların ve tiyatronun her türlü masrafları nasıl karşılanıyor?
Oyunların ve kitapların satışıyla…
Kültür Bakanlığı desteği ya da sponsor?
Deli olmasın kimse, bu devirde ne gezer!
Oyunu alan var mı?
Çok az, yok denecek kadar az…
Kitabı alan var mı?
Çok az, yok denecek kadar az…
Yakında Tiyatro Birileri’nin sitesine tıkladığınızda, hiçbir şey göremeyeceksiniz. Bir asma kilitten başka!
Ama alkış çok, tebrik çok, “Aslansın Utku!” diyen çok, sırtımı sıvazlayan çok…
Biz, yani akılsız Güneş Erkul ve akılsız Utku Erişik olarak para dilenmiyoruz…
Güneş Erkul, yıllık 30 TL karşılığında, adam gibi bir gazete sunuyor hepimize. Çoğumuzun “Sabah kalkar kalkmaz, ilk iş İlk Kurşun’daki yazıları okuyorum.” dediği sitenin ayakta durması için çalışıyor.
Ben, “Mustafa Kemal’in Yürekli Çocukları” adında bir kitap yazdım, dördüncü kitabım. 272 sayfalık kitabın 13 TL olması, bu işten anlayanlara komik gelecektir. Ama dedim ya akılsızım diye, bunu hem tiyatromun ayakta kalması için bir kaynak hem de verdiğimiz düşünsel mücadelenin yayılması için bir araç görüyorum. Bedri Baykam, övgü dolu bir önsöz yazmış, birçok değerli aydın görüşleriyle katkı sunmuş… “Hoş Gelişler Ola” diye bir oyun yazdım, oynuyorum. İnanın, bulunduğunuz kentlerin belediyelerinin Nadide Sultan’a verdiği paranın yanında istediğimiz para, bu işten anlayanlara komik gelecektir. Akılsızlığımı şimdiye dek sayısız aydının övgüler düzdüğü bu oyunumu yine bu düşünsel mücadelemin bir parçası olarak görerek gösteriyorum. İzleyenler bilirler, fazla söze gerek yok…
Peki soruyorum şimdi hepinize:
Güneş Erkul ve Utku Erişik ne yapsın? Bu iki değerli kurumun nasıl ayakta kalacağını düşünüyorsunuz?
Özverilerle bugünlere getirdik… Maddi zorluklarla bugünlere getirdik… Ama gücümüz bir yere kadar gidecek ve o yer çok yakında, biliyoruz.
Ağzını her açan, cemaatçilerin nasıl bu kadar zengin olduğunu soruyor, malum gazetelerin nasıl böyle bedava dağıtıldığını soruyor ve ekliyor:
“Bizden adam olmaz, biz bunlara karşı bir şey yapamayız!”
Peki hiç soruyor musunuz kendinize?
Yurtdışından ve yurtiçinden o kurumlara ne kadar para gönderiyor o cemaat mensupları? Kendi dergilerine, gazetelerine ve sanatçılarına nasıl destek oluyorlar?
Cami önlerinde o kurumlar için masalar açılıyor ve herkes inandıkları bu dava uğruna ne kadar verebiliyorsa onu veriyor. Üzgünüm; ama bu çark böyle dönüyor…
İlk Kurşun gazetesi ve Tiyatro Birileri, bugün Kemalizm’in iki kalesi, Mustafa Kemal’in iki sesidir…
Sonra bu iki kale yıkılınca, bu iki ses susunca, kimse “ah vah” etmesin… Nasıl memleketimizle ilgili konularda ileriyi görüp uyarıyorsak, bu konuda da gerçek gün gibi ortadadır!
İki kurumun da internet sitesi bellidir, iletişim bilgileri bellidir; gazetenize ve tiyatronuza sahip çıkın.
Yoksa bu gidişle kapanacağız, kapanmak üzereyiz haberiniz ola!”
Güneş Erkul/Utku Erişik

ACİL DAGITIM-İLK KURŞUN'dan Vatanseverlere Çağrı...‏


   
Yakında “İlk Kurşun”un sitesine tıkladığınızda,
hiçbir şey göremeyeceksiniz. Bir asma kilitten başka!
Ama alkış çok, tebrik çok, yazan çok, okuyan çok…
........................................
 
 
ÇARE SİZSİNİZ ......
 
AYDA 2.5 TL
SENEDE 30 TL
 
BU PARAYI VEREMEZ MİSİNİZ ??? 
VEREMEM DİYEN,
BANA MEKTUBUMU GERİ GÖNDERSİN.
ONU BİR DAHA RAHATSIZ ETMEYEYİM...
POSTA KUTUSUNA BİLE UĞRAMAYAYIM !!!
 
TÜRKİYE'MİZİN İÇİNE SÜRÜKLENDİĞİ KARANLIĞI YIRTMANIN TEK YOLU,
BİRLEŞMEK,GÜÇLENMEK VE BU KONUDA ÇABA GÖSTEREN,
SAYISI ÇOK AZ KALMIŞ GERÇEK ULUSALCI MEDYAYA DESTEK OLMAKTIR.
 
DEĞERLİ YURTSEVERLER,
ÜLKESİNE YÜREĞİ ACIYANLAR
EMEK ÜRETENLER,
GELECEKTEN KAYGI DUYANLAR,
ELLERİNİZ CEBE...
 
AYDA 2.5 TL
SENEDE 30 TL
İLK KURŞUN'A ABONE OLUN...
 
 
NEDEN Mİ ???
YANITI AŞAĞIDADIR ....
 
Naci KAPTAN
 
Bu çağrıyı lütfen yayınız.
Siz de çağrının gereğini yapınız...
 
***
 
Ey yurtseverler;
Kuvayı Milliye’nin sanat cephesi ve basın cephesinde
2 kale olan İlk Kurşun Gazetesi ve Tiyatro Birileri  desteğinizi arıyor…
 
Kime karşı Cumhuriyet ve vatan yıkıcısı Soros’ların, Cemaatlerin, tarikatlerin kurdukları,destekledikleri yıkıcı, karanlık güçlere karşı…Yurdunun bölünmez bütünlüğünün, tekil ulusal devlet yapısının karşı karşıya olduğu tehlikelere karşı mesleklerini; Gençliğe Hitabe’de üzerlerine düşen birinci vazifeyi yerine getirmek üzerine kuran; gerçeklerin ve insanlarımızın beyinlerinin özel ve sistematik izlencelerle karartıldığı bu dönemde; sanatını Mustafa Kemal’in gösterdiği hedefe ;
 
yani “Türk kültürünü çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarma” ülküsünde uygulayan Tiyatro Birileri kurucusu Utku Erişik ve daha çok ve daha güçlü yurtsever basına gereksinim olan içinde olduğumuz bu dönemde Atatürk’ün “gerçekleri söylemekten korkmayın” sözünü yayın politikasında temel ilke kabul eden İlk Kurşun Gazetesi adına bendeniz Güneş Erkul; “reklamınızı iyi yapmıyor, çektiğiniz sıkıntıları paylaşmıyor,destek istemiyorsunuz” eleştirileri üzerine bu çağrıyı yapıyorum…Kuvayı Milliye’nin kalelerine sahip çıkın…Sadece bize değil tüm vatansever yayınlara, oluşumlara, örgütlenmelere…Karanlığa küfredeceğinize bir mum da siz yakın…
Gün; Cumhuriyet’imizin tüm kaleleri bir biri düşürülür, vatanımızın tüm kaleleri bir bir zaptedilirken; muhtaç olduğumuz kudreti damarlarımızdaki asil kandan alarak birinci vazifemizi yerine getirme, en kıymetli hazinemiz olan“Cumhuriyetimiz ve bağımsızlığımıza” sahip çıkmak için yeniden dirilişi başlatma , uyuyan devi yani Türk milletini uyandırma günü…
Bunu gerçekleştirmek için karanlığın, büyük tehlike ve tehdidin farkında olan ulusal tüm güçlerin; karanlığın içine batırıldığı için gerçekleri göremeyecek, aydınlıkla karanlığı farkedemeyecek duruma getirilmiş, sistemli bir şekilde uyuşturulmuş, korkutularak sindirilmiş, açlıkla terbiye edilmiş halkımızın uyandırılmasında sorumluluk ve görev üstlenen bu kurumlarımıza sahip çıkalım. Bir yayının, bir kurumun tam bağımsızlığını koruması, yaşadığı sıkıntıları aşabilmesi için gücünü okurlarından, izleyicilerinden alması gerekir.Çağrımız gücümüze güç katmanız içindir, bir duyarlılık çağrısıdır. “Çorbada benim de tuzum olsun” düşüncesini uyandırmak içindir.
Utku Erişik bakın bu konuyla ilgili ne diyor:
““Gençler bomboş!”, “Gençler duyarsız!”, “Gençler hiçbir şey yapmıyor!” cümlelerinin sıkça kurulduğu bir ortamda, iki genç olarak, bir yol tutturmuş gidiyoruz.
Yol ne yolu peki?
Mustafa Kemal’in aydınlık yolu, Mustafa Kemal’in devrim yolu… Tam bağımsızlığa yeniden açılacak olan Kuvayı Milliye yolu, anti-emperyalizmi yeniden doğuracak olan Kemalizm yolu…
Bu satırları okuyanlar içinde, ikimizi de yakından tanıyanlar vardır. Ben tanımayanlara söyleyeyim o halde:
Bizde zerre akıl yok!
Olsa ne mi yapardık?
Güneş’ten başlayayım…
İlk Kurşun gazetesi diye bir gazete çıkarıyor, değil mi? Bas bas bağırıyor, “Tıpkı Milli Mücadele döneminde olduğu gibi, Mütareke Basını’na karşı kendi basınımızı yaratmak zorundayız.” diye…
Niye bunu söylüyor? Zerre akıl yok da ondan!
Okulunu bitirmişsin. At kendini bir işe, sırtını daya bir yerlere… “Ezen-ezilen”, “iş-emek” gibi kavramlara kafanı yormadan, gericisine, bölücüsüne aldırmadan, haberlere dahi bakmadan, gez dolaş Kordon’da… Maaşını al, evlen, çocuk yap, bak keyfine işte!
Yok…
Güneş, illa gazete çıkaracak. İzmir’deki bu gazetenin adı da, İzmir’deki Hasan Tahsin’e atfen “İlk Kurşun” olacak…
Eeee?
Bu gazeteye günde binlerce “spam” saldırısı gerçekleşecek; gericisi ayrı, bölücüsü ayrı, siteyi çökertmeye çalışacak,Güneş Erkul da bunları savan bir Cumhuriyet “Sav”cısı olacak!
Hürriyet gibi haber siteleriyle yarışıyor tıklanma oranı… Yüreği“Mustafa Kemal” diye atanlar kadar, kansız damarlarında Mustafa Kemal düşmanı bir irin akanlar da izliyor siteyi… Bunu sıkça da belli ediyorlar…
Bu internet sitesiyle de kalmıyor; Sevgili Güneş, ayda bir de bu gazeteyi basıp yayımlıyor…
Site tıklanma rekorları kırıyor, çıkan yazılar internette aylarca dolaştırılıyor“harika” yorumlar geliyor,“muhteşem” sözler sarfediliyor, “fevkalade” tepkiler alınıyor…
“Peki Güneş, abone sayısı ne durumda?”
“Az, hem de çok az!”
“Bu kadar ilgi peki? Bu kadar alkış?”
“Maddi destek yok, reklam yok… Ayakta durmakta zorlanıyoruz.”
İşte Güneş’te bu yüzden zerre akıl yok!
Olsaydı; böyle bir gazete yerine, onun bunun yalakalığını yapan bir gazete çıkarırdı. Ya da “kafa” olarak böyle olurdu da, bazılarının yaptığı gibi, iş “ticaret”e gelince, “her şey mubah” deyip, avantasını kapar, vurgunu vururdu belinden…
Olsaydı; böyle bir internet sitesi yerine, arkadaşlık sitesi açar, sarışın ve mavi gözlü kadın arayan erkeklere ya da uzun boylu ve kaslı erkek arayan kadınlara bu hizmeti sunardı.
Para mı?
İşte o zaman çuvalla!
Asistanı Sibel, işte o zaman matbaa masrafını azaltmak için katlanmamış gelen gazeteleri katlamak için uğraşmaz, internet sitesinin “gold üye”lerinin paralarını yatırıp yatırmadığını kontrol ederdi. Yatırmış mı? Tamam, hemen onlara “platin üye” olmanın avantajlarını anlatan bir e-posta gönderirdi… Yoksa, böyle çıkan her yazıyı Kemalizm aşkına internetten yaymaya, siteyi tanıtmaya çalışmazdı…
Buradan şunu da anlıyoruz: Sibel’de de zerre akıl yok!
Gelelim bana…
Ben de, Tiyatro Birileri diye bir tiyatro kurmuşum… Ayda 300’e yakın şirketin iflasını açıkladığı bir dönemde, bir şirket açmışım. Bu bir delilik… Hem de nüfusun hızla artmasına rağmen izleyicinin hızla azaldığı bir dönemde, bir tiyatro kurmuşum. Bu da bir delilik… Hem de iktidarın faşizminin tüm toplumda buram buram hissedildiği bir dönemde, Mustafa Kemal’i hakkıyla anlatan oyunlar yazıp oynuyorum. Bu artık salaklık!
Zaten en baştan söylemiştim; bende de zerre aklın olmadığını…
Olsaydı; tiyatro kurmazdım. Birçok oyuncu gibi, bana rol teklif edilmesini beklerdim. O da tiyatroda değil; “Aşk-ı Memnu”gibi bir dizide ya da “Recep İvedik” gibi bir filmde… “Aman canım, istediğim parayı versinler de, ne rol olursa olsun işte!” derdim… Hadi illa tiyatro mu kuracağım? Yazardım bol öpüşmeli-sevişmeli bir oyun… İçine bir tane “sanat için soyunan” bir manken, bir tane de ağzı iyi küfür yapan bir dizi oyuncusu erkek… Eh, fonda da “Kavak Yelleri” dizisinden bir kavak ağacı…
Para mı?
İşte o zaman çuvalla!
Akılsız Güneş, İlk Kurşun’u nasıl ayakta tutuyor? Yani gazetenin ve internet sitesinin her türlü masrafları nasıl karşılanıyor?
Abonelik ile…
Abone olan?
Çok az, yok denecek kadar az…
Yıllık abonelik ne kadar?
30 TL…
Yakında “İlk Kurşun”un sitesine tıkladığınızda, hiçbir şey göremeyeceksiniz. Bir asma kilitten başka!
Ama alkış çok, tebrik çok, yazan çok, okuyan çok…
Akılsız Utku, Tiyatro Birileri’ni nasıl ayakta tutuyor? Yani oyunların ve tiyatronun her türlü masrafları nasıl karşılanıyor?
Oyunların ve kitapların satışıyla…
Kültür Bakanlığı desteği ya da sponsor?
Deli olmasın kimse, bu devirde ne gezer!
Oyunu alan var mı?
Çok az, yok denecek kadar az…
Kitabı alan var mı?
Çok az, yok denecek kadar az…
Yakında Tiyatro Birileri’nin sitesine tıkladığınızda, hiçbir şey göremeyeceksiniz. Bir asma kilitten başka!
Ama alkış çok, tebrik çok, “Aslansın Utku!” diyen çok, sırtımı sıvazlayan çok…
Biz, yani akılsız Güneş Erkul ve akılsız Utku Erişik olarak para dilenmiyoruz…
Güneş Erkul, yıllık 30 TL karşılığında, adam gibi bir gazete sunuyor hepimize. Çoğumuzun “Sabah kalkar kalkmaz, ilk iş İlk Kurşun’daki yazıları okuyorum.” dediği sitenin ayakta durması için çalışıyor.
Ben, “Mustafa Kemal’in Yürekli Çocukları” adında bir kitap yazdım, dördüncü kitabım. 272 sayfalık kitabın 13 TL olması, bu işten anlayanlara komik gelecektir. Ama dedim ya akılsızım diye, bunu hem tiyatromun ayakta kalması için bir kaynak hem de verdiğimiz düşünsel mücadelenin yayılması için bir araç görüyorum. Bedri Baykam, övgü dolu bir önsöz yazmış, birçok değerli aydın görüşleriyle katkı sunmuş… “Hoş Gelişler Ola” diye bir oyun yazdım, oynuyorum. İnanın, bulunduğunuz kentlerin belediyelerinin Nadide Sultan’a verdiği paranın yanında istediğimiz para, bu işten anlayanlara komik gelecektir. Akılsızlığımı şimdiye dek sayısız aydının övgüler düzdüğü bu oyunumu yine bu düşünsel mücadelemin bir parçası olarak görerek gösteriyorum. İzleyenler bilirler, fazla söze gerek yok…
Peki soruyorum şimdi hepinize:
Güneş Erkul ve Utku Erişik ne yapsın? Bu iki değerli kurumun nasıl ayakta kalacağını düşünüyorsunuz?
Özverilerle bugünlere getirdik… Maddi zorluklarla bugünlere getirdik… Ama gücümüz bir yere kadar gidecek ve o yer çok yakında, biliyoruz.
Ağzını her açan, cemaatçilerin nasıl bu kadar zengin olduğunu soruyor, malum gazetelerin nasıl böyle bedava dağıtıldığını soruyor ve ekliyor:
“Bizden adam olmaz, biz bunlara karşı bir şey yapamayız!”
Peki hiç soruyor musunuz kendinize?
Yurtdışından ve yurtiçinden o kurumlara ne kadar para gönderiyor o cemaat mensupları? Kendi dergilerine, gazetelerine ve sanatçılarına nasıl destek oluyorlar?
Cami önlerinde o kurumlar için masalar açılıyor ve herkes inandıkları bu dava uğruna ne kadar verebiliyorsa onu veriyor. Üzgünüm; ama bu çark böyle dönüyor…
İlk Kurşun gazetesi ve Tiyatro Birileri, bugün Kemalizm’in iki kalesi, Mustafa Kemal’in iki sesidir…
Sonra bu iki kale yıkılınca, bu iki ses susunca, kimse “ah vah” etmesin… Nasıl memleketimizle ilgili konularda ileriyi görüp uyarıyorsak, bu konuda da gerçek gün gibi ortadadır!
İki kurumun da internet sitesi bellidir, iletişim bilgileri bellidir; gazetenize ve tiyatronuza sahip çıkın.
Yoksa bu gidişle kapanacağız, kapanmak üzereyiz haberiniz ola!”
Güneş Erkul/Utku Erişik

24 Temmuz 2012 Salı

KADINLAR FİŞLENİRKEN İSMET PAŞA MİTİNG YAPAR MIYDI? / BEDRİ BAYKAM/ 24 Temmuz 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Kayalıklara vuran dalgaları dinlerken ülkemde olup bitenleri gözden geçiriyorum. Türkiye’de yaşam nabzına bakılırsa, her şey normal sürüyor. İşler herkes için en güzel rutininde, tatil planları, sahurlar-iftarlar, transfer dedikoduları... Mutlu bir Türkiye!
Bir de bu Cumhuriyet’te yaşayıp ölmüş her vatandaşı mezarından dehşetle kaldıracak diğer gelişmeler dizisi var, her gün yeni halkalar eklenen... Zannediyorsunuz ki,
“insaf artık, bunu da yaptılar ha!” diye nara atacaksanız ve sonra bu saçma yuvarlanma sona erecek, kabustan uyanacaksınız... Ne gezer? İktidar için “yaptıkları, yapmaya hazırlandıkları hamlelerin yalnız provası“ niteliğinde!
“Kadınları fişlemek” ve mahrem cinsel yaşamlarına dair akıl almaz densiz sorular sormak, AKP’nin kafayı seksle bozmuş olmasının yeni bir kanıtı olmanın ötesinde, 1930’ların Almanyası’nı artık doğrudan hatırlatması açısından vurucu bir gelişme. (Yoksa o standart soruları daha da geliştirip, tercih edilen pozisyonların Yargıtay içtihatlarına uyumlu olup olmadığı da yemin karşılığı öğrenilebilir ya da erkek partnerlerin adları ve birleşme tarih/saatleri de istenebilirdi!)
Peki Türkiye bu işkenceden nasıl kurtulacak? Hücrelerine sızan ve demokrasinin saflığını ve akılsız iyi niyetini dolandırarak emeline ulaşmış bu tahammülsüz yapıdan bir çıkış var mı? Mesela, eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, örnek demokrat Vural Savaş bile, iki yıl kadar önce
“Türkiye artık anti-demokratik şekilde yargı yapısına sızan ve Cumhuriyet’i bitirecek bir yapıya geri dönülmez bir şekilde teslim oldu” diyerek bu mücadele arenasındaki fiili çabalarına nokta koydu. Geçen haftaki yazımda da AKP’nin artık laikliği Anayasa’dan basın özgürlüğü ile birlikte kaldırmakta olduğunu hatırlatan bir ikazı kaleme almıştım. CHP Kurultayı’nı yaşadığımız gün, iki konuşması arasında Kılıçdaroğlu yanıma oturunca ikazlarımı sözlü olarak da nazikçe kendisine ilettim. “CHP Anayasa Komisyonu’nu derhal terkedip büyük bir uluslararası basın toplantısı yapıp tuzağın gerçek yüzünü açıklamalı.” dedim. “Merak etmeyin Bedri Bey, biz izin vermeyiz, henüz bunların sırası değil.” dedi. İkna olmadım. Yaptığım Kurultay konuşmasında CHP’nin üzerine gökdelen yıkılırken kendini şemsiye ile korumaya çalıştığını, bu seferki değişikliğin 4+4+4’ü bile sollayıp nihai darbeyi indireceğini vurguladım. Konuşma süreme sığdıramadığım cümlem şuydu: “İnönü bugün yaşasa, 128. yaşını kutlardı. Belki tekerlekli iskemlede görürdük kendisini ama yine de bu ortamda haftada dört mitingle AKP yapısına nefes aldırmazdı!”
CHP, bugün o tepki reflekslerini ve dinamizmini gösteremiyor. Peki son Kurultay’da seçilen Parti Meclisi dertlere deva olabilir mi? Kılıçdaroğlu’nun “çarşaf liste” yolunu benimsemesi, her ne kadar olumlu bir gelişme olsa da, önce 92, ardından da 52 kişilik bir blok liste çıkarılması, delegelere olan güvenin pek yerinde olmadığını kanıtlıyor. O liste 92’de kalsa ve ikinci dar liste çıkmasaydı, daha çok delinirdi veya Başkan yalnız 20 kişilik bir liste çıkarıp üstü için “CHP”ye güvenebilirdi!
Şimdi bugünün olağandışı şartlarında ülkeyi sırtlayacak tek yapı olan CHP’nin seçilen PM listesine bakıyorum: Çok zorlarsam, hepsi birbirinden değerli isimlerin, kamuoyunun gözünde laiklik ve Atatürkçülük hassasiyetleri yakından bilinenleri en fazla 7-8 kişi. CHP, şayet
“artık hiçbir şey fayda etmez” diye düşünüyorsa, bu sefer gerçekten “niye Parti’yi devraldınız?” sorusunu; yok, CHP hala mücadeleyi sürdürmeyi önemli buluyorsa, “çıkarabileceğiniz günün şartlarına en uygun kadro bu muydu?” sorusunu gündeme getirmek istiyorum.
Kılıçdaroğlu’nun kadro seçme kriterlerinin dayanağı şu: AKP’ye karşı, ona muhtaç bırakılmış kitlelerin oyunu almak için çok önemli liberal ekonomik tercihlere imza atabilecek ve geçmişin statükoculuğuyla tepki çekmeyecek bir kadro kurma inancı.
Halbuki bugünün Aydınlanma ve Ortaçağ kapışmasının iki başlı çelişkisini anlamadan Türkiye’de siyaset yapılmaz: Bu ülkede oylar, salt ekonomik tercihlerle verilmez ve ekonomik önerilerle geri kazanılamaz. Bu sade gerçeği algılayamamış şahıslar, siyasete girdikleri zaman, olsa olsa ülkeye de, Parti’ye de zaman kaybettirirler. Bu nedenlerle CHP’nin yeni kadrosu, artık kendi gerçeği ile hemen tanışmalı ve Anayasa’ya yapılmak istenen darbeye karşı çekilerek tavır almalıdır.Yoksa yaşanacak yeni çöküşlerin ardından kimse, “bu kadarını da beklemiyorduk” demeye kalkmasın! Her biri sırasını bekliyor, hepsi bundan ibaret...

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..   

KADINLAR FİŞLENİRKEN İSMET PAŞA MİTİNG YAPAR MIYDI? / BEDRİ BAYKAM/ 24 Temmuz 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Kayalıklara vuran dalgaları dinlerken ülkemde olup bitenleri gözden geçiriyorum. Türkiye’de yaşam nabzına bakılırsa, her şey normal sürüyor. İşler herkes için en güzel rutininde, tatil planları, sahurlar-iftarlar, transfer dedikoduları... Mutlu bir Türkiye!
Bir de bu Cumhuriyet’te yaşayıp ölmüş her vatandaşı mezarından dehşetle kaldıracak diğer gelişmeler dizisi var, her gün yeni halkalar eklenen... Zannediyorsunuz ki,
“insaf artık, bunu da yaptılar ha!” diye nara atacaksanız ve sonra bu saçma yuvarlanma sona erecek, kabustan uyanacaksınız... Ne gezer? İktidar için “yaptıkları, yapmaya hazırlandıkları hamlelerin yalnız provası“ niteliğinde!
“Kadınları fişlemek” ve mahrem cinsel yaşamlarına dair akıl almaz densiz sorular sormak, AKP’nin kafayı seksle bozmuş olmasının yeni bir kanıtı olmanın ötesinde, 1930’ların Almanyası’nı artık doğrudan hatırlatması açısından vurucu bir gelişme. (Yoksa o standart soruları daha da geliştirip, tercih edilen pozisyonların Yargıtay içtihatlarına uyumlu olup olmadığı da yemin karşılığı öğrenilebilir ya da erkek partnerlerin adları ve birleşme tarih/saatleri de istenebilirdi!)
Peki Türkiye bu işkenceden nasıl kurtulacak? Hücrelerine sızan ve demokrasinin saflığını ve akılsız iyi niyetini dolandırarak emeline ulaşmış bu tahammülsüz yapıdan bir çıkış var mı? Mesela, eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, örnek demokrat Vural Savaş bile, iki yıl kadar önce
“Türkiye artık anti-demokratik şekilde yargı yapısına sızan ve Cumhuriyet’i bitirecek bir yapıya geri dönülmez bir şekilde teslim oldu” diyerek bu mücadele arenasındaki fiili çabalarına nokta koydu. Geçen haftaki yazımda da AKP’nin artık laikliği Anayasa’dan basın özgürlüğü ile birlikte kaldırmakta olduğunu hatırlatan bir ikazı kaleme almıştım. CHP Kurultayı’nı yaşadığımız gün, iki konuşması arasında Kılıçdaroğlu yanıma oturunca ikazlarımı sözlü olarak da nazikçe kendisine ilettim. “CHP Anayasa Komisyonu’nu derhal terkedip büyük bir uluslararası basın toplantısı yapıp tuzağın gerçek yüzünü açıklamalı.” dedim. “Merak etmeyin Bedri Bey, biz izin vermeyiz, henüz bunların sırası değil.” dedi. İkna olmadım. Yaptığım Kurultay konuşmasında CHP’nin üzerine gökdelen yıkılırken kendini şemsiye ile korumaya çalıştığını, bu seferki değişikliğin 4+4+4’ü bile sollayıp nihai darbeyi indireceğini vurguladım. Konuşma süreme sığdıramadığım cümlem şuydu: “İnönü bugün yaşasa, 128. yaşını kutlardı. Belki tekerlekli iskemlede görürdük kendisini ama yine de bu ortamda haftada dört mitingle AKP yapısına nefes aldırmazdı!”
CHP, bugün o tepki reflekslerini ve dinamizmini gösteremiyor. Peki son Kurultay’da seçilen Parti Meclisi dertlere deva olabilir mi? Kılıçdaroğlu’nun “çarşaf liste” yolunu benimsemesi, her ne kadar olumlu bir gelişme olsa da, önce 92, ardından da 52 kişilik bir blok liste çıkarılması, delegelere olan güvenin pek yerinde olmadığını kanıtlıyor. O liste 92’de kalsa ve ikinci dar liste çıkmasaydı, daha çok delinirdi veya Başkan yalnız 20 kişilik bir liste çıkarıp üstü için “CHP”ye güvenebilirdi!
Şimdi bugünün olağandışı şartlarında ülkeyi sırtlayacak tek yapı olan CHP’nin seçilen PM listesine bakıyorum: Çok zorlarsam, hepsi birbirinden değerli isimlerin, kamuoyunun gözünde laiklik ve Atatürkçülük hassasiyetleri yakından bilinenleri en fazla 7-8 kişi. CHP, şayet
“artık hiçbir şey fayda etmez” diye düşünüyorsa, bu sefer gerçekten “niye Parti’yi devraldınız?” sorusunu; yok, CHP hala mücadeleyi sürdürmeyi önemli buluyorsa, “çıkarabileceğiniz günün şartlarına en uygun kadro bu muydu?” sorusunu gündeme getirmek istiyorum.
Kılıçdaroğlu’nun kadro seçme kriterlerinin dayanağı şu: AKP’ye karşı, ona muhtaç bırakılmış kitlelerin oyunu almak için çok önemli liberal ekonomik tercihlere imza atabilecek ve geçmişin statükoculuğuyla tepki çekmeyecek bir kadro kurma inancı.
Halbuki bugünün Aydınlanma ve Ortaçağ kapışmasının iki başlı çelişkisini anlamadan Türkiye’de siyaset yapılmaz: Bu ülkede oylar, salt ekonomik tercihlerle verilmez ve ekonomik önerilerle geri kazanılamaz. Bu sade gerçeği algılayamamış şahıslar, siyasete girdikleri zaman, olsa olsa ülkeye de, Parti’ye de zaman kaybettirirler. Bu nedenlerle CHP’nin yeni kadrosu, artık kendi gerçeği ile hemen tanışmalı ve Anayasa’ya yapılmak istenen darbeye karşı çekilerek tavır almalıdır.Yoksa yaşanacak yeni çöküşlerin ardından kimse, “bu kadarını da beklemiyorduk” demeye kalkmasın! Her biri sırasını bekliyor, hepsi bundan ibaret...

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..   

17 Temmuz 2012 Salı

LAİK CUMHURİYET ÇÖKERKEN CHP NE KONUŞACAK? / BEDRİ BAYKAM /17 Temmuz 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Türkiye’de sanki detay bir hukuk maddesi tartışması yapılıyormuş gibi, yeni Anayasa kapsamında, rejim darbesi ADI KONARAK gerçekleşiyor, laiklik hançerlenerek Atatürk Cumhuriyeti’ne son nefesi verdiriliyor. CHP ise yine bir hafta içi Kurultayı ile siyasi gündemin ortasında Kılıçdaroğlu’nun ilk defa çoğunluğunu kendi kontrol ettiği bir liste ile çalışma fırsatı bulacağı konuşuluyor. İyi de esas soru şu: CHP hedefleri olan bir siyasi Parti ise, bir gün hasbelkader iktidar olsa, nasıl bir toptan dönüştürülmüş Türkiye’yi teslim almış olacak? Elimizde bu gidişle demokrasiyi çalıştırabilecek herhangi bir mekanizma artığı bile kalmış olacak mı? CHP neyi hedeflediğini veya hangi dev tezgâhla karşı karşıya olduğunu anlıyor mu?
CHP, biraz sanki ANAP’ın dört eğilimini andıran bir biçim bozma peşinde koşturuyor.
“Temiz işadamları”, “Sosyal demokratlar, liberaller, Atatürkçüler, sosyalistler” tanımlamalarına, adı geçen Bekaroğlu ile Parti’nin resmi dilinden bir de “İslami sosyalistler” açılımı eklenmiş oluyor! Siz bu yazıyı okuyana kadar, bu isim CHP’ye girse de, girmese de, adının bu düzeyde telaffuz edilmesi bile fazlasıyla anlamlı. Buna rağmen, malum eleştirilere de set çekmek isteyen Kılıçdaroğlu “Altı Ok tartışılmaz” diye net bir mesaj vererek ulusalcı çevreleri teskin etmek istiyor; ancak burada sormak lazım: Pardon ama sizin için “Altı Ok” ne anlama geliyor? Okçuluk federasyonu logosu mu? Göze hoş gelen sipariş verilmiş bir grafik tasarım mı?
Geçen hafta bu ülkede Cumhuriyet’in çöküşünün, demokrasinin yanlış tarifinden kaynaklandığını hatırlatmıştım. Demokrasi düşmanlarına, demokrasilerde yer ve eylem özgürlüğü vermek
“çok demokrat olmak” mıydı; yoksa “demokrasinin ipini çekmek” mi? Bugün artık iktidar, çirkin anti-demokratik hedeflerini saklamadan basın özgürlüğü ve laiklik başta olmak üzere demokrasiyi imha etme planlarını yeni Anayasa ile devreye sokmuş durumda. Ne yazık ki “Yeni CHP” de, bu karanlığa kaymayı büyük ölçüde hızlandırıyor. “Solun kalesi”, AKP’nin laiklik ve çağdaş yaşam tarzlarına yaptığı saldırıları görmezden geliyor. Tarihte iktidarın hangi yöntemlerle ele geçirilip, nasıl illegal dayatmalarla pekiştirilebildiğini hatırlamıyor. Tüm bunlara ek olarak, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleriyle beraber uğradığı kökten saldırı, CHP’yi artık belki de geriye dönülemez hatalarının dibine itmiş durumda. Bazı iktidarlar gücü elden bırakmamak için her şeyi yapabilirler. Hele artık o güç dengelerinde caydırıcı hiç bir unsur kalmamışsa! “Demokrasi, yalnız oyunun kurallarını kabul edenler arasında bir oyundur” kaidesini unutursanız, sonuçlarını böyle yerlerden toplarsınız. Gücü ele geçirince kuralları baştan kafalarına göre yazan zihniyetleri oyuna dâhil ederseniz, şikâyet hakkınız kalmaz. Teşekkürler SHP. Teşekkürler “Yeni CHP”.
Bugün CHP, Anayasa çalışmalarına katılarak AKP’nin şeriatçı-darbesini meşrulaştırmaktadır. Artık
“basın hürdür, sansür edilemez” ve “devletin düzeni kısmi olarak bile dini esaslara dayandırılamaz” maddelerini bile doğrudan çöpe atabilen AKP, tarihi de keyfi şekilde değiştirmektedir: İsmet İnönü’nün adının ortaöğretimde kritik uluslararası ilişkiler metinlerinden çıkarılması, AKP dönemi övgüsünün ders kitaplarına sızdırılması, bu tavrın yansımalarıdır. Oluşturulmak istenen Anayasa’nın basın sansürü gerekçeleriyle, iktidar istediği her gazeteci cezalandırabilir. CHP o masadan kalkmayarak, komisyona varoluş desteği vererek, inşası süren yobaz kökenli ve sahte demokrasi iddiaları yüklü bu kandırmacaya ortak olmaktadır.
Türkiye, son dört yıldır, siyasi alanda kendisine karşı koyabilecek hiçbir kuvvet görmeyen AKP’nin hırs ve tahammülsüzlükleriyle
boğuşamamaktadır. Bu saldırgan oluşuma karşı neredeyse kendi temel ideolojisini ve hatta varoluş nedenlerini iptal etmiş görünen CHP de, Kılıçdaroğlu döneminde hissedilir bir direnç gösterememektedir. İsa Gök, Haluk Koç, Nur Serter ve Muharrem İnce dışında bu uçuruma yuvarlanışı hangi vekillerin gördüğü pek bilinmemektedir. Oyları %20 civarında gezinen Atatürk’ün Partisi (?), bundan da daha dramatik şekilde sanki ideolojisiyle ve kökleriyle bağlarını koparmış, AKP’yi ülkede tek Parti iktidarı cennetine taşımıştır. Ülkenin muhalif aydınları ile oluşturduğu bağlar, ciddi rota değişiklikleriyle gelmediği sürece, boşa atılmış adımlar olarak kalır. CHP daha nereye kadar AKP’yi ülkede ve yurt dışında yasal platformda tutmaya yarayan korkuluk olmaktan çıkacaktır? Bugünkü Kurultay’da acilen tartışılması gereken başlıklar bunlardır.
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..   

LAİK CUMHURİYET ÇÖKERKEN CHP NE KONUŞACAK? / BEDRİ BAYKAM /17 Temmuz 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Türkiye’de sanki detay bir hukuk maddesi tartışması yapılıyormuş gibi, yeni Anayasa kapsamında, rejim darbesi ADI KONARAK gerçekleşiyor, laiklik hançerlenerek Atatürk Cumhuriyeti’ne son nefesi verdiriliyor. CHP ise yine bir hafta içi Kurultayı ile siyasi gündemin ortasında Kılıçdaroğlu’nun ilk defa çoğunluğunu kendi kontrol ettiği bir liste ile çalışma fırsatı bulacağı konuşuluyor. İyi de esas soru şu: CHP hedefleri olan bir siyasi Parti ise, bir gün hasbelkader iktidar olsa, nasıl bir toptan dönüştürülmüş Türkiye’yi teslim almış olacak? Elimizde bu gidişle demokrasiyi çalıştırabilecek herhangi bir mekanizma artığı bile kalmış olacak mı? CHP neyi hedeflediğini veya hangi dev tezgâhla karşı karşıya olduğunu anlıyor mu?
CHP, biraz sanki ANAP’ın dört eğilimini andıran bir biçim bozma peşinde koşturuyor.
“Temiz işadamları”, “Sosyal demokratlar, liberaller, Atatürkçüler, sosyalistler” tanımlamalarına, adı geçen Bekaroğlu ile Parti’nin resmi dilinden bir de “İslami sosyalistler” açılımı eklenmiş oluyor! Siz bu yazıyı okuyana kadar, bu isim CHP’ye girse de, girmese de, adının bu düzeyde telaffuz edilmesi bile fazlasıyla anlamlı. Buna rağmen, malum eleştirilere de set çekmek isteyen Kılıçdaroğlu “Altı Ok tartışılmaz” diye net bir mesaj vererek ulusalcı çevreleri teskin etmek istiyor; ancak burada sormak lazım: Pardon ama sizin için “Altı Ok” ne anlama geliyor? Okçuluk federasyonu logosu mu? Göze hoş gelen sipariş verilmiş bir grafik tasarım mı?
Geçen hafta bu ülkede Cumhuriyet’in çöküşünün, demokrasinin yanlış tarifinden kaynaklandığını hatırlatmıştım. Demokrasi düşmanlarına, demokrasilerde yer ve eylem özgürlüğü vermek
“çok demokrat olmak” mıydı; yoksa “demokrasinin ipini çekmek” mi? Bugün artık iktidar, çirkin anti-demokratik hedeflerini saklamadan basın özgürlüğü ve laiklik başta olmak üzere demokrasiyi imha etme planlarını yeni Anayasa ile devreye sokmuş durumda. Ne yazık ki “Yeni CHP” de, bu karanlığa kaymayı büyük ölçüde hızlandırıyor. “Solun kalesi”, AKP’nin laiklik ve çağdaş yaşam tarzlarına yaptığı saldırıları görmezden geliyor. Tarihte iktidarın hangi yöntemlerle ele geçirilip, nasıl illegal dayatmalarla pekiştirilebildiğini hatırlamıyor. Tüm bunlara ek olarak, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleriyle beraber uğradığı kökten saldırı, CHP’yi artık belki de geriye dönülemez hatalarının dibine itmiş durumda. Bazı iktidarlar gücü elden bırakmamak için her şeyi yapabilirler. Hele artık o güç dengelerinde caydırıcı hiç bir unsur kalmamışsa! “Demokrasi, yalnız oyunun kurallarını kabul edenler arasında bir oyundur” kaidesini unutursanız, sonuçlarını böyle yerlerden toplarsınız. Gücü ele geçirince kuralları baştan kafalarına göre yazan zihniyetleri oyuna dâhil ederseniz, şikâyet hakkınız kalmaz. Teşekkürler SHP. Teşekkürler “Yeni CHP”.
Bugün CHP, Anayasa çalışmalarına katılarak AKP’nin şeriatçı-darbesini meşrulaştırmaktadır. Artık
“basın hürdür, sansür edilemez” ve “devletin düzeni kısmi olarak bile dini esaslara dayandırılamaz” maddelerini bile doğrudan çöpe atabilen AKP, tarihi de keyfi şekilde değiştirmektedir: İsmet İnönü’nün adının ortaöğretimde kritik uluslararası ilişkiler metinlerinden çıkarılması, AKP dönemi övgüsünün ders kitaplarına sızdırılması, bu tavrın yansımalarıdır. Oluşturulmak istenen Anayasa’nın basın sansürü gerekçeleriyle, iktidar istediği her gazeteci cezalandırabilir. CHP o masadan kalkmayarak, komisyona varoluş desteği vererek, inşası süren yobaz kökenli ve sahte demokrasi iddiaları yüklü bu kandırmacaya ortak olmaktadır.
Türkiye, son dört yıldır, siyasi alanda kendisine karşı koyabilecek hiçbir kuvvet görmeyen AKP’nin hırs ve tahammülsüzlükleriyle
boğuşamamaktadır. Bu saldırgan oluşuma karşı neredeyse kendi temel ideolojisini ve hatta varoluş nedenlerini iptal etmiş görünen CHP de, Kılıçdaroğlu döneminde hissedilir bir direnç gösterememektedir. İsa Gök, Haluk Koç, Nur Serter ve Muharrem İnce dışında bu uçuruma yuvarlanışı hangi vekillerin gördüğü pek bilinmemektedir. Oyları %20 civarında gezinen Atatürk’ün Partisi (?), bundan da daha dramatik şekilde sanki ideolojisiyle ve kökleriyle bağlarını koparmış, AKP’yi ülkede tek Parti iktidarı cennetine taşımıştır. Ülkenin muhalif aydınları ile oluşturduğu bağlar, ciddi rota değişiklikleriyle gelmediği sürece, boşa atılmış adımlar olarak kalır. CHP daha nereye kadar AKP’yi ülkede ve yurt dışında yasal platformda tutmaya yarayan korkuluk olmaktan çıkacaktır? Bugünkü Kurultay’da acilen tartışılması gereken başlıklar bunlardır.
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..   

14 Temmuz 2012 Cumartesi

BEDRİ BAYKAM / “SON 10 YILDAN” / 19 TEMMUZ – 19 AĞUSTOS 2012 / M İ N E S A N A T@P A L M A R İ N A





BEDRİ BAYKAM / “SON 10 YILDAN”

19 TEMMUZ – 19 AĞUSTOS 2012

M İ N E S A N A T@P A L M A R İ N A



Mine Sanat Galerisi, İstanbul Caddebostan’daki mekanının yanı sıra yeni lokasyonu olan Bodrum Yalıkavak Palmarina’da sanat projelerini sürdürmeye devam ediyor.

Sanat mekanı olarak kullanılan eski yağhane yapısı, bu sefer Türk Çağdaş Sanatı sahnesinin en ünlü isimlerinden Bedri Baykam’ın “Son 10 Yıldan” başlıklı sergisine tanıklık edecek. Son dönem işlerinin sentezi olan ve sanatçının “Dişi Entrikalar”, “Atlardan İkonlara”, “Lolitart(e)” serilerinin boyut kazanmasında etkili olduğu 4D çalışmalar da sergilenen çalışmalar arasında... Baykam’ın 2007 den beri ürettiği ve dünyanın değişik sanat merkezlerinde, müze ve galeri sergilerinde büyük beğeni kazanan bu eserler erotizm, İstanbul, sanat tarihi ve pop kültürüne göndermeler içerdiği gibi aynı zamanda çağdaş sanatta da, şaşırtıcı teknik özellikleriyle yeni bir sayfa açmış oluyor. Sergide ayrıca sanatçını son iki yılda gerçekleştirdiği tual resimler de yer alacak. Baykam’ın 80’li yıllardaki Yeni Dışavurumcu işlerinden esinler taşıyan bu çalışmalar, ayrıca sanatçının son 15 yılından değişik izleri de bünyesinde topluyor.

Bedri Baykam’ın “Son 10 Yıldan” sergisi, Bodrum’da Yalıkavak Palmarina Yağhane’de

19 Temmuz – 19 Ağustos 2012 tarihleri arasında ziyaret edilebilir.





Açılış kokteyli: 19 Temmuz 2012 Perşembe, 19:00 – 22:00

Yer: Palmarina Bodrum (Merkez Mah. Çökertme Cad. Yalıkavak – Bodrum)



İletişim:

Mine Sanat Galerisi (İstanbul): Bağdat Caddesi, Ogün Sokak, 3/B Caddebostan/KADIKÖY

Tel: 0216 385 12 03

Mine Sanat Galerisi (Bodrum): Palmarina Bodrum / Yalıkavak 0536 553 50 66

minegulener@gmail.com

BEDRİ BAYKAM / “SON 10 YILDAN” / 19 TEMMUZ – 19 AĞUSTOS 2012 / M İ N E S A N A T@P A L M A R İ N A





BEDRİ BAYKAM / “SON 10 YILDAN”

19 TEMMUZ – 19 AĞUSTOS 2012

M İ N E S A N A T@P A L M A R İ N A



Mine Sanat Galerisi, İstanbul Caddebostan’daki mekanının yanı sıra yeni lokasyonu olan Bodrum Yalıkavak Palmarina’da sanat projelerini sürdürmeye devam ediyor.

Sanat mekanı olarak kullanılan eski yağhane yapısı, bu sefer Türk Çağdaş Sanatı sahnesinin en ünlü isimlerinden Bedri Baykam’ın “Son 10 Yıldan” başlıklı sergisine tanıklık edecek. Son dönem işlerinin sentezi olan ve sanatçının “Dişi Entrikalar”, “Atlardan İkonlara”, “Lolitart(e)” serilerinin boyut kazanmasında etkili olduğu 4D çalışmalar da sergilenen çalışmalar arasında... Baykam’ın 2007 den beri ürettiği ve dünyanın değişik sanat merkezlerinde, müze ve galeri sergilerinde büyük beğeni kazanan bu eserler erotizm, İstanbul, sanat tarihi ve pop kültürüne göndermeler içerdiği gibi aynı zamanda çağdaş sanatta da, şaşırtıcı teknik özellikleriyle yeni bir sayfa açmış oluyor. Sergide ayrıca sanatçını son iki yılda gerçekleştirdiği tual resimler de yer alacak. Baykam’ın 80’li yıllardaki Yeni Dışavurumcu işlerinden esinler taşıyan bu çalışmalar, ayrıca sanatçının son 15 yılından değişik izleri de bünyesinde topluyor.

Bedri Baykam’ın “Son 10 Yıldan” sergisi, Bodrum’da Yalıkavak Palmarina Yağhane’de

19 Temmuz – 19 Ağustos 2012 tarihleri arasında ziyaret edilebilir.





Açılış kokteyli: 19 Temmuz 2012 Perşembe, 19:00 – 22:00

Yer: Palmarina Bodrum (Merkez Mah. Çökertme Cad. Yalıkavak – Bodrum)



İletişim:

Mine Sanat Galerisi (İstanbul): Bağdat Caddesi, Ogün Sokak, 3/B Caddebostan/KADIKÖY

Tel: 0216 385 12 03

Mine Sanat Galerisi (Bodrum): Palmarina Bodrum / Yalıkavak 0536 553 50 66

minegulener@gmail.com

10 Temmuz 2012 Salı

ÇIPLAK BİSİKLETÇİLER; STEPHEN KING VE ... SPIDERMAN! /Bedri Baykam/10 Temmuz 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Dünyanın öbür ucunda, Amerika kıtasının vahşi batısında ailemle tatil yapıyorum. Los Angeles’ın daha güneyinden başlayıp, neredeyse Kanada sınırına kadar, Seattle dahil uzayıp giden bir araba yolculuğu bu. Uzun yol araba kullanmayı çok severim. Bir kaç haftada dura kalka 7-8 bin kilometre kullanmak bana hem keyif verir hem de düşünceye sevkeder.
Seattle’da buluştuğum Tuncer Uysal dev şirketlerde bilgisayar mühendisliği yapan bir değerimiz. Benim tam 30 yıl öncesinden askerlik arkadaşım, Burdur’dan. Geçen Cumartesi günü sağ olsun eşiyle bizi gezdiriyordu. Tam bir Fransız pastanesinden bir şeyler alıyorduk ki, kızlı erkekli çırılçıplak bisikletçiler, binlerce insanın harika zaman geçirdiği Pike Market bölgesinde, halkın arasından “
alkışlar, gülücükler ve yaşa varollar” eşliğinde geçip gittiler. Sonra ne mi oldu? Hiç bir şey! Hayat devam etti, kimi insanlar fotoğraf çekebildiler, kimileri ise fırsatı kaçırdılar. Hepsi bu. Ne ülke veya Washington eyaleti birbirine girdi, ne TV istasyonları delirip program yapmaya giriştiler, ne de polisler “görüntülerden yola çıkarak (!) bir tutuklama furyasına girmeye karar verdiler! Halbuki ABD, kaideler ülkesi. Bir gece önce küçük şehirlerden geçerken, hız yüzünden üç kere polis beni durdurmuştu. Hatta bir keresinde hafif tereddütlü gidişimizi görüp, hangi yolu aradığımızı sorup; ona bile yardımcı oldular. Aslında Yeni Kıta’da herkes kendi plastip gerçeğini yaşıyor. Dünyada olup bitenler insanları ya hiç ilgilendirmiyor ya da aşırı dert etmemeyi öğrenmişler. Suriye ile yaşanan gerginlik -tabii olarak- burada da çoğu zaman ana gündem maddesi. Hillary Clinton’un “söyleneni yapmıyorlar” diye bol keseden şikayet ettiği Rusya ve Çin, gerçekten belki de soğuk savaş döneminden bildigimiz şekilde tansiyon düşürücü çok önemli bir denge fonksiyonu üstlenmişler.
Nasıl insanın
“ayağını yere basması” bazen çok önemli olabiliyorsa, tam tersine başını kaldırıp göğe çevirmesi de hayati şekilde insana bir makro bakış şansı getirebilir. Özellikle “ben neredeyim, kimim?” sorularına yanıt ararken. “Earth Portal” isimli bir bilim noktası, evrenin tüm tarihi üstünden belgesel ve katılımcı bir mini-izleme noktası oluşturmuş. Basit; ama harika bir proje. O seansta uzanmış filmi seyrederken ses bandı yine bizi yerimize mıhladı: Evrenimizde, Güneş sistemimizin de ait olduğu Samanyolu gibi 100-200 milyar arası galaksi var. Her galaksi de 400 milyon kadar yıldız olduğunu düşünürsek, (ki bu saydıklarımız bizim evrenin bizlere ışık yollayabildiği yani “görebildiğimiz” yıldızlar) bunun da anlamı şu: Okyanuslarda ve denizlerde, tüm dünya plajlarından çok daha fazla, yani denizdeki kum tanelerinin her biri kadar galaksi var!
O çok bilinen sanat kitabımın kapağında yer alan bir sözüm var:
“Ben hiç bir şeyim; ama ben herşeyim.” O kadar küçüğüz ki evrende! Hem birey, hem de dünyamız olarak! İşte Türkiye’nin yaşadığı malum rejim krizi ve tıkanıklıklar da aslında bu genel gidişatın somut parçası olmaktan ibaret, geçici ve şanssız bir dönem! Herhalde birçoğumuz farkındayız. Bu iktidarı yerinden oynamaz heyûla gibi bir realite gibi görmek yerine, belki zaman çizgisinde ne kadar süreceği meçhul bir başka kum tanesi olarak düşünmek daha sağlıklı.
İstanbul havaalanında, eşim elime bir kitap tutuşturdu. “
Stephen King” den “22-11-63”. Herkesin okumak isteyeceği bir roman. Uzaktan Kennedy cinayetini durdurmayı amaçlayan, biraz gerçekötesi bir kurgu. İnanın 812 sayfa elimde eridi. Niye mi burada da söz ediyorum? Romanın size kurgusunu deşifre edecek değilim ve muhakkak okumanızı isterim; ama bir tüyo: İçinde zamanda yolculuk da var. Şimdi hangimiz istememişizdir ya, bunu gerçekleştirip tarihle veya birileriyle hesaplaşmayı?
Bakın, işte her şey ortada: Koca Cumhuriyet, bir kelimenin tanımlanmasının becerilememesi nedeniyle göçüp gitme tehlikesi ile karşı karşıya.
“Demokrasi” kelimesinden söz ediyorum. Şimdi artık bedel ödüyoruz. Her gün “bize bir şeyler oluyor”: Kürtaj, oral seks, sezaryen derken sıra “Çamlıca tepesine cami kondurma” operasyonuna kadar geldi. Bir basın veya ana muhalefet kalkıp “ülkenin ciddi gereksini mi gerçekten bu mudur, yoksa sorun birilerinin ölümsüzlük arayışı veya gösteriş-israf merakı mı?” diye elini masaya vurarak konuşamıyor! Neden acaba? Felsefi konular da kan ağlarken, laf arasında M.Ö. VI. yy'dan Giritli Epimenede ile “yalancının paradoksu” nu kullanmak da mı artık imkansız(!). Benden size söylemesi. Evvelki akşam SpiderMan filminin yenisine gittik. Güzel bir 3-D çalışmaydı; ama hepsinden önemlisi galiba “bari Peter Parker çıkıp bizi de kurtarsın” diyeceğiz... Başka alternatif göremiyorum...

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..   

ÇIPLAK BİSİKLETÇİLER; STEPHEN KING VE ... SPIDERMAN! /Bedri Baykam/10 Temmuz 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Dünyanın öbür ucunda, Amerika kıtasının vahşi batısında ailemle tatil yapıyorum. Los Angeles’ın daha güneyinden başlayıp, neredeyse Kanada sınırına kadar, Seattle dahil uzayıp giden bir araba yolculuğu bu. Uzun yol araba kullanmayı çok severim. Bir kaç haftada dura kalka 7-8 bin kilometre kullanmak bana hem keyif verir hem de düşünceye sevkeder.
Seattle’da buluştuğum Tuncer Uysal dev şirketlerde bilgisayar mühendisliği yapan bir değerimiz. Benim tam 30 yıl öncesinden askerlik arkadaşım, Burdur’dan. Geçen Cumartesi günü sağ olsun eşiyle bizi gezdiriyordu. Tam bir Fransız pastanesinden bir şeyler alıyorduk ki, kızlı erkekli çırılçıplak bisikletçiler, binlerce insanın harika zaman geçirdiği Pike Market bölgesinde, halkın arasından “
alkışlar, gülücükler ve yaşa varollar” eşliğinde geçip gittiler. Sonra ne mi oldu? Hiç bir şey! Hayat devam etti, kimi insanlar fotoğraf çekebildiler, kimileri ise fırsatı kaçırdılar. Hepsi bu. Ne ülke veya Washington eyaleti birbirine girdi, ne TV istasyonları delirip program yapmaya giriştiler, ne de polisler “görüntülerden yola çıkarak (!) bir tutuklama furyasına girmeye karar verdiler! Halbuki ABD, kaideler ülkesi. Bir gece önce küçük şehirlerden geçerken, hız yüzünden üç kere polis beni durdurmuştu. Hatta bir keresinde hafif tereddütlü gidişimizi görüp, hangi yolu aradığımızı sorup; ona bile yardımcı oldular. Aslında Yeni Kıta’da herkes kendi plastip gerçeğini yaşıyor. Dünyada olup bitenler insanları ya hiç ilgilendirmiyor ya da aşırı dert etmemeyi öğrenmişler. Suriye ile yaşanan gerginlik -tabii olarak- burada da çoğu zaman ana gündem maddesi. Hillary Clinton’un “söyleneni yapmıyorlar” diye bol keseden şikayet ettiği Rusya ve Çin, gerçekten belki de soğuk savaş döneminden bildigimiz şekilde tansiyon düşürücü çok önemli bir denge fonksiyonu üstlenmişler.
Nasıl insanın
“ayağını yere basması” bazen çok önemli olabiliyorsa, tam tersine başını kaldırıp göğe çevirmesi de hayati şekilde insana bir makro bakış şansı getirebilir. Özellikle “ben neredeyim, kimim?” sorularına yanıt ararken. “Earth Portal” isimli bir bilim noktası, evrenin tüm tarihi üstünden belgesel ve katılımcı bir mini-izleme noktası oluşturmuş. Basit; ama harika bir proje. O seansta uzanmış filmi seyrederken ses bandı yine bizi yerimize mıhladı: Evrenimizde, Güneş sistemimizin de ait olduğu Samanyolu gibi 100-200 milyar arası galaksi var. Her galaksi de 400 milyon kadar yıldız olduğunu düşünürsek, (ki bu saydıklarımız bizim evrenin bizlere ışık yollayabildiği yani “görebildiğimiz” yıldızlar) bunun da anlamı şu: Okyanuslarda ve denizlerde, tüm dünya plajlarından çok daha fazla, yani denizdeki kum tanelerinin her biri kadar galaksi var!
O çok bilinen sanat kitabımın kapağında yer alan bir sözüm var:
“Ben hiç bir şeyim; ama ben herşeyim.” O kadar küçüğüz ki evrende! Hem birey, hem de dünyamız olarak! İşte Türkiye’nin yaşadığı malum rejim krizi ve tıkanıklıklar da aslında bu genel gidişatın somut parçası olmaktan ibaret, geçici ve şanssız bir dönem! Herhalde birçoğumuz farkındayız. Bu iktidarı yerinden oynamaz heyûla gibi bir realite gibi görmek yerine, belki zaman çizgisinde ne kadar süreceği meçhul bir başka kum tanesi olarak düşünmek daha sağlıklı.
İstanbul havaalanında, eşim elime bir kitap tutuşturdu. “
Stephen King” den “22-11-63”. Herkesin okumak isteyeceği bir roman. Uzaktan Kennedy cinayetini durdurmayı amaçlayan, biraz gerçekötesi bir kurgu. İnanın 812 sayfa elimde eridi. Niye mi burada da söz ediyorum? Romanın size kurgusunu deşifre edecek değilim ve muhakkak okumanızı isterim; ama bir tüyo: İçinde zamanda yolculuk da var. Şimdi hangimiz istememişizdir ya, bunu gerçekleştirip tarihle veya birileriyle hesaplaşmayı?
Bakın, işte her şey ortada: Koca Cumhuriyet, bir kelimenin tanımlanmasının becerilememesi nedeniyle göçüp gitme tehlikesi ile karşı karşıya.
“Demokrasi” kelimesinden söz ediyorum. Şimdi artık bedel ödüyoruz. Her gün “bize bir şeyler oluyor”: Kürtaj, oral seks, sezaryen derken sıra “Çamlıca tepesine cami kondurma” operasyonuna kadar geldi. Bir basın veya ana muhalefet kalkıp “ülkenin ciddi gereksini mi gerçekten bu mudur, yoksa sorun birilerinin ölümsüzlük arayışı veya gösteriş-israf merakı mı?” diye elini masaya vurarak konuşamıyor! Neden acaba? Felsefi konular da kan ağlarken, laf arasında M.Ö. VI. yy'dan Giritli Epimenede ile “yalancının paradoksu” nu kullanmak da mı artık imkansız(!). Benden size söylemesi. Evvelki akşam SpiderMan filminin yenisine gittik. Güzel bir 3-D çalışmaydı; ama hepsinden önemlisi galiba “bari Peter Parker çıkıp bizi de kurtarsın” diyeceğiz... Başka alternatif göremiyorum...

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..