Barış Pınarı Harekâtı’na ilk
baktığımızda, Türkiye’nin teröre karşı bir mücadeleye
girişmesinden daha normal bir hamle olamaz diyoruz. Batı’nın
yüzyıllara yayılan Türkler’e karşı önyargısını, çıkarcı
ve değişken politikalarını bilmeyen yok. Çifte standart
konusunda eksper olduklarını da rahatlıkla söyleyebiliriz.
Türkiye’nin bu harekât için haklı gerekçeleri olduğu da
ortada. Bu arada Erdoğan’ın “Savaş bir başka devletle
olur. Bu bir savaş değil, terörle mücadeledir” sözlerinin
ciddi bir ağırlığı var. Burada hedefin kesinlikle Kürtler
değil, PYD/YPG olduğunu, terör devleti kurulmasını engellemek,
yüz binlerce Kürt asıllı Suriyeli vatandaşın evlerine geri
dönmesini sağlamak için orada bulunduğumuzu ısrarla vurgulaması
da önemli.
Operasyon öncesinde, Trump’ın
bölgeyi boşaltma kararı ve hemen ardından Türkiye’nin bölgeye
girmesi, buna rağmen Amerika’da özellikle Senato ve Temsilciler
Meclisi’nin şiddetle operasyona karşı çıkarak acil yaptırımlar
istemeleri, ilginç bir gri alan. Amerika’da çift başlı yönetim
çatlakları, “tavşana kaç, tazıya tut” mu demiş
oluyor? Sanki Türkiye’nin harekâtına kapı açıldı ve ardından
tepkiler yağmaya başladı.
SİLAH TİCARETİ, BARIŞ SEVMEZ
Bu arada çatışmalar, dünya
tarihinde ve yakın tarihte kime yarıyor? Tabii ki herkesten önce
silah tüccarlarına! Silah üreticilerine ve onları pazarlayan
ülkelere, bu ticaretten payını alan kimi siyasetçilere! Herhalde
onların “ateşkes” istediğine inanmayacaksınız! Bakın, ben
Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”
felsefesine inananlardanım. Dolayısıyla bu operasyon için de en
büyük isteğim, bir an önce sonuçlanması. Tabii ki fedakârca
gözü kapalı hedefe yürüyen ordu mensuplarımızın arkasındayız,
onların değerini biliyoruz, onlara sevgi ve dayanışmamızı
yolluyoruz. Öte yandan her şehit askerin nasıl yüzlerce akraba ve
dostunu mahvettiğini, halkın kalbini nasıl parçaladığını da
biliyoruz. Bu bir basket maçı değil. “Ölü sayısında açık
farkla avantaj sağlamak” gibi bir istatistiğin peşinde
koşamaz kimse, vicdan bunlara elvermez. Kaldı ki ölüp giden
teröristlerin çoğunun da örgüt tarafından kandırılmış,
ailelerinden koparılmış, hayatı başlayamadan bitirilmiş
gencecik insanlar olduğunu bilmiyor muyuz? Türkiye’nin hedefi,
terörü yalnız savaşla bitirmek değil, ırk ayrımcılığı
üzerinden dayatmayla bu zavallı emellere emperyalizmin kurban
ettiği bu kesimin uyanıp gerçekleri görmesini sağlamak olmalı.
Zaten çok ağır şartlarda seyreden
ekonomimizin, bu operasyonun maddi yükünü ne kadar kaldıracağı
da ciddi bir endişe konusu. Burada ABD veya Avrupa’nın ekonomik
tehditlerinin olası sonuçlarından da öte, doğrudan o korkunç
genel askeri savaş maliyetinden söz ediyorum. Bir ülke ekonomik
olarak önünü görmeden uzun süre yürüyemez.
ESAD’LA MÜZAKERESİZ SORUN NASIL
ÇÖZÜLÜR?
Ben, Şam’la diyaloga kurmadan,
Esad’la tekrar Türkiye’nin de çıkarlarını koruyan sağlam
anlaşmalara girmeden, bu büyük sorunun kalıcı bir çözüme
ulaşmasının çok zor ya da imkansız olduğunu düşünenlerdenim.
Putin’in temsilcisi Lavrentyev’in Türkiye ve Suriye’nin
çeşitli bakanlıklar ve istihbarat servisleri üzerinden temasta
olduklarını duyurması yeterli değil. Çok daha güçlü bir
düzeyde Türkiye-Suriye teması lazım. Türkiye zaten bulunduğu
topraklara el koymayacağına göre, Şam’la masaya oturmaya bir
gün mecbur kalacak. Ülkemiz bu konuda tereddütlü veya pasif
davrandıkça, Esad’ın farklı arayışlara girmesi de
-izlediğimiz gibi- kaçınılmaz olacak! Türkiye, bu dönüş
diyalogunu geciktirdikçe, beklenmedik farklı ittifak hamlelerinin
önü açılıyor. Rusya’nın Suriye için istediği Anayasa’da,
Kürtler’e bir çeşit “kültürel otonomi” istiyor olması ve
bunun Şubat 2017’de Moskova’da yapılan Kürt Konferansı’nda
gündeme gelmesi, bugün bu şartlarda hangi uzantılara ulaşır?
Sonuçta, bugünlerde tarihi dik duruşu
sıkça hatırlanan İsmet İnönü’nün ünlü deyimiyle, Türkiye
bir değil, “iki ayı ile” yatağa girmiş oluyor! Hem de aynı
coğrafyada, gizli ve derin soğuk çıkar savaşı yürüten iki
ayı... Operasyonun uzaması, 911 kilometrelik sınırın lojistik
olarak giderek ağır faturalarla hedeflerimiz açısından kontrol
altında tutulma çabası, ilerleyen süreçlerde diplomatik
kıskaçlar altında giderek zorlaşacak.
HAREKATI, İÇ SİYASET MALZEMESİ
YAPMA GÜDÜSÜ
CHP ve İYİ Parti, bu kritik harekata
destek verdiler, ama doğal olarak bazı çekincelerini de ortaya
koydular. Erdoğan’ın AKP İl Başkanları toplantısında,
harekattan söz ederken “İnşallah en kısa zamanda bu fetih
müyesser olur” şeklindeki demeci haklı tepkiler aldı ve
uluslararası plandaki yalnızlaşmamızın yeni bir gerekçesi oldu.
Bu arada bu harekâtı, 1974 Kıbrıs Harekatı’na doğrudan
benzetmiş olması, belki en azından bilinçaltında yeni bir
“Kıbrıs Fatihi Ecevit” imajı arayışında olduğunu
gösteriyor. Cumhurbaşkanı’nın konuyu iç siyaset malzemesi
yapma doğrultusunda güç ihtiraslarına mağlup olduğu anlar
arasında, Suriye konusunu işlerken aynı toplantıda “Buradan
milletimizin her bir ferdini partimiz saflarına katılmaya davet
ediyorum” dediği an vardı. Hiç olmazsa her gün yeni şehit
haberlerinin geldiği bir süreçte, çelişkili anayasa
maddelerimizin ötesine geçerek (Anayasamız Cumhurbaşkanı’nı
hem “tarafsız”, hem de bir partinin siyasi genel başkanı
olarak görmekte bir sakınca görmüyor) AKP sıfatlarını rafa
kaldırabilmesi beklenebilirdi. Böyle bir tavrı olmayınca,
muhalefet eleştirilerinin de gelmesi kaçınılmaz oldu. Hem de
yaşadığımız günlerde ulusal beraberliğimizin önemini her gün
ifade ediyor olmalarına rağmen... Bu hatalar, Cumhurbaşkanı ve
hükümetinin “giderek Türkiye’yi bir parti devleti” haline
getirdiği yönündeki eleştirileri doğal olarak yoğunlaştırdı.
İşlenecek daha çok konu var.
Örneğin, bu operasyon dahil, herkesin her konuda aynı fikirde
olmama hakkı... Ya da gelenekselleşmiş batı medyası
dezenformasyon kampanyasının da etkisiyle uluslararası diplomasi
alanında artık neredeyse mecburi yalnızlığa mahkum edilen bir
ülke olarak yaşamanın zorluğu gibi. Belki haftaya...
Şehitlerimize,
kederli ailelerine ve arkadaşlarına, Türk milletine bir kez daha
baş sağlığı dileyerek, ordumuzun bir an önce hedeflerine
ulaşarak yurda esenlikle döneceği anı iple çektiğimi ifade
etmek istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.