23 Kasım 2010 Salı

HAKKI DEVRİM’İ İSTİFAYA DAVET ETME NEDENLERİM… / Bedri Baykam / 23 KASIM 2010 CUMHURIYET MAKALESİ

     Bayramdan iki gün önce Hakkı Devrim, Radikal’de benden öyle seviyesiz ve etik dışı bir şekilde söz etti ki, kendisine bir e-posta yanıtı yolladım ve istifaya davet ettim.  Benden “haz etmediğini” belirtmesinin ötesinde “her şeye maydanoz ressam” ve “sokak hatibi” gibi küstah ve edep dışı kelimelerle oluşan bu saldırının çıkış noktası, beyefendinin CNN Türk'te “Tarafsız Bölge” programında Taraf Gazetesinin iki yazarına karşı verdiğim ekran mücadelesi ve Atatürk’ü onlara karşı savunduğum program hakkındaki yorumlarıydı!        
Aslında Hakkı Devrim bu tavrıma çok şaşırmıştır, çünkü kendisi bu yayın tacizini hakkımda kişisel boyutta 10 senedir, yani Ansiklopedi tashihciliğini bırakıp Radikal'de yazmaya başladığından beri ve  geceleri "televizyon programında komedi muhtarlığı" seanslarında her fırsatta sürdürüyordu! “Allah Allah, ben bunu hep yapıyordum, şimdi ne oldu da Baykam bu tepkiyi verdi” diyordur. 
Olan şu: Bu sefer ukalalık seansını çok kötü bir zamanlamada baltayı taşa vurarak, Atatürk hakkında kabul edilemeyecek sözler sarf eden iki beyni yıkanmışla olan kavgamdan sonra yaptı ve bu bende bardağı taşıran damla oldu. Yıllardır “yaşlı adam, boşver ne dediğini bilmiyor, üstüne gitme” diye ender olarak yanıt verip, çoğu zaman görmezden geldiğim bu saldırıları kamuoyuna deşifre etme vaktinin geldiğini gördüm. Temsil ettiğim kurumlar ve sıfatlarımı da göz önüne aldığımda, buna mecburdum artık…        
Daha yakın bir süre önce, Oktay Ekşi gibi Türk basınının gerçek duayen Başyazarı’nın başına neler geldiğini biliyoruz. Bu ülkenin kendisine bu kadar gereksinim duyduğu bir süreçte, Ekşi bir hata yaptı. İnsanların kızdıkları zaman söyledikleri sokak dilinin abartılı bir deyimini yazılı olarak kullanınca kendisine yönelen linç kampanyaları sonuçlanmadan istifa etmeyi tercih etti. Değer miydi, tartışılır… Özür dilemişti zaten. Ama ben çok üzüldüm, çünkü onca Atatürkçü yazar meslektaşımız son 20 yıldır ya öldürüldü ya vefat etti ya hükümet baskısıyla kovuldu ya da son teokrasiye geçiş hezeyanlarında hapse atıldı! Böyle bir büyük saldırı altında yazarlık sorumluluğumuzu üstleniyorken, Ekşi gibi ödünsüz bir kalemin yeri de kolay kolay doldurulmaz…         
Benim de yazarlık kariyerim her türlü tehdit, karalama, aşağılama ve çoğu zaman sansürle mücadele ederek sürüyor. Hiçbir noktada ne geri adım attım ne ürktüm, tarih şahittir. Sağ olsunlar, yurdun her yerinde sayısız Atatürkçü’nün büyük desteğine karşın, hiç kimseden teşekkür beklemedim çabalarım için. Ama hiç kimsenin de bu kadar densizce kişiliğime de kin kusarak bu fikir mücadelesini karalamasına izin veremezdim. Saldırılara alışığım, her fırsatta yobaz-liboş kalemler de gündeme göre çamur sıçratırlar. Ama onların ki bile daha kabul edilir bir yörüngede durur: Çünkü hiç olmazsa açık ideolojik bahaneleri-hedefleri vardır! Çok azı Hakkı Devrim örneğinde olduğu gibi tamamen içeriksiz ve şahsa yönelik saldırılara girişir. Ayrıca Hakkı Devrim bana dil uzatırken hiç aynaya baktı mı? Kendisine ayrılan medya sahasını nasıl boşa kullandığının farkında mı? Bugüne kadar etliye sütlüye dokunan hangi ciddi konuda bir hatırlanır tavrı olmuş, nerede iz bırakmış? Yoksa hep ucuzundan “ortaya karışık” mı oynamış?        
Burada Ekşi örneği henüz soğumadan sorulması gereken şudur: Atatürkçülere ve kişisel alanlarına saldırmak, bu kadar ucuz ve bedelsiz midir? Hakkı Devrim’in tavrı basitçe geçiştirilebilecek bir sataşmadan ibaret midir? Yoksa yıllardır sinsice sürdürülen bir karalama kampanyasının doruk noktalarından biri olan bu olay bir dönüm noktası teşkil etmeli midir? Hakkı Devrim, önceki yıllarda aynı tavırla ülkemizin yüz aklarından Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'e saldırmış ve iki kere mahkum olmuştur. Bu konunun daha da üzücü detaylarını buraya sığdıramayacağım. Hakkı Devrim, yine Nihat Genç gibi başka bir ulusalcı yazara da aynı kabul edilemez tavırlarla, etik dışı sözcüklerle saldırmış ve ondan da 4 ay önce ağzının payını "balans ayarını" almış biridir. (http://www.odatv.com/n.php?n=hakki-devrime-cevabimdir--1006101200)
            Akşam’da geçen hafta Ali Saydam dostum internetten “istifaya davet”  mektubumu okuyup bana imalı göndermelerde bulunmuş. Bu lafları tekrarlayarak yaydığımı söylemiş ve bunun zararlarını da anlatmış. Bir de Hakkı Devrim gibi bir "İstanbul Beyefendisi"ni (!) karşıma almamın toplumsal risklerini aktarmış! Saydam'a da yanıt verdim: Birincisi, reklamlarda torunlara "canım cicim" diyerek, talk-show muhtarlığı yaparak insan "İstanbul Beyefendisi" sıfatını kazanmaz, lütfen abartmayalım. Bırakın bana söylediklerini bir yana, Hakkı Devrim'in Nihat Genç hakkında canlı yayında söylediği "Nihat soyadı neydi, ...hayvanat bahçesi röportajı yapan" sözlerini hangi çuvala sığdırıp kaldıracaksınız? Ya da Genç sitemle kendisini aradığında "ne b.k yersen ye, layığını bulursun" diye yanıt veren bir adam, hangi kategoriye girer? "İstanbul Beyefendisi" diline, sözlerine, tavırlarına dikkat eden başka bir düzeyin insanlarının sıfatıdır onlara haksızlık yapmayalım! İkincisi de, Saydam'a göre Devrim'in hakkımdaki sözlerini ben yaymışım... Böyle bir kaygım hiç yok! Tabii ki her ideolojik düşmanım bu tartışmada bana karşı tavır alabilir, bunu fırsat bilip ağzının suyu akarak yine saldırabilir. "Gördünüz mü Baykam hakkında Hakkı Devrim neler demiş?" diye keyifle dedikodu yayabilirler. Umurumda değil. Kendime, kimliğime ve yazdıklarıma güvenim tam. İsterlerse topluca saldırsınlar Devrim'i bahane ederek! Topuna yeterim.
            Ben artık, kolay sandığı hedeflere taş atarak kendi komplekslerini tatmin eden Hakkı Devrim’in istifa etmesi gerektiğini ısrarla vurguluyorum. Onun seviyesiz şekilde kapladığı alan, başka yazarlara açılabilecek bir sütunu fuzuli olarak işgal etmektedir. Üstelik gençler onu “duayen” bir deneyimli yazar sandıkları için Hakkı Devrim  kötü örnek olmakta, insanlar  tecrübeli ve bilge bir profil şablonuna oturtmaya çalıştıkları bir yazarın bu tavrını “demek bu normalmiş” şeklinde algılamak durumunda bırakılmaktadırlar. Bir yazarın “yaşlı” olması, çevresine sorumsuzca içeriksiz çamurlar sıçratma özgürlüğünü mü getirir? Bu mudur "basın duayenliği"nin dökülen cilası? Yaşlanmak insanlara bir bilgelik getirdiği zaman çok değerlidir. "Ben yaşlıyım her istediğime buradan her aklıma eseni sallayabilirim" demekle insan değerli bir yaşlı yazar olmaz. Bakınız örnek: İlhan Selçuk. Radikal gibi “entelektüel” bir profil çizmek isteyen bir gazeteye bu ne kadar yakışıyor, kendileri karar versinler…         
Bu tartışmada benim haksız olduğumu düşünüyorsanız, buyurun mailim altta yer alıyor beni eleştirin. Hakkı Devrim’i haksız buluyorsanız da ona yorumlarınızı yollayın (hakki.devrim@radikal.com.tr) Ben Devrim’in istifasının kendisi açısından da bir hayır getireceğine ve ait olmadığı bir alanı yapay çabalarla işgal etme yükünden kurtulup, daha sakin bir emeklilik hayatında dinlenebileceğine ve nihayet içsel krizlerini aşıp, huzura kavuşacağına inanıyorum…

HAKKI DEVRİM’İ İSTİFAYA DAVET ETME NEDENLERİM… / Bedri Baykam / 23 KASIM 2010 CUMHURIYET MAKALESİ

     Bayramdan iki gün önce Hakkı Devrim, Radikal’de benden öyle seviyesiz ve etik dışı bir şekilde söz etti ki, kendisine bir e-posta yanıtı yolladım ve istifaya davet ettim.  Benden “haz etmediğini” belirtmesinin ötesinde “her şeye maydanoz ressam” ve “sokak hatibi” gibi küstah ve edep dışı kelimelerle oluşan bu saldırının çıkış noktası, beyefendinin CNN Türk'te “Tarafsız Bölge” programında Taraf Gazetesinin iki yazarına karşı verdiğim ekran mücadelesi ve Atatürk’ü onlara karşı savunduğum program hakkındaki yorumlarıydı!        
Aslında Hakkı Devrim bu tavrıma çok şaşırmıştır, çünkü kendisi bu yayın tacizini hakkımda kişisel boyutta 10 senedir, yani Ansiklopedi tashihciliğini bırakıp Radikal'de yazmaya başladığından beri ve  geceleri "televizyon programında komedi muhtarlığı" seanslarında her fırsatta sürdürüyordu! “Allah Allah, ben bunu hep yapıyordum, şimdi ne oldu da Baykam bu tepkiyi verdi” diyordur. 
Olan şu: Bu sefer ukalalık seansını çok kötü bir zamanlamada baltayı taşa vurarak, Atatürk hakkında kabul edilemeyecek sözler sarf eden iki beyni yıkanmışla olan kavgamdan sonra yaptı ve bu bende bardağı taşıran damla oldu. Yıllardır “yaşlı adam, boşver ne dediğini bilmiyor, üstüne gitme” diye ender olarak yanıt verip, çoğu zaman görmezden geldiğim bu saldırıları kamuoyuna deşifre etme vaktinin geldiğini gördüm. Temsil ettiğim kurumlar ve sıfatlarımı da göz önüne aldığımda, buna mecburdum artık…        
Daha yakın bir süre önce, Oktay Ekşi gibi Türk basınının gerçek duayen Başyazarı’nın başına neler geldiğini biliyoruz. Bu ülkenin kendisine bu kadar gereksinim duyduğu bir süreçte, Ekşi bir hata yaptı. İnsanların kızdıkları zaman söyledikleri sokak dilinin abartılı bir deyimini yazılı olarak kullanınca kendisine yönelen linç kampanyaları sonuçlanmadan istifa etmeyi tercih etti. Değer miydi, tartışılır… Özür dilemişti zaten. Ama ben çok üzüldüm, çünkü onca Atatürkçü yazar meslektaşımız son 20 yıldır ya öldürüldü ya vefat etti ya hükümet baskısıyla kovuldu ya da son teokrasiye geçiş hezeyanlarında hapse atıldı! Böyle bir büyük saldırı altında yazarlık sorumluluğumuzu üstleniyorken, Ekşi gibi ödünsüz bir kalemin yeri de kolay kolay doldurulmaz…         
Benim de yazarlık kariyerim her türlü tehdit, karalama, aşağılama ve çoğu zaman sansürle mücadele ederek sürüyor. Hiçbir noktada ne geri adım attım ne ürktüm, tarih şahittir. Sağ olsunlar, yurdun her yerinde sayısız Atatürkçü’nün büyük desteğine karşın, hiç kimseden teşekkür beklemedim çabalarım için. Ama hiç kimsenin de bu kadar densizce kişiliğime de kin kusarak bu fikir mücadelesini karalamasına izin veremezdim. Saldırılara alışığım, her fırsatta yobaz-liboş kalemler de gündeme göre çamur sıçratırlar. Ama onların ki bile daha kabul edilir bir yörüngede durur: Çünkü hiç olmazsa açık ideolojik bahaneleri-hedefleri vardır! Çok azı Hakkı Devrim örneğinde olduğu gibi tamamen içeriksiz ve şahsa yönelik saldırılara girişir. Ayrıca Hakkı Devrim bana dil uzatırken hiç aynaya baktı mı? Kendisine ayrılan medya sahasını nasıl boşa kullandığının farkında mı? Bugüne kadar etliye sütlüye dokunan hangi ciddi konuda bir hatırlanır tavrı olmuş, nerede iz bırakmış? Yoksa hep ucuzundan “ortaya karışık” mı oynamış?        
Burada Ekşi örneği henüz soğumadan sorulması gereken şudur: Atatürkçülere ve kişisel alanlarına saldırmak, bu kadar ucuz ve bedelsiz midir? Hakkı Devrim’in tavrı basitçe geçiştirilebilecek bir sataşmadan ibaret midir? Yoksa yıllardır sinsice sürdürülen bir karalama kampanyasının doruk noktalarından biri olan bu olay bir dönüm noktası teşkil etmeli midir? Hakkı Devrim, önceki yıllarda aynı tavırla ülkemizin yüz aklarından Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'e saldırmış ve iki kere mahkum olmuştur. Bu konunun daha da üzücü detaylarını buraya sığdıramayacağım. Hakkı Devrim, yine Nihat Genç gibi başka bir ulusalcı yazara da aynı kabul edilemez tavırlarla, etik dışı sözcüklerle saldırmış ve ondan da 4 ay önce ağzının payını "balans ayarını" almış biridir. (http://www.odatv.com/n.php?n=hakki-devrime-cevabimdir--1006101200)
            Akşam’da geçen hafta Ali Saydam dostum internetten “istifaya davet”  mektubumu okuyup bana imalı göndermelerde bulunmuş. Bu lafları tekrarlayarak yaydığımı söylemiş ve bunun zararlarını da anlatmış. Bir de Hakkı Devrim gibi bir "İstanbul Beyefendisi"ni (!) karşıma almamın toplumsal risklerini aktarmış! Saydam'a da yanıt verdim: Birincisi, reklamlarda torunlara "canım cicim" diyerek, talk-show muhtarlığı yaparak insan "İstanbul Beyefendisi" sıfatını kazanmaz, lütfen abartmayalım. Bırakın bana söylediklerini bir yana, Hakkı Devrim'in Nihat Genç hakkında canlı yayında söylediği "Nihat soyadı neydi, ...hayvanat bahçesi röportajı yapan" sözlerini hangi çuvala sığdırıp kaldıracaksınız? Ya da Genç sitemle kendisini aradığında "ne b.k yersen ye, layığını bulursun" diye yanıt veren bir adam, hangi kategoriye girer? "İstanbul Beyefendisi" diline, sözlerine, tavırlarına dikkat eden başka bir düzeyin insanlarının sıfatıdır onlara haksızlık yapmayalım! İkincisi de, Saydam'a göre Devrim'in hakkımdaki sözlerini ben yaymışım... Böyle bir kaygım hiç yok! Tabii ki her ideolojik düşmanım bu tartışmada bana karşı tavır alabilir, bunu fırsat bilip ağzının suyu akarak yine saldırabilir. "Gördünüz mü Baykam hakkında Hakkı Devrim neler demiş?" diye keyifle dedikodu yayabilirler. Umurumda değil. Kendime, kimliğime ve yazdıklarıma güvenim tam. İsterlerse topluca saldırsınlar Devrim'i bahane ederek! Topuna yeterim.
            Ben artık, kolay sandığı hedeflere taş atarak kendi komplekslerini tatmin eden Hakkı Devrim’in istifa etmesi gerektiğini ısrarla vurguluyorum. Onun seviyesiz şekilde kapladığı alan, başka yazarlara açılabilecek bir sütunu fuzuli olarak işgal etmektedir. Üstelik gençler onu “duayen” bir deneyimli yazar sandıkları için Hakkı Devrim  kötü örnek olmakta, insanlar  tecrübeli ve bilge bir profil şablonuna oturtmaya çalıştıkları bir yazarın bu tavrını “demek bu normalmiş” şeklinde algılamak durumunda bırakılmaktadırlar. Bir yazarın “yaşlı” olması, çevresine sorumsuzca içeriksiz çamurlar sıçratma özgürlüğünü mü getirir? Bu mudur "basın duayenliği"nin dökülen cilası? Yaşlanmak insanlara bir bilgelik getirdiği zaman çok değerlidir. "Ben yaşlıyım her istediğime buradan her aklıma eseni sallayabilirim" demekle insan değerli bir yaşlı yazar olmaz. Bakınız örnek: İlhan Selçuk. Radikal gibi “entelektüel” bir profil çizmek isteyen bir gazeteye bu ne kadar yakışıyor, kendileri karar versinler…         
Bu tartışmada benim haksız olduğumu düşünüyorsanız, buyurun mailim altta yer alıyor beni eleştirin. Hakkı Devrim’i haksız buluyorsanız da ona yorumlarınızı yollayın (hakki.devrim@radikal.com.tr) Ben Devrim’in istifasının kendisi açısından da bir hayır getireceğine ve ait olmadığı bir alanı yapay çabalarla işgal etme yükünden kurtulup, daha sakin bir emeklilik hayatında dinlenebileceğine ve nihayet içsel krizlerini aşıp, huzura kavuşacağına inanıyorum…

BEDRİ BAYKAM CONTEMPORARY İSTANBUL’DA, PİRAMİD SANAT B-115 STANDINDA

BEDRİ BAYKAM
CONTEMPORARY İSTANBUL’DA,
PİRAMİD SANAT B-115 STANDINDA


24-28 KASIM 2010


Bedri Baykam, 24 Kasım Çarşamba açılışı yapılacak “Contemporary İstanbul” Uluslararası Sanat Fuarı’nda üç farklı döneminden eserler sergileyecek.

Bedri Baykam, Dışavurumculuğun Van Gogh ve Gauguin’le birlikte en önemli öncülerinden kabul edilen ünlü Norveçli sanatçı Edvard Munch anısına, 13 adet 4-D yapıt gerçekleştirdi. Fransa’da “Pinacotheque de Paris” Müzesi’nden sonra, Türkiye’de ilk kez bu sonbaharda Ankara Siyah Beyaz Sanat Galerisi’nde sergilenen“Edvard Munch’a Saygı” serisinden örnekler, İstanbul’da ilk olarak Contemporary İstanbul’da görülecek. Serginin tamamı daha sonra İstanbul’da 2011’de sergilenecek.

Fuarda görülebilecek diğer bir seri ise, sanatçının son üç yılda ürettiği, politik, soyut ve kavramsal sanatın buluştuğu “İçim Parçalanıyor” serisi. Bu seri, Baykam’ın 4-D yapıtlarından sonra bu sonbaharda Kadıköy CKM’de ve Piramid Sanat’ta sergilenen son tualleri.

Bedri Baykam’ın fuarda yer alacak eserleri arasında 1987’de yaptığı en önemli işlerinden biri olan ve 1987 yılında 1. İstanbul Bienali’nde sergilenen “Ingres, Gerome, Burası Benim Hamamım” yer alıyor. Ünlü Fransız oryantalist ressamlar Jean-Auguste Dominique Ingres ve Jean-Leon Gerome’un ünlü yapıtlarına gönderme yapan bu işler sonrasında Baykam’ın ürettiği “Gerçek Sahteler” serisinin de öncü başyapıtı. 202 x 860 cm ölçülerindeki bu dev yapıt, geçen yıl Berlin Akademie der Künste’de “Istanbul Next Wave” sergisinde sanatçının birçok diğer işiyle beraber sergilendi. Türk çağdaş sanatına boyut atlatan işlerden biri olarak iz bırakan “Ingres, Gerome, Burası Benim Hamamım”, sunta üzerine ayna ve karışık teknikle gerçekleştirildi.

Bedri Baykam’ın “İçim Parçalanıyor” serisinden son dönem işleri aynı zamanda fuarda Alman Frank Pages Galerie’de yer alacak. (B-304 standı)


Detaylı bilgi için;
Tuba Kurtulmuş (0212 297 31 15) tuba.kurtulmus@gmail.com
Ceyda Akın (0212 258 08 09) bedri.baykam@gmail.com
Betsy Levi (0212 258 44 64) bedri.baykam@yahoo.com

www.piramidsanat.com     www.bedribaykam.com

Contemporary İstanbul
Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı
www.contemporaryistanbul.com


Bedri Baykam at Contemporary Istanbul International Art Fair,
Piramid Sanat (Stand B115)

Bedri Baykam will exhibit Works from three different periods at the Istanbul Contemporary Art Fair, November 24-28, 2010.

Bedri Baykam produced this year a series of 13 different 4-D Works as an homage to the legendary expressionist artist Edvard Munch. The works were shown at the “Pinacotheque de Paris” Museum in Paris, April-July 2010, together with an original retrospective exhibition of Munch himself.

The exhibition moved later to Ankara where it was shown at the Siyah-Beyaz Gallery in fall 2010. There Works from the Munch series, will be shown at the Istanbul Contemporary. 

Four Works from the latest series of Baykam “I am Bleeding” will also be present at the fair. Those Works are a bleud of abrtract and conceptual styles that have a precise political subject in the Turkish milieu: the struggle against fascism and fundamentalism.

The other work of Baykam present at the fair, will be his famous work “Ingres, Gerome, This Is My Bath”, which was first  shown at the First Istanbul Biennale in 1987. This work is the Pioneer of Baykam’s series “Real Fakes” where the artist user several referencer to art history. It was also shown last year at Baykam’s exhibit at the Akademie der Künste, as a part of the “Istanbul Next Wave” exhibits.

The piece is 2x8,60 metres (plywood, with broken mirrors and mixed media)

Baykam’s Works, from his latest series “I am Bleeding” are also present at the stand of German Gallery Frank Pages (B304)



FOR INFORMATION

Tuba Kurtulmuş (0212 297 31 15) tuba.kurtulmus@gmail.com
Ceyda Akın (0212 258 08 09) bedri.baykam@gmail.com
Betsy Levi (0212 258 44 64) bedri.baykam@yahoo.com

www.piramidsanat.com                  www.bedribaykam.com

Contemporary İstanbul
Istanbul Lütfi Kırdar Convention and Exhibition Center

BEDRİ BAYKAM CONTEMPORARY İSTANBUL’DA, PİRAMİD SANAT B-115 STANDINDA

BEDRİ BAYKAM
CONTEMPORARY İSTANBUL’DA,
PİRAMİD SANAT B-115 STANDINDA


24-28 KASIM 2010


Bedri Baykam, 24 Kasım Çarşamba açılışı yapılacak “Contemporary İstanbul” Uluslararası Sanat Fuarı’nda üç farklı döneminden eserler sergileyecek.

Bedri Baykam, Dışavurumculuğun Van Gogh ve Gauguin’le birlikte en önemli öncülerinden kabul edilen ünlü Norveçli sanatçı Edvard Munch anısına, 13 adet 4-D yapıt gerçekleştirdi. Fransa’da “Pinacotheque de Paris” Müzesi’nden sonra, Türkiye’de ilk kez bu sonbaharda Ankara Siyah Beyaz Sanat Galerisi’nde sergilenen“Edvard Munch’a Saygı” serisinden örnekler, İstanbul’da ilk olarak Contemporary İstanbul’da görülecek. Serginin tamamı daha sonra İstanbul’da 2011’de sergilenecek.

Fuarda görülebilecek diğer bir seri ise, sanatçının son üç yılda ürettiği, politik, soyut ve kavramsal sanatın buluştuğu “İçim Parçalanıyor” serisi. Bu seri, Baykam’ın 4-D yapıtlarından sonra bu sonbaharda Kadıköy CKM’de ve Piramid Sanat’ta sergilenen son tualleri.

Bedri Baykam’ın fuarda yer alacak eserleri arasında 1987’de yaptığı en önemli işlerinden biri olan ve 1987 yılında 1. İstanbul Bienali’nde sergilenen “Ingres, Gerome, Burası Benim Hamamım” yer alıyor. Ünlü Fransız oryantalist ressamlar Jean-Auguste Dominique Ingres ve Jean-Leon Gerome’un ünlü yapıtlarına gönderme yapan bu işler sonrasında Baykam’ın ürettiği “Gerçek Sahteler” serisinin de öncü başyapıtı. 202 x 860 cm ölçülerindeki bu dev yapıt, geçen yıl Berlin Akademie der Künste’de “Istanbul Next Wave” sergisinde sanatçının birçok diğer işiyle beraber sergilendi. Türk çağdaş sanatına boyut atlatan işlerden biri olarak iz bırakan “Ingres, Gerome, Burası Benim Hamamım”, sunta üzerine ayna ve karışık teknikle gerçekleştirildi.

Bedri Baykam’ın “İçim Parçalanıyor” serisinden son dönem işleri aynı zamanda fuarda Alman Frank Pages Galerie’de yer alacak. (B-304 standı)


Detaylı bilgi için;
Tuba Kurtulmuş (0212 297 31 15) tuba.kurtulmus@gmail.com
Ceyda Akın (0212 258 08 09) bedri.baykam@gmail.com
Betsy Levi (0212 258 44 64) bedri.baykam@yahoo.com

www.piramidsanat.com     www.bedribaykam.com

Contemporary İstanbul
Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı
www.contemporaryistanbul.com


Bedri Baykam at Contemporary Istanbul International Art Fair,
Piramid Sanat (Stand B115)

Bedri Baykam will exhibit Works from three different periods at the Istanbul Contemporary Art Fair, November 24-28, 2010.

Bedri Baykam produced this year a series of 13 different 4-D Works as an homage to the legendary expressionist artist Edvard Munch. The works were shown at the “Pinacotheque de Paris” Museum in Paris, April-July 2010, together with an original retrospective exhibition of Munch himself.

The exhibition moved later to Ankara where it was shown at the Siyah-Beyaz Gallery in fall 2010. There Works from the Munch series, will be shown at the Istanbul Contemporary. 

Four Works from the latest series of Baykam “I am Bleeding” will also be present at the fair. Those Works are a bleud of abrtract and conceptual styles that have a precise political subject in the Turkish milieu: the struggle against fascism and fundamentalism.

The other work of Baykam present at the fair, will be his famous work “Ingres, Gerome, This Is My Bath”, which was first  shown at the First Istanbul Biennale in 1987. This work is the Pioneer of Baykam’s series “Real Fakes” where the artist user several referencer to art history. It was also shown last year at Baykam’s exhibit at the Akademie der Künste, as a part of the “Istanbul Next Wave” exhibits.

The piece is 2x8,60 metres (plywood, with broken mirrors and mixed media)

Baykam’s Works, from his latest series “I am Bleeding” are also present at the stand of German Gallery Frank Pages (B304)



FOR INFORMATION

Tuba Kurtulmuş (0212 297 31 15) tuba.kurtulmus@gmail.com
Ceyda Akın (0212 258 08 09) bedri.baykam@gmail.com
Betsy Levi (0212 258 44 64) bedri.baykam@yahoo.com

www.piramidsanat.com                  www.bedribaykam.com

Contemporary İstanbul
Istanbul Lütfi Kırdar Convention and Exhibition Center

ALEX 3000′E ÇOK YAKIŞTI..

Fenerbahçe maça hangi kadroyla başladı, kim oynadı kim oynamalıydı,tüm bunları bir kenara bırakın.
Şayet efsane 3000. binince golünü 30. saniyede muhteşem bir vuruşla attıysa bu golü atan da 21. yüzyıl efsanesi Alex’se bize de “Bütün aşklar tatlı başlar” demek düşer. Alex, 23. dakikada 3. golünü atarak şov yaparken acaba medyamızın kıdemli Alex düşmanları kaçar sivilce çıkarıyorlardı!..
İkinci yarıda Bucaspor o ana kadar çok arzulu ve sitematik yerden paslı oynayan Fenerbahçe’ye karşı dengeyi biraz sağladı ve birkaç denemeden sonra golünü buldu. Hatta Fenerbahçe kalesinde yine dünyanın en iyilerinden biri olmasa belki maç riske bile girerdi. Alex, 75. dakikada Niang’ın ortasına yine muhteşem bir vole çaktı ama rakip kaleci de dün 5 gole rağmen armut toplamıyordu. Alex’in büyük alkışlarla çıkmasından sonra Niang ve Semih güzel pozisyonlarda gollerini atarak sarı-lacivertli üçlünün gol krallığına hep beraberce aday olduklarını enteresan bir şekilde ülkeye tebliğ ettiler. Buca’nın 2. golü telefon, telgraf ve facebook’tan “Geliyorum” diye 11 haber verdikten sonra ağları buldu. Skor yine çok güzel, goller güzel, Alex, Volkan, Yobo, Gökhan Gönül hatta Stoch çok güzel. Takım oyunu iyi ama Fenerbahçe bu sene hep küçük maçların büyük takimı mı olacak? Sarı-lacivertliler bu yıl 10 önemli maçın hiç birinde böyle oynayamadılar. Son eleştirim taraftara: Bütün maç iyi bağırdınız bravo. Ancak 2001 yılında belki yeni asrın en önemli gollerinden birini atarak Galatasaray’ın 5. şampiyonluğunu durduran Ali Güneş’i utanmadan nasıl yuhaladınız? Hafızanız bu kadar mı kıt?

ALEX 3000′E ÇOK YAKIŞTI..

Fenerbahçe maça hangi kadroyla başladı, kim oynadı kim oynamalıydı,tüm bunları bir kenara bırakın.
Şayet efsane 3000. binince golünü 30. saniyede muhteşem bir vuruşla attıysa bu golü atan da 21. yüzyıl efsanesi Alex’se bize de “Bütün aşklar tatlı başlar” demek düşer. Alex, 23. dakikada 3. golünü atarak şov yaparken acaba medyamızın kıdemli Alex düşmanları kaçar sivilce çıkarıyorlardı!..
İkinci yarıda Bucaspor o ana kadar çok arzulu ve sitematik yerden paslı oynayan Fenerbahçe’ye karşı dengeyi biraz sağladı ve birkaç denemeden sonra golünü buldu. Hatta Fenerbahçe kalesinde yine dünyanın en iyilerinden biri olmasa belki maç riske bile girerdi. Alex, 75. dakikada Niang’ın ortasına yine muhteşem bir vole çaktı ama rakip kaleci de dün 5 gole rağmen armut toplamıyordu. Alex’in büyük alkışlarla çıkmasından sonra Niang ve Semih güzel pozisyonlarda gollerini atarak sarı-lacivertli üçlünün gol krallığına hep beraberce aday olduklarını enteresan bir şekilde ülkeye tebliğ ettiler. Buca’nın 2. golü telefon, telgraf ve facebook’tan “Geliyorum” diye 11 haber verdikten sonra ağları buldu. Skor yine çok güzel, goller güzel, Alex, Volkan, Yobo, Gökhan Gönül hatta Stoch çok güzel. Takım oyunu iyi ama Fenerbahçe bu sene hep küçük maçların büyük takimı mı olacak? Sarı-lacivertliler bu yıl 10 önemli maçın hiç birinde böyle oynayamadılar. Son eleştirim taraftara: Bütün maç iyi bağırdınız bravo. Ancak 2001 yılında belki yeni asrın en önemli gollerinden birini atarak Galatasaray’ın 5. şampiyonluğunu durduran Ali Güneş’i utanmadan nasıl yuhaladınız? Hafızanız bu kadar mı kıt?

17 Kasım 2010 Çarşamba

KADINLARIN “CİNSEL BEDENSEL HAKLARI”, AKP ve CHP! .. / Bedri Baykam/ 16 Kasim 2010 Cumhuriyet makalesi

Ülkemizde son 15-20 yıldır “Kadın Hakları” denince akıla yalnız, artık (Cumhurbaşkanı’na bile) gına getiren o türban tartışması geliyor! Herhalde kadınlarla ilgili çok daha büyük kapsama alanı olan sorunlar olduğunu kamuoyuna biraz hatırlatmanın tam sırası…
         Son günlerde birçok kadın derneği haklı olarak, kadınların çoğu göz ardı edilen hakları için bir mücadelenin startını verdiler. Ortada birden fazla dernek adı var: “Kadının İnsan Hakları, Yeni Çözümler Derneği” (Bu platformlar ile temas için: zeynep.ozdal@wwhr.org), “Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız” platformu, Uluslararası bağlantılı “Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu (CSBR) ve diğerleri.. Bunlar doğal olarak birbirleriyle ilişkide olan sivil toplum kuruluşları ve diğer ülkelerde aynı durumda olan kendi hemcinsleri ve onlara destek veren erkeklerle de temas halindeler… Kendilerini kutluyorum ve eylemlerinin ne kadar zamanında yapıldığına işaret ediyorum.
         Bu derneklerin gündemlerinde, konulara ilişkin paneller, film gösterimleri ve sergiler var… Bunları yazarken aklıma geçen hafta Sanat Limanı’nda gezdiğim Bennu Gerede’nin ingilizce “Honor Killings” olarak söz ettiği töre-namus cinayetleri sergisi geldi, çok çarpıcı ve düşündürücü bir dramatik ”ölüm anı dondurulması” üzerine kuruluydu. “Güzel” demeye insanın dili tabii ki varmıyor… Ama -konu açısından maalesef- mükemmel diyebiliriz. Bu dernek ve platformu cesaretle ortaya koyanların Bennu Gerede ile temasa geçip bu sergiyi de yurdun her yerine ve özellikle Güney Doğu’ya taşımaları lazım. Ben de panellerine destek sözü veriyorum.
         Eşzamanlı olarak Ortadoğu, Kuzey Afrika, Güney, Güney Doğu ve Asya’da 12 ülkede “Ortak Mücadele, Hep Birlikte” sloganıyla gerçekleşen bu çıkışın tüm dünyada ve özellikle ülkemizde ses getirmesi şart. Yapılan ilk panellerden birinde geçen hafta Nuray Onuk’un “Saf Kötülük” isimli kısa filmi gösterildi. 16 yaşında babası ve dedesi tarafından gömülerek öldürülen Medine Memi’nin hayatının son 5 dakikasını konu eden bu tüyler ürpertici filmin devamında “Hür doğdum, hür yaşar mıyım? Cinselliğimiz, bedenimiz ve şiddetle mücadele” başlıklı panel yapıldı…
         Bu panele katılan kadınlardan biri, Funda Ekin, 5 Kasım günü “Uluslararası Kadın Buluşması”nda Başbakan’ın önünde “Eşit değilsiniz dendikçe daha çok öldürülüyoruz”diye pankart açan kişi... Ekin, polisin şikayetlere nasıl kulak tıkadığını ve kadınların nasıl dayak yemeye, öldürülmeye devam ettiğini anlattı.
         Gelelim konunun özüne: Bu AKP ağırlıklı toplantıda Erdoğan’ı korumak için kadın haklarını savunan bu hemcinslerini protesto eden AKP'li kadınların acaba aklından neler geçiyor? Esas sorulması gereken düşündürücü soru bu… Maalesef AKP'li kadınların beyni fena halde yıkanmış durumda. Ve onlara destek verdiğini zanneden sözde aydın, dar vizyonlu başka hemcinsleri de bu çarpık miti yaygınlaştırarak türbanı, kadın haklarının en tepesine yerleştiriyorlar! Gerçek ise çok uzaklarda!
         Öncelikle bu sözünü ettiğimiz kadın platformlarının cesaretle ortaya koyduğu esas konuyu hatırlatalım: “Kadınların Cinsel Hakları”. Ne kadar da unuttuğumuz bir konu değil mi? Şehirli çağdaş kadınlarımız bu haklarını doya doya kullanabildikleri için midir ki, bu konuya bu kadar “fransız” kaldılar? Kadınlarımızın, genç kızlarımızın neredeyse tamamen göz ardı edilen en kritik haklarını hatırlatalım: cinselliğini keşfetme hakkı, “bekaret” yükünü ve sorumluluğunu tüm bir aşiret veya geniş aile ile paylaşmama hakkı, cinsel yaşamını seçtiği gibi yaşama hakkı, dayak yememe, şiddet görmeme hakkı, sevgilisine kaçtığında veya tecavüze uğradığında (!) aile meclisi kararıyla öldürülmeme hakkı (!!), yalnız yaşama hakkı, çalışmayı seçerek babaevinden kendi kararıyla ayrılma hakkı… Kim demokrasi ve özgürlükler derken bunları göz ardı edip türban arkasına saklanabilir?
         Gelelim yukarıda saydıklarımıza eklenecek en kritik haklardan birine.. Tüm bu kadın derneklerinin derhal tartışmalarına bu hakkı eklemeleri lazım: aile baskısıyla kapatılmama hakkı! İşte Türkiye’de göz ardı edilen en kritik hak! Düşünün ki, Başbakan’ın eşi bile bu baskının bedelini en zor şartlarda ödemiş, baskı ve zorlamalarla kapatılmış, genç kız hayalleri kararmış… İşte bu sorun, korkunç bir öneme sahip. Çünkü bu gencecik kızlarımızın bu baskı anlarında gözyaşı altında başvurabilecekleri bir kapı yok! Hele tehdit, dayak ve töre de kapıda diş gıcırdatarak beklerken…
         İşte CHP'nin gerçek radikal çıkışı kadın kolları ve tüm örgütleri ile bu kadınlarımıza ve saydığımız özgürlük arayışlarına sahip çıkmaktır. Yoksa ölümüne koşar gibi, ANAP ve DYP'nin intihar ettikleri “Dinci partiye benzeme yarışı” uçurumuna koşularını sürdürürlerse, şimdiden partinin de, laik-demokrat Türkiye'nin de ruhuna fatiha okuyabilirsiniz… Bu arada bütün bunlara rağmen mutlu bayramlar!

KADINLARIN “CİNSEL BEDENSEL HAKLARI”, AKP ve CHP! .. / Bedri Baykam/ 16 Kasim 2010 Cumhuriyet makalesi

Ülkemizde son 15-20 yıldır “Kadın Hakları” denince akıla yalnız, artık (Cumhurbaşkanı’na bile) gına getiren o türban tartışması geliyor! Herhalde kadınlarla ilgili çok daha büyük kapsama alanı olan sorunlar olduğunu kamuoyuna biraz hatırlatmanın tam sırası…
         Son günlerde birçok kadın derneği haklı olarak, kadınların çoğu göz ardı edilen hakları için bir mücadelenin startını verdiler. Ortada birden fazla dernek adı var: “Kadının İnsan Hakları, Yeni Çözümler Derneği” (Bu platformlar ile temas için: zeynep.ozdal@wwhr.org), “Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız” platformu, Uluslararası bağlantılı “Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu (CSBR) ve diğerleri.. Bunlar doğal olarak birbirleriyle ilişkide olan sivil toplum kuruluşları ve diğer ülkelerde aynı durumda olan kendi hemcinsleri ve onlara destek veren erkeklerle de temas halindeler… Kendilerini kutluyorum ve eylemlerinin ne kadar zamanında yapıldığına işaret ediyorum.
         Bu derneklerin gündemlerinde, konulara ilişkin paneller, film gösterimleri ve sergiler var… Bunları yazarken aklıma geçen hafta Sanat Limanı’nda gezdiğim Bennu Gerede’nin ingilizce “Honor Killings” olarak söz ettiği töre-namus cinayetleri sergisi geldi, çok çarpıcı ve düşündürücü bir dramatik ”ölüm anı dondurulması” üzerine kuruluydu. “Güzel” demeye insanın dili tabii ki varmıyor… Ama -konu açısından maalesef- mükemmel diyebiliriz. Bu dernek ve platformu cesaretle ortaya koyanların Bennu Gerede ile temasa geçip bu sergiyi de yurdun her yerine ve özellikle Güney Doğu’ya taşımaları lazım. Ben de panellerine destek sözü veriyorum.
         Eşzamanlı olarak Ortadoğu, Kuzey Afrika, Güney, Güney Doğu ve Asya’da 12 ülkede “Ortak Mücadele, Hep Birlikte” sloganıyla gerçekleşen bu çıkışın tüm dünyada ve özellikle ülkemizde ses getirmesi şart. Yapılan ilk panellerden birinde geçen hafta Nuray Onuk’un “Saf Kötülük” isimli kısa filmi gösterildi. 16 yaşında babası ve dedesi tarafından gömülerek öldürülen Medine Memi’nin hayatının son 5 dakikasını konu eden bu tüyler ürpertici filmin devamında “Hür doğdum, hür yaşar mıyım? Cinselliğimiz, bedenimiz ve şiddetle mücadele” başlıklı panel yapıldı…
         Bu panele katılan kadınlardan biri, Funda Ekin, 5 Kasım günü “Uluslararası Kadın Buluşması”nda Başbakan’ın önünde “Eşit değilsiniz dendikçe daha çok öldürülüyoruz”diye pankart açan kişi... Ekin, polisin şikayetlere nasıl kulak tıkadığını ve kadınların nasıl dayak yemeye, öldürülmeye devam ettiğini anlattı.
         Gelelim konunun özüne: Bu AKP ağırlıklı toplantıda Erdoğan’ı korumak için kadın haklarını savunan bu hemcinslerini protesto eden AKP'li kadınların acaba aklından neler geçiyor? Esas sorulması gereken düşündürücü soru bu… Maalesef AKP'li kadınların beyni fena halde yıkanmış durumda. Ve onlara destek verdiğini zanneden sözde aydın, dar vizyonlu başka hemcinsleri de bu çarpık miti yaygınlaştırarak türbanı, kadın haklarının en tepesine yerleştiriyorlar! Gerçek ise çok uzaklarda!
         Öncelikle bu sözünü ettiğimiz kadın platformlarının cesaretle ortaya koyduğu esas konuyu hatırlatalım: “Kadınların Cinsel Hakları”. Ne kadar da unuttuğumuz bir konu değil mi? Şehirli çağdaş kadınlarımız bu haklarını doya doya kullanabildikleri için midir ki, bu konuya bu kadar “fransız” kaldılar? Kadınlarımızın, genç kızlarımızın neredeyse tamamen göz ardı edilen en kritik haklarını hatırlatalım: cinselliğini keşfetme hakkı, “bekaret” yükünü ve sorumluluğunu tüm bir aşiret veya geniş aile ile paylaşmama hakkı, cinsel yaşamını seçtiği gibi yaşama hakkı, dayak yememe, şiddet görmeme hakkı, sevgilisine kaçtığında veya tecavüze uğradığında (!) aile meclisi kararıyla öldürülmeme hakkı (!!), yalnız yaşama hakkı, çalışmayı seçerek babaevinden kendi kararıyla ayrılma hakkı… Kim demokrasi ve özgürlükler derken bunları göz ardı edip türban arkasına saklanabilir?
         Gelelim yukarıda saydıklarımıza eklenecek en kritik haklardan birine.. Tüm bu kadın derneklerinin derhal tartışmalarına bu hakkı eklemeleri lazım: aile baskısıyla kapatılmama hakkı! İşte Türkiye’de göz ardı edilen en kritik hak! Düşünün ki, Başbakan’ın eşi bile bu baskının bedelini en zor şartlarda ödemiş, baskı ve zorlamalarla kapatılmış, genç kız hayalleri kararmış… İşte bu sorun, korkunç bir öneme sahip. Çünkü bu gencecik kızlarımızın bu baskı anlarında gözyaşı altında başvurabilecekleri bir kapı yok! Hele tehdit, dayak ve töre de kapıda diş gıcırdatarak beklerken…
         İşte CHP'nin gerçek radikal çıkışı kadın kolları ve tüm örgütleri ile bu kadınlarımıza ve saydığımız özgürlük arayışlarına sahip çıkmaktır. Yoksa ölümüne koşar gibi, ANAP ve DYP'nin intihar ettikleri “Dinci partiye benzeme yarışı” uçurumuna koşularını sürdürürlerse, şimdiden partinin de, laik-demokrat Türkiye'nin de ruhuna fatiha okuyabilirsiniz… Bu arada bütün bunlara rağmen mutlu bayramlar!

13 Kasım 2010 Cumartesi

Bedri Baykam'dan yanıt..

10 Kasım 2010 CNN Türk, Tarafsız Bölge Ahmet Hakan'da, Bedri Baykam'ın Atatürk'ü Taraf Gazetesi yazarlarına karşı savunduğu tartışma programında Radikal Gazetesi yazarı Hakkı Devrim'in "CNN Türk'te "evlere şenlik" bir Atatürk tartışması" adlı 12 Kasım 2010 yazılı makalesi hakkında Bedri Baykam'dan Hakkı Devrim'in (hakki.devrim@radikal.com.tr) mailine yolladığı yanıt aşağıdadır.

Sayın Hakkı Devrim,

Artık gelenekselleşmiş bir şekilde bana olan çağ dışı ve yıllardır sürdürdüğünüz sapkın takıntınızla Radikal'de aleyhime karalamalarla dolu yazınızı esef ile okudum. Hiçbir somut gerekçe ve örnek vermeden, utanmadan kendi seviyenizi yerlerde süründürerek bana "her şeye maydanoz ressam Bedri Bey biraderimiz" "sokak hatibi" deme küstahlığında bulunabiliyorsunuz. Çünkü herhalde sizin için yaşlı olmanız, gerektiği kadar koruyucu bir kalkan ve yorgun aklınıza uyarak ağzınıza gelen her patavatsızlığı ve terbiyesizliği işinize geldiği gibi gazete köşenizden kusabileceğinizi sanıyorsunuz. Sizi benimle böyle konuşmaktan men ederim ve haddinizi bildirmek temsil ettiğim kurumların ve sıfatlarımın kaçınılmaz bir gereğidir. Sizin Türkiye'nin en büyük Sanatçı Derneği'nin Başkanı olan Uluslararası bir sanatçıya, 33 yıldır binlerce makale ve 23 kitap yazmış bir yazara, Türkiye'nin en büyük sol oluşumu Cumhuriyet Halk Partisinde (CHP) Parti Meclisi Üyeliği yapmış, Genel Başkan adayı olmuş bir eylemci aydına bu seviyesizlikte hitap etme hakkınız yoktur. Bana yapacağınız bir eleştiri varsa müzevirciliğinizle kitaplarımda mantık hatası, bilgi hatası, çelişki veya başka "fauller" arayın, kötü ruhunuzu o şekilde tatmin edin. Anlamsız, zavallı, seviyesiz sataşmalarla tatmin olmaya çalışmayın. Entellektüel bir düzey üstüne imajını kurmak isteyen bir gazeteye hiç yakışmıyorsunuz. Yurdun her yerinde Atatürkçü aydınların her an her gün nasıl bana teşekkür ettiklerini ve yobazlara karşı yıllardır verdiğim mücadeleye karşı nasıl sevgi ve şükran dolu sözlerle beni desteklediklerini dar vizyonunuz tabii ki algılayamaz. Sizin kendi gündeminizde yalnız 10 yıldır sürdürdüğünüz köşe yazarlığınızda ilgilendiğiniz magazinel konular çerçevesinde tabii ki bu konularla hiçbir ilişkiniz olmaması gayet normal; çünkü siz Atatürkçülüğü en büyük tehlikelere karşın savunmak yerine, dedikodu yazarlığı ve televizyon komedi programı muhtarlığı yapmayı tercih etmiş bir insansınız. Ne benim ne aydın Türkiye'nin, ne Atatürkçülüğün önünde daha fazla gölge etmeyin ve tekrar ediyorum haddinizi bilin.
Gazetenize ve Türk basınına yakışmıyorsunuz... İstifa etmeniz yerinde olur!

Bedri Baykam

Bedri Baykam'dan yanıt..

10 Kasım 2010 CNN Türk, Tarafsız Bölge Ahmet Hakan'da, Bedri Baykam'ın Atatürk'ü Taraf Gazetesi yazarlarına karşı savunduğu tartışma programında Radikal Gazetesi yazarı Hakkı Devrim'in "CNN Türk'te "evlere şenlik" bir Atatürk tartışması" adlı 12 Kasım 2010 yazılı makalesi hakkında Bedri Baykam'dan Hakkı Devrim'in (hakki.devrim@radikal.com.tr) mailine yolladığı yanıt aşağıdadır.

Sayın Hakkı Devrim,

Artık gelenekselleşmiş bir şekilde bana olan çağ dışı ve yıllardır sürdürdüğünüz sapkın takıntınızla Radikal'de aleyhime karalamalarla dolu yazınızı esef ile okudum. Hiçbir somut gerekçe ve örnek vermeden, utanmadan kendi seviyenizi yerlerde süründürerek bana "her şeye maydanoz ressam Bedri Bey biraderimiz" "sokak hatibi" deme küstahlığında bulunabiliyorsunuz. Çünkü herhalde sizin için yaşlı olmanız, gerektiği kadar koruyucu bir kalkan ve yorgun aklınıza uyarak ağzınıza gelen her patavatsızlığı ve terbiyesizliği işinize geldiği gibi gazete köşenizden kusabileceğinizi sanıyorsunuz. Sizi benimle böyle konuşmaktan men ederim ve haddinizi bildirmek temsil ettiğim kurumların ve sıfatlarımın kaçınılmaz bir gereğidir. Sizin Türkiye'nin en büyük Sanatçı Derneği'nin Başkanı olan Uluslararası bir sanatçıya, 33 yıldır binlerce makale ve 23 kitap yazmış bir yazara, Türkiye'nin en büyük sol oluşumu Cumhuriyet Halk Partisinde (CHP) Parti Meclisi Üyeliği yapmış, Genel Başkan adayı olmuş bir eylemci aydına bu seviyesizlikte hitap etme hakkınız yoktur. Bana yapacağınız bir eleştiri varsa müzevirciliğinizle kitaplarımda mantık hatası, bilgi hatası, çelişki veya başka "fauller" arayın, kötü ruhunuzu o şekilde tatmin edin. Anlamsız, zavallı, seviyesiz sataşmalarla tatmin olmaya çalışmayın. Entellektüel bir düzey üstüne imajını kurmak isteyen bir gazeteye hiç yakışmıyorsunuz. Yurdun her yerinde Atatürkçü aydınların her an her gün nasıl bana teşekkür ettiklerini ve yobazlara karşı yıllardır verdiğim mücadeleye karşı nasıl sevgi ve şükran dolu sözlerle beni desteklediklerini dar vizyonunuz tabii ki algılayamaz. Sizin kendi gündeminizde yalnız 10 yıldır sürdürdüğünüz köşe yazarlığınızda ilgilendiğiniz magazinel konular çerçevesinde tabii ki bu konularla hiçbir ilişkiniz olmaması gayet normal; çünkü siz Atatürkçülüğü en büyük tehlikelere karşın savunmak yerine, dedikodu yazarlığı ve televizyon komedi programı muhtarlığı yapmayı tercih etmiş bir insansınız. Ne benim ne aydın Türkiye'nin, ne Atatürkçülüğün önünde daha fazla gölge etmeyin ve tekrar ediyorum haddinizi bilin.
Gazetenize ve Türk basınına yakışmıyorsunuz... İstifa etmeniz yerinde olur!

Bedri Baykam

9 Kasım 2010 Salı

CHP: DEPREMİ BIRAK SEÇİME BAK! / Bedri Baykam / 9 Kasim 2010 Cumhuriyet makalesi..


     CHP: DEPREMİ BIRAK SEÇİME BAK!   /   Bedri Baykam
           
            CHP'de yaşananlar tabii ki partiye güvenen kitlelere tam bir şok yaşattı. Kabus gibi geçen 48 saat tüm partililerde bir travma bıraktı.            
            Baktım herkes "Korku İmparatorluğuna Son" vermekten söz ediyor, en başta Kılıçdaroğlu... 2003'te bu başlıklı kitabı yazdım, bu dönemin tüm siyasi literatürü değişti...O günden bu yana, Türkiye'de daha fazla kullanılan bir siyasi deyim olmadı herhalde! Bana sorarsanız, tüm kavgalar kamuoyuna kapalı bir PM'de, halledilmeliydi. Ama belki de bu yaşananlar, hamleyi yapabilmek için kaçınılmazdı, kimbilir... Sonuçta Başsavcı'nın ikazıyla başlayan süreç, depremle sürdü ve kıyıları alt üst eden tsunami şimdilik duruldu görünüyor.
            Açık konuşmak gerekirse öncesinde de pek mükemmel sayılamayacak tüzük, 2003 yılında başkanlığa aday olduğum 30. Kurultayda son anda yasalar hiçe sayılarak apar topar değiştirildi ve parti kendisine hiç yakışmayan "faşist" bir tüzük yapısına geçti, Başkan'a rakip adayların önü mantık ve hukuk dışı yöntemlerle kesildi. Geçen hafta Başsavcı'nın talimatıyla devreye sokulan Aralık 2008'de değiştirilmiş ve Sav'a karşı yedekte bekletilen tüzük ise, bu faşist yapıya monte edilen "Nazi" kurallarından oluşuyor: Başkan'ın tek başına MYK'dan 13 Genel Başkan Yardımcısı seçip, canı istediğinde bunları değiştirebilmesi, Padişah-Vezir ilişkilerini hatırlatan, sosyal demokrat bir yapıyla ilgisi olmayan, AKP'nin kullandığı yöntemler!
            Bu nedenlerle hatırlayacağınız gibi, 13 Ocak 2010'da CHP İstanbul İl Merkezi'nde aylarca süren bir çalışmadan sonra, tam demokratik bir tüzüğü onca kıdemli partili ve hukukçunun da katkısıyla oluşturmuş ve kamuoyuna sunmuştuk. Var olan tüzük ve "saklanan" yamasının hiçbir satırında olmayan ideal bir partileşme modeli öneriyordu bu çalışma (www.chpdemokratikdevrim.org sitesinde mevcut). O günlerde burun kıvırıp "her şey bitti de Partinin tüzüğü mü kaldı" diyenler, herhalde son yaşananlardan sonra epey mahcup olmuşlardır!
            Şimdi yeni CHP yönetiminin önünde tam demokratik bir yapıyı yaşama geçirmek için hiçbir bahane yok. Kimse "yeni bir tüzük hazırlamaya vakit yok" diyemez; çünkü elde gerek en son bizlerin, gerek daha önce Haluk Koç ve ekibinin hazırladığı tüzük çalışmaları var. Umarım bu hamle gerçekleşir ve CHP büyük bir ayıptan kurtulur. Aksi takdirde kamuoyu "ne oldu, Parti demokratikleşeceğine, politbüro üyelerinin adı mı değişti?" diye sorar haklı olarak. Ankara'dan gelen sinyaller ise olumlu: Kılıçdaroğlu da en başından bildiğim gibi, varolan bu yakışıksız tüzüklerden çok rahatsız ve ilk fırsatta bir Kurultay'da bu durumdan kurtulmak istiyor...
            CHP'de "eski-yeni" tartışmasına gelince... Kimi yeni MYK üyelerinin, tüm yaşananlardan sonra hala "türban silahını AKP'nin elinden almak" söylemine hapsolması biraz rahatsız etmeye başladı. Çünkü bu senaryonun hiç tutmadığı artık görüldü. Tam tersine artık "CHP Antibiyotiği"nin kullanımdan kalktığını görenler , türbanı yalnız kamusal alana değil, ilk öğretime ve liseye sokma yarışına girdiler! Yani onların "türban zulmü" dedikleri olay, CHP sayesinde boyut atladı, hepsi bu. Artık bu hatadan dönülmesi şart. Aynı şekilde CHP'nin kendi tabanını isyan ettirircesine "laiklik tehlikede değil" diyebilmesi, olsa olsa şu anlama gelebilir "günümüz Türkiyesi'nde laiklik artık kalmadı ki, tehlikede olsun!".
            Kara mizahı bir kenara bırakıp, CHP'ye sormak isterim: Başbakan'ın sağ kolu gazeteciler, parti'nin iyi niyetle yaptığı türban ve diğer "açılım"ları neden bu kadar hararetle alkışlıyorlar? CHP, AKP'yi geçip, birinci parti olsun diye mi? Yoksa merkez sağ gibi erime sürecine girsin diye mi? CHP, medyada sansasyon yaratmak için, partinin ideolojisiyle ters düşen laflar söyleyen PM üyelerini starlaştırarak bir yere varamaz, ancak kan kaybeder. Bu gerçeği hiç kimse göz ardı etmesin.
            CHP, bu büyük iç dönüşümü atlatırken, Kılıçdaroğlu parti içi yapısal devrimi sekteye uğratmadan, her grubu kucaklamalı. Zaten bunun işaretlerini de görüyoruz. Sonuçta suların durulduğu şu günlerde, CHP artık acilen seçim startını vermeli. Yalnız Haziran 2011'deki kritik buluşmaya odaklanmalı. Tam demokratik tüzük, seçimlerden önce devreye sokulmaya çalışılmalı ve bu yapılamasa bile, parti tüm üyelerin katılımıyla ön seçim yaparak adaylarını tespit etmeli.
            İtiraf etmeliyim ki, CHP'nin tam demokrasiye kapısını aralaması konusunda en büyük umudum, yeni Genel Sekreter Süheyl Batum. Kılıçdaroğlu o makama bu güven verici ismi getirerek "ulusalcılıktan kopuluyor mu?" tartışmalarına set çekti. Çağdaş bir Anayasa Hukuku Profesörü olan bu değerli arkadaşımızın bir kaç ay öncesinde İstanbul'da yaptığımız "CHP Tüzüğü'nde, 'Demokratik Devrim' mümkün mü?" panelinde söyledikleri kulaklarımda yankılanıyor ve yüreğime su serpiliyor...

CHP: DEPREMİ BIRAK SEÇİME BAK! / Bedri Baykam / 9 Kasim 2010 Cumhuriyet makalesi..


     CHP: DEPREMİ BIRAK SEÇİME BAK!   /   Bedri Baykam
           
            CHP'de yaşananlar tabii ki partiye güvenen kitlelere tam bir şok yaşattı. Kabus gibi geçen 48 saat tüm partililerde bir travma bıraktı.            
            Baktım herkes "Korku İmparatorluğuna Son" vermekten söz ediyor, en başta Kılıçdaroğlu... 2003'te bu başlıklı kitabı yazdım, bu dönemin tüm siyasi literatürü değişti...O günden bu yana, Türkiye'de daha fazla kullanılan bir siyasi deyim olmadı herhalde! Bana sorarsanız, tüm kavgalar kamuoyuna kapalı bir PM'de, halledilmeliydi. Ama belki de bu yaşananlar, hamleyi yapabilmek için kaçınılmazdı, kimbilir... Sonuçta Başsavcı'nın ikazıyla başlayan süreç, depremle sürdü ve kıyıları alt üst eden tsunami şimdilik duruldu görünüyor.
            Açık konuşmak gerekirse öncesinde de pek mükemmel sayılamayacak tüzük, 2003 yılında başkanlığa aday olduğum 30. Kurultayda son anda yasalar hiçe sayılarak apar topar değiştirildi ve parti kendisine hiç yakışmayan "faşist" bir tüzük yapısına geçti, Başkan'a rakip adayların önü mantık ve hukuk dışı yöntemlerle kesildi. Geçen hafta Başsavcı'nın talimatıyla devreye sokulan Aralık 2008'de değiştirilmiş ve Sav'a karşı yedekte bekletilen tüzük ise, bu faşist yapıya monte edilen "Nazi" kurallarından oluşuyor: Başkan'ın tek başına MYK'dan 13 Genel Başkan Yardımcısı seçip, canı istediğinde bunları değiştirebilmesi, Padişah-Vezir ilişkilerini hatırlatan, sosyal demokrat bir yapıyla ilgisi olmayan, AKP'nin kullandığı yöntemler!
            Bu nedenlerle hatırlayacağınız gibi, 13 Ocak 2010'da CHP İstanbul İl Merkezi'nde aylarca süren bir çalışmadan sonra, tam demokratik bir tüzüğü onca kıdemli partili ve hukukçunun da katkısıyla oluşturmuş ve kamuoyuna sunmuştuk. Var olan tüzük ve "saklanan" yamasının hiçbir satırında olmayan ideal bir partileşme modeli öneriyordu bu çalışma (www.chpdemokratikdevrim.org sitesinde mevcut). O günlerde burun kıvırıp "her şey bitti de Partinin tüzüğü mü kaldı" diyenler, herhalde son yaşananlardan sonra epey mahcup olmuşlardır!
            Şimdi yeni CHP yönetiminin önünde tam demokratik bir yapıyı yaşama geçirmek için hiçbir bahane yok. Kimse "yeni bir tüzük hazırlamaya vakit yok" diyemez; çünkü elde gerek en son bizlerin, gerek daha önce Haluk Koç ve ekibinin hazırladığı tüzük çalışmaları var. Umarım bu hamle gerçekleşir ve CHP büyük bir ayıptan kurtulur. Aksi takdirde kamuoyu "ne oldu, Parti demokratikleşeceğine, politbüro üyelerinin adı mı değişti?" diye sorar haklı olarak. Ankara'dan gelen sinyaller ise olumlu: Kılıçdaroğlu da en başından bildiğim gibi, varolan bu yakışıksız tüzüklerden çok rahatsız ve ilk fırsatta bir Kurultay'da bu durumdan kurtulmak istiyor...
            CHP'de "eski-yeni" tartışmasına gelince... Kimi yeni MYK üyelerinin, tüm yaşananlardan sonra hala "türban silahını AKP'nin elinden almak" söylemine hapsolması biraz rahatsız etmeye başladı. Çünkü bu senaryonun hiç tutmadığı artık görüldü. Tam tersine artık "CHP Antibiyotiği"nin kullanımdan kalktığını görenler , türbanı yalnız kamusal alana değil, ilk öğretime ve liseye sokma yarışına girdiler! Yani onların "türban zulmü" dedikleri olay, CHP sayesinde boyut atladı, hepsi bu. Artık bu hatadan dönülmesi şart. Aynı şekilde CHP'nin kendi tabanını isyan ettirircesine "laiklik tehlikede değil" diyebilmesi, olsa olsa şu anlama gelebilir "günümüz Türkiyesi'nde laiklik artık kalmadı ki, tehlikede olsun!".
            Kara mizahı bir kenara bırakıp, CHP'ye sormak isterim: Başbakan'ın sağ kolu gazeteciler, parti'nin iyi niyetle yaptığı türban ve diğer "açılım"ları neden bu kadar hararetle alkışlıyorlar? CHP, AKP'yi geçip, birinci parti olsun diye mi? Yoksa merkez sağ gibi erime sürecine girsin diye mi? CHP, medyada sansasyon yaratmak için, partinin ideolojisiyle ters düşen laflar söyleyen PM üyelerini starlaştırarak bir yere varamaz, ancak kan kaybeder. Bu gerçeği hiç kimse göz ardı etmesin.
            CHP, bu büyük iç dönüşümü atlatırken, Kılıçdaroğlu parti içi yapısal devrimi sekteye uğratmadan, her grubu kucaklamalı. Zaten bunun işaretlerini de görüyoruz. Sonuçta suların durulduğu şu günlerde, CHP artık acilen seçim startını vermeli. Yalnız Haziran 2011'deki kritik buluşmaya odaklanmalı. Tam demokratik tüzük, seçimlerden önce devreye sokulmaya çalışılmalı ve bu yapılamasa bile, parti tüm üyelerin katılımıyla ön seçim yaparak adaylarını tespit etmeli.
            İtiraf etmeliyim ki, CHP'nin tam demokrasiye kapısını aralaması konusunda en büyük umudum, yeni Genel Sekreter Süheyl Batum. Kılıçdaroğlu o makama bu güven verici ismi getirerek "ulusalcılıktan kopuluyor mu?" tartışmalarına set çekti. Çağdaş bir Anayasa Hukuku Profesörü olan bu değerli arkadaşımızın bir kaç ay öncesinde İstanbul'da yaptığımız "CHP Tüzüğü'nde, 'Demokratik Devrim' mümkün mü?" panelinde söyledikleri kulaklarımda yankılanıyor ve yüreğime su serpiliyor...

8 Kasım 2010 Pazartesi

İkinci Ümraniye kumpasında tutuklanan Teğmen Mehmet Ali Çelebi'den muthis savunma..

TEĞMEN ÇELEBİ'DEN MÜTHİŞ SAVUNMA

İkinci Ümraniye kumpasında tutuklanan Teğmen Mehmet Ali Çelebi öyle bir açıklama yaptı ki...

Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi dünkü duruşmada söylediklerinin tamamını yayınlıyoruz:

Sayın Başkan...

Türk Milletinin nam ve hesabına yapmış olduğum maske düşürücü savunmam milletimize intikal etmiştir.

Duyarlı vicdanlar hakikatin zafer çığlığına iştirak edecek ve bu iddianameyi hakettiği şekilde tarif edeceklerdir:

Yanlışlıklar ve çelişkiler komedyası...

Olmayanı var eden zalimlik...

Gizli tanık menşeili bir sahtelik...

Delil yokluğundan ürkütücü kelimelere sarılan acizlik...

Akla,mantığa,vicdana itaasizlik...

Türk Subayına,Türk Gençliğine en temiz duygulara kötü gözle bakabilen sinsilik...

Atatürk alerjisi olan şaşkınlık,zehirli bir kasıt...

Kin çıbanı,ahlak felci,ruhsal çarpıklık,hukuksal kabızlık...

İki gün boyunca Türk Milleti adına sorgulandım.Bana üzerimdeki üniformayı lütfedip,beni vatana hizmet etmem için yetiştiren yüce Türk Milleti adına şimdi ben soruyorum:

Bu iddianame;

Adaletin onuruna mı,kamu yararına mı yoksa şeytanların çıkarına mı sunulmuştur.

Somut delillerin sağlam kayasına mı,yoksa kendilerini yarasa gibi karanlıklara gizleyen iftiriacıların kaypaklığına mı tutunmuştur.

Hakkımdaki kuvvetli şüphe nerededir?

Memleket aşkımda mıdır?

Hukuksuzluğa isyanımda, sesimdeki hiddette midir?

Bilinsin ki benim sesimdeki kuvvet ve sağlamlık müdafaa ettiğim değerlerin kutsallığından,meşruluğundan ve memleket üzerinden dönen tehlikelerin ciddiyetinden kaynaklanmaktadır.

Bu ses er veya geç milletimizin vicdan ve şuurundan kıymet bulacaktır.

Sayın Başkan,

Bu iddianameye mahkeme salonunda gerekli cevabı verdim. Ama bu yeterli değildir.

Emin olunuz ki bundan sonraki yaşamımda benim cevabım olacaktır.

Ben yaşadıkça bundan önce olduğu gibi bundan sonra da alacağım görevlerdeki muvaffakiyetimle bu iddanameyi lanetlemeye devam edeceğim.

Ben öldükten sonra da bizim yetiştireceğimiz namuskar vatan evlatları bu kağıt tomarını hakettiği yere koyacaktır.

Bu iddianame memleketimize yapacağımız büyük hizmetlerin önünde diz çökecek,kurumuş bir yaprak misali çaresizce oradan oraya sürüklenecektir.

Uzaklara..!

Adalet duygusundan doğruluktan fersah fersah uzaklara savrulacaktır.

İftiracılara çobanlık ettiği çöllerde,yalanın sivrisinekleriyle dolu bataklıklarda debelenip duracaktır.

Aklımız,kalbimizi,kılıcımızı,kalememimize varlık sebebimize-ülkemize adadığımızda şaşıracaktır.

Ola ki günün birinde kanımızı canımızı milletimize sebil etme şerefine erişir de bembeyaz bir kefenle aklanırsak,utanacaktır bu KARAname.

O zaman ben gözlerin gördüğü,kulakların duyduğu,yüreklerin attığı heryerde olacağım.

Bu iddianame ise yalnızca karanlığın sustuğu yerde olacaktır.

Kendi vatanımda beni milletime hasret bırakan bu iddaname dünyada erdem,iyilik hüküm sürdükçe huzur bulamayacaktır.

Çünkü hakikat,çünkü şeref,çünkü özgürlük bütün heybetiyle bu iddanamenin karşısında dikilecektir.

Artık bu KARAnamenin yükü artmıştır.Sırtında bir dolu mutsuzluk, ölümler,gözyaşı,kin taşımaktadır.

En derin iç çekişlere zulümlere sarmalanmıştır.

Kara düşüncelerle beslenip,yalan soluyan bu iddianame hakikatin saf ve temiz havasıyla zehirlenecek,nefesi kesilecek,yerlerde sürüklene sürüklene şu gerçeği öğrenecektir:

''En uzun gecelere şafaktan ötesi yoktur'"

Bizi değerlemizden koparma sınaması yapan bu iddianame Türk Subayının ne olduğunu öğrenecektir.

Subaylık demek,icap edince hayat ve rahatını feda etmeyi katiyen göze almış olamak demektir.

Subay, direnmenin ve yiğitliğin cevheridir.

Ölüm bizim gözümüzde bakar uçurumlara...

Albayrak bizim eğilmez başlarımızın üzerinde dalgalanır.

Onur,şeref çökmeyen omuzlarımıza tahtını kurar...

Gelecek bizim yüreğimizden umut dilenir...

Bağımsızlık cansız bedenlerimizi evlat edinir.

Türk Subayı kibirde çakıl taşı,zorluklarda sabır taşı,fedakarlık ve feragatta mezar taşıdır.

Bilesiniz ki Türk Subayı muharebeden kaçmaz.

Bütün bir hasmın yıldırımlarına ve şimşeklerine göz kırpmadan bakar,onları ayaklarının altında çiğner.

Türk Subaylarının Türk Gençliğinin zaman,zemine,koşullara göre değişmeyen hareket planı şudur:

''Büyüklük odur ki,hiç kimseye iltifat etmeyeceksin,hiç kimseyi aldatmayacaksın,memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek,o hedefe yürüyeceksin.Herkes senin aleyhinde bulunacaktır.Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır.Önüne sayılamayacak güçlükler yığılacaktır,kendini büyük değil küçük,zayıf,vasıtasız,hiç telakki ederek,kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın.Ondan sonra sana büyüksün derlerse,bunu diyenlere de güleceksin.''M.Kemal ATATÜRK

Asla ödeyemeyeceğimiz borçlarla doğduğumuz Cumhuriyetimize M.Kemal devrimlerine tavizsiz sadakatimiz devam edecektir.

Kimse umudunu soldurmasın..!

Cumhuriyet uğruna toprağa düşmeye de,zindana düşmeye de razı olan onurlu Tük Subayları ve eserin asli sahibi Türk Gençliği Cumhuriyeti sürekli ve yürekli olarak savunacak,şerefli esaretimiz milletimize nice bayramlar yaşatacaktır..!

Mehmet ALİ ÇELEBİ Tutuklu Kr.Plt.Tğm.5 Kasım 2010

İkinci Ümraniye kumpasında tutuklanan Teğmen Mehmet Ali Çelebi'den muthis savunma..

TEĞMEN ÇELEBİ'DEN MÜTHİŞ SAVUNMA

İkinci Ümraniye kumpasında tutuklanan Teğmen Mehmet Ali Çelebi öyle bir açıklama yaptı ki...

Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi dünkü duruşmada söylediklerinin tamamını yayınlıyoruz:

Sayın Başkan...

Türk Milletinin nam ve hesabına yapmış olduğum maske düşürücü savunmam milletimize intikal etmiştir.

Duyarlı vicdanlar hakikatin zafer çığlığına iştirak edecek ve bu iddianameyi hakettiği şekilde tarif edeceklerdir:

Yanlışlıklar ve çelişkiler komedyası...

Olmayanı var eden zalimlik...

Gizli tanık menşeili bir sahtelik...

Delil yokluğundan ürkütücü kelimelere sarılan acizlik...

Akla,mantığa,vicdana itaasizlik...

Türk Subayına,Türk Gençliğine en temiz duygulara kötü gözle bakabilen sinsilik...

Atatürk alerjisi olan şaşkınlık,zehirli bir kasıt...

Kin çıbanı,ahlak felci,ruhsal çarpıklık,hukuksal kabızlık...

İki gün boyunca Türk Milleti adına sorgulandım.Bana üzerimdeki üniformayı lütfedip,beni vatana hizmet etmem için yetiştiren yüce Türk Milleti adına şimdi ben soruyorum:

Bu iddianame;

Adaletin onuruna mı,kamu yararına mı yoksa şeytanların çıkarına mı sunulmuştur.

Somut delillerin sağlam kayasına mı,yoksa kendilerini yarasa gibi karanlıklara gizleyen iftiriacıların kaypaklığına mı tutunmuştur.

Hakkımdaki kuvvetli şüphe nerededir?

Memleket aşkımda mıdır?

Hukuksuzluğa isyanımda, sesimdeki hiddette midir?

Bilinsin ki benim sesimdeki kuvvet ve sağlamlık müdafaa ettiğim değerlerin kutsallığından,meşruluğundan ve memleket üzerinden dönen tehlikelerin ciddiyetinden kaynaklanmaktadır.

Bu ses er veya geç milletimizin vicdan ve şuurundan kıymet bulacaktır.

Sayın Başkan,

Bu iddianameye mahkeme salonunda gerekli cevabı verdim. Ama bu yeterli değildir.

Emin olunuz ki bundan sonraki yaşamımda benim cevabım olacaktır.

Ben yaşadıkça bundan önce olduğu gibi bundan sonra da alacağım görevlerdeki muvaffakiyetimle bu iddanameyi lanetlemeye devam edeceğim.

Ben öldükten sonra da bizim yetiştireceğimiz namuskar vatan evlatları bu kağıt tomarını hakettiği yere koyacaktır.

Bu iddianame memleketimize yapacağımız büyük hizmetlerin önünde diz çökecek,kurumuş bir yaprak misali çaresizce oradan oraya sürüklenecektir.

Uzaklara..!

Adalet duygusundan doğruluktan fersah fersah uzaklara savrulacaktır.

İftiracılara çobanlık ettiği çöllerde,yalanın sivrisinekleriyle dolu bataklıklarda debelenip duracaktır.

Aklımız,kalbimizi,kılıcımızı,kalememimize varlık sebebimize-ülkemize adadığımızda şaşıracaktır.

Ola ki günün birinde kanımızı canımızı milletimize sebil etme şerefine erişir de bembeyaz bir kefenle aklanırsak,utanacaktır bu KARAname.

O zaman ben gözlerin gördüğü,kulakların duyduğu,yüreklerin attığı heryerde olacağım.

Bu iddianame ise yalnızca karanlığın sustuğu yerde olacaktır.

Kendi vatanımda beni milletime hasret bırakan bu iddaname dünyada erdem,iyilik hüküm sürdükçe huzur bulamayacaktır.

Çünkü hakikat,çünkü şeref,çünkü özgürlük bütün heybetiyle bu iddanamenin karşısında dikilecektir.

Artık bu KARAnamenin yükü artmıştır.Sırtında bir dolu mutsuzluk, ölümler,gözyaşı,kin taşımaktadır.

En derin iç çekişlere zulümlere sarmalanmıştır.

Kara düşüncelerle beslenip,yalan soluyan bu iddianame hakikatin saf ve temiz havasıyla zehirlenecek,nefesi kesilecek,yerlerde sürüklene sürüklene şu gerçeği öğrenecektir:

''En uzun gecelere şafaktan ötesi yoktur'"

Bizi değerlemizden koparma sınaması yapan bu iddianame Türk Subayının ne olduğunu öğrenecektir.

Subaylık demek,icap edince hayat ve rahatını feda etmeyi katiyen göze almış olamak demektir.

Subay, direnmenin ve yiğitliğin cevheridir.

Ölüm bizim gözümüzde bakar uçurumlara...

Albayrak bizim eğilmez başlarımızın üzerinde dalgalanır.

Onur,şeref çökmeyen omuzlarımıza tahtını kurar...

Gelecek bizim yüreğimizden umut dilenir...

Bağımsızlık cansız bedenlerimizi evlat edinir.

Türk Subayı kibirde çakıl taşı,zorluklarda sabır taşı,fedakarlık ve feragatta mezar taşıdır.

Bilesiniz ki Türk Subayı muharebeden kaçmaz.

Bütün bir hasmın yıldırımlarına ve şimşeklerine göz kırpmadan bakar,onları ayaklarının altında çiğner.

Türk Subaylarının Türk Gençliğinin zaman,zemine,koşullara göre değişmeyen hareket planı şudur:

''Büyüklük odur ki,hiç kimseye iltifat etmeyeceksin,hiç kimseyi aldatmayacaksın,memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek,o hedefe yürüyeceksin.Herkes senin aleyhinde bulunacaktır.Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır.Önüne sayılamayacak güçlükler yığılacaktır,kendini büyük değil küçük,zayıf,vasıtasız,hiç telakki ederek,kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın.Ondan sonra sana büyüksün derlerse,bunu diyenlere de güleceksin.''M.Kemal ATATÜRK

Asla ödeyemeyeceğimiz borçlarla doğduğumuz Cumhuriyetimize M.Kemal devrimlerine tavizsiz sadakatimiz devam edecektir.

Kimse umudunu soldurmasın..!

Cumhuriyet uğruna toprağa düşmeye de,zindana düşmeye de razı olan onurlu Tük Subayları ve eserin asli sahibi Türk Gençliği Cumhuriyeti sürekli ve yürekli olarak savunacak,şerefli esaretimiz milletimize nice bayramlar yaşatacaktır..!

Mehmet ALİ ÇELEBİ Tutuklu Kr.Plt.Tğm.5 Kasım 2010

7 Kasım 2010 Pazar

Bedri Baykam / Fotogol yazisi..

Futbol ve psikoloji!

FENERBAHÇE, Bursaspor'un takıldığı ve Trabzon-G.Saray maçının puan kayıplarını beklediği haftada zorlu rakip Eskişehir önünde kazaya gitmemeyi başardı. Oyunun hemen başında Bünyamin Gezer'in verdiği penaltı sarı-lacivertli taraftarları şoka soktu. Normalde bu tip pozisyonları hakemi şikayet sütununa yazmaya alışık olan Fenerbahçeliler, şaşkın şakın bakarken Alex her zamanki sukunetiyle yan ağları gördü. Fenerbahçe oyunun genelinde "Semih-Alex AŞ" nin birbirine nihayet kavuşmuş olmasının lüksünü, Emre,Topuz ve Gökhan Gönül'ün de katılımıyla Brezilya ekolü bir şov futboluna taşıdı.. Konu şu; Alex, Türkiye'de istatistiklerde yalnız gol ve asistleriyle anılıyor, halbuki dün 2. ve 4. gollerde olduğu gibi asistin hemen öncesinde yaptığı golü hazırlayan paslarını da sayarsak o zaman o rakamlar daha da ulaşılmaz hale gelir. Psikoloji futbolda işin çoğunluğunu elinde tutar. Lugano, yine gereksiz itiş kakışlarla önce sararıp ardından kızarırken, yine kendi kendini bitiren adamdı. Fenerbahçe seyircisi Bilica yüzünden yenilen ikinci golden sonra bu futbolcu topa her değdiğinde onu ıslıklayarak psikoloji dersinden toptan sınıfta kalmış oldu. Sanki bu futbolcu takıma bir gol daha yedirse mutlu olacaklardı... Semih, tribünde ve yedek bankosunda boy boy gol krallarının tetikte beklediği bir kulüpte yedek kalsa bile kimseyi umursamadan her oyuna girdiğinde kendisi maçın liderliğine soyunmaktan sakınmıyor. Kazım'a gelince; Aykut hoca onun psikolojisini resmen iflas ettirmiş.! Bir yandan şansını iyi kullanabilmek için hata yapmaktan korkarak kendine has sorumlulukları ve riskleri almadan oynuyor, bir yandan da bu teredüddüt onu en basit hatalara itiyor. Diyecek laf bulamıyorum... özellikle Galatasaray ve Bursa maçlarında onca eksiğe rağmen oynatılmaması bence Kazım ın sinirlerini çöpe atan nihai darbeyi oluşturdu. Bundan nasıl çıkmayı başaracak bilemiyorum. Çünkü Aykut un bu yönde bir planı olduğuna pek inanamıyorum... Fenerbahçe, sonuçta haftayı bunlara rağmen kayıpsız kapamayı başardı...

Bedri Baykam / Fotogol yazisi..

Futbol ve psikoloji!

FENERBAHÇE, Bursaspor'un takıldığı ve Trabzon-G.Saray maçının puan kayıplarını beklediği haftada zorlu rakip Eskişehir önünde kazaya gitmemeyi başardı. Oyunun hemen başında Bünyamin Gezer'in verdiği penaltı sarı-lacivertli taraftarları şoka soktu. Normalde bu tip pozisyonları hakemi şikayet sütununa yazmaya alışık olan Fenerbahçeliler, şaşkın şakın bakarken Alex her zamanki sukunetiyle yan ağları gördü. Fenerbahçe oyunun genelinde "Semih-Alex AŞ" nin birbirine nihayet kavuşmuş olmasının lüksünü, Emre,Topuz ve Gökhan Gönül'ün de katılımıyla Brezilya ekolü bir şov futboluna taşıdı.. Konu şu; Alex, Türkiye'de istatistiklerde yalnız gol ve asistleriyle anılıyor, halbuki dün 2. ve 4. gollerde olduğu gibi asistin hemen öncesinde yaptığı golü hazırlayan paslarını da sayarsak o zaman o rakamlar daha da ulaşılmaz hale gelir. Psikoloji futbolda işin çoğunluğunu elinde tutar. Lugano, yine gereksiz itiş kakışlarla önce sararıp ardından kızarırken, yine kendi kendini bitiren adamdı. Fenerbahçe seyircisi Bilica yüzünden yenilen ikinci golden sonra bu futbolcu topa her değdiğinde onu ıslıklayarak psikoloji dersinden toptan sınıfta kalmış oldu. Sanki bu futbolcu takıma bir gol daha yedirse mutlu olacaklardı... Semih, tribünde ve yedek bankosunda boy boy gol krallarının tetikte beklediği bir kulüpte yedek kalsa bile kimseyi umursamadan her oyuna girdiğinde kendisi maçın liderliğine soyunmaktan sakınmıyor. Kazım'a gelince; Aykut hoca onun psikolojisini resmen iflas ettirmiş.! Bir yandan şansını iyi kullanabilmek için hata yapmaktan korkarak kendine has sorumlulukları ve riskleri almadan oynuyor, bir yandan da bu teredüddüt onu en basit hatalara itiyor. Diyecek laf bulamıyorum... özellikle Galatasaray ve Bursa maçlarında onca eksiğe rağmen oynatılmaması bence Kazım ın sinirlerini çöpe atan nihai darbeyi oluşturdu. Bundan nasıl çıkmayı başaracak bilemiyorum. Çünkü Aykut un bu yönde bir planı olduğuna pek inanamıyorum... Fenerbahçe, sonuçta haftayı bunlara rağmen kayıpsız kapamayı başardı...

2 Kasım 2010 Salı

CHP: “RADİKAL HAMLE” NEDİR, NE DEĞİLDİR? / Bedri Baykam / 2 KASIM 2010 TARİHLİ CUMHURİYET GAZETESİ MAKALESİ..

CHP: “RADİKAL HAMLE” NEDİR, NE DEĞİLDİR?        Bedri Baykam

         Bu yazıyı okumadan önce derin nefes alın ve size “dayatılmış” tüm önyargılardan uzaklaşın. Ardından kemerlerinizi bağlayın ve uçuşa hazır olun! Bu makale, CHP’ye ve onun kapsama alanına “radikal”, farklı bir “yaşam siyasası” önerecek. Bu sunumun başarı garantisi? Tabii ki yok. Ama en azından insanlığın ve Türkiye’nin bu evresine yakışan bir hamle denenmiş olur. Çünkü kesin nokta şu: Bu gidişat CHP’yi tartışmasız eriterek uçuruma taşıyor. Yani “2. yarı taktik değişmezse” bir alternatif bile deneyemeden acı son kapıda…
         İlk hatırlayacağınız canlı örnek şu olsun: Hani bir ay kadar önce Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın, kentte bira içilen bir festival düzenleyip genç manken kızlarla kol kola dansettiği ve “tepki gören” sahne var ya? İşte CHP ve hatta Türkiye’nin kurtuluşuna ışık tutabilecek hamlenin prototipi o güzel anda saklı…
         Öncelikle buradan üstüne basarak belirteyim: Bu ülke 20 yıldır alıştırıla alıştırıla delirtildi. 29 Ekim günü yaşadıklarımız, bu raydan çıkışların yan ürünü görüntüler. Ben delirmedim, bu dayatılanları kabul etmiyor ve bunlara “alışma”nın da, kalıcı bir demokrasi altyapısı oluşturacağına inanmanın da bilinçsizlik olduğunu biliyorum.
         CHP kurmayları, ilahiyatçı Prof. Çakmak’ın CHP’nin bundan sonra “muhafazakar, mütedeyyin” Türkiye’nin sesini dinlemesi için Abant’ta yaptığı konuşma hakkında “dayak yedik” sözleri ile manşete taşınan bir hayranlığı ifade ettiler…
         Peki soruyorum: “Bu mudur?” CHP’nin “değişmesi”, radikalleşmesi, muhafazakarlığa ne kadar kucak açtığıyla mı belirlenecek? Yoksa bu önerilen, tersine özünden uzaklaşan, kendisi olamayan bir tipolojiye ayna önünde mahcubiyetle alışmaya çalışan, iç organı değiştirilip doku uyuşmazlığından ölüm bekleyişine geçen CHP mi?
         Evet, CHP içinde başörtülü kadınlarımız var. Tabii olabilir. AKP’nin yanlışlarını gören herkes aynı saflara gelmelidir. Ama esas soru şu: Sen ne öneriyorsun, hangi yaşam tarzına gençleri özendiriyorsun? CHP, AKP’nin “Kapanan Türkiye=Demokrasi” iddiasının çarpık mantıklı kalasları altında kalırsa, yıkılır gider. Aynen ANAP ve DYP’nin yaşadığı çöküş gibi! O zaman da “teomedyokrasi” kalkıp “yeterince kapanmadınız ondan kaybettiniz, bir dahaki sefere daha da türbanlanın” (!) diye yorum yapar, bıyık altından gülerek!
         Ana konumuz aslında şu: Din uğruna bütün dini gerekleri yerine getirenler, zevklerden feragat etmek peşinde değiller. Tam tersine ölüm sonrasında her türlü mutlulukla cennette mükafatlandırılacaklarına, birbirinden güzel “iri siyah gözlü, çadırlara kapanmış, saklı inciler gibi, onları ne cin kirletmiştir ne de insan” denilen hurilerle, refah içinde sonsuza kadar yaşayacaklarına inanıyorlar. Öte yandan nimet dünyasından talepleri daha mütevazı olan başkaları ise, bu dünyanınkilerle yetinerek flörtü, alkolü, felsefe ve sanatı, düşünmeyi ve kahkaha atmayı “şimdi, burada” yaşamak istiyorlar. Onlara da kimse itiraz edemez ve bütün kavga esasında buradan çıkıyor!
         Yani CHP, nasıl bir yaşam tarzı mı önermeli? Mesela yaz kamplarında kız erkek beraber sahillerde geçirilen seminerler, Genel Merkez’in düzenleyeceği Bulutsuzluk Özlemi, Zülfü Livaneli, Edip Akbayram,  Özlem Tekin, Şebnem Ferah’tan dev konserler, CHP ilçelerinin tüm yurtta sporu, dansı, sanatı, müziği, hatta güzellik yarışmalarını öne çıkaran neşe, estetik ve keyif dolu faaliyetleri öne sürmeleri… Yani tüm dünyevi güzellikleri kendinden emin bir şekilde ülkenin dev gençlik kitlesine sunmaya kararlı güleç bir parti görmemiz lazım artık… Üniversite yerleşkilerinde akşamüstü açık nezih café-barları, erotik kanalları savunan, devlet denetiminde randevuevlerinin serbest bırakılmasının ülkenin kanayan yarası olan ensest, tecavüz, zoofili ve korkunç çocuk cinayetlerinin önüne geçecek yegane formül olduğunu anlamış, gerçeklerle yüzleşmekten korkmayan cesur, çağdaş bir CHP! Yoksa ancak yok oluş hızını yavaşlatırlar!
         Lütfen bana kalkıp “diğer siyasi değerleri” hatırlatmayın! Onları zaten doğduğumuzdan beri savunuyoruz: Hakça paylaşım, özgür basın, insan hakları, laik eğitim, sendikal haklar, yolsuzlukla mücadele, ırkçılıkla mücadele ve diğerleri…
         1940’larda CHP yayını Ulus’un, kapaktan tam sayfa modern Türk ressamlarının nü resimlerini halka sunduğunu ve siyaseti bunun sonrasına aldığını hatırlatsam, bilmem “öze dönüş”ü daha iyi anlatabilir miyim?    

CHP: “RADİKAL HAMLE” NEDİR, NE DEĞİLDİR? / Bedri Baykam / 2 KASIM 2010 TARİHLİ CUMHURİYET GAZETESİ MAKALESİ..

CHP: “RADİKAL HAMLE” NEDİR, NE DEĞİLDİR?        Bedri Baykam

         Bu yazıyı okumadan önce derin nefes alın ve size “dayatılmış” tüm önyargılardan uzaklaşın. Ardından kemerlerinizi bağlayın ve uçuşa hazır olun! Bu makale, CHP’ye ve onun kapsama alanına “radikal”, farklı bir “yaşam siyasası” önerecek. Bu sunumun başarı garantisi? Tabii ki yok. Ama en azından insanlığın ve Türkiye’nin bu evresine yakışan bir hamle denenmiş olur. Çünkü kesin nokta şu: Bu gidişat CHP’yi tartışmasız eriterek uçuruma taşıyor. Yani “2. yarı taktik değişmezse” bir alternatif bile deneyemeden acı son kapıda…
         İlk hatırlayacağınız canlı örnek şu olsun: Hani bir ay kadar önce Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın, kentte bira içilen bir festival düzenleyip genç manken kızlarla kol kola dansettiği ve “tepki gören” sahne var ya? İşte CHP ve hatta Türkiye’nin kurtuluşuna ışık tutabilecek hamlenin prototipi o güzel anda saklı…
         Öncelikle buradan üstüne basarak belirteyim: Bu ülke 20 yıldır alıştırıla alıştırıla delirtildi. 29 Ekim günü yaşadıklarımız, bu raydan çıkışların yan ürünü görüntüler. Ben delirmedim, bu dayatılanları kabul etmiyor ve bunlara “alışma”nın da, kalıcı bir demokrasi altyapısı oluşturacağına inanmanın da bilinçsizlik olduğunu biliyorum.
         CHP kurmayları, ilahiyatçı Prof. Çakmak’ın CHP’nin bundan sonra “muhafazakar, mütedeyyin” Türkiye’nin sesini dinlemesi için Abant’ta yaptığı konuşma hakkında “dayak yedik” sözleri ile manşete taşınan bir hayranlığı ifade ettiler…
         Peki soruyorum: “Bu mudur?” CHP’nin “değişmesi”, radikalleşmesi, muhafazakarlığa ne kadar kucak açtığıyla mı belirlenecek? Yoksa bu önerilen, tersine özünden uzaklaşan, kendisi olamayan bir tipolojiye ayna önünde mahcubiyetle alışmaya çalışan, iç organı değiştirilip doku uyuşmazlığından ölüm bekleyişine geçen CHP mi?
         Evet, CHP içinde başörtülü kadınlarımız var. Tabii olabilir. AKP’nin yanlışlarını gören herkes aynı saflara gelmelidir. Ama esas soru şu: Sen ne öneriyorsun, hangi yaşam tarzına gençleri özendiriyorsun? CHP, AKP’nin “Kapanan Türkiye=Demokrasi” iddiasının çarpık mantıklı kalasları altında kalırsa, yıkılır gider. Aynen ANAP ve DYP’nin yaşadığı çöküş gibi! O zaman da “teomedyokrasi” kalkıp “yeterince kapanmadınız ondan kaybettiniz, bir dahaki sefere daha da türbanlanın” (!) diye yorum yapar, bıyık altından gülerek!
         Ana konumuz aslında şu: Din uğruna bütün dini gerekleri yerine getirenler, zevklerden feragat etmek peşinde değiller. Tam tersine ölüm sonrasında her türlü mutlulukla cennette mükafatlandırılacaklarına, birbirinden güzel “iri siyah gözlü, çadırlara kapanmış, saklı inciler gibi, onları ne cin kirletmiştir ne de insan” denilen hurilerle, refah içinde sonsuza kadar yaşayacaklarına inanıyorlar. Öte yandan nimet dünyasından talepleri daha mütevazı olan başkaları ise, bu dünyanınkilerle yetinerek flörtü, alkolü, felsefe ve sanatı, düşünmeyi ve kahkaha atmayı “şimdi, burada” yaşamak istiyorlar. Onlara da kimse itiraz edemez ve bütün kavga esasında buradan çıkıyor!
         Yani CHP, nasıl bir yaşam tarzı mı önermeli? Mesela yaz kamplarında kız erkek beraber sahillerde geçirilen seminerler, Genel Merkez’in düzenleyeceği Bulutsuzluk Özlemi, Zülfü Livaneli, Edip Akbayram,  Özlem Tekin, Şebnem Ferah’tan dev konserler, CHP ilçelerinin tüm yurtta sporu, dansı, sanatı, müziği, hatta güzellik yarışmalarını öne çıkaran neşe, estetik ve keyif dolu faaliyetleri öne sürmeleri… Yani tüm dünyevi güzellikleri kendinden emin bir şekilde ülkenin dev gençlik kitlesine sunmaya kararlı güleç bir parti görmemiz lazım artık… Üniversite yerleşkilerinde akşamüstü açık nezih café-barları, erotik kanalları savunan, devlet denetiminde randevuevlerinin serbest bırakılmasının ülkenin kanayan yarası olan ensest, tecavüz, zoofili ve korkunç çocuk cinayetlerinin önüne geçecek yegane formül olduğunu anlamış, gerçeklerle yüzleşmekten korkmayan cesur, çağdaş bir CHP! Yoksa ancak yok oluş hızını yavaşlatırlar!
         Lütfen bana kalkıp “diğer siyasi değerleri” hatırlatmayın! Onları zaten doğduğumuzdan beri savunuyoruz: Hakça paylaşım, özgür basın, insan hakları, laik eğitim, sendikal haklar, yolsuzlukla mücadele, ırkçılıkla mücadele ve diğerleri…
         1940’larda CHP yayını Ulus’un, kapaktan tam sayfa modern Türk ressamlarının nü resimlerini halka sunduğunu ve siyaseti bunun sonrasına aldığını hatırlatsam, bilmem “öze dönüş”ü daha iyi anlatabilir miyim?