Sergim için
Amerika’da, Los Angeles’tayım. Arada ülkemdeki haberlere bakıp
hasret gideriyorum. Sonuç mu? “Günün önemli haberi ne?”
diye elinize tableti alıyorsunuz, okuduğunuz haberler tiksinç
şekilde tanıdık geliyor. Ordu’da genç balerin Ceren Özdemir,
evinin önünde bıçaklanmış. Kaldırıldığı hastanede ölmüş.
Yok olan gelecekler, yuvaları sönen aileler... Aramızda gezen
katiller!
“Efendim, Amerika’ya gelip,
buradan da Türkiye’de ardı arkası kesilmeyen kadın
cinayetlerini mi yazacaksın Bedri? Zaten daha geçenlerde yine
yazmamış mıydın?”
Evet, yine yazacağım. Yine yazacağız.
Bıkmadan, sıkılmadan. Bu ülkede kızını, karısını, ablasını,
kız kardeşini, sevgilisini veya askıntı olduğu kızı dövmeye
meraklı alçaklar oldukça, biz de elimizden ne geliyorsa yapacağız.
Yazıysa yazı, yürüyüşse yürüyüş, yasaysa yasa... Komşu
dairede yaşanan erkek şiddetine kulak tıkamayıp müdahale
etmekten, sokakta açıkça şiddet uygulayan şeytanlara karşı
koymaya kadar, elimizden ne geliyorsa yapacağız. Yapmazsak, bizler
de kanıksamamız istenen bu adiliğe göz yummuş oluruz. Genç
kızlar birbiri ardına yok olup gidiyorlar. Şule Çet, Güleda
Cankel, Berivan Minaz, hangisini sayalım, liste maalesef korkunç.
Birçok kadın ise, 3. sayfaya bile düşmeden bu dünyadan
ayrılıyorlar. Geriye bir istatistik haline dönüşen isimleri ve
şayet biliniyorsa, “cinayet gerekçeleri” kalıyor! Onların
katilleri, dayakçıları, adi suçlular ise onlara hafifletici
nedenler bulan avukatlar peşinde, adaletin açıklarını, zaaf
noktalarını arıyorlar!
Bu ülkede, polisler dövülüp
karakola sığınan kadınlara “Kocana dön, eşindir, ister
sever, ister döver” dediği müddetçe, komşular çığlıklar
yükselen yandaki dairelere karşı ayağa kalkmadıkça, daha çok
kadın ölür.
ŞORT VE MİNİ ETEK Mİ DEDİNİZ?
Kadınlara yapılan saldırılar
arasında bildiğimiz gibi, otobüste, metroda tekme sallayanlar,
hakaret edenler, taciz edenler gırla gidiyor. Genç kadınlar her an
her yerde “bir durum”la karşı karşıya kalıyorlar. Cinsel
gerekçeler, kıskançlık, açlık, asalak aşklar, hepsine bir
gerekçe buluyorlar! Bu durumlar nedeniyle son yıllarda çevremizde
yer alan genç kızlarımız, kadınlarımız artık mini etek veya
şort giymeye çekindiklerini, kentin birçok yerinde ancak uzun etek
veya pantalon giydiklerini söylüyorlar. İçinde yaşadığımız
Atatürk Cumhuriyetinde, gerçekten çok üzücü ve kabul edilemez
bir durum. Bakın yukarıdaki cinayetler ve dayaklar konusu ile, bu
bölümde ele aldığım konu birbirinden çok farklı görünse de
aslında birbiriyle doğrudan ilişkili: Kadınlarımız,
kazanımlarından tek bir adım geri gidemezler. Ne meslek
hayatlarında, ne bağımsızlık savaşlarında, ne etek boylarında.
Atatürk devrimleri, getirdiği her kazanımıyla bir bütündür.
Yobaz, eril baskılarla, orta çağ kafası dayatmalarla bir ucundan
kırpılmaya başlanacak “tadilata açık alanlar” değildir
onlar! İnadına saldırganların üzerine gidilerek korunacak en
önemli değerlerimizdendir bu devrimler. Kadınların seçme ve
seçilme hakları ne kadar değerliyse, yalnız yaşama hakları,
özgürlükleri, özel hayatlarının dokunulmazlığı, mini
etekleri, şortları, makyaj yapma keyfiyetleri de bir o kadar
tartışılmaz derecede değerlidir. Kadınlarımız, bu coğrafyada
mini etek ve özgür yaşam haklarını korumadan, seçme seçilme
haklarını koruyabileceklerini sanıyorlarsa, gerçekten çok mu çok
yanılıyorlar. Bu devrimler, aynen laiklik gibi, aynen hukuk
devriminin ötesinde eğitim ve sanata yaslanan aydınlanma devrimi
gibi, her zerresiyle dokunulmazlığı olan bütünlerdir. Kısmi
korumalara başlarsanız, bütünlük artık elinizden kayar gider.
Alçak baskılar ister siyasetle, ister
bürokrasiyle, ister mahalle baskısıyla, ister aile veya sokak
saldırısıyla gelsin, birbirinden farkı yoktur. Yalnız
kadınlarımıza değil, tüm topluma düşen bu yobaz geri dönüşle
kora kor mücadele etmektir.
DEVRİMLERİ KORUMAK NEDİR, NE
DEĞİLDİR?
İnsan üzülüyor. Kendi
topraklarında, kendi insanlarının ileriye gideceğine gerilediğini
görerek üzülüyor. İnsanın aklına 1930’ların, 1940’ların
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı gösterilerindeki görüntüler
geliyor… Atatürk’ün partisindeki yöneticilerin, büyük
devrimci önderin “Türkçe ezan” devriminden yalnızca söz
edenleri bile partiden ihraç etme talebiyle disipline
gönderebildiklerini görüp, kahroluyor. Kabus gibi bir durum.
Tarihi inkar, bir günden diğerine ortamın üzerine zift ve katran
dökerek bir anda gelmez. Böyle yavaş yavaş gelir. Alıştırarak,
ödünler talep ederek, cerahati yayarak, karşı devrimcilerin nasıl
yeni mevzilere yerleştiklerini görmezden gelerek... Geri adımlar
böyle atılır ve insanoğlu olağandışı hamlelerle efsanevi bir
devrimcinin attığı adımları, kendi evinden başlayarak sabote
edebilecek kadar tarihi sorumsuzluklarla dolu kararların sahibi
olabilir. Halbuki devrimler bir bütündür ve birbirlerine çelik
örgülerle bağlıdırlar. Onlara “böl-parçala-yönet”
mantığıyla bakanlar, yalnız o devrimleri yerinden sökmeye
çalışanlar değil, aynı zamanda onları ayrılmaz bir bütün
olarak görmeyi başaramayan bahtsızlardır. Yaşam tarzlarını,
üniversitelerdeki nü modelleri, resmiyle, heykeliyle, filmiyle nü
sanatı ya da içkili lokantaları savunmaya cesaret edemeyenlerdir.
Bu saydıklarımıza karşı mahcup gezmeyi tercih edenlerdir.
“Mütedeyyin-muhafazakar-dindar-kapalı” ve buna benzer
tanımlamalarla tanınan kesimlerin her hakkını ölesiye savunup
diğer yanda çağdaş yaşamın gereklerini korkusuzca dile
getirenlere karşı sessiz kalmak veya onları uzaklaştırmaya
kalkışanlardır. Onlar ne devrimlerin bütünlüğünü
görebilirler ne de onları savunanlardırlar. Kadınlar bugün sözde
aşk, kıskançlık veya namus cinayetlerine kurban gidiyorlarsa,
bunun sebebi devrimlerin her birinde atılan geri adımların
toplamına denk gelmektedir. Yoksa yobazlık da durup dururken o
gençlerin beyninin içinden doğup yerleşen bir kurtçuk gibi
girmez! Bugün metroda taciz edilen genç kızları görmezden
gelenler, bu gerilemenin gerçek sebeplerini görmek istemeyenler,
kendilerini derhal toplamazlarsa, akıl almaz bir ihanetin ortasına
imza atmış olacaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.