29 Kasım 2011 Salı

MARKSİZM DONDURUCUDA, KEMALİZM DİMDİK AYAKTA (2) / Bedri Baykam / 29 Kasım 2011 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Makalesi..





Kendi döneminde Atatürk’ün Türkiye için öngördüğü modelin kökeninde her türlü totaliter modelden uzak özgür ve bağımsız bir ülke vardır. Atatürk, saltanat ve şeriata karşı çıkarken, en az onlar kadar, şekillendirmekte olduğu Türkiye modeliyle her türlü dikta rejimi arasına büyük mesafe koymuştur. Çünkü Mustafa Kemal gençliğinden beri Voltaire, Rousseau ve Diderot gibi yazarların düşüncelerinde somutlaşan 1789 Fransız Devrimi’nden esinlenmiş, özgürlüğü modelinin merkezine almıştır. Dolayısıyla ister sağ diktatörlerin oluşturduğu katı rejimlere, ister Marksizm-Leninizm’e sıcak bakmamıştır. Sosyalist ülkelerdeki yapı ve Kemalizm arasındaki net farklar şunlardır:
Kemalizm hızla çok partili rejime geçmek istedi ve bunu 1946’dan önce de denedi; farklı fikirlerin yasak olduğu bir dünya yerine, ülkenin kuruluş felsefesini kabul eden bir yapıda muhalif partilerin oluşması için çaba harcadı, demokrasinin itici gücüne inandı. Kemalizm, Sovyet blokta görülenin tersine, devletin ekonominin tamamını kontrol edeceği bir tekel istemedi, tersine İzmir İktisat Kongresi’nde somutlaştırdığı gibi, serbest piyasa ve özel sermayenin ekonomik girişimlerinin önünü açtı. Kemalizm dini yasaklamaya yeltenmedi, herkesin inancını rejimin kuralları içerisinde özgürce yaşamasına olanak verdi. Kemalizm “halkçılık” ilkesiyle, halkı arkasına aldı, bir rejimin içine kimseyi zorla hapsetmeden devrimleri gerçekleştirdi. Gelecek kuşaklar, bir gün sözde erişilecek ütopik bir refah adına kendi ülkelerinde hapis hayatı yaşamadılar. Kemalizm, Sovyet rejimi gibi ideolojisini dünyaya yaymaya çalışan agresif bir dış siyaset izlemedi, 
“Yurtta sulh, cihanda sulh” felsefesiyle dünyayla karşılıklı saygı ilişkileri içerisinde bir barış politikası takip etti. Atatürk’ü ve Kemalizm’i model alan liderler ise, bunu hayranlıkları doğrultusunda kendiliğinden yaptılar. Mustafa Kemal çok net olarak Sovyet modeline başından beri karşı çıkmış, bunu özgürlükler ve ekonomik yapı açısından kendi söylemlerinde netleştirmiştir.
Zaman Atatürk’ün öngörülerini haklı çıkardı. Bir yandan Batılı müttefiklerle savaşan büyük lider, diğer yandan da ödün vermeden, başka hiçbir güç odağına yanaşmadan kendi felsefesini yaşama geçirdi. Bugün de Atatürk modelinin dimdik ayakta olması, 21. Yüzyıl'ın ekonomik gerçekleri ve yaşam tarzıyla ters düşen hiçbir zerresinin bulunmaması yadsınamaz bir gerçektir. Karma ekonomi modeli, bugün gıpta ile bakılan ileri batılı ülkelerin de kullandığı modeldir. 
Kimi arkadaşlar, makalemin başlığındaki “
Kemalizm dimdik ayakta” sözlerine takılmışlar. Yaşadığımız sürece bakıp tam tersine, Kemalizm’in çok zor bir durumda olduğuna işaret ederek… Buna verilecek yanıt ortada: Kemalizm bugün iddia edilenin aksine, felsefe, ekonomik model ve pratik uygulama olarak dimdik ayakta olduğu için bu akıl almaz saldırıların odağı haline gelmiştir. Ortadoğu coğrafyasında yeni Mustafa Kemal modelleriyle beslenen ülke istemeyen emperyalist güçler, Türkiye’de ılımlı İslam modelini pervasızca destekleyerek laik Atatürk dönemini kapatmak isteyenlere kol kanat germişlerdir. Keza, hapislerde demokrasi nöbeti tutan aydınlarımız, Kemalizm’in güçsüzlüğünü değil, yaşayan gerçek gücünü göstermektedirler. Yoksa bir düşünceden ürken ve onu yok etmek isteyenler sahte suçlamalarla ya da top tüfekle bir ülkeye veya aydınlarına saldırabilirler. Hatta hepsini yok edebilirler. Bu bile o düşüncenin artık devrini doldurduğunu değil, tersini kanıtlar. İşin özünde Kemalist Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun nedeni, Cumhuriyeti kuran CHP ve TSK gibi kurumların ve “bürokrasi”nin kendilerine karşı yürütülen psikolojik savaşa teslim olmalarıyla ilişkilidir. Yoksa Kemalizm gülünç şekilde yaratılan ithamlara karşı, dimdik ayakta duran bir ideolojidir. İnsan doğasına ve onun 3. Binyıl'daki gelişim sürecine uygun, felsefesi, ekonomik modeli, hümanizması, demokrasiye, ırkçılık karşıtlığına, eğitime, bilime, sanata verdiği önemle, esnekliğiyle, tartışılmaz derecede geçerli ve çağımıza uygun bir modeldir. Aksi takdirde bu “cadı avına” dönüşen saldırılara zaten uğramazdı!
Marksizm’in yine tartışılmaz derecede hümanist hedefler içeren ama uygulanabilirliği olmadığı yaşanan süreçle somutlaşan bir siyasal akım olduğu ve öte yandan Kemalizm’in 
“çağ konvertibilitesi”ni rahatça sürdürmesinin başlıca temel gerekçeleri bunlardır. 

MARKSİZM DONDURUCUDA, KEMALİZM DİMDİK AYAKTA (2) / Bedri Baykam / 29 Kasım 2011 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Makalesi..





Kendi döneminde Atatürk’ün Türkiye için öngördüğü modelin kökeninde her türlü totaliter modelden uzak özgür ve bağımsız bir ülke vardır. Atatürk, saltanat ve şeriata karşı çıkarken, en az onlar kadar, şekillendirmekte olduğu Türkiye modeliyle her türlü dikta rejimi arasına büyük mesafe koymuştur. Çünkü Mustafa Kemal gençliğinden beri Voltaire, Rousseau ve Diderot gibi yazarların düşüncelerinde somutlaşan 1789 Fransız Devrimi’nden esinlenmiş, özgürlüğü modelinin merkezine almıştır. Dolayısıyla ister sağ diktatörlerin oluşturduğu katı rejimlere, ister Marksizm-Leninizm’e sıcak bakmamıştır. Sosyalist ülkelerdeki yapı ve Kemalizm arasındaki net farklar şunlardır:
Kemalizm hızla çok partili rejime geçmek istedi ve bunu 1946’dan önce de denedi; farklı fikirlerin yasak olduğu bir dünya yerine, ülkenin kuruluş felsefesini kabul eden bir yapıda muhalif partilerin oluşması için çaba harcadı, demokrasinin itici gücüne inandı. Kemalizm, Sovyet blokta görülenin tersine, devletin ekonominin tamamını kontrol edeceği bir tekel istemedi, tersine İzmir İktisat Kongresi’nde somutlaştırdığı gibi, serbest piyasa ve özel sermayenin ekonomik girişimlerinin önünü açtı. Kemalizm dini yasaklamaya yeltenmedi, herkesin inancını rejimin kuralları içerisinde özgürce yaşamasına olanak verdi. Kemalizm “halkçılık” ilkesiyle, halkı arkasına aldı, bir rejimin içine kimseyi zorla hapsetmeden devrimleri gerçekleştirdi. Gelecek kuşaklar, bir gün sözde erişilecek ütopik bir refah adına kendi ülkelerinde hapis hayatı yaşamadılar. Kemalizm, Sovyet rejimi gibi ideolojisini dünyaya yaymaya çalışan agresif bir dış siyaset izlemedi, 
“Yurtta sulh, cihanda sulh” felsefesiyle dünyayla karşılıklı saygı ilişkileri içerisinde bir barış politikası takip etti. Atatürk’ü ve Kemalizm’i model alan liderler ise, bunu hayranlıkları doğrultusunda kendiliğinden yaptılar. Mustafa Kemal çok net olarak Sovyet modeline başından beri karşı çıkmış, bunu özgürlükler ve ekonomik yapı açısından kendi söylemlerinde netleştirmiştir.
Zaman Atatürk’ün öngörülerini haklı çıkardı. Bir yandan Batılı müttefiklerle savaşan büyük lider, diğer yandan da ödün vermeden, başka hiçbir güç odağına yanaşmadan kendi felsefesini yaşama geçirdi. Bugün de Atatürk modelinin dimdik ayakta olması, 21. Yüzyıl'ın ekonomik gerçekleri ve yaşam tarzıyla ters düşen hiçbir zerresinin bulunmaması yadsınamaz bir gerçektir. Karma ekonomi modeli, bugün gıpta ile bakılan ileri batılı ülkelerin de kullandığı modeldir. 
Kimi arkadaşlar, makalemin başlığındaki “
Kemalizm dimdik ayakta” sözlerine takılmışlar. Yaşadığımız sürece bakıp tam tersine, Kemalizm’in çok zor bir durumda olduğuna işaret ederek… Buna verilecek yanıt ortada: Kemalizm bugün iddia edilenin aksine, felsefe, ekonomik model ve pratik uygulama olarak dimdik ayakta olduğu için bu akıl almaz saldırıların odağı haline gelmiştir. Ortadoğu coğrafyasında yeni Mustafa Kemal modelleriyle beslenen ülke istemeyen emperyalist güçler, Türkiye’de ılımlı İslam modelini pervasızca destekleyerek laik Atatürk dönemini kapatmak isteyenlere kol kanat germişlerdir. Keza, hapislerde demokrasi nöbeti tutan aydınlarımız, Kemalizm’in güçsüzlüğünü değil, yaşayan gerçek gücünü göstermektedirler. Yoksa bir düşünceden ürken ve onu yok etmek isteyenler sahte suçlamalarla ya da top tüfekle bir ülkeye veya aydınlarına saldırabilirler. Hatta hepsini yok edebilirler. Bu bile o düşüncenin artık devrini doldurduğunu değil, tersini kanıtlar. İşin özünde Kemalist Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun nedeni, Cumhuriyeti kuran CHP ve TSK gibi kurumların ve “bürokrasi”nin kendilerine karşı yürütülen psikolojik savaşa teslim olmalarıyla ilişkilidir. Yoksa Kemalizm gülünç şekilde yaratılan ithamlara karşı, dimdik ayakta duran bir ideolojidir. İnsan doğasına ve onun 3. Binyıl'daki gelişim sürecine uygun, felsefesi, ekonomik modeli, hümanizması, demokrasiye, ırkçılık karşıtlığına, eğitime, bilime, sanata verdiği önemle, esnekliğiyle, tartışılmaz derecede geçerli ve çağımıza uygun bir modeldir. Aksi takdirde bu “cadı avına” dönüşen saldırılara zaten uğramazdı!
Marksizm’in yine tartışılmaz derecede hümanist hedefler içeren ama uygulanabilirliği olmadığı yaşanan süreçle somutlaşan bir siyasal akım olduğu ve öte yandan Kemalizm’in 
“çağ konvertibilitesi”ni rahatça sürdürmesinin başlıca temel gerekçeleri bunlardır. 

"Herkesten Ozur Diliyorum" / Murat Bardakci..

 "Herkesten Ozur Diliyorum"


19 maddelik özür listesi
Tarihçi Murat Bardakçı, Başbakan'ın Dersim halkından özür dilemesi üzerine ilginç bir yazı yayınladı



Ünlü tarihçi Murat Bardakçı, Habertürk gazetesindeki bugünkü köşesini, 19 maddelik bir özür metnine ayırdı. Başbakan Erdoğan'ın Dersim katliamından dolayı Tunceli halkından özür dilemesi üzerine Bardakçı, Türk tarihine ait özür listesi yayınladı.

İşte Bardakçı'nın o yazısı:


Bugün bu köşeyi tarihçi dostlarımdan birinin göndermiş olduğu bir metne, bir 'özür listesine' ayırıyorum.

* İlk Türk devletini kurmuş oldukları için Asya Hunları adına bütün insanlıktan,

* Roma'da ayağına kadar getirtip merhamet dilendirdiği için Hun İmparatoru Atilla adına Papa'dan,

* Malazgirt'te yendiği için Selçuklu İmparatoru Alparslan adına Bizans İmparatoru Romen Diyojen'den 

* Anadolu'yu Türkiye yaptığımız için Hititlerden, Friglerden, Lidyalılardan, Romalılardan ve Bizanslılardan

* Anadolu'ya yerleşmemizden sonra Haçlı Seferleri'ni başlatan ve çehresinin bindiği eşeğin suratına benzemesi ile meşhur olan papaz Piyer Lermit'ten ve Lermit'in şahsında bütün Haçlı askerlerinden

FATİH SULTAN MEHMED ADINA BİZANS'TAN

* Fatih Sultan Mehmed adına Bizanslılardan, Rumlardan ve özellikle de Bizans'ın son imparatoru Konstantin Paleolog'dan

* Yavuz Sultan Selim adına Şah İsmail'den

* Mohaç Savaşı'nda ülkelerinin hakimiyetini kaybetmelerine sebep olduğu için Kanuni Sultan Süleyman adına bütün Macarlardan

* Kuyucu Murad Paşa adına Anadolu'daki bütün isyancılardan ve Celalilerden

DÖRDÜNCÜ MURAD ADINA İRANLILAR'DAN

* Dördüncü Murad adına İranlılardan, kahve ve esrar düşkünlerinden

* Kısa süreliğine rahatsızlık verdiğimiz için Merzifonlu Kara Mustafa Paşa adına Viyana halkından

* Prut'ta büyük yenilgi yaşattığı ve karısı Katerina ile ilgili dedikoduların çıkmasına sebebiyet verdiği için Baltacı Mehmed Paşa adına Rus Çarı Petro ile bütün Rus milletinden

* İspanya'daki Yahudiler'e kucak açıp kurtardığı için İkinci Bayezid adına Yahudileri katletme hevesleri kursaklarında kalan Avrupa krallarından

* İkinci Mahmud adına Alemdar Mustafa Paşa'dan

* Van'da 1915'te kurulan Ermeni Devleti'ni ortadan kaldırdıkları için İttihadçılar adına o devletin kurucularından

İTTİHADÇILAR ADINA İKİNCİ ABDÜLHAMİD'DEN

* Aldıkları nefesi bile senelerce takip ettiği için İkinci Abdülhamid adına İttihaçılar'dan, kitaplarını yasakladığı o devrin bütün yazarlarından ve Taif'e sürgüne gönderildiği kişilerden

* Tahtından indirdikleri için İttihadçılar adına İkinci Abdülhamid'den

* Atatürk adına İstanbul'daki işgal kuvvetleri kumandalarından

TÜRK TARİHİ ÖNÜNDE ÖZÜR DİLERİM

* 1922 Ağustos'unda işgalci Yunan ordusunun perişan edip başkomutanlarını esir aldığı için Kuva-yı Milliye adına işgal ordusunun başkomutanı General Trikopis'ten 

Türk Tarihi önünde özür dilerim!

Metni gönderen dostum, işte böyle yazmış ve özür listesinden, Dersim meselesine yer vermemiş...

Okuyucularım birkaç günden buyana 'Dersim konusunda neden bir şey yazmıyorsun?' diye soruyorlar; söyleyeyim , Pazar günü yayınlanacak olan sayfamda bu konu yer alacak..

"Herkesten Ozur Diliyorum" / Murat Bardakci..

 "Herkesten Ozur Diliyorum"


19 maddelik özür listesi
Tarihçi Murat Bardakçı, Başbakan'ın Dersim halkından özür dilemesi üzerine ilginç bir yazı yayınladı



Ünlü tarihçi Murat Bardakçı, Habertürk gazetesindeki bugünkü köşesini, 19 maddelik bir özür metnine ayırdı. Başbakan Erdoğan'ın Dersim katliamından dolayı Tunceli halkından özür dilemesi üzerine Bardakçı, Türk tarihine ait özür listesi yayınladı.

İşte Bardakçı'nın o yazısı:


Bugün bu köşeyi tarihçi dostlarımdan birinin göndermiş olduğu bir metne, bir 'özür listesine' ayırıyorum.

* İlk Türk devletini kurmuş oldukları için Asya Hunları adına bütün insanlıktan,

* Roma'da ayağına kadar getirtip merhamet dilendirdiği için Hun İmparatoru Atilla adına Papa'dan,

* Malazgirt'te yendiği için Selçuklu İmparatoru Alparslan adına Bizans İmparatoru Romen Diyojen'den 

* Anadolu'yu Türkiye yaptığımız için Hititlerden, Friglerden, Lidyalılardan, Romalılardan ve Bizanslılardan

* Anadolu'ya yerleşmemizden sonra Haçlı Seferleri'ni başlatan ve çehresinin bindiği eşeğin suratına benzemesi ile meşhur olan papaz Piyer Lermit'ten ve Lermit'in şahsında bütün Haçlı askerlerinden

FATİH SULTAN MEHMED ADINA BİZANS'TAN

* Fatih Sultan Mehmed adına Bizanslılardan, Rumlardan ve özellikle de Bizans'ın son imparatoru Konstantin Paleolog'dan

* Yavuz Sultan Selim adına Şah İsmail'den

* Mohaç Savaşı'nda ülkelerinin hakimiyetini kaybetmelerine sebep olduğu için Kanuni Sultan Süleyman adına bütün Macarlardan

* Kuyucu Murad Paşa adına Anadolu'daki bütün isyancılardan ve Celalilerden

DÖRDÜNCÜ MURAD ADINA İRANLILAR'DAN

* Dördüncü Murad adına İranlılardan, kahve ve esrar düşkünlerinden

* Kısa süreliğine rahatsızlık verdiğimiz için Merzifonlu Kara Mustafa Paşa adına Viyana halkından

* Prut'ta büyük yenilgi yaşattığı ve karısı Katerina ile ilgili dedikoduların çıkmasına sebebiyet verdiği için Baltacı Mehmed Paşa adına Rus Çarı Petro ile bütün Rus milletinden

* İspanya'daki Yahudiler'e kucak açıp kurtardığı için İkinci Bayezid adına Yahudileri katletme hevesleri kursaklarında kalan Avrupa krallarından

* İkinci Mahmud adına Alemdar Mustafa Paşa'dan

* Van'da 1915'te kurulan Ermeni Devleti'ni ortadan kaldırdıkları için İttihadçılar adına o devletin kurucularından

İTTİHADÇILAR ADINA İKİNCİ ABDÜLHAMİD'DEN

* Aldıkları nefesi bile senelerce takip ettiği için İkinci Abdülhamid adına İttihaçılar'dan, kitaplarını yasakladığı o devrin bütün yazarlarından ve Taif'e sürgüne gönderildiği kişilerden

* Tahtından indirdikleri için İttihadçılar adına İkinci Abdülhamid'den

* Atatürk adına İstanbul'daki işgal kuvvetleri kumandalarından

TÜRK TARİHİ ÖNÜNDE ÖZÜR DİLERİM

* 1922 Ağustos'unda işgalci Yunan ordusunun perişan edip başkomutanlarını esir aldığı için Kuva-yı Milliye adına işgal ordusunun başkomutanı General Trikopis'ten 

Türk Tarihi önünde özür dilerim!

Metni gönderen dostum, işte böyle yazmış ve özür listesinden, Dersim meselesine yer vermemiş...

Okuyucularım birkaç günden buyana 'Dersim konusunda neden bir şey yazmıyorsun?' diye soruyorlar; söyleyeyim , Pazar günü yayınlanacak olan sayfamda bu konu yer alacak..

22 Kasım 2011 Salı

SİLİVRİ’DEN ÇIKAN FERYATLARI DUYAN VAR MI? / Bedri Baykam / 22 KASIM 2011 TARİHLİ CUMHURİYET GAZETESİ MAKALESİ..



Öncelikle sizlerden özür diliyorum: Yine öyle şeyler yaşıyoruz ki, geçen haftadan taşan “Marksizm dondurucuda, Kemalizm Dimdik Ayakta” başlıklı makalemin devamı gelecek haftaya kaldı. Neden mi? Önce bir doğal akış sahnesiyle başlayalım…
Geçen hafta birkaç kez yine Silivri’ye gittim. Tuncay Özkan ve Balbay bizlere seansın başlamasından önce 10 dakika kadar seslenme vakti buluyorlar. Bizi ayıran mesafe, tutuksuz mahkumlara ayrılan oturma yerinin uzunluğu kadar. Yani 9-10 metre civarı. Yine uzaktan “
kavramsal kucaklaşmalar”, gülümsemeler… İkisi de önce Esin Afşar’ın kaybından duydukları büyük üzüntüyü dile getirdiler. Afşar’ın nasıl Silivri’yi izlediğini, duruşmalara arada katılarak onlara moral verdiğini, kültürel yaşamımızda onun yokluğunun doğuracağı büyük boşluğu anlatarak “sohbetimize” başladılar. Sevgili büyük değerimiz Afşar’ı bir gün önce sonsuzluğa uğurlamıştık. Herkes nefesini tutarak dinledi. Sonra bu demokrasi bekçilerinin sevenleriyle hızlı diyalog ve kitap imza süreci başladı. Yine espri yapma peşindeydi Balbay. “Nutkum tutuluyor burada” dediğimi duyunca “İşte bu haberdir arkadaşlar!” diyerek bizi güldürdü. Özkan, moralini bozuk gördüğü bazı yakın destekçilerine öyle bir hızlı “ders” verdi ki, her biri ondan koca bir rüzgar alıp, gösterdikleri zaaf belirtisini anında yok edebildiler. “Sizler dışarıda bu karanlığı yeneceğimize inanmazsanız, bizler bu mücadeleyi içeride vermeye nasıl devam edebiliriz? Faşizmi yeneceğiz” diye haykırdı Özkan. Çevreme baktım: Aynı gazetede yazdığı insanlara “merhaba” dememekten haz almaya çalışan, aynı sepete oy vermemeyi yaşam tarzı haline getiren ama aynı sorunlarla boğuşan muhalif insanlar vardı. Aynen onları temsil eden siyasiler gibi, “rakibi” sevindiren uygulamalara takılıp kaldıklarının farkında değildiler… Atatürk’ü hırpalamayı “demokratik borçları” sanacak kadar rezilleşebilen O’nun partisinin bazı mensupları ise hepimizin yüz karasıydı.
Daha sonra Hurşit Tolon uzun uzun, nasıl en sade Anayasal haklarını kullandığı için gülünç iddialarla suçlandığını anlattı. Basına açık yapılan en sade toplantıların nasıl “
gizli örgüt” buluşması havasına sokulmaya çalışıldığını kanıtlarıyla aktardı. Etkileyiciydi.
Kaşif Kozinoğlu’nun Aydınlık’ta yayınlanan 
Mektuplar’ı yenilir yutulur lokma değil: Okuduktan sonra insan eski MİT'çinin ölümüne tabii ki “olağan” gözlerle bakamıyor. Özkan “Hapiste yatacak olana öğütler” isimli kitabı yeni yayınladı. 75. sayfada şu sözler var: “Siz siz olun özellikle saat 17.20 sonrası sakın hastalanmamaya çalışın. Hele tecritte kalp krizi geçirmeyin; ancak ölünüzü bulurlar”. Hasan Ataman Yıldırım, tutuklulardan. Kozinoğlu ve Hasan Atilla Uğur’un koğuş arkadaşları. Geçen hafta panik içinde basına el yazısıyla bir yorumunu dağıttı. Bildiğiniz gibi maalesef Kozinoğlu, Özkan’ın uyardığı saatlerde 18.15 civarında kriz geçirmiş ve “ardından ancak 18.50 de gelen bir doktorsuz ambulansla Silivri hastanesine kaldırılmaya çalışılmış ve 19.15 de buraya “ölü” olarak gelmiş… ilk ağrının gelmesinden bir saat sonra hastaneye ulaşabilmiştir. Cezaevi kampüsünde bu şartlarda bütün tutuklular için bu durum aynıdır. Bizler burada ölümü bekliyoruz” diyor H. A. Yıldırım. Ve bu noktadan hareketle, Kozinoğlu’nun son iki gününde başında beklediği hasta arkadaşı Hasan Atilla Uğur’un durumuna parmak basıyor: Dışkısından kan gelen ve kalbi arızalı olan Uğur’un, özellikle Öcalan’ı sorguladığı kitabından sonra terör örgütlerinin hedefi haline geldiğini hatırlatıyor. Hem sağlık hem güvenlik açısından daha önce gittiği GATA’ya sevkini istediğini, daha sonra ise Savcının teklifi ve Yıldırım’ın da baskısıyla Çapa’ya gitmeyi kabul ettiğini ancak 16 Kasım günü yasal hakkı olan bu kararın da bozulup ancak Silivri’ye izin verildiğini aktarıyor.
Şu andaki son durum mu? Albay Atilla Uğur, tabii ki Silivri sevkini reddediyor, o hastanede ölmek yerine, koğuşta ölmeyi tercih ediyor ve Yıldırım sözlerini şöyle bağlıyor: 
“Her gün gözümün önünde eriyor. Kendisinin Çapa’ya sevk edilmesi için mahkemenizden talepte bulunuyorum. Koğuşta 2. bir ölüm istemiyorum”. 
Bizler mi? Bu insani feryatları her yöntemle Adalet Bakanlığı’ndan başlayarak yeryüzüne duyurmamız lazım kibu canlar, Uğur’dan başlayarak kurtulsun. Yoksa daha acil işleriniz mi var sanıyorsunuz? Yarın o sevki bekleyen T.C. vatandaşı, herkes olabilir. Bilmem anlatabildim mi? 

SİLİVRİ’DEN ÇIKAN FERYATLARI DUYAN VAR MI? / Bedri Baykam / 22 KASIM 2011 TARİHLİ CUMHURİYET GAZETESİ MAKALESİ..



Öncelikle sizlerden özür diliyorum: Yine öyle şeyler yaşıyoruz ki, geçen haftadan taşan “Marksizm dondurucuda, Kemalizm Dimdik Ayakta” başlıklı makalemin devamı gelecek haftaya kaldı. Neden mi? Önce bir doğal akış sahnesiyle başlayalım…
Geçen hafta birkaç kez yine Silivri’ye gittim. Tuncay Özkan ve Balbay bizlere seansın başlamasından önce 10 dakika kadar seslenme vakti buluyorlar. Bizi ayıran mesafe, tutuksuz mahkumlara ayrılan oturma yerinin uzunluğu kadar. Yani 9-10 metre civarı. Yine uzaktan “
kavramsal kucaklaşmalar”, gülümsemeler… İkisi de önce Esin Afşar’ın kaybından duydukları büyük üzüntüyü dile getirdiler. Afşar’ın nasıl Silivri’yi izlediğini, duruşmalara arada katılarak onlara moral verdiğini, kültürel yaşamımızda onun yokluğunun doğuracağı büyük boşluğu anlatarak “sohbetimize” başladılar. Sevgili büyük değerimiz Afşar’ı bir gün önce sonsuzluğa uğurlamıştık. Herkes nefesini tutarak dinledi. Sonra bu demokrasi bekçilerinin sevenleriyle hızlı diyalog ve kitap imza süreci başladı. Yine espri yapma peşindeydi Balbay. “Nutkum tutuluyor burada” dediğimi duyunca “İşte bu haberdir arkadaşlar!” diyerek bizi güldürdü. Özkan, moralini bozuk gördüğü bazı yakın destekçilerine öyle bir hızlı “ders” verdi ki, her biri ondan koca bir rüzgar alıp, gösterdikleri zaaf belirtisini anında yok edebildiler. “Sizler dışarıda bu karanlığı yeneceğimize inanmazsanız, bizler bu mücadeleyi içeride vermeye nasıl devam edebiliriz? Faşizmi yeneceğiz” diye haykırdı Özkan. Çevreme baktım: Aynı gazetede yazdığı insanlara “merhaba” dememekten haz almaya çalışan, aynı sepete oy vermemeyi yaşam tarzı haline getiren ama aynı sorunlarla boğuşan muhalif insanlar vardı. Aynen onları temsil eden siyasiler gibi, “rakibi” sevindiren uygulamalara takılıp kaldıklarının farkında değildiler… Atatürk’ü hırpalamayı “demokratik borçları” sanacak kadar rezilleşebilen O’nun partisinin bazı mensupları ise hepimizin yüz karasıydı.
Daha sonra Hurşit Tolon uzun uzun, nasıl en sade Anayasal haklarını kullandığı için gülünç iddialarla suçlandığını anlattı. Basına açık yapılan en sade toplantıların nasıl “
gizli örgüt” buluşması havasına sokulmaya çalışıldığını kanıtlarıyla aktardı. Etkileyiciydi.
Kaşif Kozinoğlu’nun Aydınlık’ta yayınlanan 
Mektuplar’ı yenilir yutulur lokma değil: Okuduktan sonra insan eski MİT'çinin ölümüne tabii ki “olağan” gözlerle bakamıyor. Özkan “Hapiste yatacak olana öğütler” isimli kitabı yeni yayınladı. 75. sayfada şu sözler var: “Siz siz olun özellikle saat 17.20 sonrası sakın hastalanmamaya çalışın. Hele tecritte kalp krizi geçirmeyin; ancak ölünüzü bulurlar”. Hasan Ataman Yıldırım, tutuklulardan. Kozinoğlu ve Hasan Atilla Uğur’un koğuş arkadaşları. Geçen hafta panik içinde basına el yazısıyla bir yorumunu dağıttı. Bildiğiniz gibi maalesef Kozinoğlu, Özkan’ın uyardığı saatlerde 18.15 civarında kriz geçirmiş ve “ardından ancak 18.50 de gelen bir doktorsuz ambulansla Silivri hastanesine kaldırılmaya çalışılmış ve 19.15 de buraya “ölü” olarak gelmiş… ilk ağrının gelmesinden bir saat sonra hastaneye ulaşabilmiştir. Cezaevi kampüsünde bu şartlarda bütün tutuklular için bu durum aynıdır. Bizler burada ölümü bekliyoruz” diyor H. A. Yıldırım. Ve bu noktadan hareketle, Kozinoğlu’nun son iki gününde başında beklediği hasta arkadaşı Hasan Atilla Uğur’un durumuna parmak basıyor: Dışkısından kan gelen ve kalbi arızalı olan Uğur’un, özellikle Öcalan’ı sorguladığı kitabından sonra terör örgütlerinin hedefi haline geldiğini hatırlatıyor. Hem sağlık hem güvenlik açısından daha önce gittiği GATA’ya sevkini istediğini, daha sonra ise Savcının teklifi ve Yıldırım’ın da baskısıyla Çapa’ya gitmeyi kabul ettiğini ancak 16 Kasım günü yasal hakkı olan bu kararın da bozulup ancak Silivri’ye izin verildiğini aktarıyor.
Şu andaki son durum mu? Albay Atilla Uğur, tabii ki Silivri sevkini reddediyor, o hastanede ölmek yerine, koğuşta ölmeyi tercih ediyor ve Yıldırım sözlerini şöyle bağlıyor: 
“Her gün gözümün önünde eriyor. Kendisinin Çapa’ya sevk edilmesi için mahkemenizden talepte bulunuyorum. Koğuşta 2. bir ölüm istemiyorum”. 
Bizler mi? Bu insani feryatları her yöntemle Adalet Bakanlığı’ndan başlayarak yeryüzüne duyurmamız lazım kibu canlar, Uğur’dan başlayarak kurtulsun. Yoksa daha acil işleriniz mi var sanıyorsunuz? Yarın o sevki bekleyen T.C. vatandaşı, herkes olabilir. Bilmem anlatabildim mi? 

21 Kasım 2011 Pazartesi

BEDRİ BAYKAM CONTEMPORARY İSTANBUL'DA PİRAMİD SANAT LK112 STANDINDA ..




BEDRİ BAYKAM
CONTEMPORARY İSTANBUL’DA,
PİRAMİD SANAT LK-112 STANDINDA


24 - 27 Kasım 2011


Bedri Baykam, tümünü 2011 yılında ürettiği eserleri ile Contemporary İstanbul’da.Sanatçının değişmez esin kaynakları arasında olan sanat tarihi, kadınlar ve graffiti konularına özel bir derinlik katan antik ve helenik sanat, eski ustalara göndermeler, mitolojik efsaneler, canlı cansız her çeşit kolaj, fotoğraf, atık nesneler, kumaşlar ve farklı boyalar bir araya gelip bu yapıtlara hayat veriyor.
Fuarda ayrıca, Baykam’ın 2007 yılından bu yana ürettiği 4-D eserlerden de, son dönemde ürettiği, dikkat çekici bir örnek sunuluyor.


Detaylı bilgi için;

Tuba Kurtulmuş (0212 297 31 15-20-21)      piramidartcenter@gmail.com
 Ceyda Akın (0212 258 08 09)                       bedri.baykam@gmail.com

Contemporary İstanbul
Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı