30 Aralık 2014 Salı

GROTESK ABSÜRD BULVAR TİYATROSU! | Bedri Baykam | 30 Aralık 2014 tarihli makalesi..


Değerli Genel Yayın Yönetmenim Utku Çakırözer’i uyarıyorum. Geçen Cumartesi, Cumhuriyet’in Ethem Sarısülük’ü öldüren polis hakkındaki manşeti, ağabeyinin sözlerinden yola çıkarak “Madalya da taksaydınız” şeklindeydi. Aman dikkat!! Belki hatırlarsınız, bu yıl 28 Ekim tarihli yazımın başlığı, “Bence paraları faiziyle geri ödemeliler” idi. Bakın ne yazmışım: “Mesela neden 10 ay boyunca ‘merkez ticari misafir’ ve diğer ‘mağdurlar’ın ‘boş’ yere el konulan (!) paraları için faiz işletilmesin ki? … böylece çeşitli bakan mahdumları ve misafirleri, bu işten sıyrık almadan çıktıklarını görerek rahatlamalılar, var mı itirazı olan?” Demek itirazı olan yokmuş! Aradan iki ay bile geçmedi ki, adamlar kalkıp geçen hafta 17-25 Aralık paralarını beni ciddiye alıp gerçekten faizleriyle ödediler! Şimdi de bu yeni manşetten yola çıkarak kalkıp Sarısülük’ü öldüren polise “Devlet nişanı” takarlarsa artık şaşırmam, suçu kendimizde ararım, adamlara meğer biz yol gösteriyormuşuz diye!
Hani “bari Bilal başbakan olsun” diyenler vardı ya… Hatta harika bir karikatürde, Bilal babasına “Babacım, o gazetecilere neden kızdın ki, benim Başbakanlığımı önermişler!” şeklinde tatlı bir serzenişte bulunuyordu! Siz oturup kalkıp dua edin ki o hicvi ciddiye alma yoluna gitmediler, biz Davutoğlu ile yetinmek durumunda kaldık! Durumun özeti: Biz artık hukuk ve siyaset filan konuşmuyoruz. Biz grotesk bir bulvar tiyatrosu yaşıyoruz. George Grosz veya Botero resimlerinde figürün uğradığı biçim bozma, bizim mahkum edildiğimiz ortamdan çok daha normale yakın kalıyor. Bakın daha düne kadar Cumhurbaşkanımız, yani eski Başbakanımız, “Ergenekon’un savcısıyım” diyordu, bugün tüm o mahkeme ve dosyaları yürüten savcı ve hakimleri “paralel yapının hakimi” olarak teşhis ediyor ve ellerinin yakalarından düşmeyeceğini belirtiyor! Aynı Ergenekon’un başka birçok savcısı daha vardı: 2. Cumhuriyetçiler, “yetmez ama evetçiler”, tüm AKP, yandaş ve cemaat medya kadroları! Şimdi öküz öldü, ortaklık bozuldu, bütün bu büyük dayanışmanın kadroları çatırdadı ve birbirine girdiler. Artık şu andan itibaren her iki eski ortağın birbirinin gözünü deşmeye kalkışırken sarf ettikleri sözler ciddiye alınabilir mi? Daha 15 ay öncesine kadar bu hükümetin bakanları “F” tipinin devlet içinde çete kurduğu suçlamalarına “gülünesi iddialar” demiyorlar mıydı? Bugün o eski demeçlerini arşivlerden silebilmek için Silikon Vadisi’nden yeni teknoloji arayışlarına girdiler. Grotesk yetmez, absürd, bulvar ve traji-komediyi de kucaklayan, evlere şenlik bir yeni dünya tiyatrosu bu!
Şimdi hükümetin zirveye yakın gizli sözcüsü Mehmet Metiner, “İş dünyasına da operasyon yapılacak” diyerek, yargı ve yürütmenin artık birbirleriyle tartışılmaz şekilde iç içe, kucak kucağa geçtiğini kanıtlıyor, hem de hiçbir çekince duymadan! “Tarafsız” Cumhurbaşkanımız ise tutuklanan gazeteciler konusunda verilen ilanlara kızmış! “Soruyorum, gazeteciler suç işleyemez mi sanki?” diye tepkisini ortaya koyuyor. Mantık özünde doğru belki; gazeteciler cinayet de işleyebilir, banka da soyabilir, tecavüz de edebilir, yani insan olarak her suçu işleyebilirler. Ama burada onlara atfedilen “suçlar” bambaşka. Biz de bu mantıktan yola çıkarak Sn. Cumhurbaşkanı’na şu soruyu yöneltebiliriz: “Başbakanlar, Cumhurbaşkanları, suç işlemezler mi? Dünya tarihi, ağır suçlar işledikleri kanıtlanmış liderlerin, beş kıtaya yayılmış tarihi değilse nedir? O zaman bu hukuk arayışına hükümet tarafından duyulan tepki neden?”
Burada hukuk ve demokrasi ilişkisinin temel alfabesi sorgulanmalı. Bağımsız ve gerçek bir yargıya rücu etmeden, halkın veya uluslararası kamuoyunun önünde kimse aklanamaz, kimse mahkum da edilemez. Olsa olsa yargıdan kaçanlar ve kaçırılanlar, polis devletinin copunu kullanarak kendilerini suçlayanları dövdürüp hapse atıp suç birikimlerini arttırmaya devam ederler. 2015’te mesela, bizi Ermeni iddiaları bekliyor. Türkiye’yi yargılamadan mahkum etmeye meraklı, antidemokratik ve faşist bir mantığın saldırıları ile uğraşacağız. Herkesin hukuk önünde eşit şartlarla kendini savunma hakkını hatırlatacağız. Sonuçta siyasi tarafgirlik peşinde, insan haklarına saygısızca yapılan her saldırıya, yurt içinde de, yurt dışında da karşı çıkacağız. Kimse siyasi baskıyla ne aklanabilir, ne mahkum edilebilir!

Ah sevgili okurlarım! Ben ki size daha neşeli bir yıl sonu yazısı planlayarak yola çıkmıştım, yine Türkiye’nin artık hem içimizi deşen, hem de dünya tarihine arka sayfalarından giriş yapmış çetrefilli tıkanıklıklarına girip kaldık! Yine de hepinize yeni yılda kucak dolusu mutluluklar ve sevgiler! Aydınlığın yüzünün güldüğü yıl olsun 2015!

23 Aralık 2014 Salı

DİZİNİN YENİ BÖLÜMLERİNE ETKİNİZ NASIL OLUR? | Bedri Baykam | 23 Aralık 2014 tarihli makalesi..


Geçenlerde konuştuğum bir Fransız diplomat, bu ülkede üç haftaya sığan olağandışı çıkışların ve polemiklerin, normal bir ülkede üç yılda bile görülemeyeceğini, artık her yeni haberin şaka gibi geldiğini söyledi. Biz Türkler ise, bu deli ritminde yaşamaya mecbur bırakılmış ve bu duruma artık alışmış bir garip insanlar topluluğuyuz. Hani futbolda her dakika gol olsa, sonunda artık fazla sevinemez hale gelirseniz ya, herhalde toplumumuzda görülen genel tepkisizlik ve yalnız yakınma durumunda patinaj yapmak, bunun sonucu olsa gerek!
Pazar günü “Fakirleri Koruma Derneği” için yaptığım bir konuşmada, daha önce sizlerle paylaştığım bir yaşam metaforundan söz ettim. Türkiye ve Dünya tarihi sonsuz bir film. Her birimizin bu filmde irili ufaklı rolleri var. Kimi başaktör, kimi yardımcı oyuncu, kimi figüran... Ve her birimiz filmin “sonunu” merak ediyoruz! Hani bir film seyrederken uyuyakalsanız, ertesi gün eşinize sorarsınız: “Sonra ne oldu? Film nasıl bitti? Soyguncular kurtulup Kolombiya’ya varabildiler mi? Hasta kız, ameliyat parası buldu mu, evlendiler mi?”. Sonra da cevapları alıp duruma göre üzülür ya da sevinirsiniz. Halbuki ülkelerin filminin başı sonu yoktur. Yani bizler bugün yaşanan kutuplaşma ve gerilimlerin nasıl biteceğini, nereye bağlanacağını merak eder dururuz. Ama ortada bir varış noktası olmadığı için, her sonuç geçicidir. Anlık bir durumdur. Yani bizler bugün sıkılıp filmin devamını bir an önce öğrenmek için kıvranırken bilmemiz gereken şudur: Seyrettiğimiz kaba bir komedi-gerilim dizisidir. Sezon finali bile pek yoktur. Sonu hiç yoktur. Bizlerin şanssızlığı, bu hukuk garabetleri, gülünesi entrikalar, “legallik süsü verilmiş soygunlar” , mafyavari tehditler ve Abdülhamit yasakları arasında süren dizinin bu karanlık bölümlerine mahkum olmamızdır. Neredeyse içimden geçen, arkaya dönüp makiniste “yahu ileri sar şu filmi, bıktık artık birbirinin kopyası gibi bölümleri izlemekten” diye isyan etmek!
Bu ülkede en azından yardımcı oyuncu olma iddiası taşıyan bir çok insan ise, dizinin bu ayki bölümünde isyanlarını yine makiniste değil de kendi toplumlarına bildiriyorlar. Geçen hafta sonu yine bu çıkışlardan bir kaçını izledik. İtiraf edeyim, halkımızın uyanma emareleri gösterdiği 1988-89 yıllarından itibaren bu tepkilerin hep göbeğinde bulundum. Bir çoğunu hazırlayan çekirdek kadronun ya ortasında oldum, ya da başı çektim. Her defasında aynı taze coşku ve inançla bu kartopunu büyütmek amacıyla dayanışmaya giren sevgili yurtsever arkadaşlarıma ömür üstünden teşekkür borçluyum. Ve onların-kendimizin çabalarını küçümseme arzusunda değilim amma...
Pazar günü Piramid Sanat’ta Birgül Ayman Güler ve Süheyl Batum’un çağrısıyla bir çok önemli aydın ve siyasi bir araya geldi. “Ülkemizin halkçı, milliyetçi ve devrimci birikimini bizlerle birlikte mücadele etmeye, Cumhuriyet’i yeniden kurmaya davet ediyoruz” diyor benim de imzamı taşıyan bildiri.
Yine aynı Pazar günü, Ankara ve İstanbul’da “Birleşik Haziran Hareketi” ülkede yaşananlar hakkında, “Gericiliğe ve faşizme karşı Haziran çağırıyor” başlığıyla bir bildiri yayınladı. Solun bir çok rengini bir araya toplayan bu hareket, belki teorik olarak geneline baktığımızda, söz ettiğim içinde çeşitli sağ kökenli isimler olan ilk harekete kıyasla daha solda isimlerden oluşuyor. Tabii bu görüşün de bir çok yanıtı var. “Ortada sanki sağ-sol mu kaldı? Gün Cumhuriyetçilerin bir araya gelme günü” görüşü, ağırlığı olan bir duruş bugün.
Zaten aynı hafta sonu, CHP’nin Tekin Bingöl Başkanlığında 10 bölgede yürüttüğü çalışmalardan çıkan sonuç da, “sağı ve solu birleştirecek adaylar bulunması” yönünde olmuş. Bu konuda CHP’ye yapılacak tek hatırlatma, doku uyuşmazlığı yaratacak Ekmelvari malum inatlardan yaşadığı hezimetleri hatırlayıp artık örgüt ve seçmeninin gerçek nabzını tutması.

Bir de kendisine “muhalif” diyen istisnasız herkese yapacağım tek kaçınılmaz tavsiye var: Artık lütfen o geleneksel “onlar milliyetçi, öbürleri ÖDP’ci, bu CHP’den bir şey çıkmaz” şeklinde refleks muhabbetlerinizi unutun. Yaşam birikimlerinizden ve malum “bölücü” hatalardan ders alın! Bu mantıkla Anadolu Partisi ve burada saydıklarım dahil her oluşumun beraberce CHP’yi doğru yörüngeye çekmeye çalışmasından başka bir ciddi seçemek ortada yok ve olmayacak. Hedef, kahraman enflasyonu yaratmak olamaz!

22 Aralık 2014 Pazartesi

Piramid Sanat | Genco Gülan 'Soyut Haritalar' 15 Ocak Perşembe, 18.30-21.00‏



GENCO GÜLAN

Soyut Haritalar

15 Ocak - 22 Şubat 2015






Açılış: 15 Ocak 2015 Perşembe | 18:30 - 21:00
Çalışmalarını ‘fikir sanatı’ olarak nitelendiren Genco Gülan’ın
‘Soyut Haritalar’ isimli yeni sergisi 15 Ocak – 22 Şubat tarihleri arasında
Piramid Sanat’ta…
Haritalar sürekli değişirler…
Biz onları mutlak kabul etsek de aslında izafidirler.
Siyasi sınırlar savaşlar, anlaşmalar ile değişir, coğrafi haritalar da doğadaki değişimler ile…
Göller kurur, şehirler büyür, kıyılar doldurulur, sel basar ve en önemlisi kıtalar hareket eder.
Genco Gülan’ın, Soyut Haritalar isimli sergisinde, üzerlerinde coğrafi koordinatlar yazan büyük boyuttaki soyut resimleri ilk kez izleyici ile buluşuyor. Dikkatle seçilmiş GPS koordinatları soyut lekeleri destekleyerek hayal gücünüzü bir devri âleme çağırıyor. Piri Reis’ten Borges’a kadar farklı referanslar taşıyan bu seri, bizleri adeta resimli bir atlasın içine davet ediyor.
Gülan’ın sergiye ismini veren yeni serisinin haricinde, fotoğraf, heykel ve yeni-medya örnekleri içeren diğer çalışmaları da sergide yer alacak.
Kavramsal çağdaş sanat ve yeni medya alanlarında çalışan bir sanatçı ve teorisyen olan Gülan, 2011 yılında Avrupa Sanat Ödülü finalisti seçilmiş, 2015 yılı Ege Art Ustaya Saygı ödülüne layık görülmüştü.
‘Soyut Haritalar’ 22 Şubat 2015 tarihine kadar Piramid Sanat’ta izlenebilir.


21 Aralık 2014 Pazar

BU LANSMANI KAÇIRMAYIN!


Bedri Baykam'ın yeni kitabı 
İstanbul'dan sonra şimdi 
Ankara, Galeri Siyah Beyaz'da...
50 Years From 
Bedri Baykam's 
Press Book

1963 - 2013

LİMART işbirliğiyle
Orjinal imzalı
limitli edisyonlu baskılar
Sanatçının katılımıyla tanıtım ve imza gecesi: 25 Aralık 2014 saat: 18:00 - 21:00

Galeri Siyah Beyaz
Kavaklıdere Sokak No: 3/1-2
06540 Çankaya, Ankara - Türkiye
t.+90 (312) 428 2641
  +90 (312) 467 7234
f.+90 (312) 427 0005
galerisiyahbeyaz@gmail.com

                         

16 Aralık 2014 Salı

DEMOKRASİ (!) OPERASYONLARININ HEDEF TAHTASI TÜRKİYE! | Bedri Baykam | 16 Aralık 2014 tarihli makalesi..

   
          Fuat Avni her kimse, yine haklı çıktı. Onun neden olduğu birkaç günlük rötarla "Cemaate operasyon" yapıldı. Bu sefer de merkez medyaya yapılacak olanı "müjdelemeye" başladı. Hani o uslu görünmek için kendi evlatlarını sokağa atan merkez medya var ya? Onlara işte!
         Haklı çıkmaktan bıktım. Tam 28 yıldır Türkiye'nin başına örülen çorapları tüm mantık ve öngörülerle yazdım, anlattım... "Bu paranoyak yine ne anlatıyor?" dediler. "Yanılıyorsunuz, demokrasiyle tüm ilişkileri, ona düşman olmalarıdır" dedim, "Siz Jakobensiniz, onlar bizi Avrupa standartlarında demokrasiye taşıyorlar" dediler, "tüm çağdaş yaşam tarzlarına düşmanlar" dedim, "TV'den bağırıp saçmalama, türban konusunda ne kadar özgürlükçü olduklarını onlar kanıtlıyor, yasakçı sizsiniz" dediler, "Bu referandum, bağımsız yargının sonudur" diyenlerle beraber hareket ettim, "hayır bunlar çok demokrat, 12 Eylül'le hesaplaşmak için bu yetkileri istiyorlar" dediler. "Allah akıl fikir versin" dedim! Şimdi bu aklı evvellerin her biri mahçup. Geçen gün aralarından bir "Parti Başkanı" (!) gördüm sokakta. Zevcesi ile yürüyordu tıpış tıpış. Gözlerini kaçırdı, gitti. Televizyonda Hasan Cemal'i gördüm. O hiç olmazsa AKP'nin yanlış yolda olduğunu bağırıyordu. Ama tabii onun da ağır bir özeleştiri yaptığına henüz şahit olamadım. "Kandırılmışım, kendimi sizden zeki sanıp haksız yere ukalalık taslamışım, yetmez ama evetçi olmuşum" sözlerini henüz duyamadık...
           Cemaat medyasına yapılan operasyonlara tabii ki kızgınım, zaten gerekçeyi biliyoruz! "Düşmanlarına" hukuksuz operasyon yapıldığı için sevinen solcuları, emin olun anlayamıyorum. Bu kadar ilkel bir "oh olsun" olabilir mi? Ortada yakın geçmişin başka bir demokrasi düşmanına yönelik saldırının yaşandığı kesin. Tabii ki Zaman ve diğer medya organlarının önünde "özgür basın susturulamaz" diye tempo tuttuklarında acı acı gülümsüyorum. Çünkü biliyoruz ki benzer durumlarda tam tersine, Kemalist gazetecilerin en yüksek cezaları almaları için çok uğraşmışlar ve başardıklarında da bunu dünyaya "demokrasi zaferi" olarak tanıtmışlardı. Şimdi attıkları o geçmiş sevinç naraları boğazlarına düğüm oldu. Silivri'de veya Gezi'de atılırken alay ettikleri sloganlarımız, artık tek umutları... Bildiğim şey, hayatımın hiçbir gününde şükür ki benzer bir çelişki yaşayıp, kitaplarımı, TV panel ve konferanslarımı yerlerde gezdirmedim, geçmişimden tek bir satır saklamaya gerek duymadım.
              Aslında Cemaat medyasının, kumpaslar sonucu hapise attırdığı onca mert ve dürüst gazeteci ve asker konusunda -salt oportünizmden olsa bile- acilen ağır bir özeleştiri yapması lazım. "Biz ettik, siz etmeyin, biz meğer ayağımıza kurşun sıkmışız” demeleri lazım! Ama henüz yalnız Zaman ABD muhabiri Ali H. Aslan'ın yarım ağızla özür dilediği kısa tweet var elimizde! Kolay değil bu kadar büyük suçların itirafı, bu kadar derin ve abartılı çelişkilerin hazmı. Ama buna rağmen anlayamıyorum operasyona sevinenleri! Ertesi gün, sıranın kendilerine geleceğini düşünmekten bu kadar aciz olabilirler mi? Ortada ana hedefi "hukuki dürüstlük arayışı" olan bir hamle filan var sanıyorlarsa, acilen bir psikologa görünsünler. Konu tabii ki 17-25 Aralık haftası kimilerinin üstüne karabasan gibi çökmeden, onların kontratağa geçip, en iyi müdafaa taaruzdur taktiğinden gitmeleri! Nasıl olsa ellerinde şaka gibi bir joker kart rezilliği var: "Makul şüphe" komedyası. "Komedyası"dedik ya, ne de olsa olaya artık dizi yönetmelerinin, senaristlerin, hatta stajyerlerin bile şüpheli olarak göz altına alınabildiğini öğrendik! Yani şüpheli tanımında bir sonraki etap, herhalde ilkokul talebeleri olacak! Bu arada "makul şüphe" mi dediniz? Aranızda Anayasa Mahkemesi’nin net kararına göre, bu ülkenin rejimini doğrudan değiştirmeye soyunmuş, Cumhuriyet’in her zerresine doğrudan saldıran bir "makul şüpheli" hatırlayan var mı?

            CHP'nin tavrı doğrudur. Cemaat medyasının geçmiş büyük suçları ne olursa olsun, bu bugün onlara reva görülen anti-demokrat uygulamaları haklı çıkarmaz. Sosyal demokratlar, politikalarını kin ve kan üstüne kurmazlar. "Kurmazlar" dedim ama maalesef  bir de geçen hafta yaşadığımız Süheyl Batum krizi var. Zamanvari çelişkilerle gelen ihraç kararı, tamamen partinin günlerdir verdiği demokrat mesajlara, hatta iktidara son krizde getirdiği eleştirilere aykırı. Partinin bu yüz kızartıcı karardan vazgeçmesi lazım. Çünkü doğal akışta, Batum'un dönüş kararı yargıdan geldiği zaman, bu CHP adına şık olmayacak...

9 Aralık 2014 Salı

CENNET, CEHENNEM VE YAVUZ BİNGÖL | BEDRİ BAYKAM | 9 Aralık 2014 tarihli makalesi..


           Cennet ve Cehennem... Yüzyıllardır resimlerin, fıkraların, filmlerin konusu oldu, insanların hem aklını hem hayalini, hem de umut ve korkularını besledi. Mesela Albert Brooks'un,
"Defending Your Life" veya Jerry Zucker'in "Hayalet" filmleri.. Ya da Alexandre Cabanel'in "Adem ile Havva'nın Cennetten Kovuluşları" resmi veya Rodin'in "Cehennem Kapısı"...
          Tabii mitolojilerle başlayıp Ortaçağ ile devam eden süreçte, bazen düşünen insanları cayır cayır yakarak diğer dünyaya havale eden bir terör mekanizması bile devreye girebiliyor. Bu saydıklarımın hepsi artık tarih, din tarihi veya kültür sanat konuları...
          Türkiye mi? Türkiye'de de Cennet-Cehennem'in sanat izdüşümleri tabii ki var... Ama bizim ülkemiz daha özel:
Bizde, Cennet-Cehennem artık doğrudan siyasetin konusu! Büyük AKP iktidarı, 6 yaşında çocukların din dersine başlamasını ve bir an önce işin özüne inerek Cennet-Cehennem kavramlarını öğrenmelerini istiyor! İnsan dizayn etmede ustalaştığına inanan İmparatorun arzuları doğrultusunda, 20 yıl sonrasının vatandaşları kontrol altına alınıyor! Artık onlar namazında niyazında, sanat-felsefe-eğlence gibi dejenere ve tehlikeli konulara girmeyen, hacca giden, Cuma’yı kaçırmayan ve İmparatorun tarif ettiği gibi yaşayacak uslu insanlar olacak! Cehennem korkuları da her daim Cennet beklentilerinden büyük olacak!
          Bir ülke düşünün ki, Milli Eğitim Şurası, bu
"Zihni Sinir Proceleri"ni tartışmaya kilitlenmiş. Masalların bile dini ve milli olması gerekiyormuş! Goodbye Andersen! Au revoir La Fontaine!
           Tabii sırf gelecek kuşağın hizaya getirilmesi yetmez. Bir de işin şimdisi var: Vatandaşları da İmparatorun sözlerini anlayanlar ve anlamayanlar olarak ikiye ayırmış durumdalar! Anlayanlar, bu dünyayı Cennete çevirecek yolları bulmak için uslu uslu çağrıldıkları yolun gereğini yapıyorlar. Mesela Pazar günü Haluk Koç'un açıkladığı ayrıcalıklı iktidar Türkleri, sınavsız istedikleri yere atanmayı bu dünyada başarıyorlar! Terk-i Alem yaparken de aynı şekilde
"Hamili kart yakınımdır” torpili arayacaklarına eminim! Veya alçakça Atatürk devrimlerine açık hakaret ederek provokasyon yapmayı alışkanlık edinmiş kimi rezil zibidiler, sergiledikleri bu "cesur" tavır sayesinde, kepazeliğin güncelliğinin bittiği bir gelecekte, Cennetlik atamalarını bekliyor hale geliyorlar! Aynen Cennet'te bile yapılaşma ve ihale kovalayan beton kafalı mütahhitler gibi! Bir de Cennetliklerin zirvesi var tabii. O da Atatürk Orman Çiftliği'nin ortasına Kaçak Saray’ını kondurarak Cennet mekanlıklarını bu dünyanın şehirlerinde görmeye soyunmuş İmparatordur! 1150 odasıyla gurur duyar... İnsanın aklına gelen ilk soru şu: Osmanlı ecdadımızı sonsuz övenler, şayet Harem arayışında değillerse, bu kadar odayı ne için kullanacaklar?
            Bir de tabii madalyonun diğer yüzü var! Mesela yine Koç'un hatırlattığı
"KPSS sınavını kazanıp bir türlü atanmadığı için" intihar eden 20 genç, bu dünyada cehennem ortamına terk edilen "Yeni Türkiye”nin dışladığı, İmparator'un dilinden anlamayan bahtsızlar... Yerin bin kat dibinde madenlerde üç kuruş maaşa karşılık Cehenneme salınmış işçiler... Ya da İmparatorun polisinin cennetlik başarılarla destan yazmasına talihsiz şekilde vesile olan ve bu dünyada gaz cop fişekle “Cehenneme yollanan”, her dayatmaya karşı çıkan öğrenciler! Kaçak Saraylarla, gökdelenle, AVM’lerle kaplanmak istenen parkların bekçisi olan, öbür dünyanın da şimdiden fişli "cehennemlik" müşterileri olan o akılsızlar... Yavuz Bingöl gibi uyanık abilerinden fırsatçılık dersi alamamış bilumum vatandaşlar!
              Bingöl, eminim yaşananlara çok şaşırmıştır. Bu düzenden cennetlik nasibini almak istemesi, bunun için gerekli
yağcılık-beceriksiz avukatlık bulamaçlarına dalıvermesi, kimi niye rahatsız eder ki? Aslında Bingöl vakasında en ağır nokta, olaydan sonra, tekrar RTE'ye gidip, icazet arayışına girebilmesidir. Cennet'i diğer akillerle beraber mübarek olsun! Hayırlı konserler dileriz! (“Baba, öyle diyorsun ama, ya milletvekili olursam?”)
               İşte böyle, Cennet-Cehennem artık bu ülkede eğitimsel, siyasal, "cepsel" (!) ve idari bir ana başlık...
İyi de, ya Cennet-Cehennem essahtan varsa? O zaman kimler kaçacak delik arayacak, döküm alabilir miyim sizden? Ben, size bugün ana kapıdan Cennete girecekleri kesin söyleyebilirim. Sevgili Talat Halman ve Rasih Nuri İleri... Birer yaşam filozofu, kültür abidesi, dürüstlük ve dik duruş simgesi olarak yaşadılar ve asırlar boyu öyle hatırlanacaklar. Birilerinin kulağına küpe olur mu dersiniz?

2 Aralık 2014 Salı

MUHALEFETE İNTİHAR YOLLARI ÖNERİLERİ | BEDRİ BAYKAM | 2 Aralık 2014 tarihli makalesi..


           Çeşitli intihar yolları vardır. Köprüden atlamak, haplar içmek, silahla kendini vurmak, trenin altına atlamak veya kendini asmak en bilinenlerdir. Bunların da artıları eksileri tartışılır. Mesela hap almanın sanılanın tersine çok zor ölüm getirdiği söylenir. Bunları deneyip canlı kalmak kolay değildir. Bu nedenle bu araştırmayı derinleştirmenin yolu daha çok bilim adamlarının verilerinden geçer.
           "
Bu saçma paragraf da nereden çıktı!?" diyorsanız, başlığa bakın! Türkiye'de AKP’den kurtulmak isteyen sözde muhaliflere bakıyoruz, ortada çok zengin (!) bir tablo var. Her biri parti kurmakla meşgul! Şimdi buna "Helal olsun, her biri ne kadar da çalışkan, bol parti bizi düzlüğe çıkarır" diye övgüler yağdırmamızı mı bekliyorlar?
           Bu sorumsuz tavırlar, insanları umutsuzluğa sürüklüyor. AKP'den şikayet edenlere hep hatırlatırım: 1994'te DSP-CHP-SHP liderleri, birleşme veya ortak aday çıkarma veya alan paylaşma önerilerimizi kabul edecek kadar özverili "devlet adamları" olsalardı, Erdoğan-Gökçek efsaneleri hiç başlamamış olacaktı. Solun (ve sağın!) 12 Eylül sonrası yaşadığı bölünmeler, Türkiye'de zaten siyasetin yörüngesini alt üst etti. Daha da acısı, belli ki kimse bundan ders almadı! Herkes en taze intiharını hazırlamakla meşgul!
            İsteyen kendi intiharından sorumludur. Belki yakın çevresi veya tesadüfler dışında kimse bunu engelleyemez. Ama burada durum çok farklı: Bu insanlar, halkı da intiharlarına sürüklemeye çalışıyorlar! İşte en kabul edilemez nokta bu.
İsteyenin kendini dev aynasında görüp büyük kurtarıcı olarak niteleme hakkı vardır. Ama bu zor günlerde, kimsenin halkı kandırma hakkı yoktur. Bunu denedikleri zaman da, başkalarının tutarsızlıklarını deşifre etmesine kızma hakları kalmaz.
           Türkiye'de mesela CHP yönetiminden mutlu olmayan Atatürkçü-Ulusalcı bir grup var. Her ne kadar hiçbir şekilde solun bölünmesini istemesem de alternatif bir görüşün 4. parti olarak %10 barajını aşması halinde AKP’nin ciddi bir yara alabileceğini bu sütunda Hakan Bayrakçı'nın analizi olarak aktarmıştım. İyi de mesela bu hedefle -veya daha büyük rüyalarla- CHP'den ayrılan Emine Ülker Tarhan,
(Anadolu Partisi) bilmiyor mu ki, İşçi Partisi ve Öncüler Hareketi veya Anayasa Toplantıları’ndan beri yurdun her yerinden ses getirmiş bir Milli Merkez de aynı hedeflerle yola çıkmış... Bu hareketlerin her biri esasında iplerin kendi elinde olduğuna inanıyor ve bu nedenle diğer oluşumları göz ucuyla süzse de kendi örgütlenme potansiyelinden şüphe duymuyor! Kimse kusura bakmasın ama ortada yine abartılı bir "kurtarıcı" enflasyonu var! Herkes bir sonraki Che Guevara, Bülent Ecevit, veya... Atatürk olma rüyalarıyla yanıp tutuşuyor!
               Yeni parti kurmanın dayanılmaz hafifliği tavan yapmış durumda. Bu isimler o kadar iddialı ki, sürekli yeni oluşumlar kurulmaya devam ediyor. Mesela ben daha bu makaleyi aklımdan bilgisayara dökemeden sevgili Emrehan Halıcı,
Elektronik Demokrasi Partisini kurmuş! Eminim aynı güzel hedeflerle, "Millet eski söylemlerle uğraşırken biz gençliğe hitap eden bu yapıyla ortalığı siler süpürürüz" diyerek gerçekleştirmiştir bunu... İyi de bu partilerin her biri aynı seçmen topluluğuna olta atıyor! İstediğiniz kadar itiraz edin ama işin özü bu. Yani CHP ve bir ölçüde MHP’den biraz destek alınarak bu işler kotarılsa ve tüm bu partiler yola düşse, o zaman neler yaşanabilir biliyorsunuz umarım: Hiçbir parti %10 alıp barajı geçemeyeceği için oyları CHP'den tırtıklasa dahi, milletvekili çıkaramayacaklarından, aldıkları tüm oylar tersine AKP'ye yarar!
                Bu değerli toparlayıcı-girişimciler bana diyebilir ki "
iyi de biz, sağın oylarına da talibiz, bizim hedef kitleyi yanlış anlamışsın". O zaman sağa da bakalım, orada da bol hareket var! Mesela, bağımsız Kütahya Milletvekili İdris Bal'ın kurduğu Demokratik Gelişim Partisi veya İdris Naim Şahin'in kurmakta olduğu Millet ve Adalet Partisi! Bunlar da yetmezse, Abdürrahim Karslı'nın Merkez Partisi veya kimi milliyetçilerin kurmaya karar verdiği Milli Mücadele Partisi!
             Şimdi
shopping mall'lar gibi patlama yapan bu partiler, önce geçmişe bakabilirler: Yeni Demokrasi Hareketi, ÖDP, Mümtaz Soysal, Vural Savaş ve Y. G. Özden'in partileri ne umutlarla kuruldu, hangi sona ulaştı? Konumuz dergi açmak olsa, belki bolluk hareketlilik getirebilir! Ama burada göldeki limitli su birikimini kana kana içeceğine kendini inandırmış kahramanlardan söz ediyoruz! Allah akıl fikir versin! Demek çocukluğumuzda okuduğumuz Teksas-Tommiksler, bugün fatura olarak karşımıza çıkıyor: Herkes Çelik Blek olmuş! Uzlaşma, ortak sepet oluşturma gibi diyalog ihtiyacı hisseden insan yok!