Herkes
tetikte ve gerginlik devam ediyor. Bekleyişin ne anlama geldiği
konusunda, herkesin farklı fikirleri var. Ama öne çıkan “zaman
kazanmaya” ihtiyaç duymaları! Biraz seçim deneyimi olan herkes
bilir ki, bir oyun geçersiz sayılabilmesi için ortalama 8 veya 11
kişinin buna itiraz etmemesi lazım. Yani isterlerse 350.000
geçersiz oyu yeniden saysınlar, taş 50 yerinden çatlasa, çıkacak
hiçbir sonuç AKP’yi tatmin edemez. Belki ancak 3-5 oy bu sefer
geçerli sayılabilir, onların da -büyük ihtimalle- en az ikisi
CHP’ye verilmiş olur.
AKP’nin
bu ani “oylarım çalındı” iddiasının elle tutulur yanı yok
da, olsa olsa muhalefete ilginç bir övgü olarak görülebilir!
Daha düne kadar oyların nasıl güvenceye alacağını, sandıkların
nasıl korunacağını bile bilemediği için her yerde acımasızca
eleştirilen muhalefet, demek artık devlet görevlilerinin ve başta
AKP olmak üzere, her partinin kontrol ettiği sayım noktalarında
oyları ayakta uyutabiliyorsa, vallahi bu büyük hokus pokus
başarısı olur, ne diyebiliriz ki!
Büyük
tartışmalarla geçen son başkanlık referandumunda, büyük oy
yolsuzluğu iddiaları sürerken, daha sandıklar kapandıktan 5-6
saat sonra hangi atasözünü kullanmıştı Erdoğan? “Atı
alan Üsküdar’ı geçti!” Bunu Yıldırım’a
hatırlatsa bari...
Aslında
Erdoğan, seçim gecesi demokratik kantarlarda kötü puan almadı.
Doğru değerleri öne çıkardı. Bir anlamda mağlubiyeti kabul
etti. Büyük şehirlerin kaybedildiğini, ama ilçelerde başarı
kazandıklarını hatırlattı. Bu cümleleri dinlerken, aklıma
“maçı kaybettik ama ayakta top tutma yüzdesinde öndeyiz”
demeçleri veren futbol teknik direktörleri geldi. Bence Erdoğan
ve Bahçeli’nin itidalli çıkışlarının hemen ardından, Ankara
ve İstanbul’un kaybından yaşanacak “dev ekonomik zarar”
konusunda bakanlar kurulundan ve arka bahçelerinden büyük baskılar
geldi. Aniden başlayan büyük baskı ve mağlubiyeti kabullenememe
böyle “kraldan fazla kralcı”larla başladı. 1994’te
Ankara ve İstanbul Belediyeleri’ni kazanarak iktidarını
perçinleyen AKP, bu sefer filmin geri sarıldığını gördü!
Propaganda sürecinde Erdoğan’ın sarf etmiş olduğu “İstanbul’da
teklersek, Türkiye’de tökezleriz” ikazı, anlaşılan
birden herkesin başına vurdu!
Ne
yapacağını bilemeyenlerden biri de Bahçeli oldu. Hemen bir formül
icat etti. Ona göre artık kim Büyükşehir Belediye Başkanlığını
kazandıysa ilçe başkanlarını o atamalıymış! Çünkü ortada
çelişki varmış, büyük şehirleri kazanan parti farklı, o
şehirlerin ilçelerinde çoğunluğu elde tutan ise başka
partiymiş! İnanın çok güldüm: Sayın Bahçeli sizin metodu
uygularsak, AKP’nin İstanbul’da kazandığı 24 ilçe belediye
başkanlığının derhal iptal olması lazım ve onları da
İmamoğlu’nun ataması lazım, ne dediğinizin farkında mısınız?
Bunları sizi ikaz eden tek bir danışman kullanmıyor musunuz? :))
Tarihimizden
bir sayfa geldi aklıma... 1950 seçimlerini Demokrat Parti
kazanınca, “Milli Şef”e yakın çevresinden, ister siyasi,
ister askeri, birçok ağır baskı gelmeye başladı... “Deli
miyiz, nasıl elimizle veririz iktidarı bu adamlara?”
İnönü, bir demokrasi gönüllüsü ve öncüsü olarak elinin
tersiyle itti bu baskıları. “Halk öyle karar verdi.
Bize düşen aldığımız ana muhalefet partisi görevini
üstlenmektir” dedi ve yeni koltuğuna oturdu. Baş
şaşkınlar da DP’lilerdi... Bir başka sahneyi de dün basın
toplantısında İmamoğlu gösterdi: Sözen’in Erdoğan’a
koltuğunu devrettiği demokratik buluşmanın hatırası olarak...
Çok mu zor, CHP ve SHP’nin gösterdiği demokratik kültür
örneklerini sürdürmek?
EN
BEKLENİLMEYEN ANDA GELEN BAŞARI
Panik,
gerekçeli: 25 yıl sonra, Ankara ve İstanbul, birçok başka ille
beraber AKP’den geri alındı! Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu,
bu büyük geri dönüşün, kararlı ve pozitif enerjili
kahramanları oldular!
Açık
konuşalım, 24 Haziran seçimlerinde, büyük beklentilerle
yukarılardan düşen bizler, bu sefer yoğurdu üfleyerek yemeyi
tercih ettik. Kimse de aşırı bir “Yaşasın, kazandık,
kazanıyoruz” havası egemen değildi. Hatta doğruyu söylemek
gerekirse oy vermeyen, sandığa gitmeyen, CHP’ye küsen sayısız
insan oldu. İşte böyle bir seçim süreci sonunda bütün
handikaplara rağmen CHP 21 il kazandı.
Siz
bu satırları okurken, İstanbul düğümü artık çözülmüş
olacak mı bilmiyorum. Sanmıyorum. AKP’nin kendisini bir
kapıdan diğerine atması, çaresizliğin panik atakla buluşmasından
başka bir şey değil. Yeniden sayılan noktalarda İmamoğlu’nun
oy arttırması ise işin mizahi yanı! Uzun lafın kısası,
AKP’liler, kendilerini haklı çıkaracak ve önde gösterecek bir
mucizevi VAR odası arıyorlar! Bu çabaların en affedilmezi, o gece
seçimden sonra, Yıldırım’ın İçişleri ve Adalet Bakanlarıyla
yan yana gelebilmesiydi!
CHP
Mİ OY ÇALMAYI BECERECEKMİŞ? GÜLDÜRMEYİN!
CHP’nin
tüm rakiplerini ve güvenlik güçlerini ayakta uyutarak onların
gözü önünde herhalde hipnotik ve paranormal güçler kullanarak
oylara etki etmiş olabileceği, aslında uzun zamandır duyduğum en
gerçeküstü ve yaratıcı iddiaydı! CHP’nin birden böyle
becerilere ve “el çabukluğu-marifet” sihirbazlık
kapasitelerine geçiş yapması, inanın yarın benim sahaya çıkıp
Lakers’lı LeBron James gibi basketbol oynamamdan pek farklı
değil! Bunu mizah olarak söylemiyorum.
31
Mart gecesi Ekrem İmamoğlu 24 Haziran’ın acısını
çıkarırcasına ekrandan ayrılmadı ve seçmenine güven verdi.
Geceyi onlarla beraber yaşattı ve kendisine oy verenler, CHP ve
Millet İttifakı’na güvenenler yurdun her noktasında helal olsun
diyorlar!
Mart’ın
sonu bahar, bugün hava güneşli daha güzel bir geleceğe sahip
çıkmak için hepimize düşen iş, mazbataya kadar şahin gibi
sahada olmak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.