HADİ BUYURUN, HASAN TATLI KADAR
YÜRÜYÜN!
Lafı dolaştırıp uzatmaya gerek
yok. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu tebrik ediyorum. 400-500
kilometre yürümek her babayiğidin harcı değildir. Herkes bundan
söz edebilir, veya şehir içi bir günlük uzun bir mesafe
yürüyebilir. Ama yollara düşüp ADALET isteyerek bu disiplinle
belki 3,5 hafta veya daha fazla sürecek bir yürüyüşe başlamak
için, başka düzeyde bir kararlılık ve içsel güç lazım.
Kılıçdaroğlu, ciddi olarak alkışlanması gereken bir hamle
yaptı. CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasıyla
bardağın taşıp, her şeyin sapır sapır dökülmeye başladığı
noktada, bu eylemi devreye soktu. Her şeyin biriktikçe birikmeye ve
iktidarın güç sarhoşluğu içinde muhalif her kişi ve kavramı
aynı sepete atmaya başladığı bir süreçte DANKS diye
başlattı bu yürüyüşü. Herkes Kılıçdaroğlu’nu “miting
yapmıyor” diye eleştirirken o birden en spontan kararla “Hadi
Türkiye sahaya, yollara!” dedi! Grup toplantıları ve MYK
toplantılarının da yollarda gerçekleştirilmesi ise tam bir
demokratik seferberlik havası yansıtıyor ve etkili oluyor!
Şimdi herkes illa bir kılçık
arayacak ya? Efendim, Berberoğlu da zaten kimmiş, yürüyüşe
kaç kişi katılmış neden daha fazla insan yokmuş, hedefe böyle
mi varılacakmış! Her kafadan bir ses çıkıyor, ağzı olan
konuşuyor! Ben de onlara diyorum ki, “Sizin içinizden geçtiği
kadar çok kişi katılmıyormuş ya? Buyurun ailece hep beraber,
çoluk çocuk siz de yollara düşün, niye uzaktan eleştiriyorsunuz
veya laf atıyorsunuz? Kendini dokunulmazlığı olan ulvi süper
zekalardan biri zannederek laf sokmaya çalışmak kolay. Hadi
buyurun gidin 10 km yürüyerek başlayın, olayın boyutlarını ve
‘Hanya’yı Konya’yı’ anlamak için...
Bu heyecanı yüreğinde hissetmeyen,
açığı kendinde arasın!
Fransa’da dev bir siyasi doğuma ve
sürprize imza atarak iktidarı toptan ele geçiren yeni lider
Macron’un da hareketinin adı “En
Marche”, yani yürüyüşte/hareket halinde... Kılıçdaroğlu
ise yürüyüşü bizzat kendisi yapıp fiiliyata geçiriyor. Birçok
duyarlı insan bu yürüyüşe değişik etaplarında katılıyorlar:
Altan Öymen, Nasuh Mahruki, Ataol Behramoğlu, Melike Demirağ,
Zülfü Livaneli, Genco Erkal, Dostlar Tiyatrosu ekibi, Emre Kongar,
Tevfik Kızgınkaya, Ergenekon-Balyoz mağdurları, Sunay Akın,
Metin Uca, Somalı aileler, Yılmaz Büyükerşen, tüm CHP
Milletvekilleri ve sayısız mert demokrasi neferi bu uzun serüvene
fiili destek verdiler yollarda... Adı hiçbir zaman buralara
sığmayacak olan ünlü ve ünsüz tüm katılımcıları candan
kutluyorum. Ve tabii devrim şehidi olarak gördüğüm, bu
demokrasi ve adalet arayışı yürüyüşünde ölen değerli ebedi
genç Hasan Tatlı’ya mekanı cennet olsun diyorum ve aziz hatırası
önünde eğiliyorum. Neden mi şehit diyorum? Gayet basit... Bu
Cumhuriyet devrimleri ve demokrasi karşıtı gidişat hızlanmasa,
69 yaşında ne işi vardı yollarda Tatlı’nın? Ama o gelecek
kuşakları korumak için kendini feda etmeyi tercih etti, sağlık
limitlerini göz göre göre zorladı.
138. MADDE NASIL İHLAL EDİLİRMİŞ,
BUYURUN GÖRÜN!
Pazartesi
günü,
Başkanı olduğum UPSD Galerisi’nde, derneğimiz ve İstanbul
Barosu’nun beraber yaptığı Dünya Sanat Günü etkinliğinin
sonucu olan çok ilginç serginin açılışı vardı. Maltepe Çocuk
Cezaevi ve Ümraniye Çocuk Eğitim Merkezi'nde çocuklarla beraber
yaptığımız stüdyo çalışmasında ürettikleri resimleri
sergiledik! Çok güzel bir açılıştı. İstanbul Barosu başkanı
sevgili Mehmet Durakoğlu da açılışa katıldı, keşke resimlerin
sahipleri de aramızda olsaydı! Belki gelecek sefer bunu da
başarırız. Asıl söylemek istediğim şu, orada Durakoğlu’na
sordum, acaba yanılıyor muyum dedim: Cumhurbaşkanlığı yürüyüşe
katılacak olanları açık açık 138. madde ile tehdit ediyordu.
Ben
de Durakoğlu’na dedim ki: “Cumhurbaşkanı
bunu yaparak açıkça 138. maddeyi kendisi ihlal etmiş oluyor öyle
değil mi?”
dedim.
Ne diyordu 138. madde?
“Hâkimler,
görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî
kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir
organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hâkimlere emir
ve talimat veremez;
genelge gönderemez; tavsiye
ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte
olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin
kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama
ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir
suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez.”
Durakoğlu,
üst düzey bir hukukçu olarak tamamen aynı fikirdeydi, “haklısın”
dedi. Demek
ki hiç kimse, “hiçbir organ, makam, mahkemelere tavsiye ve
telkinde bulunamaz”mış! Tabii ki Cumhurbaşkanlığı makamı da
buna dahil! İyi ki hatırlattı bunu sayın Cumhurbaşkanı, ne
kadar teşekkür etsek azdır.
Böylece bu konuda hiçbir şey yapamayacağını ve yargıyı
yönlendirmeye hakkı olmadığını herkese bir defa daha en net bir
dille göstermiş oldu! Artık bu saatten sonra zaten doğal olarak
yürüyüş haklarını kullanan Kılıçdaroğlu ve ona destek veren
sayısız vatandaş hakkında şu ya da bu yanlış yorumla
soruşturma açmayı düşünen bir savcı varsa, o bile artık zor
kımıldar! Çünkü
bunu yaparsa, Cumhurbaşkanı’nı zor duruma düşürmüş olur!
Açık açık yapılan yönlendirme, doğrudan sepete kendiliğinden
düşmüş olur ve sonra savcılar bu kanıtla işlem yapmak
durumunda kalırlar, maazallah!
CHP
ve iktidar-Cumhurbaşkanı hattında bu polemik başladıktan sonra,
CHP’nin çıkardığı belgelere bile gerek yoktu! Cumhurbaşkanı
zaten artık yargının tüm atamalarından sorumlu noktada olduğu
için, o verdiği demeç bile 138. madde ihlali olarak yeter de artar
bile! Beştepe’den gelen açıklama ise çok zayıf: Bunlar
telkin değil, ihbarmış!
Devletin en üst organları zaten yargı mensuplarının geleceğini
belirleyen noktadalar! Onların “ihbar” etmelerinin telkinden ne
kadar farkı olduğunu günümüz Türkiyesi’nde biri çıkıp bana
anlatsın lütfen! İşin bir diğer ilginç tarafı, başta Nagehan
Alçı olmak üzere, son dönemlerde yargının yaptığı hatalara
katlanamadıklarını söyleyen iktidar yanlısı isimlerin
durumuydu... Bir an geliyor, “yargı
bağımlılığı”
düzeyi (!), artık yandaşlara bile ağır geliyor! Düşünüyorum
da,
“acaba bizler mi anlamıyoruz yeni durumları?”... Hani
yargı bağımsız ve tarafsız olacaktı ya?
“Acaba biz mi önyargılarımız yüzünden göremiyoruz aslında
yargıda her şeyin mükemmele koştuğunu?” diyorum
kendi kendime aynaya bakıp...
ERGENEKON
SAVCILARININ YÖNTEM FOTOKOPİLERİ
Sözcü
Türkiye’nin
en muhalif gazetesi. FETÖ ile yıllardır hepimiz gibi en büyük
mücadeleyi verenler arasında en önemli kurum. Burak
Akbay,
onun yalnız gazetecilik yapan patronu. Bir bakıyoruz ki, tüm oklar
ona çevrilmiş, olmadık şekilde kendisi FETÖ koruyucusu ilan
edilmiş! Hem de hangi gün saldırı yapılmıştı, onu da sakın
hiçbir zaman unutmayın: 19 Mayıs! Bu tam gerçek niyetin itirafı
oluyor! Mantık akılları sıra Cumhuriyetçilere gözdağı vermek!
Ben de onlara Allah akıl fikir versin diyorum! Atatürkçüleri
korkutamazsınız!
Ortada
hiçbir mantık veya bağlantı yok. Günlerdir izlediğiniz
bilgileri tekrar etmeyeyim! Gökmen Ulu ve Mediha Olgun’un durumu
da ortada! Söylenebilecek tek şey var: Sözcü kumpasını
hazırlayanların, hayal gücü hiç yok! FETÖcülerin affedilmez
taktiklerini, yani “kes-yapıştır/uysa
da koy, uymasa da” şablon
olarak aynen almışlar! Peki hiç akıllarına getiriyorlar mı
acaba, bu yöntemle tarihi dolandırmaya çalışan, başta Zekeriya
Öz olmak üzere, tüm sözde savcılar, yargıçlar ve emniyet
mensupları şu anda ya içerdeler ya da bir delikte saklanıp, kara
kara akibetlerini düşünüyorlar! Açlık grevi yapan
akademisyenler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya bir şey olursa
bunun bedelini en başta kim ödeyecek? Çünkü artık sınırdalar...
KOMEDİ
ÖTESİ YORUMLAR
Kılıçdaroğlu
“yürüyüşün etnik-siyasi-ideolojik-inanç temelinde herhangi
bir kimliği yoktur” derken,
gerçekten bu adalet arayışını CHP’nin ötesinde tüm partilere
ve tüm vatandaşlara açan bir liderliği öne çıkarmayı başardı.
Maalesef onun her lafına bir kulp bulmaya çalışan sözde muhalif,
sözde Cumhuriyet’e bağlı kimi odaklar, Türk solunun en ölümcül,
en eski bölünme/bölme hastalığının yeni izlerini yayarak
tarihe gaflarıyla kalmış oluyorlar! Gün
ayrılıklarımızı, potansiyel kavgalarımızı öne çıkarma günü
değil. Gün demokrasiyi toptan gömmeye çalışanlara karşı güç
birliği içinde ifade özgürlüğünü, yargı bağımsızlığını,
Atatürk devrimlerini, demokrasiyi savunma günü!
Yaratılan
çağdışı havayı hafifletmek için midir, orasını bilemem. Bir
yandan Binali Yıldırım “niye
yürüyorlar, hızlı trene binsinler”
diyor, diğer yandan kralın has adamı Bahçeli “akılsız
başın cezasını ayaklar çeker” diyerek
zirveye gözünü kırpıp reveransını vermiş oluyor! Bu arada
Osman Baydemir’in Cemevleri hakkındaki çıkışını “laikliğe
aykırı”
bulan yargı, bu konudaki beklenilmedik çıkışıyla göz
kamaştırıyor! Umuyorum ki mesela Milli Eğitim’de gördüğümüz
laiklik ve Atatürk devrimlerinden sapmalar konusunda da benzer bir
ivedi hassasiyet gösterecekler!
Diğer
bir kahkaha konusu, FETÖ’nün siyasi kanadını yok saymaya
kalkışan değerli “girişimciler”in acıklı durumu! Her gün
bu münasebetsiz sosyal medyada önleyemedikleri şekilde yayınlanan
kendi videolarından kaçanlar, sağda solda, 60 yıllık sahte CHP
makbuzlarının yardımıyla dışarıda saadetlerini ve “siyasi
kanadı” arıyorlar (!)
Bu arada bizlerin her an binlerce makalede deşifre ettiğimiz, bir
çok Genel Kurmay Başkanı’nın sayısız defa deşifre ettiği
büyük FETÖ kumpasını “17/25
olayına kadar göremedik/anlayamadık”
diyen akıl almaz derecede şatafatlı, yüksek rütbeli (!) kocaaa
bir kitle de var! İşte onlar dahil herkese hatırlatıyor
Kılıçdaroğlu,
“herkesin bir gün Adalete ihtiyacı olacak”...
GÜNEŞ
UFUKTAN ŞİMDİ DOĞAR...
Kılıçdaroğlu
ısrarla, kararlılıkla yürüyor... “Güneş
ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar”
diyerek halka güven veriyor, umut veriyor. Bu yolun tamamını gören
ve yürüyen yalnız o var! Her birimiz o etapların birine veya
bazılarına katılan destekçiler oluyoruz. Ama tablonun bütününü
gören bir tek o! Kılıçdaroğlu’nu bazen saf, bazen pasif gören
çok kişi oldu. Benim de kendisini çok eleştirdiğim zamanları
bilirsiniz. Ama
şapka çıkarmayı da bilmek lazım! Bu eylemin Türk demokrasisine
yaptığı gençlik aşısı, her zerresiyle ortada!