29 Nisan 2014 Salı

ŞAMPİYONUN ZORLU YILINA TOPLU BAKIŞ | BEDRİ BAYKAM | 29 Nisan 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Fenerbahçe'nin kazandığı Lig Şampiyonluğu, bütün ülkede herhangi bir yılın futbol yarışında ipi göğüslemenin ötesinde anlamlar kazanan bir zafer. Tanıdığım onca "kökten Galatasaraylı" bu sene Fenerbahçe'nin başarısını arzuladılar. Sarı-Lacivertliler’in 3 yıldır sürdürdüğü büyük direnişin, Cumhuriyetçi ve demokrat muhalif kesimleri nasıl etkilediğini biliyoruz. Daha önce de hatırlattığım gibi, bu isimler arasında İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek, rahmetli futbol yıldızımız Galatasaraylı Gündüz Kılıç hakkında da kitabı olan aydınlarımızdan Mehmet Kunt ve daha birçok değerli insan vardı. Fenerbahçe'yi tutmasa bile saygı duyan bir diğer büyük kesim daha var! Onların da sayıları milyonlara ulaşıyor...
        Fenerbahçe'nin 3 Temmuz sürecinin başından beri yaşadığı işkencelerin komplo senaryolarını yazan belirsiz isimler tarihe kalır mı, bilmem. Ama bu direnci gösteren camia, onun başkanı, taraftarları, sözcüleri, avukatları kolay kolay unutulmaz! Şimdi Türkiye'nin ne son 12 yıldır, ne de Fenerbahçe'nin 3 yıldır yaşadığı hukuksuzlukları burada hatırlatacak değilim. Ama sonuçta artık Aziz Yıldırım'ı mahkum eden mahkemenin hukuki bir geçerliliği kalmadığı ve alınan tüm kararların yeniden yargılanma sürecine girmesi gerektiği, artık üzerinde her kesimin anlaştığı kesin bir sonuç. Change.org’ta açılan "Adalete Fener Yak" kampanyasına katılmak da son derece etkili. Her zamanki gibi "
bir tek benim sesim ne fark yaratır ki?" demeden...
         Fenerbahçe yöneticileri bir süredir UEFA'nın verdiği cezanın son kısmı olan bu seneki Şampiyonlar Ligi yasağının, az da olsa kalkma ihtimali olduğunu ifade ediyorlar. Bana sorarsanız Fenerbahçe’nin gerekirse bir futbolcu daha az transfer edip tüm Avrupa'nın büyük gazetelerine tam sayfa ilanlar vererek, kararı alan 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yok oluşunu ve artık tartışılamayacak kadar önyargılı kararlara imza attığının tespit edildiğini, ülkenin genel siyasi-hukuki kaosuyla beraber duyurması lazım. Öte yandan Sarı-Lacivertli kulübün zaten 2011-12 ve 2013-14 sezonlarında fiili olarak Avrupa'dan men edilmiş olmaları, 2 yıllık cezanın da çekilmiş olduğunu gösteriyor. İyi bir strateji ve sunumla bu "mucize" gerçekleşebilir ve Avrupa belki 15 puan farkla şampiyon olacak "esas oğlan"ı seyretme şansını yakalar!
         Peki, “bu yılki şampiyonluk” denince aklımıza ne geliyor? Büyük camianın inancıyla beraber Ersun Yanal'ın kurduğu mükemmel dişli çark! Gerçekten tam bir kolej disiplini ve arkadaşlık bağları ile harmanlanmış, ilk 11'e giren-girmeyen herkesin eşit derecede kendisini takımın parçası olarak hissettiği büyük bir düzen. Bu yılın şampiyon ekibinde takımı toptan sırtlayan bir yıldız yok. Gerektiğinde herkes günün yıldızı, günün işçisidir! Üstelik iki noktayı da unutmamak lazım: Birincisi, yönetiminden taraftarına ve medyasına kadar kaynayan bir cadı kazanı olan Fenerbahçe’de, Yanal’a yalnızca bir yıllık kontrat sunuldu; bu çok ağır baskıdır bir hoca için. İkincisi de, bu zor şartlara rağmen sezon başından itibaren Yanal'ın "
Bu takım rahatlıkla şampiyon olacak" sözünü ısrarla ve dev bir özgüvenle verebilmiş olmasıdır. Hem de karşıda büyük bir hoca ve dünya yıldızlarından kurulu bir takım olmasına rağmen!
         Sezon başlarken, kamuoyuna hakim olan genel düşünce şuydu:
"Bu yıl, oturmuş ekibi ve yıldızlarıyla Galatasaray şampiyon olur da, acaba ikinci kim olur?" Ama evdeki hesap çarşıya hiç mi hiç uymadı. Şampiyonluk ve başarı için Drogba, Sneijder, Melo, Burak ve Selçuk gibi yıldızlar ve ünlü bir hocaya sahip olmak yeterli değildir! Takım olmak, iç gerginlikler ve klikleşmeleri aşabilmek lazımdır! Galatasaray, bu noktalarda başarılı olamamıştır. Sarı kırmızılı yöneticiler, anlaşılmaz şekilde Fenerbahçe'nin UEFA cezasının koşullarını içten takip ettikleri kadar kendi ekiplerinin halet-i ruhiyesini izleselerdi, belki alacakları sonuçlar da farklı olurdu!
         
 Fenerbahçe'ye tüm kutlamalarımızı sunduktan sonra, bazı sözde Fenerbahçe taraftarlarına olan büyük kızgınlığımı ifade etmeden geçemeyeceğim. Bağdat Caddesi'nde GS Store'u yakıp yağmalayan holiganların tam olarak kim oldukları bilinmiyor. Kimi rivayetler bu kişilerin sabıkalı hırsızlar, kimileri de bazılarının Ultraslan üyesi olduğunu söylüyor. Sonuçta elbet gerçekler er geç ortaya çıkar. Ama orada bu olayı müteakiben  Galatasaray formasına yönelik saldırıları bizzat gördüm. Bu utanılası eylemi yapanlar, Fenerbahçe'nin güzellik tablosuna büyük bir zarar vermişlerdir. Orada saldırılan yer aslında GSaray forması değil, Fenerbahçe'nin asil ruhudur, tarihi ve onurudur. "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganını haykırmak yetmez; büyük önderin "düşman" ülke bayraklarına veya ölen askerlerine gösterdiği eşsiz büyük saygı ve korumayı anlamadıysanız, onu. Adını ağzınıza almamanız lazım. Şahsen G.Saray camiasından özür dilerken, Fenerbahçe kulübünü de bu konuda saldırıyı yapanlara en sert cezaları vermeye davet ediyorum.

28 Nisan 2014 Pazartesi

PANEL | 'Müzayedeler Krizi' 3 Mayis, Cumartesi 15.00-17.30‏


​PİRAMİD SANAT
3 Mayıs 2014, Cumartesi | 15.00-17.30

MÜZAYEDELER KRİZİ


Katılımcılar
Bedri Baykam (UPSD Başkanı)
Doğan Paksoy (Sanat Galericileri Derneği Başkanı)
Av. Pınar Sönmez (Sanat Hukuku)
Av. Hatice Doğan (UPSD Avukatı)
Balkan Naci İslimyeli (Sanatçı)
Ahmet Utku (Maçka Mezat Müzayede Evi)
Kaya Özsezgin (Eleştirmen)
Emin Çetin Girgin (Eleştirmen)
Mine Gülener (Mine Sanat Galerisi)


Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği ve Sanat Galericileri Derneği’nin ortak bildirisiyle kamuoyuna duyurulan müzayede evleri konusu için Piramid Sanat’ta 3 Mayıs Cumartesi günü, 15.00-17.30 arasında panel düzenleniyor.

10 Nisan 2014 tarihinde yayınlanan bildiri, tanınmış sanatçılar, galericiler, eleştirmenler ve küratörler tarafından toplanan imzalarla büyük destek gördü. Bunun devamı olarak düzenlenecek “Müzayedeler Krizi” başlıklı panele sanatçı, galerici, eleştirmen, müzayedeci ve sanat konusunda uzman avukatlardan oluşan konuşmacılar katılacak.

Müzayede evlerinin sanat piyasası üzerindeki etkileri, galerici ve sanatçıların piyasaya aşılanan güvensizlikten duydukları rahatsızlıklar gibi konuların konuşulacağı panele katılımınızı bekliyoruz.



Piramid Sanat
Feridiye cad. No:23 Taksim

27 Nisan 2014 Pazar

ŞAMPİYONLUĞUN GÖZ YAŞLARI.... | BEDRİ BAYKAM

Maçtan önce stada ulaşmaya çalışırken Fenerbahçe otobüsü önümüzden trafiği polis eskortuyla yarıp zar zor stada girdi. Eşimle gözlerimiz doldu gülümsemeye çalışsak da... Maçı Dalyan kulübünde televizyondan izleyebildiysek bana bir jest yapan trafik polislerine borçluyum bunu da. Çünkü herhalde siz bu satırları okurken hala ulaşamamıştık stada! Aziz Yıldırım maçtan önce futbolcularla bir araya geldi saha kenarında... O da ağlıyordu. Kimbilir kapalı kapılar ardında daha ne duygusal anlar vardı; yalnız Saraçoğlu'nda değil, yurdun dört bir yanında! O kadar uzun ve ağır bir yoldan geliyordu ki sarı lacivertliler! 
Gözlerim daldı 2000lerin farklı anlarına... Son anda yaşanan Denizli ve Trabzon faciaları... Ardından 3 Temmuz kabusunu mucizeye dönüştürme fırsatının geri tepildiği o Galatasaray maçı, Başkan'ın Silivri yılı ve inadına dik duruşu, kendisini ziyaret ettiğimde gösterdiği müthiş metanet ve kararlılık... Alex krizi. Dünyada ender görülecek ağırlıkta geçirilen o deprem. Ardından Avrupa başarıları ve Lizbonda direkten dönen UEFA finali... Her biri birbirine geçmiş o dramatik sahnelerin yükü vardı milyonlarca Fenerbahçeli'nin gözyaşlarında. 
Açık konuşalım, dünyada Fenerbahçe'den başka hiç bir camia o tsunaminin altından kolay kolay kalkamazdı. O felakete rağmen dağılmayan, tam tersine kenetlenen camia; ve ard ardına her dalda yaşanan başarılar, futbolda son anda kaçırılan büyük zaferler... İşte Fenerbahçe'nin dün nihayet resmileşen erken şampiyonluğu, tüm bu dev "epik" film karelerine, sıkıntılara sünger çeken büyük finaldi. 
Aslında dünkü maç centilmence ve hareketli geçti. Fenerbahçeliler her şeyden önce temkinli bir oyuna şartlanmışlardı. Arada Meireles'in ısrarlı şutları gelse de onlar da etkisiz oldu. bunun dışında akılda kalan anlar Volkan'ın yine şık kurtarışları ve Alper'in son 20 dakikaya sığdırdığı hareketlilikti. Stadı dolduran 53.000 kadınımızın bir gol sevinciyle bu Şampiyonluk kutlamasını yapmalarını çok güzel olacaktı. O gol gelmedi ama hakem maçı bitiren düdüğü çaldığında stad karnaval yerine dönüşürken kimsenin umurunda değildi artık skor. Şampiyonluk, o nazlı sevgili çıkıp gelmişti Fenerbahçe'nin kollarına yeniden. Hem de futbolun yalnız futbol olmadığını üstüne basarak tarihe geçiren Simon Kuper'in tarihi cümlesi belki varlığını hiç bu yıl kadar hak etmemişti. Sarı lacivertlilerin bu fazlasıyla hak edilmiş Şampiyonluğu, ülkede muhalefeti de, demokrat Cumhuriyetçi tüm vatandaşları da birleştiren bir dayanışma yaratmıştı. 
Fenerbahçe böylece aslında Türkiye çapında 28. Şampiyonluğunu kutlarken, kendi tarihinin içinde yeniden doğuşun ve direnişin evrensel destanını yazmış oluyordu... Kutlu olsun Kanarya... Bıraktığın bu izler, kuşaklar boyu hatırlanacak hoş sedalar olarak o büyük tarihe eklendi artık! 

22 Nisan 2014 Salı

İŞTE ÇANKAYA STRATEJİM VE ADAYLARIM / Bedri Baykam / 22 Nisan 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Herhalde farkındasınız. Bütün iktidar kanadı, yerel seçim bittiğinden beri Cumhurbaşkanlığı ile yatıyor, Cumhurbaşkanlığı ile kalkıyor. Siyasetin rotasını yine onlar çiziyor, bizlere de bu gidişatı izlemek ve yorumlamak düşüyor. Topu onlar atıyor, bizler kovalıyoruz sanki...
            Şayet gereken hamleleri yapamazsak, pek yakında neler yaşanacağını
size aktarayım: CHP, MHP, İP, ÖDP, DP, DSP, TKP gibi partiler belki sırayla Cumhurbaşkanı adaylarını açıklayacaklar. Ondan sonra da gelsin röportajlar, gitsin canlı yayın programları! Oh! "Nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz?", "Neden aday oldunuz?" vs, vs... Ne kadar havalı olacak değil mi? Mesela Levent Kırca bu sefer de bu sıfata kendisini uygun görebilir veya TKP Aydemir Güler’i değil, daha da az tanınmış bir genci öne sürebilir. DSP’de ise belki Masum Türker kendisini doğal aday ilan edebilir. Ne güzel, bir "çoksesli yarış" değil mi? "Bizimkiler" bu harika yöntemlerle kendi kendilerini tatmin ederken, RTE ve arkadaşları zirvenin gerçek paylaşımını yapmakla meşgul olacaklar!
           
 Lütfen artık komedilere son verelim. Türkiye kadar bıçak sırtında ağır siyasi konuların yaşandığı bir ülkede, siyasi sıfatlarla dalga geçercesine saçma sapan gösteriş budalalığından başka bir şey olmayan adaylıkların ortalıkta uçuşması son derece üzücü. Şayet siyasi partilerimiz ve liderleri, bu Çankaya yarışı sayesinde partilerinin adlarını duyurup reklam yapacaklar diye mutlu oluyorlarsa, bu ciddi bir şizofrenik vakadır. Çünkü ülkenin artık çocuk parkında kovboyculuk oynar gibi siyasetçilik oynayacak hali kalmadı!
            Kendisini "muhalefet" olarak tanımlayan herkesin ve her partinin aklını başına toparlayarak bir araya gelmesi ve show yapmak için değil, RTE'nin süper başkanlık hayallerinin önünü kesmek için ortak akıllarını devreye sokmaları lazım. Aksi takdirde, tüm bu parti ve gruplar, sahte muhalefet yaparak AKP'ye ve RTE'ye Cumhurbaşkanlığı sıfatını altın tepside sunan sorumsuz hayalperestler olarak tarihe geçecekler. Bu uğurda herkes durduğu sert noktalardan ödün vermeye, uzlaşmaya, belki ilk bakışta kimseyi tam olarak tatmin etmeyen ama en azından gerçekçi olan adaylarda buluşmaya mecburdur.
          Yine herkes kendi üyelerini en tatmin edecek, çok değerli ama diğer partilerden destek alamayacak isimlerde ısrar ederse, bakın ne olur:
Bu oy dağılması ve propaganda kirliliği karşısında meydanı dişine göre boş bulacak olan RTE, belki 2. tura bile gerek kalmadan ilk turda %50’yi geçebilir! Merak ediyorum, o zaman kendi güçlerinin gerçek limitlerini göremeyenler, çok mu mutlu olacaklar? "Oh, ne güzel, bunu da başardık, her kafadan bir ses çıkardık, Tayyip Bey'i padişahlığa taşıdık" diye zil takıp oynayacaklar mı?
       
    Gelelim önerdiğim stratejiye: CHP ve MHP, en başından itibaren tek adayda birleşmeye mecburlar. Diğer muhalefet partileri de, istedikleri kadar homurdansınlar, iç gürültü çıkarsınlar, bu öneriye şu açıdan sıcak bakmaya zorunlular: Bu adayı mı Çankaya'da görmek istersiniz, yoksa RTE'yi Çankaya zafer konuşmasında balkonda Reza Zarrab'la birlikte izlemek için can mı atıyorsunuz? Tercihinizi yapın, ona göre davranın. Rüya görme devri sona erdi. Deniz bitti!
            Peki bu aday kim olabilir? Evet CHP'nin çok değerli kendi potansiyeli var: Güldal Mumcu, Emine Ülker Tarhan, Metin Feyzioğlu veya bir önceki kuşaktan Onur Öymen, Hikmet Çetin gibi isimler. Herbiri için ben şahsen kefil olurum. Peki MHP, bu adaylara ikna edilebilir mi? Edilemezse, bu isimler fazla "CHP'li" bulunursa o zaman B planı devreye sokulmalıdır.
Unutmayalım, sağlam bir B planı hayatta daima A planından bile daha önemlidir! O da şu isimlerden oluşan öneri listemdir: Başta, Mansur Yavaş. Hem seçim mağduru hem de YSK önünde sağ ve sol grupların dayanışmasını sağlamış en taze isim. Ya da sağ partilerle öne çıkmış ama CHP'ye uzak olmayan isimler. Mesela CHP milletvekilliği de yapmış bir İlhan Kesici, veya ANAP döneminin eski bakanlarından Bülent Akarcalı gibi uygar ve güvenilir şahsiyetler öne çıkabilir.
           CHP ve MHP'nin bir an önce başlatmaları gereken diyalog, Cumhuriyetimizin geleceği açısından yaşamsal ve tarihi bir adımdır. Geçmiş hataları tekrarlamadan RTE'nin plan ve taktiklerini ofsayta düşürecek tek girişim budur. Gerisi, zaman kaybı ve sorumsuz, belleksiz siyasetçi tavrı olacaktır.

21 Nisan 2014 Pazartesi

HER İKİSİ DE MUTLU OLDU. | Bedri Baykam

Gerçekten çok istedim Fenerbahçe'nin maçı kazanıp şampiyonluk çoşkusunu bu haftasonu Başkanına ve camiaya yaşatmasını. Anasının ak sütü gibi helal ve hak edilmiş bir şampiyonluk Sarı-Lacivertlilerinki. Şimdi resmi tur bir hafta gecikti ve Keyif maçı Kadıköy'e kaldı. 3 Temmuz kabusunun bitişini ilan etmeliydi bu şampiyonluk ama maalesef AzizYıldırım'a reva görülen akıl almaz hukuki umursamazlık buna mani oldu. 
Maçtan önce en büyük umudum, maalesef kötü niyetli rakip futbolcular tarafından sabote edilen G. Saray maçından sonra "harbi" ve futbol gibi bir futbol oynanan bir derbi görmekti. Bu konuda da aslında başlangıç tam umut verici görünürken, maalesef hiç beklemediğim şekilde Dakikalar geçtikçe Beşiktaşlı oyuncuların aynen iki hafta önce GSaray'lıların yaptığı gibi oyun dışı müdahelerle Emre üzerine oynadıklarını gördük. Jones ve Veli'ye verilmeyen kırmızı kartlar yine Emre'nin Arena'da olduğu gibi hedefteki adam olmasına olanak verdi. Özellikle top yokken Veli'nin Emre'ye attığı son derece tehlikeli kafa, direkt kırmızı almalıydı. Hakem Halis Özkahya'nın Emre'ye karşı sürdürülen bu infaza seyirci kalması da şaşırtıcıydı. İlk devrenin ilk yarısının hakimi olan Fenerbahçe, 23. dakikada Kuyt'un harika pası ve Sow'un kapalı köşe ve dar açıdan nefis son vuruşu ile öne geçti. Beşiktaş bu dakikadan sonra oyunda dengeyi buldu. Devrenin son dakikalarında ani bir Fenerbahçe atağında Kuyt kolay pası rakibe kaptırınca dönen top Beşiktaş kontratağına dönüştü. Sarı lacivertliler topu uzaklaştıramayınca Veli'nin direkten dönen şutunu Motta tamamladı ve maça eşitlik geldi. Futbolun cilvesi...
2. devre başlarken Yanal yurdun her noktasından yükselen "Emre'yi çıkar, Alper'i al" seslerini duydu ve gereğini yaptı. Fenerbahçe bu yarıda yine orta sahada kontrollü oyunuyla maçı riske sokmama peşindeydi. Yerden bol pasla maçı elinde tutan Şampiyon, golü ısrarla aramadan fırsat kollamakla yetiniyordu. 58. dakikada Motta'ya çıkan kırmızı, gecikmiş bir cezaydı. Maçın ilerleyen dakikalarında ara sıra yükselen tansiyon, maçın çirkinleşmesine neden olacak seviyelere tırmanmadı. Her iki takım da çok iyi oynamamalarına rağmen maçın son dakikasına kadar kazanmak için var güçleriyle mücadele ettiler. Hakem uzatmalarda karambolde Atiba'nın eliyle kestiği topu görse, Fenerbahçe son saniye penaltısıyla yine de 3 puanı ve turu eve götürecekti. 
'Böylece "Fenerbahçe GSaray'a yaramasın diye maçı bilerek kaybeder" diyen teorilerin doğrudan çöpe gittiği maç berabere bitti. Dany'nin kalecisine verdiği kural dışı geri pası, centilmenlikle dışarı yollayan Caner ve tüm Fenerbahçe takımını da ne kadar tebrik etsek azdır. Bilic'in maçtan sonra "Fenerbahçe iyi bir takım olduğu kadar, karakterli oyunculardan oluşuyor. Caner ve her biri. Caner bize Kadıköy'de de korner jesti yapmıştı" şeklinde demeç vermesi, Hırvat Hoca adına da unutulmaz bir güzellikti. 
Fenerbahçe'nin en iyi oyuncusu yine Meireles'di. Volkan, Kadlec ve 2. yarıda Alper diğer öne çıkanlardı. Beşiktaş, gereksiz sertliğe başvurarak bence kendi oyununu da sabote etti. Siyah beyazlılar aslında maçı 7 kişi bitirmediklerine dua etsinler. 
Sonuçta ligin tartışmasız kralı, tüm Türkiye'ye her maçı var gücüyle kazanmak için oynayan dürüst bir takım olduğunu yine herkese kanıtlamış oldu... Tebrikler Fenerbahçe!

15 Nisan 2014 Salı

SANATTA “İYİ, KÖTÜ VE ÇİRKİN” | BEDRİ BAYKAM | 15 Nisan 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Bugün, Dünya Sanat Günü. Bugün sadece bu güzel kutlamaya tüm zerreleriyle sizi dahil etmem gerekir. Ama sanat ortamımızda yaşanan bir başka negatif olgu, müzayedeler, sanatçılarımızın varlığını, onurunu, kimliğini yok edecek boyutlara ulaştı.
 Öncelikle "Dünya Sanat Günü" için bir hatırlatma: 2011'de Meksika’da yapılan UNESCO'ya bağlı Dünya Sanat Dernekleri Genel Kurulu'nda, UPSD adına verdiğim önerge oybirliğiyle kabul edilmiş ve da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan "Dünya Sanat Günü" ilan edilmişti. Artık dünyanın farklı ülkelerinde bu kutlama eşzamanlı gerçekleştiriliyor. Sizler de bu akşam İstanbul-MKM’de UPSD'nin Beşiktaş Belediyesi ile
açtığı Genç Etkinlik-6 sergisini ve yarın Maçka’da UPSD galerisinde üyelerin sergisini gezebilirsiniz. Cuma 15:00’te İstanbul Modern'de, Washington'dan gelen Prof. Bülent Atalay'ın "Leonardo ve Türkler" konferansını da kaçırmayın. Ankara, Sinop, Antalya, Bodrum gibi onca farklı yerlerde yapılan etkinliklere de katılabilirsiniz. Bunlar işin "iyi" yanı.
Türkiye'de sanat, bildiğiniz gibi "devlete rağmen" üretiliyor. Sanatçılara uygulanan aşağılamaları, sansürleri ezberlediniz. Böylesine olumsuz bir havada, tüm engellere rağmen sanatçılarımız inatla, geçtiğimiz zor tünelde, göçük altında üretiyorlar. Yalnız özel alıcıların katkılarıyla varlıklarını sürdürüyorlar, çark hem siyasi direniş, hem de sanatsal olarak dönmeye çalışıyor. İşte bu ortamda devletin sanatçılara ördüğü duvar zaten bildiğiniz işin "kötü" yanı.
Ne yazık ki işin olumsuz bir tarafı daha var. Geçen hafta UPSD ve Sanat Galericileri Derneği ortak bir bildiri yayınlayarak, müzayede evlerinin sanatçı ve galericilerin varlığını tehdit edercesine uyguladıkları fiyat politikalarına ve vahşi kapitalizmin "
serbest piyasa ekonomisi efendim" mazeretiyle yaşama geçirdikleri sorumsuz tavra tepki verdiler. İşin özeti şu: Sanatçıların eserleri gerçek değerinin beşte, bazen onda birine müzayedeye konuluyor. O anda sanatçı ve galericisi, koleksiyonerlere karşı zor duruma düşürülmüş oluyorlar. Örneğin, bir sanatçının belli bir dönemine ait eserleri, geçtiğimiz birkaç yılda kendisi ve galericisi tarafından ortalama 100 TL’ye satılmış olsun. Müzayedecilerin, o işlerden birini açık arttırmaya koydukları zaman yıllar içinde oluşmuş fiyatın makul bir ölçüde altından başlatmaları normaldir. Eser satılsa da satılmasa da belirlenen bu alt limit, sanatçının o eserine zarar vermez. Aynı eser, beş misline satılırsa bu her eserinin o fiyata yükseldiğini göstermez. Ama 100 TL’lik bu esere onda biri gibi akıl almaz bir öngörüm fiyatı konulur ve bunu katalogda adeta sanatçının tescilli gerçek değeriymişçesine sunulursa, o zaman sanatçıya, galericisine ve eski koleksiyonerlerine büyük haksızlık edilmiş olunur. Müzayedeciler sanat piyasasına doğrudan el atıp aynı sanatçıdan 20-30 işi "piyasaya" sürerek, sanat üretene saygısız bir tavırla, sanatçıları yok etme pahasına eserleri ortaya salt “ticari ürün" gibi sürüyorlar. En yaşlı çağdaş müzesi henüz 10 yaşında olan ve sanat tarihsel kriterleri henüz oturmamış bir ülkenin, spekülatif dedikodularla kolayca yönlendirilebilen koleksiyonerlerinin bu senaryoya -biraz da isteyerek- düşmeleri, ayrı bir üzüntü verici durum. Eserini değerli kılan temel verileri dikkate almadan, sadece hızlandırılmış ticari hırslarıyla hareket edenler, sanatçılara verdikleri maddi ve manevi zararla yüzleşmeye de hazır görünmüyorlar! Bu yoz ortamda, sanatçıların, mantığa ve izana davet eden çağrılarını hiçe sayan müzayede evlerinin, bu yapıtların değerlerini -sürümden kazanabilmek için- çekinmeden yerle bir etmesi ve kimi açık arttırma katılımcılarının bu kanlı ortamı Roma'da gladyatörlerin ölümünü izler gibi takip etmeleri kaygı verici. Ne acıdır ki, ne müzayedeciler, ne de bu kaygan piyasaya tenezzül eden alıcılar, esasında kendi bindikleri dalı kestiklerini göremiyorlar. Çünkü sanatçıları yok ettiklerinde ortada ne sergi, ne müzayede kalacak!
 Bildiriye imza atanlar ise bu alanda Türkiye'nin en önemli isimleri: Adnan Çoker, Ergin İnan, Devrim Erbil, Balkan Naci İslimyeli, Özdemir Altan, Hüsamettin Koçan, Tomur Atagök, Mustafa Ata, Zahit Büyükişleyen, Beril Anılanmert, Ekrem Kahraman, Denizhan Özer, Ekrem Yalçındağ, Genco Gülan, Bahri Genç, Resul Aytemur, Suat Akdemir gibi sanatçılar; Teşvikiye Sanat Galerisi, Dirimart, Galeri Artist, Galeri Baraz, Mine Sanat Galerisi, Siyah-Beyaz, Empire Project, Galeri Merkür ve Piramid Sanat gibi galeriler ve Emin Çetin Girgin, Yalçın Sadak, Kaya Özsezgin gibi eleştirmenler bulunuyor. İsimler bu sütunlara sığmaz!
Türk sanat ortamı, bu alarm verici durumu en azından yapıcı bir diyalogla ortadan kaldırmayı başaramazsa, kendi sonunu hazırlamış olacak....

13 Nisan 2014 Pazar

FENERBAHÇE TESELLİYİ FUTBOLDA BULDU. | BEDRİ BAYKAM

Şampiyonluk yolunda galip gelmek güzel bir şey olduğuna göre, Fenerbahçe dün başarılıydı. Harika bir oyun sergilemese de farklı skor ve 3 puanla yurdun tüm kanaryaları resmi şampiyonluk kutlama provalarına rahatça başlattı! 
Fenerbahçe seyircisi, günün farklı sporlardaki final mağlubiyetlerinin burukluklarını unutmak için "esas sevgilisi" olan futbol takımına yoğunlaşarak stadı doldurmuştu. Kim ne derse desin ligdir bu işin raconu eninde sonunda, kim aksini söyleyebilir ki? Herşey futbola elverişli bir ortama işaret ediyordu dün. Antalyaspor da Allah için maçı çirkinleştirmeden oynamayı tercih etti oyunun başından itibaren. Sonuçta ortaya çıkan maç, belki muhteşem bir futbol karşılaşması değildi. Ama centilmence oynanmasına karşın kıran kırana bir tipik lig maçıydı. İdeal kadrosundan 5-6 eksikle nereyse "kupa maçı kadrosu"na yakın bir diziliş içindeydi Fenerbahçe. Ama Yanal'ın takımında herkes kapasitesi limitlerinde formasını sonuna kadar ıslatmak ve hakketmek için çıkmıştı yine sahaya. Meireles, bir süredir yükselen form grafiğini sürdüren bir yapıda, topları kesip dağıtan olumlu bir merkezdi yine. Topuz Gökhan'ın yokluğunda ilerimhatlara da giren ofansif bir karakterdeydi. Fenerbahçe Antalya kilidini açmak için uzun şişirme toplara biraz fazla bel bağlamışken, ilk gol 21. dakikada Caner'in nefis frikiğinden geldi. Vallahi billahi yanımdakilere topu atacağı noktayı aynen göstermiştim! Golden sonra Fenerbahçe kalesinde Antalya'dan şok bir yanıt görmese de 10 dakika sonra bir duran topu nefis bir santrfor kafasıyla tamamlayan İsaac Promise maçı beraberliğe taşıdı. İşte o kısa sıkıntılı anlarda Fenerbahçe yine konsantrasyonunu kaybetmeden oynadı. Sahada maçı koparacak yıldızı yoktu belki. Ama her oyuncunun top kovalama hırsı vardı bunun yerine! Örneğin birbiriyle orta sahada pek oynamamış bir kadro, yine de maçtan hiç kopmadan anlaşmazlıklarını gidermeye uğraştı. 2. Gol, bu iş ciddiyetinin sonunda Kadlec'den gelen bir karambol takibiyle gerçekleşti.
İkinci yarıda Fenerbahçe, açık oynamaya devam eden rakibine karşı 3. Gol ararken, aynı zamanda maçın kontrolünü kaybetmeme gayretindeydi. Sonuçta bu skor kanaryaya yetiyordu ne de olsa! 63. dakikada Kadlec'in kafasını kaleci Hakan nefis bir refleksle çıkardı. Bunun dışında maçın son dakikalarına kadar pek kaçan gol de yoktu. Yanal'ın alt yapıdan bir oyuncuyu, İnrahim Serkan Aydın'ı Alper ve Hasan Ali'nin ardından sahaya sürmesi günün güzel sürpriziydi. Alper son bölümde takıma hız ve tempo kazandıran isimdi. Nitekim maçı bitiren gol de onun taşıdığı toplardan biri sonucunda gelen kornerden, günün adamı Kadlec'in ayağından geldi. Kuyt'un pasıyla gelen 4. Sow golü ise maçın fiyonku oldu. Tebrikler Kanarya!

11 Nisan 2014 Cuma

Sanatçı ve galericilerden müzayede evlerine ortak tepki

SANATÇILAR VE GALERİCİLER, MÜZAYEDE EVLERİNİN SORUMSUZ VE KEYFİ UYGULAMALARINA KARŞI SAVAŞ AÇTI
Türkiye’de sanatçıların en önemli profesyonel ve uluslararası derneği olan Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) ve Sanat Galericileri Derneği (SGD) ortak bir bildiri yayınlayarak müzayede evlerinin tüm ikazlarına rağmen, keyfi ve sorumsuzca uyguladıkları fiyat politikalarına sert bir dille karşı çıktılar ve en önemli sanatçı ve galericiler iki gün önce bildiriye imza attılar.
Bildiri, müzayede evlerinin veriye dayanmadan, kendilerini sanat piyasasında anlamsız ve gerçekdışı bir yönlendirici ‘kriter koyucu’ haline getirmesini kınıyor.


ULUSLARARASI PLASTİK SANATLAR DERNEĞİ VE SANAT GALERİCİLERİ DERNEĞİ’NİN
MÜZAYEDE EVLERİ KONUSUNDA ORTAK BASIN AÇIKLAMASI
10 Nisan 2014

Türk Çağdaş Sanat ortamına müzayede evlerinin hızlı ve iddialı girişleri özellikle “yeni yüzyılımızın” yadsınamaz gerçeklerinden biri. Ancak bu kurumların tüm sanatçı ve UPSD’nin ikazlarına karşın, Türk sanat ortamının kırılgan, yeni ve “toy” gerçeklerini zedeleyecek tavırlar sergilemeleri, birçok sanatçı ve galericimizi rencide etmeye devam ediyor.
Neredeyse 15-20 senedir yapılan ikazlardan ve yapıcı tartışmalardan hiçbir ders almamak, anlaşılmaz ve ısrarlı bir şekilde sanatçıların değerlerini aşağı çeken bir yol haritası izlemek, ne yazık ki tekrar edilen ciddi bir kötü alışkanlık haline gelmiştir.
Galeri veya atölye değerlerinin dörtte birine, bazen beşte birine, alıcılar arası dolaşan eserleri piyasaya sürmek, bunların hızlı sirkülasyonundan para kazanmayı en önemli konu sanmak izlenen tutarsız politikaların başında gelmektedir.
Bu yöntemle ömrünü bu işe adamış sanatçıların ve galericilerin kariyerlerine, onurlarına verilen büyük zarar umursanmamakta, Türk sanat ortamının sağlıklı gelişmesi baltalanmaktadır. Sanatçılar ve galericilerin malî ve manevi hakları böylelikle ihlal edilmektedir.
Sanatçıların ve galericilerin ikazlarını hiçe sayan etik dışı ve vurdumduymaz tavır, sanatın zaten ciddi saldırılar altında olduğu bir ortamda yaşanmaktadır.
Her gün daralan özgürlük alanları, kadınların, muhaliflerin ve sanatçıların uğradığı baskılar, sanatın her alanına yönelik dışlama ve aşağılama haberleri Türkiye’yi sarsarken, bu ortamın üstüne eklenen söz konusu sorun, özellikle plastik sanatlar alanında faaliyet gösteren sanatçıları içten yaralamaktadır.
En “yaşlı” modern ve çağdaş müzesi (İstanbul Modern) henüz 10 yaşını tamamlamamış olan ülkemizde, malum tarihi nedenlerle plastik sanatlar da ancak çok gecikmiş bir şekilde 20. yüzyılda adım adım gelişebilmiştir. Sanatın Batı ülkelerinde olduğu gibi yerleşik, yüzlerce yıllık müzeleri, vakıfları, koleksiyoncuları, üniversiteleri ve destekleyen devlet kurumları ve mesenleri olmadığı ülkemizde, özellikle son 25-30 yılda zar zor oluşan sanat değerlerini kimi çıkar ilişkileri uğruna bilerek sekteye uğratmak affedilmez bir tavırdır. Asırlara yayılan bir özel veya devlet koleksiyonculuğu temeli olmayan ülkemizde, sanat tarihimiz ve onun içinde yer alan isimlerin değerlerinin henüz tam anlamıyla yerleşemediği bu ortama yaşatılan zelzelenin büyük faturaları olmaktadır. Bu nedenle, sanatçıların devlet katkısının sıfır olduğu bu piyasada mesleklerine tutunmaları, bağımsız ve üretken kalabilmeleri imkansız hale getirilmiştir.
Ayrıca müzayedelerin tersine, kimi sanat aracıları tarafından piyasanın, eser fiyatlarının yapay bir şekilde ateşlendirildiği, spekülatif borsa hareketleriyle kaygan bir alan haline dönüştürülmesi konunun ayrı bir rahatsız edici uzantısıdır. Sanatı maalesef yalnızca bir “borsa yatırım aracı” olarak gören tehlikeli anlayış, eserler üstünden hızlı rant sağlamayı ana işi haline getirmiştir.
Bu şekilde, gerek aşağı gerek yukarı doğru ibresi sürekli tutarsız rakamlara oynayan bu “piyasa” nedeniyle sanatçı, yıllar içinde belirlenen kendi satış rakamları göz önünde bulundurulduğunda koleksiyonerine haksızlık yapan bir konuma itilmektedir. Bu çelişkiler sebebiyle gerçek koleksiyonerler rahatsız olmakta, sanat tutkusu bu spekülatörler yüzünden bir karabasana dönüşmektedir.
Bir diğer akıl almaz olgu da, müzayedecilerin -çoğu zaman bir sanatçının sergisini açarcasına- aynı isimden 20-30 yapıtı aynı müzayedeye doldurup o sanatçının piyasasını neredeyse yok etme noktasına taşımasıdır.
Kimi sanat tacirleri veya koleksiyonerler, bu ortamlarda fiyatı yapay şekilde aşağı çekilen sanatçının eserlerine hücum ettiklerinde, başarılı bir işe imza atmış olmamaktadırlar. Bu yoz ortam nedeniyle, sanatçıyla diyalog sürdürerek, onu ve işlerini anlayarak temellendirilen gerçek koleksiyonerlik unutulmakta ve unutturulmakta, onun yerine göz ucuyla birbirini izleyerek parmak kaldıran (ve indiren), beş saniyede tanımadığı sanatçılar hakkında anlamsız yargılar oluşturan, başka tip bir “sanat-yabancısı yatırımcı” tipi oluşmaktadır.
Müzayedecilik, galericiliğe alternatif olamaz. Daha dün akademiden çıkmış yetenekli ve umut vaad eden sanatçıların işlerini kariyerinin ilk saatlerinde müzayedelere sürmek, geçici spekülatif hevesler dışında hiçbir fayda sağlamaz. Galericiler bu sanatçıları tanıtıp, sanat ortamında yer almalarını sağlayıp, geliştiremedikten sonra, piyasa oyunlarının arasına atılan sanatçılar kariyerlerine yanlış umutlar taşıyarak başlamış olur ve gerçekçi bakarsak, gelecekleri baştan kararır. Müzayedeler, piyasada az ve ender bulunan veya tek tük kalmış eserlerin, eşyaların, belgelerin, klasik işlerin buluşma yeridir. Ele geçirilen her çağdaş yapıtın, o anda aracının aklına esen fiyatta sunulabildiği bir deli kazanı değildir, olmamalıdır.
Sürekli derin bir eğitim ve özenli bir dikkat gerektiren gerçek resim koleksiyonerliğinin, son yıllarda türeyen “müzayede koleksiyonerliği”nden net şekilde ayrılması lazımdır. Resim koleksiyonculuğu, rant beklentileri içerisinde, piyasa dedikoduları arasında oluşan mimetizmlerle sağlıklı bir şekilde yürüyemez.
UPSD ve Sanat Galericileri Derneği, müzayede evlerini ve tüm sanat ortamını tekrar bu konuda acil olarak duyarlı bir yol izlemeye, hatalarından dönmeye davet etmektedir.
Müzayede evleri, Türkiye’de yaşayan sanatçılara ve onların eserlerini sergileyen galerilere karşı bu yıkıcı tavrı sürdüremez. Ülkemizin en önemli sanatçılarının, profesörlerinin, tüm yaşamını sanata adamış ustalarının bu ortama yem edilmeleri kabul edilemez.

BU NEDENLE UPSD VE SANAT GALERİCİLERİ DERNEĞİ (SGD) OLARAK, MÜZAYEDE EVLERİNİN:
- Müzayedeleri gerçek tarihi amacı dışında, sürekli bir “çağdaş sanatın hızlı pazarlaması” için kullanmaya son vermelerini
- Sanatçılara ve onların galericilerine danışmadan, müzayedeye sunulan eserlere fiyat koymamalarını, onların etik duruşlarına, kariyerlerine ve onurlarına geri dönülmez zararlar veren bu tavırlardan kaçınmalarını, sanatçıların ve galericilerin malî ve manevi haklarını ihlal etmemelerini
- Satışa sunulan kimi eserlerin gerekirse sunuldukları doğru fiyattan alıcı bulmamış olmasının, bu yapıtların “sürümden kazanç” adına yok pahasına piyasaya sürülmelerinden daha doğru olduğunu anlamalarını
- Türk çağdaş sanatının önünü, sanatçılara, galericilere ve sanat piyasasına zarar vermeden bu şekilde açmanın herkese yararı olacak bir ortak tavır gerektirdiğini ve hatta sinerji yaratmanın bir başlangıç olabileceğini anlamalarını
- Müzayede evlerinin sanatçıları karşılarına alarak ve onların eser sahibi olmasından doğan haklarını yok edecek şekilde, kişinin haklarını zedeleyici, hakkaniyete uygun olmayan davranışlar sergilemelerini kendi itibarlarına da büyük zarar vereceğinden bu keyfi uygulamaya derhal son vermelerini
- Sanatçılara ve onların haklarını korumayı görev edinen UPSD ve SGD’ye saygılı olmadan, bu ilişkileri koruyarak geliştirmeden bu ortamda huzur ve gelecek olamayacağını idrak etmelerini
Türk sanat kamuoyu önünde saygılarımızla acil olarak rica ediyoruz.
Aksi takdirde yaşanacak gerilimlerin, zaten zor şartlarda ilerleyen piyasaya daha da büyük zararlar vereceğini görmek ne yazık ki hiç de zor değildir.
Bu yapıcı ikaz, sanata ömür üstünden emek ve özveri akıtarak bu mesleği onuruyla sürdüren sanatçıların ve onları temsil eden galericilerin müzayede evlerine yönelttikleri en somut çağrıdır.
Müzayede evlerinin bilmesini isteriz ki, her ne kadar 2005 ve 2008 yılında bu ikaz kendilerine daha önce yapılmış olsa da, UPSD ve SGD bu sefer bu olayın peşini bırakmayacaklarını ve sanatçıları rencide eden her yeni gelişmenin yılmaz takipçisi olacaklarının bilinmesini isterler.
Hiç kimse unutmamalıdır ki herşeyden önce ortada sanatçı ve onun ürettiği eser olmadan bu piyasanın diğer hiçbir unsuru vücut bulamaz.

Bu çağrı UPSD ve SGD tarafından Türk sanat ortamının imzalarına 10 Nisan 2014, Perşembe günü açılmıştır.
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği 
Bedri Baykam
Başkan

Sanat Galericileri Derneği
Doğan Paksoy
Başkan 

İmzalar gelmeye devam etmektedir.

SANATÇILAR
Bedri Baykam
Doğan Paksoy
Komet
Adnan Çoker
Özdemir Altan
Genco Gülan
Devrim Erbil
M. Zahit Büyükişliyen
İ. Ergin İnan
Hüsamettin Koçan
Tomur Atagök
Mustafa Ata
Yusuf Taktak
Denizhan Özer
Ekrem Kahraman
Tülin Onat
Süleyman Saim Tekcan
Resul Aytemur
Halil Akdeniz
Muzaffer Akyol
Tayfun Erdoğmuş
Beril Anılanmert
Balkan Naci İslimyeli
Bahri Genç
Tijen Şikar
Turan Büyükkahraman
Murat Havan
Nebahat Karyağdı
Devabil Kara
Ayşe Erel
Mehmet Yılmaz
Mehmet Günyeli
Şahin Paksoy
Yavuz Tanyeli
Serkan Şen
Nurhan Altay
Erol Kınalı
Hasan Fuat sarı
Hakan Kürklü
Tuğrul Selçuk
Mustafa Altıntaş
Aslı Özok
Mahir Güven
Barış Sarıbaş
Recep Batuk
Bozkaya Aldaş
Deniz Gökduman
Suat Akdemir
Hale Arpacioğlu
Ebru Uygun
Nilay Kan Büyükişliyen
Berna Erkün
Asuman Demirkök
Erol Eti
Gürbüz Doğan Ekşioğlu
Fevzi Karakoç
Gülveli Kaya
Hakan Özer
Müşerref Zeytinoğlu
Mustafa Karyağdı
Sinan Demirtaş
İsmet Değirmenci
Altan Çelem
Mustafa Özel
Utku Dervent
Seyit Mehmet Buçukoğlu
Pınar Ceylan
Bahar Oskay

GALERİLER
Doğan Paksoy (Teşvikiye Sanat Galerisi)3e2w
Yahşi Baraz (Galeri Baraz)
Çağla Cabaoğlu (Çağla Cabaoğlu Gallery)
Hazer Özil (Dirimart)
Sabiha Kurtulmuş (Merkür Galeri)
Fulya Sade (Galeri Siyah Beyaz)
Mine Gülener (Mine Sanat Galerisi)
Fatoş Saka (Kare Art Gallery)
Öykü Eras (Piramid Sanat)
Erhan Köz (İşlik Sanat Galerisi)
Cem Üstüner (Pinelo Galeri)
Sevinç Şefkatli (Artemis Sanat Merkezi)
Müzeyyen Sanal (Myra Galeri)
Mehmet Subaşı (Galeri Soyut)
Sami Gözde (Galeri Gözde)
Selin Söl Turhan (Daire Sanat)
Dilara Akay (Hayaka Art)
Galeri Soyut
Kerimcan Güleryüz (The Empire Project)
Selçuk Kaltalioğlu (Beşiktaş Bel Kültür Sorumlusu)
Nihat Tokat (Niş Galeri)
Ekin Onat (Merhart Gallery)
Mithat Köksal (Art Collection)

ELEŞTİRMENLER
Şener Tansoy
Yalçın Sadak (Eleştirmen)
Emin Çetin Girgin (Eleştirmen)
GENÇSANAT DERGİSİ


8 Nisan 2014 Salı

SEÇİMLERDE MUHALEFETİN "SUÇ"LARI | BEDRİ BAYKAM | 8 Nisan 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Seçim geçti gitti. Bu saatten sonra ortalığı alt üst edecek bir YSK kararı çıkacağına da inanmıyorum. Artık muhalefetin oturup aynaya bakması ve kendi hatalarıyla ve hatta "suçlarıyla" yüzleşmesi lazım. Muhalefet derken hem CHP'yi, hem diğer muhalefet partilerini, hem de muhalif tüm seçmenleri kastediyorum. Her biri, AKP'nin bu seçimi çok hafif sıyrıklarla atlatmasından doğrudan sorumlular.
 
          İşe CHP'den başlayalım: CHP, maalesef tüm çabalarımıza rağmen hala ilkele yakın bir tüzüğe sahip olduğu için, her bölgede o yörenin insanlarının adayları saptamasına katlanamadı. Bu da yetmiyormuş gibi, adaylar son anda açıklanıp, propaganda süreci kısaltıldı. Kaprislere prim verildi. Sonuçta Parti adaylarını açıkladıktan sonra, beklenildiği gibi kaos yaşandı. İstifalar, farklı muhalefet partilerine kaçanlar, hayata küsenler, Genel Merkez önünde gösteri yapanlar, her şey vardı. CHP'nin kimi tartışmalı adaylarla yol alması, tabii ki
"nev-i şahsına münhasır" sol seçmenin ciddi bir bölümünde kopuşlar yarattı. Hadi bu konuyu geçelim. Öyle ya da böyle propagandalar yapıldı, seçim gecesi geldi. Herkes seçim hilelerinin devreye gireceğini biliyordu. Yüz bin kere bu konuda CHP'nin yapması gerekenler vurgulandı. Zaten onlar da ısrarla aynı vurguları yaptılar, bir de üstüne seçmen kütüklerini etraflıca internete koyarak seçmeni de işin içine kattılar. Sonuç mu? Açık konuşalım, hüsran. Emir komuta zinciri disiplin içinde çalışmadı. Başta Parti'nin erken pes ettiği İstanbul olmak üzere, ne yazık ki bir çok yerde sistem işlemedi. Saat 03.00’ten sonra sorumlular ortada yoktu. Seçim sonuçları girdileri, gereken hız ve ciddiyette yapılamadı, hatta bir çok yerde arzulanan tablonun yarısına ulaşılamadı. Tüm sanal alemde "çöplerden çıkan oylar"la galeyana gelen muhalif gençler büyük bir infial içinde sabahın körüne kadar ortada sorumlu aradılar! Koca Parti başka partilerden veya halktan tutanak aramak durumunda kaldı. Her sorumlu, zirveden başlayarak elini şakağına koysun düşünsün. Bu göz göre göre gelen bir felaket olmuştur CHP için. Parti ayrıca yıllardır konuşulan "kapı kapı dolaşma" işini gereği gibi yapabilmiş midir? Tartışılır!
            Gelelim CHP'nin aldığı sonuca: Parti'nin oyunun yalnız 2-3 puan artmış olması çok şaşırtıcı! Hani nerede
"Cemaat" oyları!? Hani MHP'den büyük şehirlerde kayan oylar? Hani AKP'yi tapelerden sonra bırakacağı söylenen uyanan kitleler? Hani ister Gezi'den, ister daha önce oy vermeyi akıl etmeyip yeni uyanan gençlerden gelecek oylar? Hani küçük partilere oy verip şu kritik dönemde gücünü heba etmemeyi akıl edeceği söylenen kesim? Tüm bunlar en alt seviyede bile gerçekleşseydi, CHP'nin yine en azından  %35 alması lazımdı. Şimdi bu gerçekleşmediyse, CHP MYK'nın oturup sansürsüz yorumlarla bu oy çöküşünü de analiz etmesi lazım. Kimse kalkıp komik şekilde bize "oyumuz arttı" diye gelmesin! Ayrıca iki tur olmayan alaturka seçimlerimizde, CHP ve MHP, şayet bir çok yörede birbirlerine rakip aday çıkarmasalardı, AKP kazandığı belediyelerin çoğunu kaybetmiş olurdu. Bu neden yapılamadı? Siyaset, uzlaşma kültürü ve mantıktır her şeyden önce. Ben her iki partinin sorumlu siyasilerini, halkın gördüğü ve sandıkta gerçekleştirmeye çalıştığı dayanışmayı, masa başında başaramadıkları için açıkça kınıyorum. 
            Bir de diğer muhaliflere göz atalım: Geçen hafta boyu, Ankara'da Mansur Yavaş'ın hak arayışı sokaklarda Gezi'yi andıran sahnelerle yaşanırken, o günlerde orada olup, CHP'ye oy vermemiş gençlerin acaba içleri hiç cız etti mi? Bir rahatsızlık duydular mı?
"Bizler nasıl gidip böyle endirekt olsa da, Gökçek'e destek olma ahmaklığını gösterdik" diye yüzleri kızardı mı? Bu ülkenin kimi muhalif partileri, aydınları, kitle örgütleri, oyları CHP'ye yönlendirmeyerek nelere neden olduklarını düşünüp pişman oldular mı? Mesela Levent Kırca, aldığı %0,17 oy hakkında ne düşündü? Veya TKP..? Değdi mi? Yoksa bu soruları "tabu" kabul edip, doğru yaptık diyerek aynı hataları tekrarlayacaklar mı? İşte bunları korkusuzca gündeme getirmemiz lazım. Yoksa gerek Cumhurbaşkanlığı seçimi, gerek genel seçimlerde aynı hüsran yaşanır ve bu gidişle Erdoğan padişah da olur, imparator da! Ardından kimse gelip AKP kazandı diye timsah gözyaşı dökmesin, demokrasi elden gidiyor diye twitter üstünden sahte panik dalgalanması yaratmasın! Yetti artık bu iki yüzlülük ve riyakarlık... Bugünün Türkiyesi’nde kendini muhalif olarak tanımlayan herkesin acil olarak CHP'nin içine girip, yıllardır arayışında olduğumuz demokratik devrimi yerinde gerçekleştirmesi lazımdır! İşte ancak o zaman "Halk" partisini bulur ve iktidara yürür!

7 Nisan 2014 Pazartesi

HAKEME KIRMIZI KART. BEDRİ BAYKAM


Galatasaray seyircisinin maçtan önce Fenerbahçe otobüsüne yönelik saçma ve saldırgan tavrı maalesef Türk futbolu adına çok çirkin bir tabloydu. Ama bunlara rağmen maç başlamadan önce ne büyüktü beklentilerimiz! Evet puan farkı çoktu, ama Galatasaray'ın kendini kurtarması için bir Fenerbahçe galibiyeti ilaç gibi gelecekti. Fenerbahçe farkı rekora taşıma peşindeydi. Ülkenin en büyük iki takımı kimbilir ne futbol döktüreceklerdi! Ama maç daha ilk anından itibaren aşırı gergin bir tempoda, büyük bir kavga gürültü içinde başladı. Hakemin zaafları yüzünden dışarıdaki saldırganlık sahaya da aynen yansıdı. İlk yarıda futbol adına neredeyse tek güzel hareket Melo'nun asistiyle Sneijder'in attığı şık goldü. Bunun dışında maalesef hakemin müsamahasıyla Arena'da futbol adına ilk yarı hiç bir şey yoktu. Hakem Yıldırım'ın her tercih hakkını Galatasaray'dan yana kullanması, G.Saray seyircisinin sahayı bilerek kapatma pahasına toplu küfürleri ve özellikle Emre'nin hedef seçilip resmen onu attırmak için gösterilen büyük çaba oyunu giderek çirkinleştirdi. Sonuçta Fenerbahçeliler de büyük bir hataya düşerek bu provokasyonları gördüler ve onlar da anlamsız orta saha faulleri yapmaya başladılar. Sonuçta G.Saray'a verildiği anlaşılan "Emre'yi ya sakatlayın ya da kızdırıp attırın" taktiği işe yaradı. Yıldız oyuncu, Melo'ya arkadan yaptığı hareketle 2. sarıdan kırmızıyı aldıktan sonra Melo'nun yaptığı açık dil çıkarma, alay etme hareketlerinin bu sefer ona bir 2. sarı aldırmaması tam günün ruhuna uygun (!) bir Yıldırım kararıydı. Futbol adına utanç verici görüntülerdi bunlar. Melo'ya G.Saray camiası nasıl dayanıyor bilemiyorum... Kontrolden çıkmış hakem kartları havada uçuştururken kimi pozisyonlarda da kart rengini tutturamadı. Örneğin Eboue ve Emenike kırmızı alabilirlerdi. Futbol denilen sporun imdadına yarıyı bitirme düdüğü yetişti. Hakem yarıyı en az 5-6 dakika yerine yalnızca 2 dakika uzatmayı tercih etti
2. yarı için herşeye rağmen yine umutlarımız vardı. Ama hakem bu sefer de "ince kıyım" taktiğine geçerek sarı-lacivertlileri sabote etmeyi sürdürdü. Uydurma ofsaytlar, hayali fauller, Meireles'e yaptığı harekette Burak'a verilmeyen sarı kart, Alves'e Burak pozisyonunda uydurulan sarı kart, sırayla hepsini gördük. Melo'ya verilen kırmızı ise, hakemin fazlaca gecikmiş bir telafi arayışıydı. Bu yorumlarımda da yanlı olduğumu sanmıyorum. Maçın akışında, 2. yarıda Volkan'ın kurtardığı bir kaç pozisyon dışında futbol adına yine hiçbir şey yoktu. Sonuçta Galatasaray'da bu sonuçla belki Mancini ve Aysal biraz nefes buldular ama takım 2.lik için bile fazla ümit vermedi. Fenerbahçe ise maçı neredeyse pozisyona giremeden tamamlayarak ters bir istatistiki rekora imza attı. Sonuçta dağ fare doğururken hakem de, maç da bence kırmızı kartı hak etti.

3 Nisan 2014 Perşembe

Piramid Sanat | Bahri Genc 'Ters Rontgen' 17 Nisan, Persembe-18.00

BAHRİ GENÇ

17 Nisan - 24 Mayıs 2014

Açılış: 17 Nisan 2014 Perşembe | 18:00 - 21:00
Bahri Genç'in yeni kişisel sergisi “Ters Röntgen”
17 Nisan -24 Mayıs 2014 tarihleri arasında Piramid Sanat’ta...
Eserlerindeki portrelerinde modellerinin ruhuna inen, amacının ‘benzetmekten ziyade modelleri inceleyerek karakter analizi yapmak’ olduğunu söyleyen Bahri Genç tuallerine modellerin ruhlarını da yansıtmış oluyor.
Marilyn Monroe gibi ikonik yüzlerin yanı sıra tanınmamış yüzleri de resmeden Genç'i, Sibel Baykam şöyle özetliyor: "Marilyn’in ve bazı başka kadınların türlü çeşit anlarına tanıklık ediyoruz resimlerinde. Değişimlerini izliyoruz. Bahri’nin dilediği, sunduğu, okuduğu, ikonlaştırdığı, dürüst tabiriyle servis ettiği halleriyle. Bu süreçte tek bir şeyden eminiz: Bahri kadınları sevmekten öte onlara, genel olarak karakterinin en önemli etiketlerinden biri olan saygıyla yaklaşıyor. Bu çok can alıcı bir kalite. Köpürterek ön plana çıkarmalıyım. “Saygı varsa ortalıkta korkmayacaksın” derdi, tanıdığım başka bir değerli erkek."
Ve şöyle devam ediyor:
"Kadınlar var bu resimlerde. Binbir ifadeyle Bahri’ye, ve fakat hemen ardından onun filtresinden bize bakan kadınlar. (Kolay mı bir kadının ruhunu yakaladım diyebilmek, gaflet midir, yoksa Bahri yüzleri gerçekten okuyabilmekte midir? Bir gün teklif eder de modeli olursam test etme şansım olur belki!)"
Ters Röntgen, 24 Mayıs 2014 tarihine kadar Piramid Sanat’ta izlenebilir.












1 Nisan 2014 Salı

30 MART GECESİNDEN DERSLER... / BEDRİ BAYKAM / 1 Nisan 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..


  Seçim gecesi elimde twitter hattım, gözüm televizyonda sabahın ilk ışıkları ile uyuyakalırken, "Ankara'nın CHP'ye verilmeyeceğini" fazlasıyla anlamıştım. AKP'nin yarım puana 20 yıllık Ankara saltanatını devretmeyeceği ortadaydı. Yine her türlü şaibe, beklenilmedik "ziyaret", baskı yaşandı. Yoksa İçişleri Bakanı Efkan Ala veya Genel Başkan Yardımcısı Emrullah İşler’in ne işi vardı sabahın köründe YSK makamlarında! Seçimi Mansur Yavaş kazansa, 20 yıllık Gökçek icraatının arkeolojik kazısının iktidara getireceği zarar bedeli olağan dışı boyutlarda olacağı için, duruma el koymaya mecburlardı. Psikolojik harekat, merkez medyaya Yavaş oylarının yansıtılmasının durdurulmasıyla başladı... Anlaşılan Yavaş'ın Ankara'yı alabilmesi için en az 3-5 puan fark atabilmesi lazımdı...
            Seçimlerden önce katıldığım son Halk Tv programımda, malum elektrik kesintilerini hatırlatıp, Enerji Bakanı Yıldız’dan
"gerekli önlemleri almasını" (!) rica etmiştim! Heyhaatt! Dün yine büyük tesadüfler sonucu, yurdumun 40'ı aşkın bölgesinde zırt pırt elektrik kesintileri devreye giriverdi! Aksilik bu ya, yine mum ışığında hokus pokuslar yaşandı dört bir yanımızda! Demek Yıldız sözettiğim önlemleri yanlış anlamış!
            Yürütülen psikolojik savaş, daha birinci anından itibaren iyi planlanmıştı. Anadolu Ajansı harekatın ön ayağıydı. YSK ile iyi paslaştılar! Başkentin merkezinde Çankaya'daki sandıkların sabahın kör saatlerine kadar seçim tablosuna yansıtılmamasının başka bir mantıklı izahati olabilir mi? Ya da, Cihan Haber Ajansı ve Doğan Haber Ajansı'nın YSK'dan verilere anında ulaşamamalarının tatmin edici bir açıklaması olabilir mi?
Bu resmen kapalı bir rejime geçişin itirafıdır. Ne işe mi yarar? Mesela işte böyle Ankara'yı kurtarmaya yarar!
               Bu sütunda aylardır yazdım ve hatırlattım keskin muhaliflere...
"Seçim gecesi yeni bir balkon zafer konuşmasıyla karşılaşmak istemiyorsanız, gereğini sandıkta yapın" dedim. Pazar gecesi gerek Ankara'da, gerek Yalova'da, gerek Antalya'da foto-finişle başkanlık yarışı CHP ve AKP arasında gidip gelirken, gerçekten çok merak ediyorum, yüreği cız eden kaç kişi oldu? CHP'ye oy vermediğine ve her zerresiyle karşı olduğunu söylediği bu iktidarı dolaylı olarak katkı vermiş olduğuna kaç muhalif seçmenimiz pişman oldu? Sürekli olarak hatırlattık. "Seçim, bir matematik olayıdır. İlkokul bilgilerinizi tazeleyin" dedik. İnandıramadık inatçı bazı arkadaşları. Ne işe yaradı merak ediyorum kimilerinin adaylığı. Afişlerde suratlarını görme tatmini miydi acaba? Dün umarım bu ülkenin genç muhalifleri "seçim-siyaset" 'ikilisinin ne işe yaradığını acı bir ders alarak görmüşlerdir. Gezi gücünü kazanabilecek bir siyasi güce aktarmazsanız, bizler daha çok demokrasi şehidi yaşarız, çok eziliriz... Maalesef siyaset, mantık  kullanmayanları affetmez, ezer geçer. Şimdi soruyorum, mutlu oldular mı, dinledikleri "Bilalli, aile boyu fırça düzeni" ile yaşanan imparatorluğun balkon hitabetinden... “Diktatörün balkon tehdidlerinden” dem vuran Kılıçdaroğlu, o tabloya “İstanbul’da parayı sıfırlayanlar da toplanmıştı yanına” diye değindi. Ben ise “Allah’tan bu sefer hiç olmazsa sahte demokratlığa soyunmadı” diyerek izledim o acınası sahneyi...
            Peki CHP'nin hiç mi hatası yoktu? Tabi ki çok vardı!
En önemlisi de bu küçük parti ve oluşumları ciddiye almamaktı. Yalova olayı, bunun dersini en pahallı şekilde vermiş oldu! Bir oya kaybedilen bir anakent belediyesi! Şaka gibi...  Ya da seçmenlerin sandıkta CHP ve MHP muhalefetlerini buluşturma kararı tam yapılabilseydi, sonuçlar AKP için tam bir felaket olurdu. Şimdi bunu uygulamayanlar nasıl hissediyorlar kendilerini?
            Pazartesi sabah Ankara Başkanlığı CHP'nin elinden çalınırken, MHP'li gençlerin olay yerine destek vermek için gelmiş olmaları güzel bir dayanışma örneğiydi. Keşke bu seçimde partiler düzeyinde bu işbirliği yapılabilseydi ve şaşırtıcı bir dayanışma zaferi yaşama geçebilseydi.
Ama belki bu mantık evliliği, bu temel üzerine Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden başlayarak yapılabilir. Bu mağlubiyetin dersi de böylece bir işe yarar!
          Bir de neyi öğrenmiş olduk? Bu halkın büyük kısmının kendini soyanlara karşı açık bir hayranlık beslediklerini ve hatta belki Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle
“Haramzedelerin” bu şekilde eriştikleri güce taptıklarını öğrendik. İşte sosyoloji öğrencilerine büyük dönem ödevi!
   
      RTE boş yere hayal kurmasın. Bu seçim 17 Aralık suçlamalarını aklamadı! Muhalefet ise bırakın yılgınlığa düşmeyi, giderek güçlenecek ve ödün vermeden yoluna devam edecek!