Sizler geçen haftadan konuya hazırlıklıydınız. Türkiye ise New York sergimi
sansasyonel yorumlarla medyadan öğrenirken tahminimin ötesinde akıl tutulmalarına
uğradı. Bunu bekliyordum ama depremin şiddetini öngörmemiştim.
Olay, ülkede konuya muhatap olanlarca nasıl yaşandı, onu bilemem ama dışarıdan nasıl göründüğünü iyi biliyorum: Soğukkanlılığını kaybetmiş abartılı tepkiler. “Aman ben de bu konuda konuşmaktan geri kalmayayım” diye duyumlar üstüne heyecanla köşe yazısı yumurtlayanlar, televizyonda bu konu üstüne haftalık gündemini kurmaya yeltenen sunucular, işin özgün olmadığını kanıtlamaya çalışan internet hafiyeleri, “twitter sataşkanları”, paniklerini, cehaletlerini veya kıskançlıklarını dört bir koldan ortaya döken değişik meslek grupları...
Yurt dışında bu yaşanan “fenomeni” anlamaya çalışan beyinlere, “Efendim bir sanatçımız boş çerçeve sergilemiş, o yüzden ülkenin kimi bölgeleri karıştı” deseniz, bunu bir Charlie Chaplin filmi zannederler. Dışarıdan acı acı gülümseyerek 100 sene sonra bu “olay”ın bıraktığı izlerin nasıl anekdotik ve mizahi görülebileceğini çok iyi hissettim de, bir de kendi zaman dilimimde (?) 20 sene sonra bu algının ne olacağını merak ediyorum.
Konuya önce iyi yönünden bakalım: Ülke bir haftadır avangard sanatın sanat tarihsel ve güncel sorunlarıyla çalkalanıyor. Yazarlar, yorumlarına bilgiç hava verebilmek için Damien Hirst, Koons, Warhol veya Duchamp’ı araştırıyorlar. Herhangi bir haftalık AKP hamlesi yerine “boş çerçeve”yi konuşuyorlar. Ama bir şey kesin: Sunduğum sanatın ötesinde, yaşanan “durum” her şeyden daha özgün! Dünyanın hiçbir ülkesinde bir sanatsal hamle ve onun ilk satışı bu kadar sinematografik toz kaldıramaz veya bu kadar farklı kesimleri aynı “linç” hamlesinde buluşturamaz. Ben bu filmi önceden de gördüm. Bu da “This Has Been Done Before” tanımlamasının içindedir. Kimi solcular, sağcılar, enteller, sanat düşmanları artık ortak hedefe kitlenmişlerdir. Aslında bunu daha önce de şahsıma yönelik defalarca denemiş ve sınıfta kalmışlardır. Bu arada, aramızdaki bazı rahatsızlıklara rağmen, kendisine sunulan provokasyon tuzağına düşmeyen Beral Madra gibi sağ duyusunu kullanan insanlar da olmadı değil.
İnanın kızmıyorum. Ne demiştik? Bu ülkede yüzbini aşkın camii yapan, tek modern müze yapmayan hükümetler sorumludur bu seviyeden. Ülkenin en entel haber kanalındaki, en havalı genç programcı, hem de “Londra’dan” konuyu sunarken programına bir çerçeveci çıkarıp toplum önünde, en basitinden Warhol’un on milyonlara satılan “1” dolarlık konserve kutusunu düşünemeden maliyet hesabına giriyorsa (!) inanın bu durumdan son 60 yılın hükümetleri sorumludur. Kendisini tüm patinajlarıyla affedip mazur görüyorum. Bir konu dışında: Bana bir taş daha fırlatabilmek için kendisini bulunduğu statüye çıkaran Kemalist devrime dil uzatış tarzındaki bayağılık biraz dehşet vericiydi, ama bu da liberalizmin iflas bayrağının zirve zırvalarından biri olsa gerek. Bu nankörlükten öte, bindiği dalı kesme sendromudur.
Yapıtımın özgün olmadığını kanıtlama peşindeyken bir çelişkiden diğerine koşan, ne yapıtın özelliklerine, ne söylemine, ne yazarların tezlerine bakmadan müstehzi bindirmeler peşinde koşanları da mazur görebiliyorum. Çünkü bir ölçüye kadar dünyada hep böyle olmuş, her boyut kazandıran yeni hamle benzer şekilde aşağıya çekilmeye çalışılmıştır. İşin gerçeğinde ise “Siyah Kutu” açtığı tartışma alanı ve farklı yapısıyla şu anda doğduğu hafta ülkenin en bilinen sanat eseri statüsüne terfi etmiştir.
Eseri Ülker’e satışımı ve bedeli fazlasıyla dile getirenlere ise fiyatların normalliğini, (yabancı ünlü yaşıtlarımızın çoğunun onda biri ya da yüzde biri!) ve bu mesleğin alfabesini hatırlatırsam, bu rakam sanatçıya gelene kadar galeri, vergi ve dev masraflar arasında fazlasıyla paylaşılır. Bunun yanısıra, Murat Bey’in medenice görüşmek istemesi ve önyargılar dışında sohbetimizin geldiği noktada, eser talebini geri çevirmek, şık olur muydu? Web sitemden daha uzun yanıtımı da okursunuz. Ama üç noktayı vurgulamalıyım: Birincisi, fikirlerimi satın alacak para birimi yok ve olmayacak. Satın alınsam burada yazmaya devam etmezdim. Ben değişmediğime göre, olsa olsa Ülker’in insanların kafasındaki algısında bir değişiklik olabilir. İkincisi, yanıtını veremeyeceğim hiçbir şey yapmam. Üçüncüsü, hergün demokrasi-uzlaşma kültüründen söz edenlerin, bazı diyalogların dağıtabildiği sislerden nasıl bu kadar rahatsız olduklarının getirdiği mizahi çelişki, bu vesileyle tespit edilmiştir.
Olay, ülkede konuya muhatap olanlarca nasıl yaşandı, onu bilemem ama dışarıdan nasıl göründüğünü iyi biliyorum: Soğukkanlılığını kaybetmiş abartılı tepkiler. “Aman ben de bu konuda konuşmaktan geri kalmayayım” diye duyumlar üstüne heyecanla köşe yazısı yumurtlayanlar, televizyonda bu konu üstüne haftalık gündemini kurmaya yeltenen sunucular, işin özgün olmadığını kanıtlamaya çalışan internet hafiyeleri, “twitter sataşkanları”, paniklerini, cehaletlerini veya kıskançlıklarını dört bir koldan ortaya döken değişik meslek grupları...
Yurt dışında bu yaşanan “fenomeni” anlamaya çalışan beyinlere, “Efendim bir sanatçımız boş çerçeve sergilemiş, o yüzden ülkenin kimi bölgeleri karıştı” deseniz, bunu bir Charlie Chaplin filmi zannederler. Dışarıdan acı acı gülümseyerek 100 sene sonra bu “olay”ın bıraktığı izlerin nasıl anekdotik ve mizahi görülebileceğini çok iyi hissettim de, bir de kendi zaman dilimimde (?) 20 sene sonra bu algının ne olacağını merak ediyorum.
Konuya önce iyi yönünden bakalım: Ülke bir haftadır avangard sanatın sanat tarihsel ve güncel sorunlarıyla çalkalanıyor. Yazarlar, yorumlarına bilgiç hava verebilmek için Damien Hirst, Koons, Warhol veya Duchamp’ı araştırıyorlar. Herhangi bir haftalık AKP hamlesi yerine “boş çerçeve”yi konuşuyorlar. Ama bir şey kesin: Sunduğum sanatın ötesinde, yaşanan “durum” her şeyden daha özgün! Dünyanın hiçbir ülkesinde bir sanatsal hamle ve onun ilk satışı bu kadar sinematografik toz kaldıramaz veya bu kadar farklı kesimleri aynı “linç” hamlesinde buluşturamaz. Ben bu filmi önceden de gördüm. Bu da “This Has Been Done Before” tanımlamasının içindedir. Kimi solcular, sağcılar, enteller, sanat düşmanları artık ortak hedefe kitlenmişlerdir. Aslında bunu daha önce de şahsıma yönelik defalarca denemiş ve sınıfta kalmışlardır. Bu arada, aramızdaki bazı rahatsızlıklara rağmen, kendisine sunulan provokasyon tuzağına düşmeyen Beral Madra gibi sağ duyusunu kullanan insanlar da olmadı değil.
İnanın kızmıyorum. Ne demiştik? Bu ülkede yüzbini aşkın camii yapan, tek modern müze yapmayan hükümetler sorumludur bu seviyeden. Ülkenin en entel haber kanalındaki, en havalı genç programcı, hem de “Londra’dan” konuyu sunarken programına bir çerçeveci çıkarıp toplum önünde, en basitinden Warhol’un on milyonlara satılan “1” dolarlık konserve kutusunu düşünemeden maliyet hesabına giriyorsa (!) inanın bu durumdan son 60 yılın hükümetleri sorumludur. Kendisini tüm patinajlarıyla affedip mazur görüyorum. Bir konu dışında: Bana bir taş daha fırlatabilmek için kendisini bulunduğu statüye çıkaran Kemalist devrime dil uzatış tarzındaki bayağılık biraz dehşet vericiydi, ama bu da liberalizmin iflas bayrağının zirve zırvalarından biri olsa gerek. Bu nankörlükten öte, bindiği dalı kesme sendromudur.
Yapıtımın özgün olmadığını kanıtlama peşindeyken bir çelişkiden diğerine koşan, ne yapıtın özelliklerine, ne söylemine, ne yazarların tezlerine bakmadan müstehzi bindirmeler peşinde koşanları da mazur görebiliyorum. Çünkü bir ölçüye kadar dünyada hep böyle olmuş, her boyut kazandıran yeni hamle benzer şekilde aşağıya çekilmeye çalışılmıştır. İşin gerçeğinde ise “Siyah Kutu” açtığı tartışma alanı ve farklı yapısıyla şu anda doğduğu hafta ülkenin en bilinen sanat eseri statüsüne terfi etmiştir.
Eseri Ülker’e satışımı ve bedeli fazlasıyla dile getirenlere ise fiyatların normalliğini, (yabancı ünlü yaşıtlarımızın çoğunun onda biri ya da yüzde biri!) ve bu mesleğin alfabesini hatırlatırsam, bu rakam sanatçıya gelene kadar galeri, vergi ve dev masraflar arasında fazlasıyla paylaşılır. Bunun yanısıra, Murat Bey’in medenice görüşmek istemesi ve önyargılar dışında sohbetimizin geldiği noktada, eser talebini geri çevirmek, şık olur muydu? Web sitemden daha uzun yanıtımı da okursunuz. Ama üç noktayı vurgulamalıyım: Birincisi, fikirlerimi satın alacak para birimi yok ve olmayacak. Satın alınsam burada yazmaya devam etmezdim. Ben değişmediğime göre, olsa olsa Ülker’in insanların kafasındaki algısında bir değişiklik olabilir. İkincisi, yanıtını veremeyeceğim hiçbir şey yapmam. Üçüncüsü, hergün demokrasi-uzlaşma kültüründen söz edenlerin, bazı diyalogların dağıtabildiği sislerden nasıl bu kadar rahatsız olduklarının getirdiği mizahi çelişki, bu vesileyle tespit edilmiştir.
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.