28 Haziran 2011 Salı

CHP’NİN YAPMASI VE “HİÇ YAPMAMASI” (!) GEREKENLER… / Bedri Baykam / 28 HAZİRAN 2011 TARİHLİ CUMHURİYET GAZETESİ MAKALESİ..



            Haber şöyle diyor: “CHP’de lider Kılıçdaroğlu’nun talimatı üzerine muhalifler hakkında disiplin incelemesi başlatıldı. CHP Genel Merkezi’nden 15 kişilik bir komisyon, muhaliflerin medyaya yansıyan açıklamalarını inceliyor”.  Hemen komisyonu bilgilendireyim: Bu yazımdan önce, CHP’yi eleştirdiğim diğer iki yazımı gazete arşivinden alabilirler!
            Normalde gündem, Haberal, Balbay, Alan ve Dicle’nin durumları ve atılması gereken ivedi ama kararlı adımlardı… İster Parlamentoya hiç gitmeme, ister yemin etmeme, CHP “zor, oyunu bozar” taktiğiyle tüm dışlanan Vekilleri Parlamentoya taşımayı tabii ki ana görevi bilmelidir. Ama ne var ki bunlara paralel sürrealist krizler yaratılıyor: Gürsel Tekin’in ardından, Kılıçdaroğlu da “Parti’yi eleştiren muhaliflerin sözlerinin araştırılıp disiplinin çalıştırılacağı” yönünde demeç verebildi. Bunu okuyunca, Partinin kaderine üzülüyorum. Şu aşamada CHP yönetimine söylenebilecek tek söz var: Ne siz bu lafları söylemiş olun, ne de biz duymuş olalımÇünkü ciddiye alacak olsak, hepinizin toptan istifa etmesi lazım. Bunu da ülkenin konjonktürü kaldıramaz! Parti,“Yanlış anlaşıldı, biz o komisyonu da, Haberal ve Balbay’ın durumlarına destek olarak seçtik” deyip yola devam etsin…
              Mayıs 2004’te ortaya konan “30’lar Bildirisi”nde Kılıçdaroğlu’nun da imzası vardı. O günlerde kendileri“Seçimli Olağanüstü Kurultay” isteyenlerin, bugün bu şekilde davranmaları düşünülemez! İkincisi, Kılıçdaroğlu’nun böyle bir geçmiş belgede imzası veya “CHP’de biat kültürü yoktur” şeklinde ( haklı) demeçleri olmayabilirdi.  Konu, Parti kültürüdür. CHP de 1950’lerden günümüze,  kendi demokratik yapısı içinde her türlü sert muhalefeti rahatlıkla taşımıştır. Dolayısıyla ortada salt bir siyasi eleştiri olduğu sürece, bu komisyona düşen”tek görev” kendini lağvetmektir. Bunun tersi, CHP’ye yapılacak en büyük kötülüktür. Sürekli olarak yıllarca en sert sözlerle eleştirilen Baykal, bu şekilde davransaydı, Partide üye kalmazdı!
            CHP’de Kılıçdaroğlu yönetimi, Baykal döneminin mirasından söz ederek ortaya bahane koyamaz. Çünkü o zaman adama “kendinize güvenmiyor idiyseniz, yönetime geçmeseydiniz” derler. CHP seçimin hemen ardından yaşanılanları sorgulamayacaksa, bunu ne zaman yapacaktır? Ortada “fiili” bir durum vardır: Kılıçdaroğlu her yerde “Yeni CHP”den söz edebilmektedir. Bu büyük kararı Kurultay mı, yoksa Parti Meclisi mi aldı? Yoksa bu kadar şaşırtıcı sözler,  “öylesine” birileri tarafından mı ortaya atıldı?  Kamuoyunda ciddiye alınıyorsa, bu sözlerin sahibi gidip daha önce denendiği gibi yeni bir Parti kurabilirdi.  CHP, ortaya bir cümle atılarak tarihinden soyutlanabilecek bir Parti değildi…  Arınç ve Ilıcak gibi isimlerin “Yeni CHP’den söz edip, ardından yine Atatürk dönemi ve eski CHP’nin değerlerinden dem vuruyorlar, yoksa çok daha başarılı olurlar” deyip, sanki CHP iktidarı için formül öneriyor gibi (!)  konuşmalarına, MYK kanabiliyorsa, bu vahim bir gaflettir. CHP AKP’lileşirse, Atatürk Cumhuriyeti biter. İzlenilen politikalarda, laiklik, Atatürk, sanata ve sanatçılara karşı yürütülen şiddet gibi konuları görmezden gelen CHP, olayı basit bir ekonomik tartışma boyutuna indirmiş, Cumhuriyetin temel değerlerini gündeme almamayı çok yaratıcı bir taktik olarak görmüştür! Bu görmezden gelinemez. CHP bu süreçte Fethullah övgüleri yapan, “Atatürk devrimlerinin bekçisi değilim” diyen insanları kadrosuna katabiliyorsa, ortada yanlış anlama da yoktur. Bunlar, daha önce Baykal döneminde yaşanan gerginliklerden çok daha ağır travmalardır. Bu ciddi rota kaybı, Partinin Atatürkçü seçmenleri ve Atatürk ilkeleriyle olan ilişkisini ve hatta Cumhuriyet’i ateşe atacak bir tehlikedir.
            Sonuçta ister 650, ister 450 imza toplansın, CHP bu yaşananları sansürsüz olarak tartışmaya mecburdur. Tüm altyapısıyla birlikte Partiye geçen sene sunduğumuz “Demokratik Tüzük” çalışması, artık yeni bahaneler üretilmeden derhal devreye sokulmalı, Parti kapalı kapılar ardında vekilleri iki kişinin tespit ettiği ilkel görünümünden çıkmalıdır. Ortaya üzücü bir şekilde çıkan “Alevi-Sünni delege” ayrımı ise, CHP’ye hiç yakışmayan bir ortamdır.  Nasıl aklıselimle bu seçimde CHP’ye koşulsuz destek istediysek, şimdi sıra, aynı CHP’nin kendini en cesur şekilde sorgulamasını talep etmeye gelmiştir… Konunun “Baykalcı” veya Savcı” olmakla ilişkisi “sıfır”dır.

CHP’NİN YAPMASI VE “HİÇ YAPMAMASI” (!) GEREKENLER… / Bedri Baykam / 28 HAZİRAN 2011 TARİHLİ CUMHURİYET GAZETESİ MAKALESİ..



            Haber şöyle diyor: “CHP’de lider Kılıçdaroğlu’nun talimatı üzerine muhalifler hakkında disiplin incelemesi başlatıldı. CHP Genel Merkezi’nden 15 kişilik bir komisyon, muhaliflerin medyaya yansıyan açıklamalarını inceliyor”.  Hemen komisyonu bilgilendireyim: Bu yazımdan önce, CHP’yi eleştirdiğim diğer iki yazımı gazete arşivinden alabilirler!
            Normalde gündem, Haberal, Balbay, Alan ve Dicle’nin durumları ve atılması gereken ivedi ama kararlı adımlardı… İster Parlamentoya hiç gitmeme, ister yemin etmeme, CHP “zor, oyunu bozar” taktiğiyle tüm dışlanan Vekilleri Parlamentoya taşımayı tabii ki ana görevi bilmelidir. Ama ne var ki bunlara paralel sürrealist krizler yaratılıyor: Gürsel Tekin’in ardından, Kılıçdaroğlu da “Parti’yi eleştiren muhaliflerin sözlerinin araştırılıp disiplinin çalıştırılacağı” yönünde demeç verebildi. Bunu okuyunca, Partinin kaderine üzülüyorum. Şu aşamada CHP yönetimine söylenebilecek tek söz var: Ne siz bu lafları söylemiş olun, ne de biz duymuş olalımÇünkü ciddiye alacak olsak, hepinizin toptan istifa etmesi lazım. Bunu da ülkenin konjonktürü kaldıramaz! Parti,“Yanlış anlaşıldı, biz o komisyonu da, Haberal ve Balbay’ın durumlarına destek olarak seçtik” deyip yola devam etsin…
              Mayıs 2004’te ortaya konan “30’lar Bildirisi”nde Kılıçdaroğlu’nun da imzası vardı. O günlerde kendileri“Seçimli Olağanüstü Kurultay” isteyenlerin, bugün bu şekilde davranmaları düşünülemez! İkincisi, Kılıçdaroğlu’nun böyle bir geçmiş belgede imzası veya “CHP’de biat kültürü yoktur” şeklinde ( haklı) demeçleri olmayabilirdi.  Konu, Parti kültürüdür. CHP de 1950’lerden günümüze,  kendi demokratik yapısı içinde her türlü sert muhalefeti rahatlıkla taşımıştır. Dolayısıyla ortada salt bir siyasi eleştiri olduğu sürece, bu komisyona düşen”tek görev” kendini lağvetmektir. Bunun tersi, CHP’ye yapılacak en büyük kötülüktür. Sürekli olarak yıllarca en sert sözlerle eleştirilen Baykal, bu şekilde davransaydı, Partide üye kalmazdı!
            CHP’de Kılıçdaroğlu yönetimi, Baykal döneminin mirasından söz ederek ortaya bahane koyamaz. Çünkü o zaman adama “kendinize güvenmiyor idiyseniz, yönetime geçmeseydiniz” derler. CHP seçimin hemen ardından yaşanılanları sorgulamayacaksa, bunu ne zaman yapacaktır? Ortada “fiili” bir durum vardır: Kılıçdaroğlu her yerde “Yeni CHP”den söz edebilmektedir. Bu büyük kararı Kurultay mı, yoksa Parti Meclisi mi aldı? Yoksa bu kadar şaşırtıcı sözler,  “öylesine” birileri tarafından mı ortaya atıldı?  Kamuoyunda ciddiye alınıyorsa, bu sözlerin sahibi gidip daha önce denendiği gibi yeni bir Parti kurabilirdi.  CHP, ortaya bir cümle atılarak tarihinden soyutlanabilecek bir Parti değildi…  Arınç ve Ilıcak gibi isimlerin “Yeni CHP’den söz edip, ardından yine Atatürk dönemi ve eski CHP’nin değerlerinden dem vuruyorlar, yoksa çok daha başarılı olurlar” deyip, sanki CHP iktidarı için formül öneriyor gibi (!)  konuşmalarına, MYK kanabiliyorsa, bu vahim bir gaflettir. CHP AKP’lileşirse, Atatürk Cumhuriyeti biter. İzlenilen politikalarda, laiklik, Atatürk, sanata ve sanatçılara karşı yürütülen şiddet gibi konuları görmezden gelen CHP, olayı basit bir ekonomik tartışma boyutuna indirmiş, Cumhuriyetin temel değerlerini gündeme almamayı çok yaratıcı bir taktik olarak görmüştür! Bu görmezden gelinemez. CHP bu süreçte Fethullah övgüleri yapan, “Atatürk devrimlerinin bekçisi değilim” diyen insanları kadrosuna katabiliyorsa, ortada yanlış anlama da yoktur. Bunlar, daha önce Baykal döneminde yaşanan gerginliklerden çok daha ağır travmalardır. Bu ciddi rota kaybı, Partinin Atatürkçü seçmenleri ve Atatürk ilkeleriyle olan ilişkisini ve hatta Cumhuriyet’i ateşe atacak bir tehlikedir.
            Sonuçta ister 650, ister 450 imza toplansın, CHP bu yaşananları sansürsüz olarak tartışmaya mecburdur. Tüm altyapısıyla birlikte Partiye geçen sene sunduğumuz “Demokratik Tüzük” çalışması, artık yeni bahaneler üretilmeden derhal devreye sokulmalı, Parti kapalı kapılar ardında vekilleri iki kişinin tespit ettiği ilkel görünümünden çıkmalıdır. Ortaya üzücü bir şekilde çıkan “Alevi-Sünni delege” ayrımı ise, CHP’ye hiç yakışmayan bir ortamdır.  Nasıl aklıselimle bu seçimde CHP’ye koşulsuz destek istediysek, şimdi sıra, aynı CHP’nin kendini en cesur şekilde sorgulamasını talep etmeye gelmiştir… Konunun “Baykalcı” veya Savcı” olmakla ilişkisi “sıfır”dır.

21 Haziran 2011 Salı

CHP BAŞARIYI NEDEN YAKALAYAMADI? (2) / Bedri Baykam / 21 Haziran 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..



            Geçen hafta aynı başlıkla, özetle CHP’nin seçimlerde aldığı sonucun başarı sayılamayacağını ve Özkan-Perinçek gibi diğer Silivri tutuklularının da aday gösterilmemesinin hata olduğunu aktarmıştım. Bu hafta Partinin rotası konusunda yapılan hataları gündeme getireceğim. Bunu yapmadan önce de, anlaşılmaz şekilde CHP yönetimini “eleştirilemez” sanan, Kurultay toplama önerisini ihanet sayan bazı dostlarımıza hatırlatmalar yapmak istiyorum: Bugünkü yönetimin çoğu, Baykal dönemini çekinmeden demokratik haklarını kullanarak eleştiren kişilerden oluşmuştur. Şimdi CHP’nin kendisini sorgulamasına engel olmak, Partinin kendi geleneklerine de, bugünkü yönetime de aykırı bir tavır olur. Ayrıca bugünkü yönetimi eleştirmenin, sanki illa yeniden Baykal veya Sav ekibini desteklemek anlamına geldiği düşüncesi, zaten sığ bir tutuculuktur.   
            AKP’ye karşı seçim kazanmak, Türkiye’de ancak CHP’nin toplu bir seferberlikle, hiçbir oyu “dışarı” kaçırmadan gerçekleştirebileceği büyük bir proje olabilirdi. Bu proje her şeyden önce, hangi toplum kesimlerine hitap etmek istediğini, gücünü nereden alacağını, sinerjiyi nasıl yaratacağını doğru tasarlamaya mecburdu. Bu konuda hesapların alabildiğine çarpık yapıldığı ise, ne yazık ki ortada…
              Birincisi, “Yeni CHP” söylemi, geçmişten hatırlayacağımız “Yeni Sol” söylemi kadar antipatik geldi! CHP’nin, varoşların oylarını alma umuduyla türbana, çarşafa, Güney Doğu ödünlerine yönelmesinin bu kesimlerden ne kadar oy getirdiği (!) tartışılır. Ama ısrarla vurguladığımız gibi, AKP, AKP’ye benzemeye çalışarak durdurulabilir bir parti değildir. Merkez sağın bunu denerken yok olup gitmesi, bunun en büyük kanıtıdır. CHP’nin tarihi ittifaklarını ve yadsınamaz kritik adımlarını toptan ateşe atmış olmasının, 2. Cumhuriyetçi ve “Ilımlı İslamcı” yazar kadrolarını mutlu etmenin ötesinde bir faydası görülmemiştir. Hatta tersine, bu alkışlayan kadrolar “CHP’nin bu konuda daha da ileri gitmesini, toplumda ilerici (!) görünmek istiyorsa tüm Kemalist kalıntılardan kurtulması gerektiği” yönünde baskı yapmışlardır. Tarihte yerini almış büyük virajları, sırf bugünkü sahte demokrat moda akımlara göz kırpmak için yadsımak, CHP geleneğinde pek yeri olmayan adımlardır. Kaldı ki 2007 Cumhuriyet Mitingleri’nde alanları dolduran milyonlarca “seçmen”, sanki Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşleri mutlu etmek için yaratılan “Yeni CHP” ideolojisine yakın durmayı aklına getiremeyecek kararlı Atatürkçülerin ezici çoğunlukta olduğu, alabildiğine homojen bir topluluktu. Direkt olarak CHP seçmeni veya sempatizanı olan büyük kitlenin, bu slogana sıcak bakmadığı gün gibi ortadadır. Buna rağmen CHP, bu dev gücü küstürme riskini düşünmeden, AKP’nin ideolojik alanına kayma yaparak, tüm seçim tartışmalarını dar bir ekonomik alana hapsetmiş, Atatürkçülük, demokrasi ve laiklik konularından uzak durmayı, olmazsa olmaz propaganda yöntemi olarak belirlemiştir.Referandum kampanyasında da yapılan benzer hataları hatırlatıp, “Atatürkçü oyları çantada keklik görmenin tehlikelerini”  ısrarla bu nedenle vurgulamıştık. CHP’yi seçimde tek seçenek olarak göstermiş olmak, partiyi ikaz etme hakkını ortadan kaldırmaz. 
            Parti, her şeye karşın, kendi seçmeninin çaresizliğinden ve bu falsolara gözünü kapayacak olan çoğunluğundan güç alıp, yine de belki umulan şekilde %30’ları aşabilirdi. Ama tek yanlış adım ideolojik sapma olmadı. Aday olabilmek için görevinden istifa etmiş olan örgüt üyelerinin büyük çoğunluğu listelerde dışlandı. CHP, aydınlar arasından seçebileceği isimleri de parlamentoya taşımaya yanaşmadı. Tam tersine, ya halkın tanımadığı sürpriz isimler, ya da tarikatları olumlayan veya sağcı partilerden gelen transferler öne sürüldü. Partinin ister“Baykalcı” ister bağımsız, oy getirebilecek, toplumda güven uyandıran önemli isimleri, izah edilemez şekilde dışlandı. Dolayısıyla CHP seçimlere, kaygılarına yanıt vermediği ve hatta düşüncelerini dışladığı kitleleri göz ardı ederek, onları “Cumhuriyet Güçbirliği”nin cazibesiyle CHP’nin iddiası arasına sıkıştırarak, yani seçimlerde kendi bindiği dalı keserek işe girişti. Partinin tüm bu dezavantajlara rağmen iktidarın oy kayıplarıyla en azından %30’u rahatça geçeceği beklentisi egemendi. Ama zeminde yaratılan gereksiz toprak kayması ve dikilen ağaçların uyumsuzluğu sonucunda, evdeki hesap çarşıya uymadı. Haftaya CHP’nin bu dönemden itibaren ne yapması gerektiği üzerine yoğunlaşacağım…  

CHP BAŞARIYI NEDEN YAKALAYAMADI? (2) / Bedri Baykam / 21 Haziran 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..



            Geçen hafta aynı başlıkla, özetle CHP’nin seçimlerde aldığı sonucun başarı sayılamayacağını ve Özkan-Perinçek gibi diğer Silivri tutuklularının da aday gösterilmemesinin hata olduğunu aktarmıştım. Bu hafta Partinin rotası konusunda yapılan hataları gündeme getireceğim. Bunu yapmadan önce de, anlaşılmaz şekilde CHP yönetimini “eleştirilemez” sanan, Kurultay toplama önerisini ihanet sayan bazı dostlarımıza hatırlatmalar yapmak istiyorum: Bugünkü yönetimin çoğu, Baykal dönemini çekinmeden demokratik haklarını kullanarak eleştiren kişilerden oluşmuştur. Şimdi CHP’nin kendisini sorgulamasına engel olmak, Partinin kendi geleneklerine de, bugünkü yönetime de aykırı bir tavır olur. Ayrıca bugünkü yönetimi eleştirmenin, sanki illa yeniden Baykal veya Sav ekibini desteklemek anlamına geldiği düşüncesi, zaten sığ bir tutuculuktur.   
            AKP’ye karşı seçim kazanmak, Türkiye’de ancak CHP’nin toplu bir seferberlikle, hiçbir oyu “dışarı” kaçırmadan gerçekleştirebileceği büyük bir proje olabilirdi. Bu proje her şeyden önce, hangi toplum kesimlerine hitap etmek istediğini, gücünü nereden alacağını, sinerjiyi nasıl yaratacağını doğru tasarlamaya mecburdu. Bu konuda hesapların alabildiğine çarpık yapıldığı ise, ne yazık ki ortada…
              Birincisi, “Yeni CHP” söylemi, geçmişten hatırlayacağımız “Yeni Sol” söylemi kadar antipatik geldi! CHP’nin, varoşların oylarını alma umuduyla türbana, çarşafa, Güney Doğu ödünlerine yönelmesinin bu kesimlerden ne kadar oy getirdiği (!) tartışılır. Ama ısrarla vurguladığımız gibi, AKP, AKP’ye benzemeye çalışarak durdurulabilir bir parti değildir. Merkez sağın bunu denerken yok olup gitmesi, bunun en büyük kanıtıdır. CHP’nin tarihi ittifaklarını ve yadsınamaz kritik adımlarını toptan ateşe atmış olmasının, 2. Cumhuriyetçi ve “Ilımlı İslamcı” yazar kadrolarını mutlu etmenin ötesinde bir faydası görülmemiştir. Hatta tersine, bu alkışlayan kadrolar “CHP’nin bu konuda daha da ileri gitmesini, toplumda ilerici (!) görünmek istiyorsa tüm Kemalist kalıntılardan kurtulması gerektiği” yönünde baskı yapmışlardır. Tarihte yerini almış büyük virajları, sırf bugünkü sahte demokrat moda akımlara göz kırpmak için yadsımak, CHP geleneğinde pek yeri olmayan adımlardır. Kaldı ki 2007 Cumhuriyet Mitingleri’nde alanları dolduran milyonlarca “seçmen”, sanki Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşleri mutlu etmek için yaratılan “Yeni CHP” ideolojisine yakın durmayı aklına getiremeyecek kararlı Atatürkçülerin ezici çoğunlukta olduğu, alabildiğine homojen bir topluluktu. Direkt olarak CHP seçmeni veya sempatizanı olan büyük kitlenin, bu slogana sıcak bakmadığı gün gibi ortadadır. Buna rağmen CHP, bu dev gücü küstürme riskini düşünmeden, AKP’nin ideolojik alanına kayma yaparak, tüm seçim tartışmalarını dar bir ekonomik alana hapsetmiş, Atatürkçülük, demokrasi ve laiklik konularından uzak durmayı, olmazsa olmaz propaganda yöntemi olarak belirlemiştir.Referandum kampanyasında da yapılan benzer hataları hatırlatıp, “Atatürkçü oyları çantada keklik görmenin tehlikelerini”  ısrarla bu nedenle vurgulamıştık. CHP’yi seçimde tek seçenek olarak göstermiş olmak, partiyi ikaz etme hakkını ortadan kaldırmaz. 
            Parti, her şeye karşın, kendi seçmeninin çaresizliğinden ve bu falsolara gözünü kapayacak olan çoğunluğundan güç alıp, yine de belki umulan şekilde %30’ları aşabilirdi. Ama tek yanlış adım ideolojik sapma olmadı. Aday olabilmek için görevinden istifa etmiş olan örgüt üyelerinin büyük çoğunluğu listelerde dışlandı. CHP, aydınlar arasından seçebileceği isimleri de parlamentoya taşımaya yanaşmadı. Tam tersine, ya halkın tanımadığı sürpriz isimler, ya da tarikatları olumlayan veya sağcı partilerden gelen transferler öne sürüldü. Partinin ister“Baykalcı” ister bağımsız, oy getirebilecek, toplumda güven uyandıran önemli isimleri, izah edilemez şekilde dışlandı. Dolayısıyla CHP seçimlere, kaygılarına yanıt vermediği ve hatta düşüncelerini dışladığı kitleleri göz ardı ederek, onları “Cumhuriyet Güçbirliği”nin cazibesiyle CHP’nin iddiası arasına sıkıştırarak, yani seçimlerde kendi bindiği dalı keserek işe girişti. Partinin tüm bu dezavantajlara rağmen iktidarın oy kayıplarıyla en azından %30’u rahatça geçeceği beklentisi egemendi. Ama zeminde yaratılan gereksiz toprak kayması ve dikilen ağaçların uyumsuzluğu sonucunda, evdeki hesap çarşıya uymadı. Haftaya CHP’nin bu dönemden itibaren ne yapması gerektiği üzerine yoğunlaşacağım…  

14 Haziran 2011 Salı

BEDRİ BAYKAM 'IN ESERLERİ SCOPE BASEL SANAT FUARINDA..


BEDRİ BAYKAM 'IN ESERLERİ SCOPE BASEL SANAT FUARINDA
Bedri Baykam ın çalışmaları Scope Basel sanat fuarında Regis Krampf Gallery-New York ve Frank Pages Gallery-Almanya- standlarında görülebilir.

BEDRİ BAYKAM' S WORKS AT SCOPE BASEL ART FAIR
Bedri Baykam's works can be seen at the Scope Basel art fair, at the stands of the Regis Krampf Gallery-New York- and Frank Pages Gallery-Germany.

BEDRİ BAYKAM 'IN ESERLERİ SCOPE BASEL SANAT FUARINDA..


BEDRİ BAYKAM 'IN ESERLERİ SCOPE BASEL SANAT FUARINDA
Bedri Baykam ın çalışmaları Scope Basel sanat fuarında Regis Krampf Gallery-New York ve Frank Pages Gallery-Almanya- standlarında görülebilir.

BEDRİ BAYKAM' S WORKS AT SCOPE BASEL ART FAIR
Bedri Baykam's works can be seen at the Scope Basel art fair, at the stands of the Regis Krampf Gallery-New York- and Frank Pages Gallery-Germany.

CHP BAŞARIYI NEDEN YAKALAYAMADI? (1) / Bedri Baykam / 14 Haziran 2011 Cumhuriyet gazetesi makalesi..


          
Kimse ezelden beri yapıldığı gibi sahte başarı karneleri ile göz boyamaya kalkmasın. Türkiye gibi çalkantılar ve gelir uçurumları yaşayan bir ülkede, bu kadar açık gafı üst üste yapabilen bir hükümet, 3. kez tek başına iktidar olmuşsa ve sen durduramamışsan, lamı cimi yok, başarısızsın. Bu halk arasından iki kişiden biri yine gitmiş her şeye rağmen “O”na oy vermiş! CHP’ye düşen, derhal “nerede hata yaptık” sorusunu gündeme getirmektir. Aksi takdirde, bambaşka iddialarla CHP yönetimine gelen bu kadro, Baykal ekibinden çok daha fazla eleştiri alır.
          CHP içinde, ister Kılıçdaroğlu’nun izlediği siyaseti kabullenemeyenler, ister listelerde aradıklarını bulamayanlar, bu seçim sürecinde Parti içi bir harekete kalkışmadılar (Zaten bunu yapsalar intihar olurdu). Yalnız susmadılar, aynı zamanda alan bulabildikleri oranda propaganda çalışmalarına katıldılar. Yani Parti içi bir tepki olmadı CHP’de. Hangi sonuca ulaştık? 10 yıl sonra hala zafer yakalayarak “balkona çıkan” ve İmparator edasıyla halkına seslenen bir Tayyip Bey’e!
          Tabii o konuşma da cidden ayrı bir irdeleme konusu… O tavrı tekrar yutan oldu mu, vallahi bilemiyorum. Neler demedi Erdoğan! İlerleyen, durdurulamayan özgürlükler, demokrasi açılımları, helalleşmeler, muhalefete el uzatmalar, kibirden kaçınmalar… Oh, ne güzel! İnananlar rahat uyumuştur ama ne var ki ben aynı dolmaları üst üste yutamıyorum,  genzimin bir yerlerinde takılıp kalıyor. Biliyorsunuz Anayasada bol demokrasi ve özgürlük getirecekti, “Yeni Türkiye” sayfası açılıvermişti hemen… Sonuç mu? O günlerin en büyük destekçisi Ahmet Altan bile “insaf ya” deyip, sorgusuz şakşakçılıktan istifa ediverdi. Neyse biz bu tuluat sahnelerini bırakıp, CHP’ye dönelim.
          Baykal’a kaset darbesi vurulmadan önce, CHP %26 civarında çıkıyordu anketlerde… O günlerde AKP henüz toplumu neredeyse isyana taşıyan anti-demokratik ve yaşam tarzlarını hedef alan siyasalarını henüz ortalara bu kadar açıkça dökmemişti. Bu veriler hatırlandığında, demek ki yeni Başkan ve kadro, Parti’nin oyunu arttıramamış, bu bir gerçek. Yani “6 ayda 3,5 milyon yeni seçmen kazandık,  %5 oyumuz arttı” söylemi ikna edici değil Hemen yanıtlayalım: bu kafayla siz hala “oy arttırdık” diye avunurken (!), 2023’te Tayyip Bey gerçekten “100. Yıl”da, bambaşka bir şeyler kutlayacak ve siz orada neler yaşandığını bile anlayamayacaksınız!İnternette biraz gezinen insanlar, halkın duyarlı kesimlerinin, AKP’nin 3. kere tek başına iktidara gelmesinin nasıl bir geri dönülmez demokrasi felaketine yol açacağını fazlasıyla anlattılar. Demek bunların biraz okunması lazımmış! Bunun dışında CHP’nin sandık şaibeleri konusunda yaptığı gece yarısı açıklaması, bana hiç inandırıcı gelmedi. Neden mi? Çünkü tüm ısrarlarımıza rağmen, CHP Genel Başkanı, en üst düzeyden, aylardır Türkiye’nin konuştuğu bu iddiaları medya önüne bir basın toplantısıyla taşımaya tenezzül etmedi. Hem de tüm ikaz ve ısrarlarımıza rağmen… Şimdi artık malum testiler kırıldıktan sonra insana “geçmiş olsun” derler! 
           Her birimize ne mutlu ki,  CHP, Balbay ve Haberal’ı Parlamentoya soktu. İyi de, Tuncay Özkan, Doğu Perinçek ve Çetin Doğan neden aday gösterilmedi? Başbakan Partiye zaten “Ergenekoncu”  yakıştırmasını yapmıyor muydu? Demek ki bu isimlerin gelmesi meydanlarda bu konuda yeni bir saldırı getirmeyecekti. Ama Parti bu eksiklerle çok şey kaybetti. Türkiye’nin en dinamik ve genç kadroları, CHP kampanyasının dışına itildi. CHP, Perinçek ve Özkan’ın kadroları ve Doğan’ın çevresiyle yalnız onlara giden veya bilinçsizce HEPAR ve DSP’ye verilen yüz binlerce oyu da almazdı. Partinin bu dışlamalarla ve yanlış söylemlerle kaçırttığı milyonları fazlasıyla aşan Atatürkçü-Ulusalcı oyları alırdı… Kimi CHP’liler, Özkan ekibine “Hay Allah, bizi bölecekler” diye kızacaklarına, “bize karşı güç oluşturabilecek bu insanları dışlayarak ne kazandık?” diye aynaya bakıp kara kara düşünmeliler! Tabii bu arada 10.000’e yakın sol seçmenin, kalkıp oy pusulasında hem Özkan’a, hem CHP’ye aynı anda oy verebilmesi, akıl almaz bir dengesizlik! Okumuş aydın insanlar hangi dedikoduyla bu gafı yapabildiler, bunu biri kalkıp bana (m)izah ederse çok sevinirim!
           İşçi Partisi deseniz, şayet Perinçek CHP’den aday olsa, ortaya bambaşka bir sokak ve yayın gücü çıkacaktı CHP adına. Hepsinin ötesinde, büyük bir sinerji yaratabilirdi bu ittifaklar. Bunun yerine CHP bambaşka uyumsuz oy avcılıklarına girişti. Bu siyasi viraj hatalarını ve Parti içi yanlışları da haftaya ele alacağız…

CHP BAŞARIYI NEDEN YAKALAYAMADI? (1) / Bedri Baykam / 14 Haziran 2011 Cumhuriyet gazetesi makalesi..


          
Kimse ezelden beri yapıldığı gibi sahte başarı karneleri ile göz boyamaya kalkmasın. Türkiye gibi çalkantılar ve gelir uçurumları yaşayan bir ülkede, bu kadar açık gafı üst üste yapabilen bir hükümet, 3. kez tek başına iktidar olmuşsa ve sen durduramamışsan, lamı cimi yok, başarısızsın. Bu halk arasından iki kişiden biri yine gitmiş her şeye rağmen “O”na oy vermiş! CHP’ye düşen, derhal “nerede hata yaptık” sorusunu gündeme getirmektir. Aksi takdirde, bambaşka iddialarla CHP yönetimine gelen bu kadro, Baykal ekibinden çok daha fazla eleştiri alır.
          CHP içinde, ister Kılıçdaroğlu’nun izlediği siyaseti kabullenemeyenler, ister listelerde aradıklarını bulamayanlar, bu seçim sürecinde Parti içi bir harekete kalkışmadılar (Zaten bunu yapsalar intihar olurdu). Yalnız susmadılar, aynı zamanda alan bulabildikleri oranda propaganda çalışmalarına katıldılar. Yani Parti içi bir tepki olmadı CHP’de. Hangi sonuca ulaştık? 10 yıl sonra hala zafer yakalayarak “balkona çıkan” ve İmparator edasıyla halkına seslenen bir Tayyip Bey’e!
          Tabii o konuşma da cidden ayrı bir irdeleme konusu… O tavrı tekrar yutan oldu mu, vallahi bilemiyorum. Neler demedi Erdoğan! İlerleyen, durdurulamayan özgürlükler, demokrasi açılımları, helalleşmeler, muhalefete el uzatmalar, kibirden kaçınmalar… Oh, ne güzel! İnananlar rahat uyumuştur ama ne var ki ben aynı dolmaları üst üste yutamıyorum,  genzimin bir yerlerinde takılıp kalıyor. Biliyorsunuz Anayasada bol demokrasi ve özgürlük getirecekti, “Yeni Türkiye” sayfası açılıvermişti hemen… Sonuç mu? O günlerin en büyük destekçisi Ahmet Altan bile “insaf ya” deyip, sorgusuz şakşakçılıktan istifa ediverdi. Neyse biz bu tuluat sahnelerini bırakıp, CHP’ye dönelim.
          Baykal’a kaset darbesi vurulmadan önce, CHP %26 civarında çıkıyordu anketlerde… O günlerde AKP henüz toplumu neredeyse isyana taşıyan anti-demokratik ve yaşam tarzlarını hedef alan siyasalarını henüz ortalara bu kadar açıkça dökmemişti. Bu veriler hatırlandığında, demek ki yeni Başkan ve kadro, Parti’nin oyunu arttıramamış, bu bir gerçek. Yani “6 ayda 3,5 milyon yeni seçmen kazandık,  %5 oyumuz arttı” söylemi ikna edici değil Hemen yanıtlayalım: bu kafayla siz hala “oy arttırdık” diye avunurken (!), 2023’te Tayyip Bey gerçekten “100. Yıl”da, bambaşka bir şeyler kutlayacak ve siz orada neler yaşandığını bile anlayamayacaksınız!İnternette biraz gezinen insanlar, halkın duyarlı kesimlerinin, AKP’nin 3. kere tek başına iktidara gelmesinin nasıl bir geri dönülmez demokrasi felaketine yol açacağını fazlasıyla anlattılar. Demek bunların biraz okunması lazımmış! Bunun dışında CHP’nin sandık şaibeleri konusunda yaptığı gece yarısı açıklaması, bana hiç inandırıcı gelmedi. Neden mi? Çünkü tüm ısrarlarımıza rağmen, CHP Genel Başkanı, en üst düzeyden, aylardır Türkiye’nin konuştuğu bu iddiaları medya önüne bir basın toplantısıyla taşımaya tenezzül etmedi. Hem de tüm ikaz ve ısrarlarımıza rağmen… Şimdi artık malum testiler kırıldıktan sonra insana “geçmiş olsun” derler! 
           Her birimize ne mutlu ki,  CHP, Balbay ve Haberal’ı Parlamentoya soktu. İyi de, Tuncay Özkan, Doğu Perinçek ve Çetin Doğan neden aday gösterilmedi? Başbakan Partiye zaten “Ergenekoncu”  yakıştırmasını yapmıyor muydu? Demek ki bu isimlerin gelmesi meydanlarda bu konuda yeni bir saldırı getirmeyecekti. Ama Parti bu eksiklerle çok şey kaybetti. Türkiye’nin en dinamik ve genç kadroları, CHP kampanyasının dışına itildi. CHP, Perinçek ve Özkan’ın kadroları ve Doğan’ın çevresiyle yalnız onlara giden veya bilinçsizce HEPAR ve DSP’ye verilen yüz binlerce oyu da almazdı. Partinin bu dışlamalarla ve yanlış söylemlerle kaçırttığı milyonları fazlasıyla aşan Atatürkçü-Ulusalcı oyları alırdı… Kimi CHP’liler, Özkan ekibine “Hay Allah, bizi bölecekler” diye kızacaklarına, “bize karşı güç oluşturabilecek bu insanları dışlayarak ne kazandık?” diye aynaya bakıp kara kara düşünmeliler! Tabii bu arada 10.000’e yakın sol seçmenin, kalkıp oy pusulasında hem Özkan’a, hem CHP’ye aynı anda oy verebilmesi, akıl almaz bir dengesizlik! Okumuş aydın insanlar hangi dedikoduyla bu gafı yapabildiler, bunu biri kalkıp bana (m)izah ederse çok sevinirim!
           İşçi Partisi deseniz, şayet Perinçek CHP’den aday olsa, ortaya bambaşka bir sokak ve yayın gücü çıkacaktı CHP adına. Hepsinin ötesinde, büyük bir sinerji yaratabilirdi bu ittifaklar. Bunun yerine CHP bambaşka uyumsuz oy avcılıklarına girişti. Bu siyasi viraj hatalarını ve Parti içi yanlışları da haftaya ele alacağız…

7 Haziran 2011 Salı

KARDEŞİM BALBAY ROMANNN YAZMIŞ! / Bedri Baykam / 7 Haziran 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..

Hayret bir şey… herkes harıl harıl seçime hazırlanırken, kardeşim Balbay Silivri’de kurulduğu yerde kalkmış Roman yazmış! Olacak şey mi bu? Millet seçim-geçim diye yanıp tutuşurken Balbay, yıllardır oralarda rahat yaşamanın keyfiyle, kendini gerçek üstü romanlara vermiş! Hay Allah iyiliğini versin Mustafacım, yakıştı mı senin gibi aydına? İnsan bu dönemde, hukuk- mukuk-guguk yazar!

Peki ya bana ne demeli? O kadar okunacak seçim hazırlığı, rapor, internet kavga-gürültüleri varken, ben de kalkıp işi gücü bırakıp çok lazımmış gibi o romanı okumaya zamanımı harcıyorum! Yani suçum herhalde daha büyük. Hadi kendimi tutamadım, bizim uçuk romanlara özenen Balbay’ın o “Demokrasi Tanrısı Zulümdar”ını okudum. Yahu seçimler kapıda, herkes “ne diyecek?” diye ağzımın içine bakarken, insan “Roman tanıtımı” yazısı yazar mı? Oluyor işte… Balbay öyle yaparsa, Baykam da böyle yapar! Başa gelen çekilir, kemerleri bağlayın “Zulümdar” dosyasını açıyorum…

Öncelikle sakın aranızdan bazı sivri akıllılar kalkıp bu okuduklarını içinde yaşadığımız Dünyanın bazı tanıdık bölgelerine uyarlayıp halt yemeye kalkışmasın. Bu düpedüz sürrealist roman ve mucidi de Balbay. Zaten kendileri de en başında bunu vurguluyor; kitabın ilk sayfasından önce şunları okuyabiliyoruz: “Bu kitaptaki olaylar gerçeği yansıtmamaktadır. Gerçek çok daha öte bir içerik taşımaktadır”. Anlaşıldı mı? O nedenle kalkıp, ukalalık taslamaya kalkmayın, ben peşinen söyleyeyim. Bu kitap bizim Balbay’ın o bilindik kelime üretme hastalığından da öte, bir yeni kaçık evren yaratma merakı üzerine bir zırvalamadan ibarettir. Çünkü dünyada böyle bir ülke o-la-maz! İşte buna rağmen “gerçek çok daha öte” ise burayı yorumsuz geçelim…

Efendim bu uydurma hikayede, Hepbaşkan diye bir adamcağız vardır. Hepbaşkan, uydurma ülkenin birinde, önce bir Hepbaşkan Ceza Yasası çıkarıp, elini rahatlatıyor. Ama yanlış anlamayın, bu rahatlamalar yalnız birkaç dakika süren cinsten. Hemen ardından daha da rahatlamak için bir “Delil ve Dava üretim merkezi” kuruveriyor. Hedefini de ortaya koyuyor: “ilk dört yılda devlete karşı hükümet olduğumuzu gösterdik, şimdi sıra devleti hükümetin emrine alma yöntemlerini geliştirmeye geldi” diyor. Hepbaşkan’ın bir de çok uyanık ve alkış tutucu bir Süperdanış’ı var. Hemen yorum yapıyor: “Elimizde bu hedef için çok önemli bir silah var. Adı Demokrasi” diyor… Gerçekten de o andan itibaren kitap boyunca her türlü traji-komik uygulama ve girişimin adı “Demokrasi” oluveriyor! Hükmün verilmesinden sonra davanın açılması, burada uygulanan yaratıcı yöntemlerden yalnız biri insanları korkutup, daha sonra kendilerine sığınmaya mecbur hale getirmenin tadı da dayanılmaz!! Bakın izninizle size her satırı derya kitaptan birkaç paragraf:

“Kimsenin hükümet neden toplumu endişeye sürüklüyor” sorusu sormasına izin verilmiyordu. Bunun yerine “Hükümetin adımlarından endişe duyanlar, bu endişeyi neden duyuyor, onlarda bir sorun mu var?” Sorusu gündeme getiriliyordu… Ülkede kendisini liberal olarak tanımlayan ancak Hepbaşkan’ın partisine ait olmayan aydınlar, yapılanları çılgınlar gibi destekliyordu. Oysa kimi ülkelerde olduğu gibi, devlet küçültülmüyor, küçük düşürülüyordu…

“Bunun yanında Hepbaşkan, basının “vicdani denge” adı altında “söz verildiği halde çözülmemiş sorunlar listesi” çıkarmasını “İstikrara ihanet” olarak görüyordu… Bazı durumlarda Hepbaşkan’ın soruya cevap vermesi daha uygundu. Bunun için özel soru sorucu gazeteciler vardı. Kamuoyunda sanki “ Hepbaşkan’a her an her soru sorulabilir” gibi bir hava da oluşturuluyordu.

Demokrasinin anketle sağlamlaştırılması: Anket de yapan ihale şirketleri… İhale gelecek yerden elbet anket esirgenmezdi. Anket gelecek yerden elbet ihale de esirgenmezdi.”Anket sonuçlarını önce bize yakın görünmeyen organlara sızdırın. Rakamlara karşı çıkıp esasında halkın desteğinin daha fazla olduğunu söyleyeceğim”

Yabancı gazeteciyle röportajdan: “İşte sizin sorularınız beni rahatsız edecek noktaya geldi mi, orada sizin soru sorma özgürlüğünüzden söz edilemez. Orada benim hakkımın gaspı, demokrasinin yara alması vardır… Demokrasi kaymak gibi asfaltta aracın tam gaz gitmesidir. Bunu engelleyen her şey zararlıdır. Örneğin biz icraat yaparken bunu eleştirmek, başarıyı engelleme suçuna girer… Ben varsam memleket var, yoksam yok! Ben Anayasayı yaptıktan sonra her şey gerçekten fani olacak!

Sevgili Balbay, sana haksızlık ediyorum… Her zerresi kana kana içilen bir romanı, köşemden ne kadar aktarabilirim ki? Açıp okusunlar onlar da, Aaaa kızıcam ama! Seçim-meçim stresinden uzaklaşmak için ilaç vallahi…

KARDEŞİM BALBAY ROMANNN YAZMIŞ! / Bedri Baykam / 7 Haziran 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..

Hayret bir şey… herkes harıl harıl seçime hazırlanırken, kardeşim Balbay Silivri’de kurulduğu yerde kalkmış Roman yazmış! Olacak şey mi bu? Millet seçim-geçim diye yanıp tutuşurken Balbay, yıllardır oralarda rahat yaşamanın keyfiyle, kendini gerçek üstü romanlara vermiş! Hay Allah iyiliğini versin Mustafacım, yakıştı mı senin gibi aydına? İnsan bu dönemde, hukuk- mukuk-guguk yazar!

Peki ya bana ne demeli? O kadar okunacak seçim hazırlığı, rapor, internet kavga-gürültüleri varken, ben de kalkıp işi gücü bırakıp çok lazımmış gibi o romanı okumaya zamanımı harcıyorum! Yani suçum herhalde daha büyük. Hadi kendimi tutamadım, bizim uçuk romanlara özenen Balbay’ın o “Demokrasi Tanrısı Zulümdar”ını okudum. Yahu seçimler kapıda, herkes “ne diyecek?” diye ağzımın içine bakarken, insan “Roman tanıtımı” yazısı yazar mı? Oluyor işte… Balbay öyle yaparsa, Baykam da böyle yapar! Başa gelen çekilir, kemerleri bağlayın “Zulümdar” dosyasını açıyorum…

Öncelikle sakın aranızdan bazı sivri akıllılar kalkıp bu okuduklarını içinde yaşadığımız Dünyanın bazı tanıdık bölgelerine uyarlayıp halt yemeye kalkışmasın. Bu düpedüz sürrealist roman ve mucidi de Balbay. Zaten kendileri de en başında bunu vurguluyor; kitabın ilk sayfasından önce şunları okuyabiliyoruz: “Bu kitaptaki olaylar gerçeği yansıtmamaktadır. Gerçek çok daha öte bir içerik taşımaktadır”. Anlaşıldı mı? O nedenle kalkıp, ukalalık taslamaya kalkmayın, ben peşinen söyleyeyim. Bu kitap bizim Balbay’ın o bilindik kelime üretme hastalığından da öte, bir yeni kaçık evren yaratma merakı üzerine bir zırvalamadan ibarettir. Çünkü dünyada böyle bir ülke o-la-maz! İşte buna rağmen “gerçek çok daha öte” ise burayı yorumsuz geçelim…

Efendim bu uydurma hikayede, Hepbaşkan diye bir adamcağız vardır. Hepbaşkan, uydurma ülkenin birinde, önce bir Hepbaşkan Ceza Yasası çıkarıp, elini rahatlatıyor. Ama yanlış anlamayın, bu rahatlamalar yalnız birkaç dakika süren cinsten. Hemen ardından daha da rahatlamak için bir “Delil ve Dava üretim merkezi” kuruveriyor. Hedefini de ortaya koyuyor: “ilk dört yılda devlete karşı hükümet olduğumuzu gösterdik, şimdi sıra devleti hükümetin emrine alma yöntemlerini geliştirmeye geldi” diyor. Hepbaşkan’ın bir de çok uyanık ve alkış tutucu bir Süperdanış’ı var. Hemen yorum yapıyor: “Elimizde bu hedef için çok önemli bir silah var. Adı Demokrasi” diyor… Gerçekten de o andan itibaren kitap boyunca her türlü traji-komik uygulama ve girişimin adı “Demokrasi” oluveriyor! Hükmün verilmesinden sonra davanın açılması, burada uygulanan yaratıcı yöntemlerden yalnız biri insanları korkutup, daha sonra kendilerine sığınmaya mecbur hale getirmenin tadı da dayanılmaz!! Bakın izninizle size her satırı derya kitaptan birkaç paragraf:

“Kimsenin hükümet neden toplumu endişeye sürüklüyor” sorusu sormasına izin verilmiyordu. Bunun yerine “Hükümetin adımlarından endişe duyanlar, bu endişeyi neden duyuyor, onlarda bir sorun mu var?” Sorusu gündeme getiriliyordu… Ülkede kendisini liberal olarak tanımlayan ancak Hepbaşkan’ın partisine ait olmayan aydınlar, yapılanları çılgınlar gibi destekliyordu. Oysa kimi ülkelerde olduğu gibi, devlet küçültülmüyor, küçük düşürülüyordu…

“Bunun yanında Hepbaşkan, basının “vicdani denge” adı altında “söz verildiği halde çözülmemiş sorunlar listesi” çıkarmasını “İstikrara ihanet” olarak görüyordu… Bazı durumlarda Hepbaşkan’ın soruya cevap vermesi daha uygundu. Bunun için özel soru sorucu gazeteciler vardı. Kamuoyunda sanki “ Hepbaşkan’a her an her soru sorulabilir” gibi bir hava da oluşturuluyordu.

Demokrasinin anketle sağlamlaştırılması: Anket de yapan ihale şirketleri… İhale gelecek yerden elbet anket esirgenmezdi. Anket gelecek yerden elbet ihale de esirgenmezdi.”Anket sonuçlarını önce bize yakın görünmeyen organlara sızdırın. Rakamlara karşı çıkıp esasında halkın desteğinin daha fazla olduğunu söyleyeceğim”

Yabancı gazeteciyle röportajdan: “İşte sizin sorularınız beni rahatsız edecek noktaya geldi mi, orada sizin soru sorma özgürlüğünüzden söz edilemez. Orada benim hakkımın gaspı, demokrasinin yara alması vardır… Demokrasi kaymak gibi asfaltta aracın tam gaz gitmesidir. Bunu engelleyen her şey zararlıdır. Örneğin biz icraat yaparken bunu eleştirmek, başarıyı engelleme suçuna girer… Ben varsam memleket var, yoksam yok! Ben Anayasayı yaptıktan sonra her şey gerçekten fani olacak!

Sevgili Balbay, sana haksızlık ediyorum… Her zerresi kana kana içilen bir romanı, köşemden ne kadar aktarabilirim ki? Açıp okusunlar onlar da, Aaaa kızıcam ama! Seçim-meçim stresinden uzaklaşmak için ilaç vallahi…

6 Haziran 2011 Pazartesi

NADAL PARIS'I 6. DEFA KAZANDI / Bedri Baykam

Ispanyol tenisci Rafael Nadal, Isvicreli Roger Federer i 4 sette yenerek Pariste 6. kere sampiyon oldu. Maci 7-5, 7-6, 5-7, 6-1 kazanan Nadal boylece Federer i Paris te 4. kez finalde yenmis oldu.
Federer, yari finalde Djokovic e karsi oynadigi mukemmel macin hiziyla oyuna cok iyi basladi ve sert uzun toplarla Nadal i surklase etti. 5-2 one gecen Federer, Nadal servis atarken set puani kullandi ama attigi kesme kisa top kil payi auta cikti. Bunun ardindan oyun birden dondu ve Nadal maca geri geldi. 7 oyun ust uste kazanan Nadal, ilk seti aldigi gibi 2. sette de 2-0 one gecti. 2. sette 4-2 one gecen Nadal a karsi Federer tekrar servis kirmayi basardi ve oyun 6-6 ya tasindi. Federer o anda iyi oynamasina karsin tie-break oyununda Nadal zorlanmadan kazanmayi basardi. 3. sette de Nadal erken servis kirip 4-2 one gecince mac orada kolay kapanacak bir havaya girdiyse de Federer oyuna tekrar ortak oldu. Ozellikle volede ve kisa toplarinda basarili olan Isvicreli oyuncu rakibini ust uste 2 kere kirarak bu seti 7-5 aldiginda Paris seyircisi tum gucuyle onun arkasindaydi.
Ilk 3 sette de genel loarak oyunu Federer idare etmisti. Y a sert vuruslarla puanlari topluyor ya da hata yapiyor Nadal i kazandiriyordu. 4. sette ise belki Isvicreli raket hem fizik hem de konsantrasyon olarak dusunce Nadal ustunlugu eline aldi ve bu seti rahatca 6-1 kapayarak kupayi muzesine goturdu. Belki ilk oyunda Federer 0-40 ondeyken bu oyunu alsa , belki hersey farkli akacakti ama olmadi...
Nadal boylece Isvecli efsanevi tenisci Bjorn Borg un Roland-Garros u 6 kere kazanma rekorunu egale etti.
Her 2 rakette sonuctan ve oyunlarindan memnun olduklarini aciklarken simdi yeni hedeflerini Wimbledon olarak acikladilar.

NADAL PARIS'I 6. DEFA KAZANDI / Bedri Baykam

Ispanyol tenisci Rafael Nadal, Isvicreli Roger Federer i 4 sette yenerek Pariste 6. kere sampiyon oldu. Maci 7-5, 7-6, 5-7, 6-1 kazanan Nadal boylece Federer i Paris te 4. kez finalde yenmis oldu.
Federer, yari finalde Djokovic e karsi oynadigi mukemmel macin hiziyla oyuna cok iyi basladi ve sert uzun toplarla Nadal i surklase etti. 5-2 one gecen Federer, Nadal servis atarken set puani kullandi ama attigi kesme kisa top kil payi auta cikti. Bunun ardindan oyun birden dondu ve Nadal maca geri geldi. 7 oyun ust uste kazanan Nadal, ilk seti aldigi gibi 2. sette de 2-0 one gecti. 2. sette 4-2 one gecen Nadal a karsi Federer tekrar servis kirmayi basardi ve oyun 6-6 ya tasindi. Federer o anda iyi oynamasina karsin tie-break oyununda Nadal zorlanmadan kazanmayi basardi. 3. sette de Nadal erken servis kirip 4-2 one gecince mac orada kolay kapanacak bir havaya girdiyse de Federer oyuna tekrar ortak oldu. Ozellikle volede ve kisa toplarinda basarili olan Isvicreli oyuncu rakibini ust uste 2 kere kirarak bu seti 7-5 aldiginda Paris seyircisi tum gucuyle onun arkasindaydi.
Ilk 3 sette de genel loarak oyunu Federer idare etmisti. Y a sert vuruslarla puanlari topluyor ya da hata yapiyor Nadal i kazandiriyordu. 4. sette ise belki Isvicreli raket hem fizik hem de konsantrasyon olarak dusunce Nadal ustunlugu eline aldi ve bu seti rahatca 6-1 kapayarak kupayi muzesine goturdu. Belki ilk oyunda Federer 0-40 ondeyken bu oyunu alsa , belki hersey farkli akacakti ama olmadi...
Nadal boylece Isvecli efsanevi tenisci Bjorn Borg un Roland-Garros u 6 kere kazanma rekorunu egale etti.
Her 2 rakette sonuctan ve oyunlarindan memnun olduklarini aciklarken simdi yeni hedeflerini Wimbledon olarak acikladilar.

4 Haziran 2011 Cumartesi

ILK CINLI GRAND SLAM SAMPIYONU NA LI.. / Bedri Baykam

Cinli sampiyon Na Li, finalde gecen yilin sampiyonu Italyan Francesca Schiavone yi yenerek sampiyon oldu. Boylece Cin, buyuk turnualar tarihinde ilk defa bir sampiyon cikarmis oldu.
Schiavone nin kendi sinirlarini asan hirsli kisiligi ve her an degistirip devreye sokabildigi birbirinden farkli vurus tekniklerine karsi, sukuneti ve geriden sonuca giden sert vuruslari ile sonuca giden Li, ilk sette kendi oyununu rakibine kabul ettirdi ve 6-4 kazandi. 2. sette Schiavone nin maca her zamanki gibi sonuna kadar asilan hirsiyla zorlanan Li, 4-3 ilerideyken kendi servisini kaybetti v eoyun esit duruma geldi. 5-4 one gecen Schiavone seti tamamlayamadi ve tiebreak oyununa gelindi. Sasirtici sekilde bu nihai oyunu 7-0 kazanan Li boylece ulkesinde milyarlari ayaga kaldirdi. 2002 de dunyada 120 numarayken universitede gazetecilik okumak uzere tenisi bir kac yil birakan ve sonra tekrar baslayan Li, bnoylece kendi deyimiyle "ruyalarini gerceklestirdi"...
Guclu rakibini kisa toplar, kesme vuruslar vee fileye cikmalaqrla bozmaya calisan Schiavone mactan sonra centlmence rakibini kutladi ve basin toplantisinda Li nin gucuyle bu finali ve turnuayi hakkettigini vurguladi.
Li ise kendisine sordugum "Isvecde Borg un 70 lerde baslattigi tenis devrimine benzer bir seyleri bu zaferinden sonra Cinde de gorebilirmiyiz"soruma "Cindeki tenis ortamindan ciddi bir patlamayla ncok iyi tenisciler cikabilecegini soyleyerek olumlu yanit verdi.
Bugun oynanacak tek erkekler finalinde, Turnuanin 2 numarali favorsi Sirp Djokovic i 4 sette yenen Isvicreli Federer le, Paris te 6. kere sampiyon olarak Isvecli Bjorn Borg un rekoruna ortak olmaya calisan Ispanyol nadal kozlarini paylasacaklar. Daha once 3 kez finalde karsilasan Nadal ve Federer in Paris maclari simdiye kadar hep genc ispanyol teniscinin galibiyetiyle sonuclandi. Bu sene cok formda olan ve Djokovic in 41 maclik yenilmezlik serisini durduran Federer, bu sefer maca favori ve dunya 1 numarasi olmamanin rahatligiyla baslayacak...

ILK CINLI GRAND SLAM SAMPIYONU NA LI.. / Bedri Baykam

Cinli sampiyon Na Li, finalde gecen yilin sampiyonu Italyan Francesca Schiavone yi yenerek sampiyon oldu. Boylece Cin, buyuk turnualar tarihinde ilk defa bir sampiyon cikarmis oldu.
Schiavone nin kendi sinirlarini asan hirsli kisiligi ve her an degistirip devreye sokabildigi birbirinden farkli vurus tekniklerine karsi, sukuneti ve geriden sonuca giden sert vuruslari ile sonuca giden Li, ilk sette kendi oyununu rakibine kabul ettirdi ve 6-4 kazandi. 2. sette Schiavone nin maca her zamanki gibi sonuna kadar asilan hirsiyla zorlanan Li, 4-3 ilerideyken kendi servisini kaybetti v eoyun esit duruma geldi. 5-4 one gecen Schiavone seti tamamlayamadi ve tiebreak oyununa gelindi. Sasirtici sekilde bu nihai oyunu 7-0 kazanan Li boylece ulkesinde milyarlari ayaga kaldirdi. 2002 de dunyada 120 numarayken universitede gazetecilik okumak uzere tenisi bir kac yil birakan ve sonra tekrar baslayan Li, bnoylece kendi deyimiyle "ruyalarini gerceklestirdi"...
Guclu rakibini kisa toplar, kesme vuruslar vee fileye cikmalaqrla bozmaya calisan Schiavone mactan sonra centlmence rakibini kutladi ve basin toplantisinda Li nin gucuyle bu finali ve turnuayi hakkettigini vurguladi.
Li ise kendisine sordugum "Isvecde Borg un 70 lerde baslattigi tenis devrimine benzer bir seyleri bu zaferinden sonra Cinde de gorebilirmiyiz"soruma "Cindeki tenis ortamindan ciddi bir patlamayla ncok iyi tenisciler cikabilecegini soyleyerek olumlu yanit verdi.
Bugun oynanacak tek erkekler finalinde, Turnuanin 2 numarali favorsi Sirp Djokovic i 4 sette yenen Isvicreli Federer le, Paris te 6. kere sampiyon olarak Isvecli Bjorn Borg un rekoruna ortak olmaya calisan Ispanyol nadal kozlarini paylasacaklar. Daha once 3 kez finalde karsilasan Nadal ve Federer in Paris maclari simdiye kadar hep genc ispanyol teniscinin galibiyetiyle sonuclandi. Bu sene cok formda olan ve Djokovic in 41 maclik yenilmezlik serisini durduran Federer, bu sefer maca favori ve dunya 1 numarasi olmamanin rahatligiyla baslayacak...

2 Haziran 2011 Perşembe

TEK KADINLARDA NA LI VE SCHIAVONE FINALDE... / Bedri Baykam

Roland-Garros'ta bugun oynanan Paris Acik tnis turnuasinda. rakipleriniu yenen Cinli Na Li ve Italyan Schiavone finale ciktilar.
Gunun ilk yari finalinde bu sene Avustralya Acik ta da finale cikmis olan Cinli Na Li, Fransiz seyircilerin gonlunun favorisi Rus Maria Sharapova' yi 6-4, 7-5 le gecerek finale kaldi. Turnuanin 6 numarali plasesi olan Li, Sharapova'nin adindan, tecrubesinden ve seyirci desteginden etkilenmeden mac boyu kendi sert vuruslara dayanan geri oyununu oynadi. Cok sakin bir makine disiplini ile oynayan Li, bu sene en iyi Paris turnuasini cikaran ve uzun zamandir ilk defa bir buyuk turnuada yari finale cikan Sharapova nin onunu keserken ulkesini ayaga kaldirdi. Li Paris te finale cikan ilk Cinli. Bu sene aldigi bir kararla esi yerine Michael Mortensen le antrenoru olarak anlasan 29 yasindaki oyuncu, asya kitasinin tarihteki en basarili 2. oyuncusu. ote yandan,Paris yari finali2009 da 9 ay suren uzun bir sakatlik doneminden sonra Sharapova nin ilk buyuk basarisi...
Gunun 2. macinda gecen yilin Sampiyonu Francesca Schiavone, fransizlarin buyuk umudu Marion Bartoli yi 6-3, 6-3 luk setlerle gecerken, tenisini basarma arzusu ve hirs uzerine kuran bir oyuncunun kapasitelerini nasil asabilecegini tekrar kanitliyordu. Iddiasiz fizigine ragmen, seytan tuyu tasiyan sempatik Schiavone, oyunu surekli olarak farkli vurus teknikleriyle zenginlestiren ve tenisini olumune seven bir tecrubeli oyuncu. 31 yasindaki Schiavone mactan sonra finalde de rakibinin yasinin yine ileri oldugunun hatirlatilmasina karsi "eskiden gencecik oyuncular lkazanirdi hep, simdi ise anlasilan sarap gibi iyui eskiyen tecrubeli oyuncular kazaniyor" seklinde esprili bir cevap verdi. Kendisine "50 italyan tum stadda nasil fransizlardan daha cok ses cikardi?" sorusunu sordugumda, Bartoliyi tutan fransizlari anlayisla karsiladigini ama cevresinde kendisini tesvik etmek icin bulunan Italyan arkadaslarindan cok haz aldigini anlatti.1.66 boyundaki Italyan raket, finalde cok formda bir Na Li yi yenmek icin %90 kapasite ile oynamak zorunda olacagini vurguladi...

TEK KADINLARDA NA LI VE SCHIAVONE FINALDE... / Bedri Baykam

Roland-Garros'ta bugun oynanan Paris Acik tnis turnuasinda. rakipleriniu yenen Cinli Na Li ve Italyan Schiavone finale ciktilar.
Gunun ilk yari finalinde bu sene Avustralya Acik ta da finale cikmis olan Cinli Na Li, Fransiz seyircilerin gonlunun favorisi Rus Maria Sharapova' yi 6-4, 7-5 le gecerek finale kaldi. Turnuanin 6 numarali plasesi olan Li, Sharapova'nin adindan, tecrubesinden ve seyirci desteginden etkilenmeden mac boyu kendi sert vuruslara dayanan geri oyununu oynadi. Cok sakin bir makine disiplini ile oynayan Li, bu sene en iyi Paris turnuasini cikaran ve uzun zamandir ilk defa bir buyuk turnuada yari finale cikan Sharapova nin onunu keserken ulkesini ayaga kaldirdi. Li Paris te finale cikan ilk Cinli. Bu sene aldigi bir kararla esi yerine Michael Mortensen le antrenoru olarak anlasan 29 yasindaki oyuncu, asya kitasinin tarihteki en basarili 2. oyuncusu. ote yandan,Paris yari finali2009 da 9 ay suren uzun bir sakatlik doneminden sonra Sharapova nin ilk buyuk basarisi...
Gunun 2. macinda gecen yilin Sampiyonu Francesca Schiavone, fransizlarin buyuk umudu Marion Bartoli yi 6-3, 6-3 luk setlerle gecerken, tenisini basarma arzusu ve hirs uzerine kuran bir oyuncunun kapasitelerini nasil asabilecegini tekrar kanitliyordu. Iddiasiz fizigine ragmen, seytan tuyu tasiyan sempatik Schiavone, oyunu surekli olarak farkli vurus teknikleriyle zenginlestiren ve tenisini olumune seven bir tecrubeli oyuncu. 31 yasindaki Schiavone mactan sonra finalde de rakibinin yasinin yine ileri oldugunun hatirlatilmasina karsi "eskiden gencecik oyuncular lkazanirdi hep, simdi ise anlasilan sarap gibi iyui eskiyen tecrubeli oyuncular kazaniyor" seklinde esprili bir cevap verdi. Kendisine "50 italyan tum stadda nasil fransizlardan daha cok ses cikardi?" sorusunu sordugumda, Bartoliyi tutan fransizlari anlayisla karsiladigini ama cevresinde kendisini tesvik etmek icin bulunan Italyan arkadaslarindan cok haz aldigini anlatti.1.66 boyundaki Italyan raket, finalde cok formda bir Na Li yi yenmek icin %90 kapasite ile oynamak zorunda olacagini vurguladi...