23 Haziran 2017 Cuma

138. MADDE HARFİYEN UYGULANSA BAKIN NE SÜRPRİZLER YAŞANIRDI! |Bedri Baykam | 22.06.2017


HADİ BUYURUN, HASAN TATLI KADAR YÜRÜYÜN!
Lafı dolaştırıp uzatmaya gerek yok. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu tebrik ediyorum. 400-500 kilometre yürümek her babayiğidin harcı değildir. Herkes bundan söz edebilir, veya şehir içi bir günlük uzun bir mesafe yürüyebilir. Ama yollara düşüp ADALET isteyerek bu disiplinle belki 3,5 hafta veya daha fazla sürecek bir yürüyüşe başlamak için, başka düzeyde bir kararlılık ve içsel güç lazım. Kılıçdaroğlu, ciddi olarak alkışlanması gereken bir hamle yaptı. CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasıyla bardağın taşıp, her şeyin sapır sapır dökülmeye başladığı noktada, bu eylemi devreye soktu. Her şeyin biriktikçe birikmeye ve iktidarın güç sarhoşluğu içinde muhalif her kişi ve kavramı aynı sepete atmaya başladığı bir süreçte DANKS diye başlattı bu yürüyüşü. Herkes Kılıçdaroğlu’nu “miting yapmıyor” diye eleştirirken o birden en spontan kararla “Hadi Türkiye sahaya, yollara!” dedi! Grup toplantıları ve MYK toplantılarının da yollarda gerçekleştirilmesi ise tam bir demokratik seferberlik havası yansıtıyor ve etkili oluyor!

Şimdi herkes illa bir kılçık arayacak ya? Efendim, Berberoğlu da zaten kimmiş, yürüyüşe kaç kişi katılmış neden daha fazla insan yokmuş, hedefe böyle mi varılacakmış! Her kafadan bir ses çıkıyor, ağzı olan konuşuyor! Ben de onlara diyorum ki, “Sizin içinizden geçtiği kadar çok kişi katılmıyormuş ya? Buyurun ailece hep beraber, çoluk çocuk siz de yollara düşün, niye uzaktan eleştiriyorsunuz veya laf atıyorsunuz? Kendini dokunulmazlığı olan ulvi süper zekalardan biri zannederek laf sokmaya çalışmak kolay. Hadi buyurun gidin 10 km yürüyerek başlayın, olayın boyutlarını ve ‘Hanya’yı Konya’yı’ anlamak için...
Bu heyecanı yüreğinde hissetmeyen, açığı kendinde arasın!
Fransa’da dev bir siyasi doğuma ve sürprize imza atarak iktidarı toptan ele geçiren yeni lider Macron’un da hareketinin adı “En Marche”, yani yürüyüşte/hareket halinde... Kılıçdaroğlu ise yürüyüşü bizzat kendisi yapıp fiiliyata geçiriyor. Birçok duyarlı insan bu yürüyüşe değişik etaplarında katılıyorlar: Altan Öymen, Nasuh Mahruki, Ataol Behramoğlu, Melike Demirağ, Zülfü Livaneli, Genco Erkal, Dostlar Tiyatrosu ekibi, Emre Kongar, Tevfik Kızgınkaya, Ergenekon-Balyoz mağdurları, Sunay Akın, Metin Uca, Somalı aileler, Yılmaz Büyükerşen, tüm CHP Milletvekilleri ve sayısız mert demokrasi neferi bu uzun serüvene fiili destek verdiler yollarda... Adı hiçbir zaman buralara sığmayacak olan ünlü ve ünsüz tüm katılımcıları candan kutluyorum. Ve tabii devrim şehidi olarak gördüğüm, bu demokrasi ve adalet arayışı yürüyüşünde ölen değerli ebedi genç Hasan Tatlı’ya mekanı cennet olsun diyorum ve aziz hatırası önünde eğiliyorum. Neden mi şehit diyorum? Gayet basit... Bu Cumhuriyet devrimleri ve demokrasi karşıtı gidişat hızlanmasa, 69 yaşında ne işi vardı yollarda Tatlı’nın? Ama o gelecek kuşakları korumak için kendini feda etmeyi tercih etti, sağlık limitlerini göz göre göre zorladı.

138. MADDE NASIL İHLAL EDİLİRMİŞ, BUYURUN GÖRÜN!
Pazartesi günü, Başkanı olduğum UPSD Galerisi’nde, derneğimiz ve İstanbul Barosu’nun beraber yaptığı Dünya Sanat Günü etkinliğinin sonucu olan çok ilginç serginin açılışı vardı. Maltepe Çocuk Cezaevi ve Ümraniye Çocuk Eğitim Merkezi'nde çocuklarla beraber yaptığımız stüdyo çalışmasında ürettikleri resimleri sergiledik! Çok güzel bir açılıştı. İstanbul Barosu başkanı sevgili Mehmet Durakoğlu da açılışa katıldı, keşke resimlerin sahipleri de aramızda olsaydı! Belki gelecek sefer bunu da başarırız. Asıl söylemek istediğim şu, orada Durakoğlu’na sordum, acaba yanılıyor muyum dedim: Cumhurbaşkanlığı yürüyüşe katılacak olanları açık açık 138. madde ile tehdit ediyordu. Ben de Durakoğlu’na dedim ki: “Cumhurbaşkanı bunu yaparak açıkça 138. maddeyi kendisi ihlal etmiş oluyor öyle değil mi?” dedim. Ne diyordu 138. madde?
Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Durakoğlu, üst düzey bir hukukçu olarak tamamen aynı fikirdeydi, “haklısın” dedi. Demek ki hiç kimse, “hiçbir organ, makam, mahkemelere tavsiye ve telkinde bulunamaz”mış! Tabii ki Cumhurbaşkanlığı makamı da buna dahil! İyi ki hatırlattı bunu sayın Cumhurbaşkanı, ne kadar teşekkür etsek azdır. Böylece bu konuda hiçbir şey yapamayacağını ve yargıyı yönlendirmeye hakkı olmadığını herkese bir defa daha en net bir dille göstermiş oldu! Artık bu saatten sonra zaten doğal olarak yürüyüş haklarını kullanan Kılıçdaroğlu ve ona destek veren sayısız vatandaş hakkında şu ya da bu yanlış yorumla soruşturma açmayı düşünen bir savcı varsa, o bile artık zor kımıldar! Çünkü bunu yaparsa, Cumhurbaşkanı’nı zor duruma düşürmüş olur! Açık açık yapılan yönlendirme, doğrudan sepete kendiliğinden düşmüş olur ve sonra savcılar bu kanıtla işlem yapmak durumunda kalırlar, maazallah!
CHP ve iktidar-Cumhurbaşkanı hattında bu polemik başladıktan sonra, CHP’nin çıkardığı belgelere bile gerek yoktu! Cumhurbaşkanı zaten artık yargının tüm atamalarından sorumlu noktada olduğu için, o verdiği demeç bile 138. madde ihlali olarak yeter de artar bile! Beştepe’den gelen açıklama ise çok zayıf: Bunlar telkin değil, ihbarmış! Devletin en üst organları zaten yargı mensuplarının geleceğini belirleyen noktadalar! Onların “ihbar” etmelerinin telkinden ne kadar farkı olduğunu günümüz Türkiyesi’nde biri çıkıp bana anlatsın lütfen! İşin bir diğer ilginç tarafı, başta Nagehan Alçı olmak üzere, son dönemlerde yargının yaptığı hatalara katlanamadıklarını söyleyen iktidar yanlısı isimlerin durumuydu... Bir an geliyor, “yargı bağımlılığı” düzeyi (!), artık yandaşlara bile ağır geliyor! Düşünüyorum da, “acaba bizler mi anlamıyoruz yeni durumları?”... Hani yargı bağımsız ve tarafsız olacaktı ya? “Acaba biz mi önyargılarımız yüzünden göremiyoruz aslında yargıda her şeyin mükemmele koştuğunu?” diyorum kendi kendime aynaya bakıp...

ERGENEKON SAVCILARININ YÖNTEM FOTOKOPİLERİ
Sözcü Türkiye’nin en muhalif gazetesi. FETÖ ile yıllardır hepimiz gibi en büyük mücadeleyi verenler arasında en önemli kurum. Burak Akbay, onun yalnız gazetecilik yapan patronu. Bir bakıyoruz ki, tüm oklar ona çevrilmiş, olmadık şekilde kendisi FETÖ koruyucusu ilan edilmiş! Hem de hangi gün saldırı yapılmıştı, onu da sakın hiçbir zaman unutmayın: 19 Mayıs! Bu tam gerçek niyetin itirafı oluyor! Mantık akılları sıra Cumhuriyetçilere gözdağı vermek! Ben de onlara Allah akıl fikir versin diyorum! Atatürkçüleri korkutamazsınız!
Ortada hiçbir mantık veya bağlantı yok. Günlerdir izlediğiniz bilgileri tekrar etmeyeyim! Gökmen Ulu ve Mediha Olgun’un durumu da ortada! Söylenebilecek tek şey var: Sözcü kumpasını hazırlayanların, hayal gücü hiç yok! FETÖcülerin affedilmez taktiklerini, yani “kes-yapıştır/uysa da koy, uymasa da” şablon olarak aynen almışlar! Peki hiç akıllarına getiriyorlar mı acaba, bu yöntemle tarihi dolandırmaya çalışan, başta Zekeriya Öz olmak üzere, tüm sözde savcılar, yargıçlar ve emniyet mensupları şu anda ya içerdeler ya da bir delikte saklanıp, kara kara akibetlerini düşünüyorlar! Açlık grevi yapan akademisyenler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya bir şey olursa bunun bedelini en başta kim ödeyecek? Çünkü artık sınırdalar...

KOMEDİ ÖTESİ YORUMLAR
Kılıçdaroğlu “yürüyüşün etnik-siyasi-ideolojik-inanç temelinde herhangi bir kimliği yoktur” derken, gerçekten bu adalet arayışını CHP’nin ötesinde tüm partilere ve tüm vatandaşlara açan bir liderliği öne çıkarmayı başardı. Maalesef onun her lafına bir kulp bulmaya çalışan sözde muhalif, sözde Cumhuriyet’e bağlı kimi odaklar, Türk solunun en ölümcül, en eski bölünme/bölme hastalığının yeni izlerini yayarak tarihe gaflarıyla kalmış oluyorlar! Gün ayrılıklarımızı, potansiyel kavgalarımızı öne çıkarma günü değil. Gün demokrasiyi toptan gömmeye çalışanlara karşı güç birliği içinde ifade özgürlüğünü, yargı bağımsızlığını, Atatürk devrimlerini, demokrasiyi savunma günü!
Yaratılan çağdışı havayı hafifletmek için midir, orasını bilemem. Bir yandan Binali Yıldırım “niye yürüyorlar, hızlı trene binsinler” diyor, diğer yandan kralın has adamı Bahçeli “akılsız başın cezasını ayaklar çeker” diyerek zirveye gözünü kırpıp reveransını vermiş oluyor! Bu arada Osman Baydemir’in Cemevleri hakkındaki çıkışını “laikliğe aykırı” bulan yargı, bu konudaki beklenilmedik çıkışıyla göz kamaştırıyor! Umuyorum ki mesela Milli Eğitim’de gördüğümüz laiklik ve Atatürk devrimlerinden sapmalar konusunda da benzer bir ivedi hassasiyet gösterecekler!
Diğer bir kahkaha konusu, FETÖ’nün siyasi kanadını yok saymaya kalkışan değerli “girişimciler”in acıklı durumu! Her gün bu münasebetsiz sosyal medyada önleyemedikleri şekilde yayınlanan kendi videolarından kaçanlar, sağda solda, 60 yıllık sahte CHP makbuzlarının yardımıyla dışarıda saadetlerini ve “siyasi kanadı” arıyorlar (!) Bu arada bizlerin her an binlerce makalede deşifre ettiğimiz, bir çok Genel Kurmay Başkanı’nın sayısız defa deşifre ettiği büyük FETÖ kumpasını “17/25 olayına kadar göremedik/anlayamadık” diyen akıl almaz derecede şatafatlı, yüksek rütbeli (!) kocaaa bir kitle de var! İşte onlar dahil herkese hatırlatıyor Kılıçdaroğlu, “herkesin bir gün Adalete ihtiyacı olacak”...

GÜNEŞ UFUKTAN ŞİMDİ DOĞAR...
Kılıçdaroğlu ısrarla, kararlılıkla yürüyor... “Güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar” diyerek halka güven veriyor, umut veriyor. Bu yolun tamamını gören ve yürüyen yalnız o var! Her birimiz o etapların birine veya bazılarına katılan destekçiler oluyoruz. Ama tablonun bütününü gören bir tek o! Kılıçdaroğlu’nu bazen saf, bazen pasif gören çok kişi oldu. Benim de kendisini çok eleştirdiğim zamanları bilirsiniz. Ama şapka çıkarmayı da bilmek lazım! Bu eylemin Türk demokrasisine yaptığı gençlik aşısı, her zerresiyle ortada!


13 Haziran 2017 Salı

NADAL PARİS’TE 10. ZAFERİNDE REKORLARA DOYAMADI | Bedri Baykam | 12.06.2017

2017 Roland-Garros’da fazla sürpriz olmamıştı. Raonic’in erken vedası, Djokovic’in Thiem’e 3-0 yenilmesi, bir iki haftayı izleyen tenis severleri fazla tatmin etmemişti. Bu nedenle herkesin büyük beklentileri vardı tek erkek finalinden. Wawrinka’nın başka bir düzeye geçip Slam turnuaları kazanmaya başladığı 2014 ve sonrası maçlara baksak, aralarındaki 6 maçın 3’ünü Wavrinka, 3’ünü Nadal almıştı. “Neden olmasın?” diyordu herkes, bu tekrarlanabilirdi! Ben dahil basın tribününde neredeyse herkes, içinden Nadal’ın kazanacağını tahmin edebiliyor, ama olağanüstü bir maç görmek umuduyla yine aklına o arada parlayan büyük Wawrinka’yı getirip umutlarını yükseltebiliyordu. En azından 5 setlik bir rüya final vardı insanların aklında!
 
CANAVARI SOFRASINDA SEYRETTİK
Ama öyle olmadı. Burada daha önce kazandığı 9 Roland Garros’un 8’inde Nadal’ı canlı izleme şansı bulmuş olan biri olarak söyleyebilirim ki, bu yıl İspanyol tenisçi herhalde tüm geçmiş zamanların da ötesinde, formunun gerçekten en üst zirvesindeydi. Finale gelene kadar tek set kaybetmeyen ve rakiplerine yalnız 29 oyun veren Nadal, bu yıl sanki her maçta her puanı almak üzere kurgulanmış bir canavardı. Dünkü finalin son puanında, kortun ortalarında olmadık bir yerde, “no man’s land” denilen bölgeye yakın bir yerlerde yakalanan Wawrinka, biraz sıkıntı içinde olmadık derecede saçma bir vuruşa kalkışınca, maç bitiverdi ve Nadal’ın o müthiş yeni rekoruna ulaştığı belli oldu. İspanyol tenisçi kendini neredeyse istisnasız her sefer yaptığı gibi yerlere bırakırken, tüm Roland Garros stadı ayağa kalkıp kendisini alkışlara boğdu. Ama bunun bir heyecanı filan da pek kalmamıştı. Konu daha çok saygı ve “adama hakkını vermek”ti. Ortada gidip gelen bir maç, riske giren bir şampiyonluk olmamıştı. Bizler yalnız toprak kort canavarının yine rakiplerini üst üste afiyetle yemesinin canlı tanığı olmuş olmakla övünebilirdik! Nadal, yıllardır o sahada sanki kendi yarattığı “kişiye özel” bir tenis oynuyordu. O Paris’in Philippe Chatrier santrkortu, onun için kendi evinin salonundan daha tanıdık bir yerdi.
Maçta para atışını kazanan Nadal servisi seçti. İlk sette 2/2’ye kadar süren eşitlik, o andan itibaren bozulmaya başladı. Wawrinka, 2 forehand, 2 de backhand doğrudan hatayla kendi servisini kolayca bıraktıktan sonra Nadal oyunda ağırlığını daha da hissettirmeye başladı. Rakibinin kolayca verdiği sayılara kendi hazırladığı puanlarla yanıt vererek seti 6/2 ile kapattı. Yalnız ikinci set, en azından skor olarak bir final maçı gidişatına en kolay benzeyebilecek olandı. Bu sette, Wawrinka kullandığı ilk servis oyununu kaybedince, Nadal yalnız 3 puan kaybederek 3/0 öne geçti. Setin geri kalan oyunlarında -nasıl olduysa- Wawrinka servisine tutunmayı başardı. Kolayca, hiçbirini uzatmadan Nadal bu seti de 6/3 önde bitirdi. 3. set için hala bir nebze ümit taşıyan seyirci şayet var idi ise, onlar da giriş oyununda Wawrinka’nın yine servis kırdırdığını görüp kendi alevlerini söndürdüler. İsviçreli tenisçi servis kullandığı 2. oyunu kazandıktan ve Nadal durumu 3/1 yaptıktan sonra, tribünler maçın nabzını yansıtan trajik bir anekdota sahne oldular: Maça acaba en azından teoride bile olması gereken heyecanı bir Meksika dalgası deneyerek bir nevi yapay “kolajla” enjekte etmeye çalışan bir kaç yüz tenis sever, kimsenin bu ruh çağırma seansına destek vermediğini görüp, bu sevdadan o noktada vazgeçtiler. Zaten hızlandırılmış bir cenaze marşı havasında süren maçın bir sonraki oyununda Wawrinka son alkış alacak sayısını bir vole ile aldı ve top oynanmaya devam ederken, adeta beyni ve kimliğiyle maça oracıkta veda etti. Maçın geri kalan kısmı, Nadal’ın bilmem kaçıncı yüzyılda bile bir daha herhalde kırılamayacak 10. Roland-Garros şampiyonluğuna koşuşunun son sayılarıydı.
 
 
BÖYLE BİR İNFAZIN ANALİZİ OLUR MU?
Maç puanını size yukarıda anlatmıştım. Bu maçın analizini sizlere rahat yapabilmek amacıyla tüm istatistikleri, ekranda verilenden daha detaylı biçimde kendim tuttum. Fakat bu kadar tek yönlü infaz şeklinde geçen müsabakanın da, derin analizi nasıl yapılır, inanın ben de bilemiyorum. Notlarıma baktığımda, esas gördüğüm, Wawrinka’nın yaptığı 32 civarında basit hata ki, bunların üçte ikisini forehandiyle yaptı. Nadal’ın yaptığı basit hata sayısı, çok daha aşağılarda, rakibinin yarısından biraz daha az! Maçta atılan “ace” servis sayısının tek elin parmağında kalması da, kuru bir tablo yansıtıyor! İki tenisçinin vurdukları doğrudan kazanılan puanlarda, forehandde her şeye rağmen eşitlik varsa, backhandlerde, Nadal neredeyse iki misine ulaşmış. Her iki tenisçinin ister vole, ister smaç, filede kazandıkları TOPLAM sayı, tüm maç için 8! (Aralarında 4-4) (Bu maçı Federer oynasa, bu rakam toprakta bile ne hale gelirdi bir düşünün!). Uzun lafın kısası, bu maçta istatistikler fazlasıyla ortada. Wawrinka, onu “dünyanın en sevdiği zirve oyuncuları” arasına sokan özellikleri, pek kullanamamış! Toprakta “dokunulmaz” günlerinde başkalarını da bu duruma düşürdüğünü hatırlayıp fazla haksızlık yapmayalım Wawrinka’ya: Mesela 2008’de, aynı santrkortta seyrettiğimiz finalde, koca Federer daha kötü bir skorla 6/1, 6/3, 6/0 yenilmişti. Zaten geriye baktığımızda, 10 zaferin 4’ü, İsviçreli’yle oynanan ve hepsini kazandığı finallerde gelmişti. Onların da en çekişmelisi, 2011 finaliydi.
 
MAÇ SONRASI BASIN TOPLANTISI
Dünkü maç sonrası basın toplantılarında, Finalden önce düşündüklerini sahaya neden yansıtamadığını sorduğumda Wawrinka gerçekten hayatının en iyi oyununa yükselen “Toprak kort ağası” rakibine dur demeye çalışmanın zorluğundan, hatta imkansızlığından söz etti. En iyi tenisini oynamaktan uzak kaldığını kabul etti ve bu kadar formda olduğu zaman, Nadal’ın her zerresiyle oyunu yönlendirdiğinden söz etti. Diğer sorularda ise maça giremeyişinin, Murray’le oynadığı 5 setin yorgunluğu olduğu bahanesini kullanmayı ret etti Wavrinka. Fizik olarak kendisini çok iyi hissettiğini ancak mental olarak o maça çıkmanın zorluğunu yaşadığını itiraf etti. Daha önce Roland Garros’u kazanmış olmasının, her şeye karşın göreceli olarak bu kötü günden sonra bile “dünyanın sonu değil ya” diyebilmesini mümkün kıldığını söyledi. Finalde karşınızdaki Nadal beklediğiniz gibi miydi?” sorusuna yanıtı ise, kendisinden beklenen samimiyet ve açıklıktaydı: “Evet buldum. Yılın en başından beri, ister Avustralya’da, ister başka sahalarda, ister toprakta, inanılmaz bir seviyede, agresif bir tenis oynayan, en yüksek seviyedeki bir Rafa’ydı bu”.
Nadal’a sorulan da, nasıl hayatının en iyi tenisini bugünlerde oynadığı ile ilgili yorumlardı. “İki haftadır çok formdayım, iyi oynadığınız zaman, agresif de zaten olabiliyorsunuz. Evet Roland Garros çok önemli, diğer slam turnuaları da öyle, ama bu turda oynayan ve bu turnuaları değil, bir çok başka turnuayı oynayan ve kazanan insanlar da var, onlara da saygı göstermek lazım. Benim için de mesela Barcelona’da, Madrid’de kendi seyircimin önünde oynadığım maçlar da önemli”.
 
SODERLING FACİASI, 2009
Sonra, kendisine şu soruyu yönelttim: “Bugün hayatının en güzel günü olabilir burada, Roland Garros’da 10. zaferini kutluyorsun. Peki bu stadda geçirdiğin en zor günün, 2009’da Soderling’e kaybettiğin maç günü yaşadıkların değil miydi?”. Nadal biraz duraksadı. Biraz derinlere girmek zorunda kalacaktı. Biraz sözü çevirmeye çalıştı “Geçen yıl, (sakatlandığı için, 3. turdan önce sahadan çekilmişti) da çok zordu, ondan önceki yıllar da. Ama Soderling’e aldığım mağlubiyet, evet, zordu. 2015’ten daha zordu” (2015’te de çeyrek finalde Djokovic’e yenilmişti). Dolaylı olarak Nadal bu onayı vermiş olsa da, bu noktayı biraz açmak lazım: 2009’da burada formunun zirvesinde bir Soderling’e 4 sette yenilirken, hayatının en ağır travmasını yaşamıştı Nadal. Bu bir çok rekora aynı anda veda etmesi anlamına geliyordu. En başta “Roland Garros yenilmezi” ünvanıydı bu. Aynı zamanda ilk defa bir rakibi, onu 5 set üzerinden oynanan bir toprak saha maçında yenmiş oluyordu. O gün, bu iki rekoru geride bırakmanın ötesinde, Nadal sahada dağılmış, dayak yiyen lise talebesi konumuna itilmişti. Her noktada rakibini sürklase etmişti Soderling. Maçtan sonra Nadal perişan haldeydi, basın salonunun girişinde bir sandalyeye çökmüştü. Korumalar çekmeme izin vermemişlerdi 2009 Haziranı’nda o tarihi kareyi. Halbuki “nereden nereye” desek bile, bugün Nadal’ın tarihinde unutulmaz bir yeri olurdu, o alınan ders fotoğrafının… Ama Nadal o mağlubiyetin, daha ilerde, 2015’te çeyrek finalde yaşayacağı Djokovic mağlubiyetinden daha ağır olduğunu kabul etti Nadal… Hatta şöyle söyleyeyim: Soderling ona bir çeşit aşı yapmıştı. O nedenle Novak’tan gelen mağlubiyet, onu o kadar sarsmadı. Ama Soderling’den gelen mağlubiyet, aşısız ve en beklenilmedik anda, kendini o santrkortta “yenilmez” sandığı bir dönemde gelmişti. O ana kadar, Nadal için Roland Garros santrkortu Fenerbahçe’nin “Burası Kadıköy, buradan çıkış yok” sloganındaki gibi bir yeri temsil ediyordu. O beklenilmedik mağlubiyet, dünkü 10. zafere giden yolda Nadal’ın kendisine çeki-düzen vermesini sağlayan travmaydı. İsveçli tenisçi, bir iki yıl sonra, yaşadığı ağır sakatlıklar yüzünden tenisi erken bırakmak zorunda kalmıştı. Ama Nadal o maçtan bir ders çıkardı: Burada kendini rehavete sokabileceği hiçbir maç olmayacağını, bedelini ödeyerek öğrenmiş oldu.
 
 
AKLI ARTIK WIMBLEDON’DA
Nadal’ın bugününe dönersek de, bu –dünyanın en zor turnuasında- bu inanılmaz başarı serisini elde eden adama şapka çıkartalım! Aldığı 2,1 milyon Euro’yu da ayrıca kutlayalım. Ondaki azim, konsantrasyon, çalışkanlık, dünyada az sayıda sporcu, sanatçı veya farklı disiplinden insana nasip olan bir işine yoğunlaşmayı kanıtlıyor. Dünya bu galibiyetin yankıları ile uğraşırken, o şimdiden Wimbledon kalesini nasıl kuşatacağının ince hesaplarını yapıyor…

11 Haziran 2017 Pazar

OSTAPENKO: PARİS’TE PERİ MASALI ŞAMPİYONU! | Bedri Baykam | 10.06.2017


Bazen teniste bir peri masalı gerçekleşir. Bazen 32 seri başından biri olmayan, mesela Letonya’nın dünya sıralamasındaki 47 numarası, ömründe ilk defa katıldığı Roland-Garros turnuasında sırayla karşısına çıkan herkesi yener. Tsurenko, Stosur, Wozniacki, Bacsinszky ve finalde 3 numaralı seri başı Halep’i yenerek şampiyon oluverir! Ve düşünün ki bu 20 yıl önce Brezilyalı Gustavo Kuerten’den beri seri başı olmayan bir tenisçinin ilk zaferidir. Letonya’nın Paris’te ilk şampiyonluğudur. Bu peri masalı, şöyle bir tesadüfe de tanıklık eder: 1997’de Kuerten’in kazandığı gün doğmuştur Jelena Ostapenko, 8 Haziran 1997!
Gördüğünüz gibi bazen şampiyonluk hikayelerinin alt yazısını, tarih önceden yazmıştır. Size de okumak düşer...
Simona Halep ise, kendi ekibi ve Romen taraftarların sürekli desteğine rağmen, 2014’de Sharapova’ya karşı da limitte kaybettiği şampiyonluk fırsatını yine kapının ucunda teperek, eve mağlup dönmek, umuda biletlerini ertelemek zorunda kaldı!
Şayet bu finali kazansa, Alman Kerber’in yerine dünya 1 numara olacak olan, yıllardır adını duyduğumuz, büyük maçlarını izlediğimiz Simona Halep’in bu şampiyonluğa genç rakibinden çok daha fazla ihtiyacı vardı. Çünkü bir daha Serena Williams ve Sharapova’nın aynı anda oynamayacakları bir Roland-Garros’a denk gelmek, zorlu rakipleri teker teker yenmek çok zor olacaktır.
Maçın ilk seti, büyük bir çekişme ile başladı: Şöyle ki, iki tenisçi üst üste durmadan birbirlerinin servisini alarak oyunu sürdürdüler. İlk setten gördüğümüz tablo ve akış, zaten neredeyse tüm maçın rengini belli edecektir: Aynen dün Murray karşısında izlediğimiz Wawrinka gibi, Ostapenko da, sert vuruşlarıyla, sürekli doğrudan “winner” puan arayışlarıyla maçın ritmini elinde tutacaktır. İlk seti bu servis git-gelinden sonra Halep alabildiyse, rakibinin 23 basit hatasına karşı kendisinin yalnız 2 basit hata yapmış olmasındandır. Ama sonuç buna rağmen bu kadar başabaş bir set skoruysa, bunun nedeni de Ostepeko’nun yaptığı hata kadar aldığı direkt puanlardır.
Bu kadar kararlı ve agresif bir oyuna rağmen ilk seti kaybeden Ostapenko, ikinci sete de iyi başlayamadı. İlk oyunda 0-40’ı yakalamasına rağmen rakibinin servisini kıramadıktan sonra, uzun süren ikinci oyunda Halep’in onun servisini elde ettiği üçüncü şansta kırmasına mani olamadı. 3. oyunda Halep 40-0 ilerdeyken jest yaparak rakibine bir puanı centilmence verdi. Bunun bedeli az daha çok pahalı olacaktı. Ama Romanyalı tenisçi puanlar eşitlendikten sonra harika bir forehand ve rakibinin fileye taktığı bir backhandle 3/0’ı yakaladı. İşte ondan sonra maçın tartışılmaz kırılma noktası olacak oyun oynandı. Ostapenko, 3 kere daha bu oyunda da servisini yeniden kaybetme riskini yaşadı. Halep bunlardan birini değerlendirse 4/0’ı yakalayacaktı. Ancak 3/1’i bulan Ostapenko oldu.
Ostapenko bunun hemen ardından Halep’in bir forehandi dışarı atmasıyla rakibinin servisini kırdı ve hemen ardından tekrar 15-40 geriye düşmesine rağmen kendi servisini kazanıp skora denge getirdi: 3/3
Bunun ardından Halep 15-40’tan eşitliği yakalamasına rağmen, yine servisini kaybetti. Bunun hemen ardından, bu sefer servisini kaybeden Ostapenko olunca skora yine denge geldi. Bu setin son iki oyununda rüzgar gibi esen Ostapenko, önce Halep’in servisini yine kırdı ardından kendi servisinde mükemmel bir düz vuruşla ikinci seti 6/4 almayı başardı. Maçın son seti artık telafisi olmayan dakikaların habercisiydi. Halep, 2/1 öne geçerken üst üste vurduğu mükemmel forehandlerle maça ağırlığını koymaya çalıştı. Bunun ardından Ostapenko’nun hatalarını değerlendirip rakibinin de servisini kırınca, son sette Halep 3/1 öne geçti. Tam Romen tenisçi tecrübesiyle maçı kazanıyor derken Ostapenko iki zorlu oyunu kazanıp skora denge getirdi. Bunun ardından filenin ve şansın da yardımıyla Halep’in servisini bir defa daha kıran Ostapenko, daha sonra maçın son puanına kadar inisiyatifi elden bırakmadı ve 54 doğrudan sayıyla ve bir o kadar basit hatayla oynadığı maçı inanılmaz şekilde galip bitirerek Paris’i ve tenis dünyasını kendisine hayran bıraktı. Maç boyunca her iki tenisçinin neredeyse sürekli olarak servis kaybetmelerinin nedeni, hem zıpkın gibi birer servise sahip olmamaları, hem de her ikisinin de güçlü geri vuruşlarla, rakibinin servisini avantajlarına çevirmeyi başarmalarıyla mümkün olabildi.
Mahallede saklambaç oyunundan sütlü muhallebi kazanmış afacan bir çocuğa benzeyen Ostapenko, 2 milyon Euro’yu kazanç hanesine yazarken, “1 milyon Eurocuk” ile yetinen Halep’e karşı kupa töreninde (aynen rakibi gibi) son derece centilmen sözler söylemeyi ihmal etmedi. 50 yıl öncesinin şampiyonu Francoise Durr’ün, Fransız Tenis Federasyonu başkanı Giudicelli ile beraber verdiği şampiyonluk kupasının töreninden sonra heyecan Pazar günü oynanacak tek erkekler finaline döndü!


10 Haziran 2017 Cumartesi

PARİS'TE DÜNYA BİR NUMARASI MURRAY ELENDİ! FİNALİN ADI: WAVRİNKA-NADAL... | Bedri Baykam | 09.06.2017


Paris bugün nefesini tutmuş olarak iki büyük yarı final izledi.
İlkinde Federer'in takım arkadaşı İsviçreli Wawrinka, dünya bir numarası Andy Murray'i 5 sette 6/7, 6/3, 5/7, 7/6, 6/0 yenerek eledi. İkincisinde ise, toprak kort ustası Nadal, Paris 2017'nin flaş ismi Avusturyalı Dominic Thiem'i 6/3, 6/4, 6/0 ile dağıttı.
Günün ilk maçında bir numaralı seri başı İngiliz Murray, 2015 yılının şampiyonu 3 numaralı seri başı Stan Wavrinka ile oynadı.
Maçın ilk setine hızlı başlayan Wavrinka, 4/3 öndeyken rakibinin servisini nefis bir forehand ile kırdı ve 5/3 öne geçti. Bunun arkasından servis kırma sırası Murray'deydi. Wawrinka üstüste kolay forehand hatalar yapmaya başladı. Britanyalı ardından kendi servisini de alarak durumu 5/5’e getirdi. Tie-break oyununda bir vole düellosuyla 6/5 öne geçip merkez kort seyircisini kendi lehine ayağa kalkmaya teşvik eden ve bunu başaran Wawrinka, buna rağmen kolay bir backhandi fileye takarak bu fırsatı kaçırdı. Ardından savunma becerileriyle dikkat çeken Murray önce harika bir lop attı, ardından da Wavrinka bir forehand winner denemesini kaçırıp seti 7/6 rakibine bıraktı.
2. setin başında daha farklı bir Murray vardı sahada. Daha sabırlı oynayan ve uzun toplarla kısaları sürekli farklı şekillerde kullanan bir Murray... Ayrıca Wavrinka, basit hatalarda Murray'e kıyasla forehand'de üç, backhand’de 2 misli daha yüksek rakamlara ulaşarak puan kaybediyordu. 2/2’de Wavrinka nefis bir backhand passing shotla rakibinin servisini kırma puanı elde etti. Ama Murray güzel bir servis ve iki harika forehand'le 3/2 öne geçti. İşte o skordan sonra, ilginç bir maç ortası süreci yaşanmaya başlandı. Wavrinka'nın o andan itibaren üst üste 7 oyun alacağını kimse tahmin edemezdi. 5/3’de servis Murray'deyken, onun 2. topuna harika bir forehand "gömen" Wavrinka seti 6/3 kapamayı başardı, setleri 1-1’e getirdi.
Üçüncü sette 3/0’a kadar aynı momentumu koruyan Wawrinka'ya karşı, Murray nihayet kendi servisini aldı ve hemen akabinde rakibininkini kırdı. Murray kendi servisini kazandıktan sonra Wavrinka onun servisini kırarak skoru 4/2 yaptı. Fakat Murray skoru 4/4’e taşımayı başardı. Wavrinka kendi servisinde 15/40 geriye düştükten sonra 5/4 öne geçmeyi başardı ve ardından Murray kendi servisiyle skora yine denge getirdi: 5/5. Ardından rakibinin servisini bu sefer puan vermeden alan Murray, kendi servisinde de Wawrinka'ya şans tanımadı ve 0/3 geride başladığı 3. seti 7/5 kazanmayı başardı: 2-1.
Büyük bir çekişme ve güzel çarpıcı jeneriklik puanlarla geçen 4. sette, 3. setin tersine herkes kendi servisini korumayı bildi. Tie-break oyununda, Murray'in hatalarından istifade ederek skoru 6-3’e getiren Wavrinka, aynen 2. sette olduğu gibi rakibinin sol korta olan servisinde  çevrilmez bir forehand çakarak tie-break'i 7-3 kapadı ve setlere eşitlik getirdi: 2-2.
Sonra 5. sette beklenilmeyen bir şey oldu. Birden o çelik iradeli inatçı Murray, bizleri hırsıyla usandıran Murray, sanki maçtan çıkıverdi: 5. setin girişinde servisini kaybeden Büyük Britanyalı, ardından 2 kere daha servisini kırdırdı ve 5/0 geriye düştü. O noktada sembolik bir “şeref oyunu” alan Murray 5. seti 6/1, maçı 3-2 kaybederken, Wawrinka böylece kariyerinin 2. Roland Garros finaline ilerlemiş oldu!
Geriye dönüp maçın özet analizini çıkaracak olursak, gördüğümüz puanların çoğunu, ister alarak, ister vererek Wawrinka'nın belirlediği; gerek yaptığı yüksek sayıda basit hatalarla, gerek risk alarak doğrudan kaydettiği sayılarla, İsviçreli tenisçi , müdafaada kalmayı tercih eden rakibine karşı maça hükmetti!

NADAL'IN THİEM'E VERDİĞİ DERS!
2. karşılaşma, dünyada bugün tüm tenis severlerin merakla beklediği maçtı. Paris'te 10. şampiyonluğunu arayan Nadal, Djokovic'i 3-0’la geçen yılın sansasyonu Avusturyalı Thiem'den Roma'da kaybettiği maçın rövanşını alıp, finale çıkmaya çalışacaktı. İlk sete Nadal'ın servisini kırarak başlasa da hemen ardından kendi servisini kaybetti. Sürekli olarak topları hızlandırarak puanları hemen çalışan Thiem, böylece hata yüzdesinin sürekli istemediği oranlarda artmasına neden oldu. Maçın zaten kilit açıklaması bu olacaktı. Nadal ilk seti 6/3 aldı fazla zorlanmadan..
İkinci sete iki oyuncu servislerini alarak başladılar bunun ardından Thiem, kendi servisinde uzun süren bir oyunu kaybetti ve Nadal tekrar sete avantajlı başlamış oldu. Ardından kendi servisini de koruyan Nadal 3/1 öne geçti. Herkes kendi servisini almaya devam edince İspanyol şampiyon 2. seti de 6/4 kazandı. 
Beklenenden çok daha hızlı kaybeden Thiem'in 3. sette farklı çözümler araması lazımdı. Veya En azından herkesin bu yönde beklentileri vardı. Ama beklenenin tam tersi oldu! Nadal üçüncü sete rakibinin servisini alarak başladı ve ardından adeta bir resital düzenleyerek bu sette rakibine tek oyun dahi vermedi. Nadal maçı 6/3, 6/4, 6/0 kazanırken, Thiem'e de düşen eve dönüp şu soruya yanıt aramaktı: "Bana ne oldu da karşısında hiç oynayamadığım Djokovic'i bu kadar kolay yendim ve daha geçen ay iki kolay sette yenmiş olduğum Nadal bana top göstermedi?". Aslında tabii bu sorunun da yanıtları var: Nadal bütün yılını bu sene tekrar Paris'te şampiyon olmak üzere kurguladı. Formunun da giderek artması ve Paris'te finale gelene kadar yalnız 29 oyun kaybedecek bir mükemmeliyete ulaşması, tabi ki tesadüf değildi! Yaşadığı yoğunlaşma ve istisnasız her rakibi ve her puanı ciddiye alarak oynaması, zaten aşırı güçlü olduğu toprak sahadaki hakimiyetini ikiyle çarptı. Thiem'in Djokovic ve Nadal karşısındaki performansları ise, apayrı iki dünyaydı! Ben de ilkinin büyüsüne kapılıp, bugün hayal kırıklığına uğrayanlardan biriydim. En azindan çok daha çekişmeli bir maç bekliyordum.
Pazar günkü finali ne yapıp yapıp izleyin! Nadal'ın karşısına Thiem'den tabii ki çok daha tecrübeli ve üstelik formda bir rakip olarak çıkacak: Wawrinka! Sonuç ne olursa olsun, o maçın kalitesi nefesleri kesecek, benden söylemesi..


6 Haziran 2017 Salı

PARİS’TE SON VİRAJLARLAR DÖNÜLÜYOR | Bedri Baykam | 06.06.2017


Roland Garros turnuasında son virajlar yaklaşırken artık geri dönüşü olmayan büyük maçlar yaklaşıyor. Tek erkeklerde çeyrek finale çıkma mücadelelerinde 1 numaralı seri başı Murray, Khachanov’u 6/3, 6/4, 6/4 yenerken beni şaşırttı ve toprakta öz güvenini yükselttiğini gösterdi. Beklediğimden daha az direnç gösteren Khachanov ise İngiliz’in kararlı tecrübesine nispeten kolay teslim oldu. Diğer maçta Uzakdoğu’nun yıldızı Japon Kei Nishikori, yılların eskitemediği solak İspanyol Verdasco’ya karşı ilk seti 6/0 vermesine rağmen diğer üç seti 6/4, 6/4, 6/0 almayı başardı. Nishikori güç ekonomisini sahaya ve maça çok iyi yayan, bacaklarını çok iyi kullanan tam bir buzdolabı! Çeyrek finalde Murray’le yapacağı maç heyecan verici olacak.
Fransızların tek erkeklerdeki son umudu 15 numaralı Monfils, dün kendisinden net bir gömlek üstün olan 2015 şampiyonu Wawrinka’ya ısrarlı bie direnç göstermeye çalışsa da 7/5, 7/6, 6/2 yenilmekten kurtulamadı. Mücadeleciliğiyle ve akrobatik şekillerde kaleci gibi uçtuğu voleleriyle tanınan Monfils, dün İsviçreli yıldıza karşı sanki maçın hiçbir aşamasında kazanabileceğine inanmadan oynadı. Özellikle kruaze top spin backhandleriyle inanılmaz açılar yaratan “Stan the man” Fransız rakibine sahayı dar etti. Bu sene Nadal’a 10. Şampiyonluğunu kazandırmamak için en çok mücadele verenlerden biri olacak!
7 numaralı seri başı Marin Cilic, Güney Afrikalı Kevin Anderson’a karşı 6/3, 3/0 ilerdeyken, rakibi maçı bırakmak zorunda kaldı. Çeyrek finaldeki Wawrinka- Cilic maçı da bitirici, sert ‘winner’ vuruşlarına güvenen ve aktiflerinde slam şampiyonluğu bulunan iki büyük testinin çarpışması olacak.

TEK KADINLARDA KIRAN KIRANA MAÇLAR
Bu sene yüne büyük çekişmelerle geçen tek kadın maçlarında 2 numaralı seri başı Karolina Pliskova, 4. turda seri başı olmayan Paraguaylı Cepede-Royg’u ilk seti 6/2 vermesine rağmen daha sonra diğer setleri 6/3, 6/4 kazanarak yendi. Tipik bir toprak saha oyuncusu olan 1.63’lük Cepede-Royg karşısında, 1.86’lık boyuyla sahayı domine eden Pliskova, özellikle sert, düz forehandleriyle sonuca gitti. Pliskova’nın çeyrek finaldeki rakibi 28 numaralı seri başı Fransız Caroline Garcia olacak. Garcia dünkü 4. tur maçında vatandaşı Alize Cornet’i 6/2, 6/4 yenerken fazla zorlanmadı. 23 yaşındaki tenisçinin alacağı büyük seyirci desteğine rağmen Pliskova karşısında işi çok zor olacak...
Diğer bir maçta Romen Halep, İspanyol Suarez -Navvaro’yu 6/2, 6/2 ile geçerken hiç zorlanmadı ve toprak saha ustalığını konuşturdu. Onun çeyrek finaldeki rakibi dünya 290 sıra numaralı Hırvat Martich’ı 4/6, 6/3, 7/5 yenen Ukraynalı 5 numaralı seri başı Svitolina olacak . Elemelerden canlı çıkarak 4. tura kadar yükselen Martic, bu yılın en büyük sürprizlerinden biriydi ve çeyrek finalin eşiğinden dönmüş oldu. Her ne kadar yarı-finalin Pliskova ve Halep arasında oynanacağını tahmin etsem de,

tabii ki buna garanti veremem! Tenis bu, sağı solu belli olmaz!!  

GEÇEN YILIN PRENSES MUGURUZA VE RAONİC DÜŞENLER ARASINDA | BEDRİ BAYKAM | 05.06.2017


Roland Garros’ta dünkü maçlar, arasında evvelsi günün programından “borç” bakiyesine yazılanlar ve 4. tur müsabakalarıydı. Uzakdoğu’nun prensi kim olacak kapışmasında setlerde 2/1 önde olan Nishikori, dün 3/0 geri başladığı 4. seti 6/0 kaybetmesine rağmen, son seti limitte 6/4 kazanarak Uzakdoğu hükümranlığını sürdürdü. Japon tenisçi maçtan sonra Koreli rakibinin seviyesine şaşırdığını ve bu kadar mükemmel bir direnç beklemediğini söyledi. 21 yaşındaki Chung’un, yakın bir gelecekte her türlü sahada çok can yakacağı kesin.

Fransız milli takımının iki önemli oyuncusu Monfils ve Gasquet’nin maçına da 6/5’ten devam edildi. Ancak bu çok kaliteli maçta 7/6, 5/7, 4/3’te Gasquet sakatlanarak oyunu terk edince seyirciler çok zevkli bir müsabakanın merkez kortta zirve yapmasını yaşayamadılar. Yine evvelsi günden sarkan bir diğer maçta da 1.98’lik Rus kalesi Khachanov, kendine 10 cm fark atan servis kralı İsner’i 7/6, 6/3,6/7, 7/6 gibi son derece çekişmeli bir maçtan sonra turnua dışı bıraktı. 21 yaşındaki Khachanov, 4. turda Paris’in favorisi Büyük Britanyalı Murray’nin rakibi olacak. Bir önceki turda sakatlıktan çıkan Arjantinli Del Potro’ya karşı çok çekişmeli bir ilk seti 7/6 alan Murray, ardından maçı kolaylıkla 3/0’a taşımıştı. Aynı skoru Khachanov’a karşı tekrarlayabileceğinden emin değilim.

Fikstürün alt bölümünde oynanan maçlarda günün en çekişmelisi, son İstanbul turnuasının finalisti 5 numaralı seri başı Kanadalı Raonic ile 20 numaralı seri başı İspanyol Carreno Busta’ydı. Büyük bir çekişmeyle geçen ve seyircileri mest eden maçı 5 sette kazanan Carreno Busta oldu: 4/6, 7/6, 6/7, 6/4, 8/6. Maçı ancak 7. maç topunda incelikli bir forehand vole ile kazanan İspanyol tenisçinin çeyrek final rakibi... bugün yine bir başka vatandaşı Bautista Agut’u 6/1, 6/2, 6/2’lik bir skorla dümdüz eden ve Paris’te 10. şampiyonluğunu kovalayan Nadal olacak! Nadal çeyrek finale gelene kadar hiçbir rakibinin her hangi bir sette dörtten fazla oyun almasına bile izin vermedi, hatta çoğu seti 6/1 kazandı. Yani Nadal’a karşı Agut’un yerinde olmak istemezdim. Avusturya’nın teniste yeni kuşak büyük umudu, 6 numaralı seri başı Thiem, Arjantinli Zebannos’a dünyayı dar etti: 6/1, 6/3, 6/1. Thiem’in pek yakında ilk 4’ü çok zorlayacağı sıkça konuşuluyor. Ancak onun da çeyrek final rakibi, aynen diğer genç tenisçide gördüğümüz gibi dev bir isim: Novak Djokovic. “Nole” lakaplı tenisçi, 2. turda Arjantinli Schwartzman’ı 5 sette geçtikten sonra, bugün toprak kortları istila etmiş olan, İspanya’nın bir diğer yıldız adayı Ramos-Vinola’ya karşı bir saati aşkın süren ilk seti büyük zorluklarla 7/6 aldıktan sonra rakibinin direncini kırdı. Diğer setleri ritmini bularak kolayca 6/1, 6/3 aldı

TEK KADINLARDA MLADENOVİC’İN BÜYÜK SÜPRİZİ

İlk turda Amerikalı Brady ancak son set 9/7 ile geçen Sırp asıllı tenisçi üst üste büyük başarılara imza atarak çeyrek finale kadar yükseldi. Mladenovic çok ilginç bir tenisçi. Sanki yalnız şu ünlü cümle üzerine kurulmuş bir turnua geçiriyor: Beni öldürmeyen, beni güçlendirir. İlk turda Amerikalı Brady’ye karşı son set 5/2 mağlupken, cehennemin ücra köşelerinden yükselip kazanmayı başardı. 2. turda birkaç yıl öncesinin güçlü İtalyan tenisçisi, 2012’nin Paris finalisti Errani’yi kolayca geçtikten sonra, Çağla Büyükakçay’ı yenen Amerikalı Rogers’a karşı da aynen ilk tur senaryosuyla son set 2/5’ten geri tırmanarak yaşama dönüp 7/5, 4/6, 8/6 kazandı. İşte bu Mladenovic dün yine 3 setlik bir çarpışmada geçen yılın şampiyonu İspanyol Muguruza’yu da devirmeyi başardı! 6/1, 3/6, 6/3’le çeyrek finale yükseldi. Her maç Fransız seyircinin neredeyse holiganımsı desteğiyle oynayan Mladaenovic, bunu kullanmayı çok iyi bilirken, “düşük prenses” Muguruza, maçtan sonra gözyaşlarını tutamıyordu. Bir tenisçinin yaptığı her hatanın alkışlandığı bir ortamda oynamasının çok zor olduğunu bilmenizi isterim. O arenada canlı kalma mücadelesi vermek (eyvah arena sözcüğünü kullandım!) için çelik sinirler gereklidir. Mladenovic, dün üç sette Serena’nın ablası, 2002 Paris finalisti Venus Williams’ı 3 sette 2-1 yenen İsviçreli Bacsinzky ile yarı finale çıkmak için kapışacak. Bakalım bu maçtan sonra da bir ağlayan olacak mı?

Kadınlar tablosunun diğer kısmında dünya 47 numarası Letonyalı Ostapenko, 23 numaralı seri başı “ideal centilmen sporcu” Avustralyalı Samantha Stosur’u, ilk seti kaybetmesine rağmen yenerek çeyrek finale çıktı. Onun rakibi ise Türkiye’nin yakından tanıdığı güzel tenisçi Wozniacki olacak. Caroline dün 8 numaralı seri başı Rus Kuznetsova’yı 3 sette geçmeyi başardı. Uzun süre hiçbir slam turnuası kazanmamasına rağmen, dünya 1 numarası olan ve daha sonra yaşadığı birçok sorunla sıralamada çok aşağılara inen Wozniacki, başarma arzusuyla ve kendi içinde taşıdığı “bir büyük turnua alacağım” inadıyla kendisinden daha güçlü tenisçileri de yenebilmeye devam ediyor. Dün son sette Kuznetsova, 2 servisini kaybedip 3/0 geriye düştükten sonra iki oyun alıp biraz ümitlense de Wozniacki yine üst üste 3 oyunla maçı bitirip bu zor rakibi aşabilmenin mutluluğunu yaşadı. Açılı vuruşlarla topu çok iyi oyunda tutan Danimarkali tenisçi, Kuznetsova’nın hata yüzdesinini artmasını son derece iyi kullandı. Çeyrek finalde Ostapenko’yu aynı inat ve tecrübeyle aşabileceğine inanıyorum.

5 Haziran 2017 Pazartesi

PARİS'TE JAPONYA-KORE ZİRVE KAPIŞMASI YARIDA KALDI! | BEDRİ BAYKAM


Tenis turnualarında, nerede olursa olsun, gerek organizatörlerin gerek oyuncuların en sevmedikleri şey, yağmur yüzünden maçların ertelenmesidir. Bir diğer konu da, iki oyuncudan birinin sakatlanmasının getirdiği moladır, bu da çok zarar verir. Hem de kime biliyor musunuz? Sakatlanan ve molayı alan oyuncu değil, onun yüzünden bekleyen ve dekonsantre olan diğer oyuncu zarar görür! 
Paris'te bir kaç gündür kırıtan sırıtan hava, nihayet dün oyunbozanlığını yaptı. Dışarıda yan kortlar ve mağazaların yanından şemsiyeli insanlar yürüyordu ve santrkort plastik bir örtü ile kaplıydı. Yarıda kalan, Fransız tenisinin üç yıldızından ikisinin kendi aralarında yaptıkları maç: Richard Gasquet ve Gael Monfils. Bildiğiniz gibi Jo Wilfried Tsonga yenildikten sonra elde kalan isimler yalnız bunlardı. İlk set Monfils 6/5 ilerideyken maç tehir oldu. Fransız oyuncu 5/4’te bir set topu da kaçırmıştı. Günün en heyecanla beklenen maçıydı, yazık oldu. 
----Bir diğer yarıda kalan maç, ünlü Japon tenisçi, dünya 9 numarası Kei Nishikori ve yine Uzakdoğulu rakibi, Güney Koreli Hyeon Chung arasındaydı. İki tenisçiyi seyrederken aldığım his doğrudan şuydu: Yalnız 2014'ten beri profesyonel olan dünya 67 numarası Chung, sanki her gün Nishikori'yi seyrederek kendini geliştirmiş bir tenisçiydi! Her ikisi de çift el backhand'le ve sağ elle oynuyorlar ve oyun stilleri birbirine çok yakın. Çok sert geri vuruşlar, çok hızlı ayaklar ve inatçı bir maça asılma... Chung biraz daha uzun lifte forehandler de vuruyor... İşte o maç da en heyecanlı yerinde kesildi! İlk iki seti Nishikori aldıktan sonra, üçüncü seti Chung, Koreli seyircilerin 1 numaralı kortta koydukları büyük baskıyla tie-break'de kazandı. Chung akabinde 4. sette de 3-0 öne geçti.  Ve yağmur, bu beş sete giden büyük Uzakdoğu kapışmasına dur dedi. Nishikori yıllardır Uzakdoğu'nun gururu olan tenis yıldızı. Japonya ve Güney Kore arasındaki ekonomik ve teknolojik rekabetin de hangi seviyede olduğunu biliyoruz. Yani yarıda kalan ve her iki ülkede milyonların izlediği bu maç, "Acaba Uzakdoğu'nun tenis prensi değişiyor mu?" gerilimini de beraberinde getiriyordu. Bu maç bugünün Monfils-Gasquet Fransız zirve mücadelesi ile beraber en ilginç beklentisi...
Yarıda kalan bir diğer maç, iki dev kule arasındaydı: 2.08 metrelik, dünyanın en iyi servislerinden Isner ve Rus rakibi 1.98’lik Khachanov... 21 yaşındaki dünya 53 numarası Rus tenisçi, 2. turda 13 numaralı seri başı Berdych'i yenerek dikkatleri üzerine toplamıştı. İki kule çarpıştı ve ilk seti 7/6 Khachanov aldıktan sonra yağmur orayı da bağladı. Bu maçlar bugün oynandığında her kaybeden suçu yağmura atacak.
Bir de hızlı bitebilen maçlar vardı, yağmur bastırmadan. Bunlardan birinde, koca bir maçta tek bir puanın bile ne kadar belirleyici olabileceğini gördük yine. İlk sette 5/4 ileri geçen ve agresif oyununu sahaya korkmadan süren Fognini, bu oyunda servisini alamadı ve set uzadı. 6/5 öndeyken Fognini 3 set topu kaçırdı ve oyun yine tie-break'e uzadı. İşte o noktada Fognini'yi maçtan (ve belki hayattan!) soğutan puan yaşandı. Çok uzun gidip gelen puanda, Wavrinka 4-2 öndeyken ileriye çıkan İsviçreli oyuncu, bir smaçta puanı öldüremedi ve ardından zor ralliler sonucunda Fognini fileye çıktı. Sonra eline lokumumsu bir smaç düştü ve onu da fileye mıhlamayı başardı! Raketini parçalamak üzere yerlere vuran Fognini daha sonra maçtan tamamen koptu ve tie break'in ardından çözüldü gitti: 7/6, 6/0, 6/2
Günün 5 sete uzayan en gergin maçında, Güney Afrikalı Kevin Anderson, Büyük Britanyalı Edmund'u 6/7, 7/6, 5/7,  6/1, 6/4 yenerek son 16’ya çıktı. İki çok hızlı geçen hikayesiz maçta, 7 numaralı seri başı Cilic, İspanyol Lopez'i 6/1, 6/3, 6/3, İspanyol Verdasco da, Uruguay'lı Cuevas'ı 6/2, 6/1, 6/3 yendiler. 16'larda, Cilic-Anderson maçında Cilic ağır bassa da, o maç uzun bir mücadeleye gebe. 

TEK KADINLARDA RADWANSKA ELENDİ

Tek kadınlar maçlarında 9 numaralı seri başı Polonyalı Radwanska, Fransız Cornet'ye kolayca 6/2, 6/1 yenilerek elendi. Bir diğer zor maçta Taipei’li Hsieh'i 3 sette yenerek eleyen Fransız Garcia da yola devam etti. Böylece Mladenovic dışında kadınlarda iki Fransız daha yola devam edebildi. Hem de 16'lar tutunda birbirleriyle oynamak durumunda kaldılar! İşte o maçta Fransız seyirciler bayağ zorlanacaklar ama en azından çeyrek finale bir tenisçi yollayabilmenin keyfini yaşayacaklar! İki gün önceden sarkan maçı kazanan, Türkiye'nin yakından tanıdığı Caroline Wozniacki de maçını 3 sette kazanarak 8 numaralı seri başı Kuznetsova'nın rakibi oldu.

3 Haziran 2017 Cumartesi

ROLAND-GARROS'DA İLK TURLARIN BEKLENTİLERİ KARMAŞASI VE SÜRPRİZLERİ | Bedri Baykam | 02.06.2017


Ben bu satırları yazarken, 2. turda Çağla'yı yenen Amerikalı tenisçi Shelby Rogers karşısında, Fransızların büyük umudu Mladenovic son sette durumu 2-5’ten 5-5’e getiriyordu. 
Roland Garros'ta son hafta, büyük testilerin çarpışmasıdır. Halbuki birinci hafta her dış sahada, en cazip maçların kıran kırana oynandığı cenk alanlarının dönemidir. Ne seyirciler, ne de gazeteciler her sahada oluşan kritik sonuç durumlarına yetişemezler. Şu anda nefes nefeseyim ve Suzanne Lenglen kortuna koşar adımlarla gidip maçın son anlarına yetiştim. Mladenovic seyirci yardımıyla 5-6 mağlup ve maçta kalmaya çalışıyor. Nefis bir forehand kruaze ile kalmayı başarıyor da... Son set tie break yok, gittiği yere kadar... Fransız seyircisi, kendi ülkesinin tenisçilerini futbol maçında olduğu gibi "teşvik" ediyor... Rakip hata yaptığında deli gibi bağırmalar ve alkışlamalar işin doğal akışı oluyor burada. Şimdi Mladenovic 7/6 öne geçerken stad yıkılıyor ve Mladenovic neredeyse onlara biraz da amigoluk yapıyor! Aklıma İstanbul’da Tenis Eskrim Dağcılık kulübü -Dalan'ın hışmına uğrayıp yıkılmadan- İstanbul "Beynelmilel" (Uluslararası) turnuasındaki klas seyirci geliyor. Devir başka bir devir. Herkes şık spor giyimliydi ve kimse hatalarda bağırıp çağırmazdı. Tüm seyirciler tarafsızlık ve asalet kanıtlama peşindeydi. Tenisçiler istisnasız, kuğu gibi bembeyaz giyinirlerdi. Zaten o da bir mecburiyetti. 1973-74 civarı geldi renkli giysilere kısmi izin. O günleri özlememek imkansız. 
Çift kadınlarda İpek Soylu da rakibi Kalathlikova ile 1. turda 3 sette yenildikten sonra takip edecek Türk tenisçi kalmadı.
Şimdi tekrar santrkorta geldim. Sabah buradaki maçta turnuayı 10. kere almaya çalışan Nadal, Gürcü tenisçi Basilashvili karşısında neredeyse tek puan kaybetmemeye yeminliymiş gibi oynadı maçı. Zavallı Basilashvili Kral'ın hışmından sıyrılıp bari tek oyun alsın diye seyirci bile akla karayı seçti. 6/0, 6/1, 6/0’la biten maç, bir saati çok az geçti. Nadal her şey normal giderse, çeyrek finalde Raonic-Dimitrov galibiyle oynayacak -ki o maçta büyük bir kapışma olabilir.
Ama ben bunu diyorsam da, yine de siz pek inanmayın çünkü girişte de size hatırlattığım gibi, burada her an herkes seri başı tenisçileri yenebilir. 
Dün 1 numaralı seri başı Murray, Slovak Martin Klizan'a ilk seti 7/6 verse de, seyircilerin büyük desteğini de arkasına alan genç rakibini daha sonraki 3 sette 6/2, 6/2, 7/6 geçerek 3. tura çıktı. Yani o maç başının verdiği “heyecanlı dakikalar” sözü gerçekleşemedi. Şu anda da yine santrkortta, 2 numaralı seri başı Djokovic'i izliyorum. Arjantinli rakibi Diego Schwartzman'ın ilk seti 5. set topunda 7/5 kapamayı başardı. Büyük turnualarda, seyirci daima "underdog"dan yana olur. Yani favori olmayan, arkadan gelen, sürprizden yanadır herkes. 2. sette durum 3/3 ve ben dün Murray'in diğer setleri hızla bitirip kazanmasından sonra aynı senaryoyu görmek istemiyorum. 5. sette durum 6/6 olsun da biraz nefesler tutulsun, büyük favori en azından pabucun çok pahalı olduğunu görsün!
Şu ana kadar turnuada tek erkeklerde 9 seri başı elenip gitti. Bunlar, Verdasco'ya elenen 9 nolu seri başı , son 1-2 yılın taşıdığı büyük yeni yıldız umudu Alman pasaportlu Alexander Zverev; Rus Khachanov'a  yenilen 13 numaralı seri başı Çek Berdych; Çek Vezsely'ye 3 sette yenilen 14 nolu seri başı ABD'li Jack Sock; Güney Afrikalı Kevin Anderson'a 4 sette yenilen 18 nolu seri başı, Avustralyalı Nick Kyrgios, Arjantinli Zeballos'a 3 sette yenilen ace-servis makinası 23 nolu seri başı Hırvat Ivo Karlovic; Koreli Chung'a 4 sette yenilen 27 nolu seri başı ABD'li Sam Querrey; demin Nadal'ın sahada yok ettiği Gürcü Basilashvili'ye yenilen 31 nolu seri başı Fansız Gilles Simon; İtalyan Napolitano'nun 4 sette turnua dışı bıraktığı Alexander'in ağabeysi Micha Zverev;
Bir isim daha var, o da ilk turda Arjantinli Olivo'ya kaybeden Fransızların ağır topu Tsonga. Santrkortta herkesi şaşırtan, yıkıcı bir buldozer ritmiyle maçın ilk iki setini 7/5, 6/4 alan Olivo, daha sonra bir tie break kaybetmiş, ardından maç 4. sette 5/4 kendisi ilerideyken hava kararması nedeniyle maç tehir edilmişti. Ertesi gün o seti ve maçı alma ihtimali büyük görülen Tsonga, sahaya çıkar çıkmaz servisini verip sahadan mağlup ayrıldı. Ama bu dev sürpriz olarak görülen galibiyet, Olivo'ya pek şans getirmedi. 2. turda Büyük Britanyalı Edmund'a 3 kolay sette elenerek gitti. 
Biz bu hatırlamaları yaparken, Djokovic aynen Murray'in yaptığı gibi 2. seti 6/3 aldı ve 3. sette Schwartzman şimdilik 3/2 ileride. Dua ediyorum ki bari bu maç uzasın. 

Gelelim turnuanın tek kadınlar maçlarına.. Burada durum daha da acımasız.
Önce bir numaralı seri başı Alman Angelique Kerber'den başlayalım: İlk turda Rus Ekaterina Makarova'ya 6/2, 6/2 yenilip elendi Kerber. Ama bu galibiyet, aynen Tsonga örneğinde olduğu gibi, uğur getirmedi Makarova'ya. Hemen ertesi maçta Ukraynalı Tsurenko'ya aynı skorla 6/2, 6/2 yenildi. Kerber dışında tam 13 kadın seri başı da ilk iki turda saf dışı kaldı! 
Tunuslu Jabeur'e 2 küçük sette yenilen 6 nolu seri başı Slovak Cibulkova; Taipei'li Hsieh'e 3 sette yenilen Büyük Britanyalı 7 numaralı seri başı Konta, Hırvat Martic'e yenilen 12 numaralı seri başı ABD'li Madison Keys, Amerikalı Mattek-Sands'a 7/6, 7/5 yenilen 15 numaralı seri başı Çek Kvitova; Paraguaylı Cepede-Royg'a 3 sette yenilen 16 nolu seri başı Rus Pavylyuchenkova; ABD'li Bellis'e 2 sette yenilen 18 nolu seri başı Hollandalı Bertens; Slovak Rybarikova'ya 2 sette yenilen 19 nolu seri başı ABD'li Vandeweghe; Fransız Cornet'e 2 sette yenilen 20 nolu seri başı Çek Strycova; Çağla Büyükakçay'a 6/3, 6/3 yenilen 22 nolu seri başı Hırvat Lucic-Baroni, Belçikalı Mertens'e 3 sette yenilen 24 nolu seri başı Avustralyalı Gavrilova, Alman Witthoeft'e 3 sette yenilen 25 nolu seri başı Davis, ve Polonyalı Linette'ye 2 sette yenilen 29 nolu seri başı Hırvat Konjuh! Yani erkekler ve kadınlarda toplam 64 seri başından, toplam 23'ü elenmiş, ki bu da çok ciddi bir yüzde. 1/3’ten daha çok.
Bu arada Djokovic maçı ben size turnuanın nabzını verirken bayağ heyecanlı iniş çıkışlarla devam ediyor: Schwartzman, maçın 3. setini 4/3’te rakibinin servisini alıp 6/3 kaptı. 4. seti ise Djokovic son oyunda yağmur devreye girip şemsiyeleri çıkartırken 6/1 süpürdü aldı. Şimdi yağmur bu son seti oynatacak mı, oynatmayacak mı, onu göreceğiz!
Şimdi maç başladı ve üstelik Djokovic, girer girmez Arjantinli'nin servisini kırdı. Maçı sonuçta benzer bir oyun oynayan iki tenisçi oynuyorlar. Novak'ın 1,88’ine karşın, 1,70 boyunda olan Diego'nun kısalığı dışında, çok benzer taraflar var. İkisi de sağ el, çift el backhand, ikisi de fazla fileye gelmeden toprakta geriden yaradana sığınarak vuruyorlar toplara, hatta vururken benzer ıkınıp sıkılma ve rahatlama sesleri çıkarıyorlar. İkisi de drop shot'ı sanki eşit oranda deniyorlar. Djokovic tabii daha agresif olan, Diego daha savunma oynamak durumunda kalan... Maçın acaipliklerinden biri, normalde seyirci yukarıda da belirttiğim gibi güçsüzden yana olsa da, bugün Novak taraftarları, onu turnuanın bu erken döneminde kaybetmeye katlanamıyorlar ve ortada Diego'dan çok, Novak taraftarı var... 2/1 Novak son sette ilerideyken nihayet "Diego'cular da devreye girip onlar da tezahürata başlıyorlar. Ama ortamın çiseleyen yağmura rağmen şenlenmesi için, Diego Schwartzman'ın maça tam olarak dönmesi lazım. Çünkü 3. seti hanesine yazdıktan, bir konsantrasyon kaybı yaşadığı kesin. Sanki kendini bazen tenisçilerin yaptığı gibi dinlenmeye almıştı. Ama hata sayısı arttığı için Djokovic, son iki sette işi kopartmaya başladı. Şimdi de Diego'nun üst üste fileye taktığı kolay backhandlerle, skor bir anda 4/1’e geliverdi son sette. Artık Diego ne vursa tutmuyor! Şans bir dönmeye görsün! Filede kalan kısa toplar, backhandler, auta çıkan forehandler... Ama son sette 6/1 Paris'in 2 numaralı favorinin lehine kapanırken, maçı 3 saat 19 dakikada 5/7, 6/3, 3/6, 6/1, 6/1 kazanan Djokovic, maçtan sonra bu sene hep yaptığı gibi halkı top toplayıcı çocuklarla beraber selamlıyor! Seyircilerin her iki tenisçiye ayakta büyük tezahürat yaptıkları maç, hiç olmazsa Paris'te günü kurtarıyor... Bana da tüm maçların sonunu beklemeden size bu yazıyı geçmek kalıyor! Zaman meselesi! Sonra gün biter!



1 Haziran 2017 Perşembe

ÇAĞLA BÜYÜKAKÇAY KAYBETTİ AMA YİNE KALPLERİ FETHETTİ


Çok umudumuz vardı. Çağla Büyükakçay'ın Paris'te üçüncü tura çıkması Türk tenisinin bir ilki olacaktı. Altı yıl önce Marsel İlhan bu performansın kapısından dönmüş İspanyol Gabriel Garcia'ya son sette –yanlış hatırlamıyorsam- 11/9 yenilmişti. Ama maalesef Çağla da Marsel gibi 3. tura çıkamadan turnuaya veda etti. Yine Roma'ya gidip Papa'yı göremeden dönmüş olduk! 
1989'da Adana'da doğan (sevgili hemşehrim!) Çağla, Adana Tenis ve Dağcılık kulübünde 8 yaşında başladığı tenis serüvenini daha sonra ENKA'da devam ettirmiş. Emin olun Türkiye onunla ne kadar gurur duysa azdır. Bu sporda yükselmek diğer takım sporları veya geleneksel dövüş sporları gibi nispeten kolay değil. Türk tenisinin zorluklarını, o yollardan geçmiş insanlar anlar ancak! Bu nedenle sokaktaki adam bu sonuçları beğenmez küçümser, halbuki biz tenisçiler için dünyada 70 ya da 80 numara olmak, yani ilk 100'ün peşinde olmak, inanılmaz bir başarıdır. Çağlanın ulaştığı 67. numara, Marsel'in ulaştığı 77 numara, son derece başarılı bir noktadır. Bunun ne anlama geldiğini laf aramızda yalnız tenisçiler bilir.
İlk sette dünya 23 numara Lucic-Baroni'yi 6/3, 6/3 yenen Büyükakçay, Türk seyircilerin de güzel desteğini arkasına alarak, dünyada 50 numara olan Amerikalı rakibi Shelby Rogers karşısında ilk sette 5/2 ileri geçtiğinde, umutlarımız yeniden filizlendi. Ancak Amerikalı rakibi, kritik puanlarda çok iyi oynayarak seti 5/5'e getirdi, ardından sonuç tie break'e taşındı. "O da nesi?" diyenleriniz varsa, hemen izah edeyim: Hani futbolda penaltılara giden kupa maçları oluyor ya? Bu da öyle bir şey! Son oyun pin-pon gibi sayılıyor ve ilk 7’ye 2 sayı farkla gelen kazanıyor. İşte o tie-break'de de Çağla puanlarda yine 5-2 öne geçti ve işi yine bitirmek üzereydi. Ancak rakibi üst üste o kadar güzel puanlar çıkardı ki, Çağla'ya şansın bile gülme fırsatı bir türlü yaklaşamadı, bir set topu bile kullanamadı Çağla... Böylesine at başı giden bir maçta, ilk seti koparanın, hele kızlarda üç set üstünden oynanan maçlarda, artık o noktadan sonra galibiyete ulaşması çok daha olası oluyor. Nitekim Çağla bu sette de 3/2 öne geçmesi ve o ana kadar rakibinin servisini iki kere kırmasına rağmen, yine son oyunları lehine çeviremedi. 4/4 oyununda son puanda bir kısa top denedi ve kaçırdı. Son oyunda ise özellikle dışarı çıkan iki düz vuruş o son umudu da kopardı. Sonra Çağla nefis bir paralel backhand vurdu ancak bu puan da giderayak bize bir teselli yaşatmaktan öteye gidemedi.
Maçın teknik analizine baktığımızda, ilk sette Çağla en çok servis, drop shotlar ve backhandlerinden sayı çıkarmış. Bunun dışında da kaybettiği puan yoğunlukları, rakibin çoğunlukla onu hataya zorladığı anlar. Özellikle derin sert geri toplarla. Geriden yaptığı hatalar bunlar. Aynı ilk sette Rogers, özellikle servisler, başarılı voleler, neredeyse eşit adette forehand ve backhand'lerle kazanılmış puanlarla dikkat çekti. Esasında Rogers'ın oynadığı oyun, Çağla için örnek oluşturabilir. Her ikisi de uzun, sert, risk alan geri oyunlara sahipler ve puanları çok ciddi bir şekilde pişiriyorlar. Ama şu farkla: Çağla, çok iyi hazırladığı bir puanı sonuca ulaştırabilmek için rakibinin aksine fileye çok az çıkıyor. Yani puanı pişiriyor ama her zaman pişirdiğini yemeyi denemiyor. Çok güzel ve derin geri vuruşlardan sonra, rakip topu yükselttiğinde ileri çıkıp vole vurup agresif şekilde "sazı eline almıyor". Bu ritimde oynamaya devam ederek Çağla, önümüzdeki aylarda hepimizi şaşırtacak daha güzel sonuçlara ulaşabilir, buna inanıyorum. Bir de, servisini daha geliştirmesi şart. İyi yerlere atmayı başarıyor ama topa daha sert vurmayı denemesi lazım, özellikle ilk serviste... Eminim hocası Can Üner'le sürekli olarak gelişmek için, önemli çalışmalar yapıyorlar. 
Çağla, herkes anlamasa da, biz tenisçiler gerçekten seninle gurur duyuyoruz. Yenilsen de, yensen de, sen artık dünya tenisi oynuyorsun, iyi gününde yenemeyeceğin kimse yok gibi hissettiriyorsun bize!  Bravo...