26 Şubat’ta açılacak sergimin
hazırlıkları için Paris’teyim. Dün internetten Silivri’de yaşanan rezaletleri
izleyerek uzakta olduğum için daha da kahroldum. Mesafe, çaresizlik duygusunu
arttırıyor. Silivri senaristleri yaratıcı. Hep “sözün bittiği yer” diyoruz, onlar yeni boyutlar icat ediyorlar...
Geçen haftasonu, Holywood
marifetiyle biraz kafa dağıtmak için asistanımla bir filme gidelim dedik. Saati
uyan ve sunumunu beğendiğim tek film “Gangster Squad” kalmıştı, biz de
ona girdik. Türkçe’ye “Suç
Çetesi” olarak çevrilmiş (kesinlikle
“Gangster Mangası” tercümesini öneriyorum, afişleri tekrar yaptırma
pahasına, dağıtım şirketi acil gözden geçirsin, diğeri alakasız kaçıyor). Zaten
ana aktör Sean Penn olunca o film 2-0 önde başlıyor maça! Savaş karşıtı
bindirmeleri, Bush’a yaptığı açık saldırılar, açtığı insan hakları kampanyaları,
diğer yıldızlardan farklı duruşu ve yaşama geçirdiği birbirinden farklı
karakterlerle o aynı zamanda bir “Büyük İnsan”, Robert de Niro’nun da dediği
gibi.
Filmin ana çizgisi çok olağan:
Gerçek bir hikayeden esinlenilmiş. 1949’da Los Angeles’da terör estiren, uyuşturucu,
kadın ticareti ve tehdit ağlarıyla tam bir Korku
İmparatorluğu kuran, hiç kimsenin aleyhine tek laf etmeye veya şahitlik
yapmaya cesaret edemediği mafya babası Mickey Cohen’in en dokunulmaz sanıldığı
anda okları kendisine yönelten bir yiğit polis grubu çıkıyor ortaya. Bu yarı
legal çetenin kurulma emrini veren Nick Nolte. Yani anlayacağınız gerçek
yaşamda cesur “iyi adam” olan, Irak Harbi’nde Bush’a savaş açan Penn, bu filmde
en kötü adam rolünde. Hem de öyle böyle değil, bir ihmallerinden dolayı
cezalandırmak istediği kendi adamlarını bile işkenceyle öldürmekten çekinmeyen,
kendine “gelişim” (progress) özet tanımını yakıştırmaktan kaçınmayan,
elinden gelse piyasada gezen paralara kendi adını vermeye kalkışacak bir kaçık!
L.A. den başlayarak neredeyse ABD’yi mafya hatları üstünden işgal etmek isteyen
bir sapık. Bizim ülkelerde “jön”lerimiz geleneksel olarak böyle kötü rollerden
uzak dururlar ama Penn bu rolü öyle muhteşem oynuyor ki, orada aktörlere bir
yaşam dersi veriyor. Cohen filmde bu kentin tüm güç odaklarına sızmış! Yani
Valiler, hakimler, polisler, herkesi ele geçirmiş; kendi dokunulmazlığını
yaratmış. Tüm bu sıfatları taşıyan insancıklar, sinekler gibi gidip bir koca
pisliğe yapışmışlar. Basın ölüm tehdidi altında, siyasiler suskun... Sonra bir güçlü
emniyet müdürü, herkesin yakasından çekip
“bulaşma bu işlere” diye durdurduğu Josh Brolin’i yanına çağırıp “Takımını kur bu pisliği temizle, ama unutma
arkanda bizi var saymadan” diye görev veriyor. Brolin karakteri de Cohen’e
onun anlayacağı dilden üst üste darbeler indirip sonunu getiriyor.
Tabii bu şematik bir özet.
Detaylar sizi mest edecek. Bu filmi kaçırmayın derim. Tam bizim kanı saatte 15
km hız ile hareket eden festival sineması bağımlısı eleştirmenlerimizin nefret
edeceği harika güzel akan bir film. Hikayenin sonunu söylememde bir sakınca
yok. Cohen’i oynayan Sean Penn, son akış sahnesinde öyle bir dayak yiyor ki Brolin’den!
Kendisi gibi bir eski boksörün kolay kolay hazmedemeyeceği ağır bir ders. Ve
sonunda Penn dizleri üzerine çökmüşken, her tarafı yaralarla dolu ve yoğun yağmur üzerindeki kanla karışarak
yeri boyluyor. Onun nerelerden, hangi dokunulmaz sandığı zirvelerden nereye
kadar nasıl aşağılara uçup düşebildiği, onları şaşkın bakışlarla izleyen halkın
aklına hayaline sığmayan bir sahne. Zar zor doğrulup “götürün şunu artık” komutunun polislere verildiğini duyan Cohen
ise, “yaşadıklarına inanamayan” gözlerle ortalığı süzüyor. O anda insanlarda öcüye karşı korku bitmiş, “yahu
biz neden bunca zamandır bunları çekmişiz ki” sözleri yavaş yavaş
ağızlardan dökülmeye başlıyor. İşte o an görülmeye değer. Franco’dan Al
Capone’ye, Hitler’den Pol Pot’a, dünya bunun benzerlerini asırlar üstünden
fazlasıyla yaşamış.
“Gangster Mangası”, yani resmî adıyla “Suç Çetesi”, alınacak dersler içerdiği için
kesinlikle görülmesi gereken bir film. Sonuçta halk üzerine inen demir
perdeler kalktığı anda, daha şu kadarcık zaman önce yapay bir canavarın
kendisini titretebildiğine inanamaz. Anti-kahramanın tam suç ortağı olanlar kımıldayamazken, 2. sınıf olanlar teker teker çevresinden
çekilirler. İnsanlara "olağan yurttaş" cesaretleri geri geldiğinde
ise olan biteni onca zaman nasıl seyredebildiklerini anlayamazlar. Bir de yaşananlardan
sonra tarihin nasıl baktığı vardır. İşte böyle filmler yapılır, seyredilir, ama
kimse inanamaz bu ortama seyirci kalanlara! İşte tarih, böylesine sendrom
tekrarları içinde döner, gider!
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.