Bir yandan özellikle iktidar, “neden
milli birlik-beraberlik istediğimiz gibi gerçekleşmiyor?”
diye şikâyet ediyor, öte yandan Cumhuriyet Bayramı’nda
Anıtkabir’de muhalefet liderinin eli sıkılmıyor, Diyanet
Başkanlığı’nın hutbelerinde Atatürk’ün adı geçirilmiyor,
Nevşehir Valiliği “Cumhuriyet yürüyüşü izin krizi”
yaratarak ülke çapında rahatsızlığa neden oluyor.
Gerek protokolde muhalefetin yeri,
gerek demokrasi konularında bitmeyen gerginlikler ve çifte
standartlar, her biri siyasi günlük yaşamımızı sürekli zora
sokan daimi gerçeklerimiz.
İşte bu anlaşılmaz şekilde
süregelen hazımsızlıkların ortasında, bir kere daha umutla
Atatürk’ün büyüklüğünü hatırlama ve yüreğimizde hissetme
fırsatı bulduk. Büyük önder, Cumhuriyet’i kurarken, öyle bir
hukuk ve kültür devrimi eşliğinde bunu gerçekleştirmişti ki,
70 yıldır uğraşmalarına rağmen batıramadılar! Türkiye’nin
hala yakın ve Ortadoğu’nun kaosu içerisinde göreceli de olsa
hala bir “demokratik” rejime benzeyebilmesi, işte bu
nedenlerden…
HANGİ BATI, HANGİ ÇIKARLARIN
PEŞİNDE?
Barış Pınarı Harekatı hakkında
daha fazla analize girmeden önce, konuya makro açıdan bakmamız
lazım. Batı, özellikle 150 yıldır niye bu coğrafya ile bu kadar
ilgili? Bu bölgelere eğitim-kültür-sağlık-eşitlik ve adalet
getirmek için mi? Hayır. Dünya egemenliği merakı dışında
petrol, su, daha sonra doğalgaz gibi tamamen “duygusal”
sebeplerden.
Hangi Batı’dan bahsediyoruz?
Yüzyıllardır sömürücülüğü kendine şiar edinmiş, tüm
dünyayı kendisine mal, hizmet ve zenginlik taşıması gereken bir
dere olarak gören zihniyet...
Hangi Batı’dan bahsediyoruz? Irak’a
sözde “kitle imha silahları bulmak” için giden ve orada
bir buçuk milyon kişiyi sivil-asker demeden öldürdükten sonra
“Özür dileriz yanlış istihbarat almışız” derken
yüzü kızarmayan Batı... Ulaştığı bilimsel, ekonomik,
teknolojik, kültürel seviyelere rağmen, manevi ve etik açılardan
içler acısı bir iflas yaşayan emperyalist Batı...
Bir de madalyonun diğer yüzü var
“Hangi Batı?” derken... Bitik Osmanlı Cumhuriyeti’ni yıkmaya
kararlı iken, en beklemediği anda Kurtuluş Savaşı’nda
Anadolu’da ve İzmir’de Atatürk’ün tokadını yiyen Batı...
Zaten öncesinden 1453’te Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u
fethetmesini hala hazmedemeyen Batı. Uzun lafın kısası, her türlü
kin, hesaplaşma, intikam ve bu doğrultuda entrika, gerekirse
yaptırım, tehdit ve baskı, yalan dolan her türlü beyin yıkama
ve operasyona hazır bir Batı...
İşte bu Batı, yüz yıldır gerek
Ermeni Soykırım iddialarında, gerek ayrılıkçı Kürt
ayaklanmalarında, gerek Yunanistan’la yaşadığımız her türlü
Ege krizinde ve tabii Kıbrıs Harekatı tartışmalarında gerçek
yüzünü ortaya çıkarır. Sürekli seviyesiz demokrasi
saptırmalarıyla, içler acısı çifte standartlarla, ön
yargılarla bu konuları kafasına ve o günkü gündeme göre
yorumlayıp Arap saçına dönüştürerek ve tabi sonuçta bizi
suçlayarak, bu kimliğini her fırsatta sergiler.
Batı’ya göre, Türkiye ortada
hiçbir yargı kararı veya metodolojik arşiv
tetkiki olmadan, Ermeni Soykırımı iddialarını kabul edip
yaptırımlara da razı olmalıdır. Yine Batı’ya göre Nikos
Samson darbesi hiç yaşanmamıştır, Türkiye bir sabah vakti
Kıbrıs’ın yarısını durup dururken işgal etmiştir. Aynı
Batı’ya göre “PKK bir terör örgütüdür” ama bu örgütün
her üyesi ile görüşürler, hatta imaj
yenilemek için sürekli güncellenen piyon isimlerle büro
açmalarına göz yumarlar.
Bir de Batı’ya göre IŞİD lideri
Baghdadi tehlikeli bir teröristtir, en çarpıcı ve gururlu kelime
seçimleriyle “nasıl ortadan kaldırıldığı” ballandırılarak
anlatılır. Ama Türkiye’ye karşı korkunç suçlara bulaşmış
bir PKK uzantısı teröristi “General Mazlum Kobani” diye sunup
kendisiyle diplomatik ilişki kurmak, yüz kızartıcı bir mektupta
bile bundan gururla ve “akil” bir edayla söz etmek, Batı
emperyalizmi için çifte standart bile sayılmaz!
Bütün bu
“çetrefilli ilişkiler” ortadayken, 29 Ekim’de ABD’nin
Ermeni Soykırım Tasarısı üzerine aynen 1975 ve 1984’te olduğu
gibi yine geçirilen tasarı ve ABD ile varılan 17 Ekim kararlarına
ters düşen ekonomik yaptırım hiç de şaşırtıcı gelmiyor.
Çünkü tehdit, sopa, yaptırım, çelişki bu ilişkilerin ruhuna
sızmış değişmeyen unsurlar.
GÜNÜMÜZ GERİLİMLERİNE DÖNERSEK
Sonuçta, ne yazık ki Batı budur.
Yaşanan ve yaşanacak tüm ilişkiler, tartışmalar, diplomatik
diyaloglar hep benzer zemin üzerinde yürümeye çalışacaktır. Bu
nedenle UEFA, Türk futbolcularının “asker selamı” konusunda
her türlü tehditkar soruşturmaya ırkçı şekilde yüzü
kızarmadan girişebilir. Çünkü Türkiye her daim “olağan
suçlu”dur. Fransa da geleneksel olarak “Ermeni Soykırımı”
tasarıları veya anıtlarını sürekli gündeme getirir. Ama mesela
akıllarına hiçbir zaman kapitalist yol ortakları ABD’ye karşı,
bir “Kızılderili Soykırım Anıtı” veya yasa tasarısı
gelmez. Aynen ABD’nin aklına Fransızlar’a veya İspanya’ya
karşı “Cezayir Soykırım Anıtı” veya “Aztekler Soykırım
Tasarısı” dayatmak gelmediği gibi. Geleneksel kanırtmaları
için onlara Türkiye yeter...
Şimdi tekrar bu veriler ışığında
dönüp göz atabiliriz Suriye’ye...
Evet Türkiye, Suriye sınırı boyunca
kendisine dayatılan ağır tehditler ve risklerle dolu hattı kabul
etmeyeceğini, oldu bittiye getirilemeyeceğini Barış Pınarı
Harekatı ile göstermiştir.
İyi de, akla şu soru gelmektedir:
ABD, aramızdaki mutabakatla, Kürt devleti projesini terk etmiş
midir? Tabii ki hayır. ABD, silahsızlandırılmayan YPG’yi
ordumuzdan korurcasına 32 kilometre içeriye, adeta güvenli bir
bölgeye çekmiştir. Amerika bizim için terörist olan Kürt
örgütlerini kendi “kara gücü” olarak devreye sokup şehit
vermeden kendisi için vazgeçilmez olan enerji çıkar bölgelerini
kontrol altında tutmak istemektedir.
Sonuçta ABD, hatta Rusya ile yapılan
mutabakatlar bize bir çeşit sakinleştirici ilaç gibi gelse de,
olsa olsa sorunu ötelemeye, ertelemeye ve kuluçkaya yatırmaya
bırakmaktadır.
Sömürgeci devletler,
sınır-savaş-büyük çıkar ilişkileri gibi konularla ilgili
satranç hamlelerini, bizden çok daha sabırlı bir şekilde
yapıyorlar. Bazen sus payı veya oyalama olarak bir fil veya kale
verip bir sonraki hamleyi hazırlıyorlar. Biz ise 3-5-10 yıl ötede
bekleyen senaryoların her zaman farkına varamadan, güncel
hamlelerle mutlu olabiliyoruz. Barış Pınarı Harekatı,
emperyalist devletlerin oyununu bozmuştur. Ama ne terör oluşumları,
ne de onları kullanan kurnaz senaryolar ortadan kalkmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.