25 Mart 2014 Salı

SEÇİMLERE GİDERKEN SON AKLISELİM ÇAĞRISI / BEDRİ BAYKAM / 25 Mart 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..



             Sona saklayacağımıza, sorumuzu baştan soralım: Farz edelim 4 gündür çölde kaybolmuş aç, susuz ve de hasta geziyorsunuz; karşınıza bir şişe su çıktı. O anda kalkıp
"Bu suyun demiri, çinkosu az mı, acaba bayat mı?" diye tereddüt edecek haliniz olabilir mi? Hemen orada kana kana içersiniz. İleride de daha iyisine rastlarsanız ve hala canlıysanız içmeye devam edersiniz! İşte bu yüzden hala "Ben şunlardan rahatsızım, CHP'ye oy vermem" deme şansımız da yok!
           Kritik 30 Mart seçimlerinden önceki, sizlerle olan bu son buluşmamıza son derece önem veriyorum. Başbakan'ın ülkeyi git gide daha da çok gerdiği şu günlerde Twitter'ın kapatılması, Türkiye'de zaten yerle bir olan iktidarın prestijini daha da alt seviyelere düşürdü. Aleviler’e, sanal medyaya, kadınlara, aydınlara yönelik provokasyonlar yetmedi, pazar günü iş Suriye uçağını düşürüp savaş çıkarma provasına kadar geldi! Bu arada hepinize hatırlatırım ki bugün ayın 25’i. Yani internette bugün RTE’ye karşı hangi müthiş dosya patlayacak, herkes kadar ben de merak ediyorum. Başbakan'ın artık kimyası bozuldu ve çaresizliği onu her gün daha da kabul edilemez tavırlar sergilemeye itiyor! Halk artık "
illallah" dedi…
             İşte bu ortamda, 30 Mart seçimleri geldi çattı. Türkiye'de demokrasinin yaşamasını isteyenlerin büyük beklentileri var. Bizi kurtaracak tek formül, tarihin hazin sayfalarından ders alan muhalif kitlenin oylarını tek sepette toplayıp güç birliğini sağlaması. Peki, hangi gerçekle karşı karşıyayız? Hala birçok küçük muhalif parti, akıl almaz şekilde AKP'yi rahatlatmak istercesine bu yarışa katılarak Ana Muhalefet Partisi’nden oy çalmakla meşguller! Her biri işi gücü bırakmış, bu süreçte sabahtan akşama kadar CHP'yi hedef alan açıklamalar peşindeler. Şaka değil, kabus gibi!
Bazen tek oyla dev seçimlerin bir yana yahut diğer yana kayabildiği bir ortamda, Türkiye Cumhuriyeti varoluş mücadelesi verirken, Atatürkçü olduğunu her gün tekrarlayan muhalif adaylar, yalnız AKP'ye yarayacak bir oy bölme peşindeler! Hem de çoğu CHP’den aday olmaya çalıştığını unutup, CHP’yi kötüleyerek!
             
Hatırlatayım: 30 Mart, bir ideoloji tanımlaması yönünde kompozisyon yarışması filan değil, matematiksel bir sepet yarışıdır. O gece oylar sayılacak ve her yerde en çok oy alan aday başkan seçilecek! Ben CHP'nin mükemmel olmadığını ve birçok hata yaptığını da biliyorum. Medyada da CHP'yi en çok eleştirenlerden biriyim. Ama ne var ki tavır alma günü, kesinlikle bugün değil, olamaz. Çünkü burası Fransa değil! 2. tur yok! İlk turda en çok oy alan iki aday 2. tura kalmıyor. Kim tek bir oy fazla alırsa o bölgeyi kazanıyor! Demek ki AKP karanlığından kurtulmak isteyen herkes oyunu stratejik olarak kullanmaya mecbur. Kim AKP'nin karşısında kazanmaya yakın adaysa, "ben muhalifim" diyen herkes ona oy vermeye mecbur! Gün oyunu çöpe atma ve inat gösterisi yapma günü değil! Bu entellektüel aymazlığa ve intihar sendromuna düşenlerin, ardından yolsuzluk ve hukuksuzluktan şikayet lüksleri kalmaz! Berkin Elvanlar için ağlama hakları olamaz! Ayrıca bunun da ötesinde, Tanrı göstermesin, yeni demokrasi şehitlerinden de doğrudan sorumlu olurlar! Şunu unutmayalım ki, karşımızda "hadi canım, onu da yapacak halleri yok ya!" dediğimiz her şeyi çekinmeden yapabilen bir Başbakan var. Çünkü çaresizlikten köşeye sıkışmış ve can havliyle yapamayacağı yok! Türk Tabipler Birliği, kendisinin ruh sağlığı durumundan büyük endişe duyduklarını bile kamuoyuna duyurdu. Kalkıp "Ben oy verebileceğim parti göremiyorum" diye müşkülpesentlik gösterisi yapanların veya "CHP-AKP arasında fark yok ki" şeklinde yalan fetva verenlerin derhal akıllarını başlarına almaları şart! Boşa atılan veya küçük partilere verilen her oy, Erdoğan'a verilmiştir! Gezi şehitlerine de, sürülen aydın öğretmenlere de, parası "Sarraflar’a", Bilaller’e yedirilen yoksul halkımıza da yazık değil mi?            30 Mart gecesi, bin bir pişmanlık içerisinde malum zatın muzaffer balkon konuşmasını dinlemek istemiyorsanız, kalan son beş günü iyi değerlendirin. Çalışın ve kararsızların, küskünlerin, solcuların oylarını ana muhalefet sepetine akıtın. Bir gün baraj da yok edilince, herkes ister Yeşiller’e, ister yeni kurulmuş bir partiye bile oy verebilir! Ama her şeyin bir mantığı var. Ben birçoğu yakın dostum olan farklı düşük oy potansiyelli partiden giren adayların, bugünlerde şık bir demokratik mesajla çekilmelerini bekliyorum. Pazar gecesi pişmanlıktan kafasını duvarlara vurmak istemeyenlerin, ilkokul matematik bilgilerini hatırlama günü geldi! Coşkulu bir pazar gecesi diliyorum hepinize!


18 Mart 2014 Salı

ERDOĞAN’IN GÜCÜ 10 AYDA DİBE VURDU! / Bedri Baykam / 18 Mart 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Seçimler yaklaşırken, hakkında hergün sanal dünyadan bizlere sızan tüm tahammül edilemez suçlamalara rağmen, Erdoğan, hiç bir şey olmamış gibi seçim propagandalarına devam ediyor. Önce bu durumun kolay hazmedilir olmadığını ve buna alışmamızın da son derece tehlikeli olduğunu vurgulayalım. Kendi ailesini, bakanları soruşturan polis ve savcıları görevlerinden alıp sağa sola sürerek, Erdoğan zaten en azından bugünkü verilerle aklanma fırsatını kaçırmış durumda. Bu Cumhuriyet'te yaşayan hiç kimsenin bunu göz ardı etmesi mümkün değil.
Bu arada yandaş-paydaş medya ve yağdanlıkların topluma yaymaya çalıştıkları hava, RTE'nin nasıl olsa bu seçimleri kazanacağı ve
"hesabın sandıkta verileceği" gibisinden bir konuyla alakasız ve ukala bir durum saptamasıdır. Yolsuzluk suçlamaları, hiç bir hukuk devletinde seçimlerde aklanamaz.
Başbakan artık toplumun geneli üzerindeki kontrolünü kaybetmiş durumdadır. Berkin Elvan'ın ölümü üzerine verdiği tepkiler, yaptığı mantık ve insanlık dışı yorumlar, 14 yaşında bir çocuğun oyuncak bilyeleriyle uğraşmaya ve suçlamalarını yüreği yanan acılı bir ailenin fertlerine taşıyabiliyor olması, toplumsal kızgınlığı görülmemiş düzeylere taşıdı. Başbakan da bu durumu hala görmezden gelmekte, hatta gerilimi üstüne giderek tırmandırmaktadır. Bu toparlamanın ardından durumun aslında hiç de kimilerinin göstermek istediği gibi Başbakan adına iç açıcı olmadığını vurgulamak istiyorum.
RTE, bundan 10 ay önce, bugünle kıyaslanamayacak kadar güçlü bir konumdaydı. Siyasi muhalif sol partiler, Atatürkçü dernek ve limitli gençlik gruplarının muhalif tepkileri ve yürüyüşleri dışında çeşitli meslek odalarının veya Sanatçılar Girişimi, TOBAV, UPSD gibi sanat kurumlarının karşı çıkışları vardı. Mesela bir sene önce bugünlerde Taksim konusunda toplumsal duyarlılığı harekete geçirmek için medyayı haberdar ederek meydanda  konuşmalar ve basın toplantıları düzenleniyordu. Taksim Meydanı’nın ağzından bir makale yazarak insanları duyarlı olmaya ve bu tarihi alanın talan edilmesine dur demeye davet etmiştim. Ne yazık ki toplumsal uyanış sinyalleri çok güçlü gelmiyordu. Taksim Dayanışması da kitle örgütlerine olayın vahametini aktaran toplantılar yapıyordu.
Peki son 10 ayda neler oldu? Önce 27 Mayıs gecesinden başlayarak, o koca Gezi uyanışı yaşandı. Bir ay boyunca tüm Dünya Gezi'yle yattı-kalktı.
Bu demokratik pasif direniş, her ülkeye örnek oluşturdu. RTE, pabucun pahallı olduğunu ve milyonların korkusuzca sokağa dökülerek özgürlüklerini korumak için savaşacaklarını ve "depolitize gençlik" olarak adlandırılan kitlelerin, artık tam tersine sazı elerine alarak kendisine dünyanın önünde meydan okuyabildiklerini gördü.
17 Aralık'tan itibaren yaşananlarla ise, kendisini iktidar yapan ilk seçimlerden itibaren en önemli destek ayağı olan "Cemaat"le olan bağlarının koptuğu gün geldi. Toplum değişik kaynaklardan zaten bu kopuşun yaşanmakta olduğunu biliyordu. Yine de herhalde kimse 17 Aralık kadar radikal bir operasyonun iktidar sahiplerine karşı yapılacağını hesaplayamamıştı. Ardından yaşananları biliyoruz. Hesap vermek üzere "Hodri Meydan" diyeceğine panik içinde soruşturmayı durdurmaya veya yürütenleri mevkilerinden etmeye çalışan bir Hükümet gördük. Para sayma makinaları, milyonlarca Dolar ve Euro ortalığa saçıldı, iktidarın çivileri çıktı. RTE, bu ortaklığın sona ermesiyle ne kadar depreme açık bir yüzey üzerinde hükümranlığını sürdürdüğünü acı şekilde anladı.
Ardından ise, hergün yaşamaya devam ettiğimiz kasetler geldi. Yenilir yutulur lokmalar değil bunlar. Zaten "montaj sanayi" olmadıkları, bizzat RTE tarafından kabul olundu: "Bunlar kriptolu telefonlarımızı bile dinlemişler".  Yapılan görüşmeler ise var olduğu bilinen akar işlere paralel gidiyor, yani bu konularda tereddüt yok! Her biri diğerinden daha ağır yolsuzluk, ihaleye fesat veya demokrasiye doğrudan darbe bilgileri içeriyor.
Gerek 17 Aralık skandalı, gerek Berkin Elvan'ın ölümü ardından yaptığı yorumlarla, Gezi olaylarında RTE'nin sarsılan uluslararası prestiji, bu sefer tam dibe vurdu.
Yangına körükle giden tavrı tavan yapmış durumda ve yabancı basın kendisini tanımlayacak başka örnek bulmakta zorlanıyor!
Toparlarsak, bütün bu veriler üst üste geldiğinde, bir çok çağdaşlık karşıtı yasayı son dakika golü olarak geçirmeye çalışan Erdoğan'ın projeleri iflas etti. Ne istediği Anayasa'yı yaşama geçirebildi, ne de Başkanlık hayalleri vücut bulabildi. Erdoğan çöken imparatorluğuyla 10 ay önceki gücünün çook gerisinde. Şimdi sıra bu seçimlerde "çöpe atılan inat oyları"nı azaltarak bu dibe vuruşu tescil etmeye geldi. Top sizde!

16 Mart 2014 Pazar

KAÇAN FARK VE SOW'UN GÖZYAŞI / BEDRİ BAYKAM


Fenerbahçe yatıp kalkıp dua etsin ki "atamayana atarlar" kaidesi bu sefer işlemedi! Maçın 2. yarısında öne geçtikten sonra gol kaçırma rekoru kıran ev sahibi yine de zor maçı kazanarak büyük avantaj sağladı. Sarı lacivertliler en yakın takipçisi ile arasındaki farkı tekrar 8 puana çıkarabileceği "olağan ama kritik" maça, Egemen hariç tam kadro çıkmanın avantajıyla başladı. Ama daha 30. Saniyede ani bir kontratakta gole yaklaşan konuk takım oldu. Volkan 3 metreden kafa vuruşunu çıkarmayı başardı. Ardından gelen kornerde bu sefer topu çizgiden çıkaran Kuyt'tı. Sahaya çok iyi yerleşen Kayseri Erciyes, eskilerden alıştığımız kapalı "Çanakkale" müdafaaları peşinde koşan bir Anadolu takımı gibi değildi. Hikmet Karaman'ın talebeleri özellikle Traore ve Edinho ile gelişen atakların yanısıra orta sahada da ev sahibi ile başabaş mücadele ettiler. Çok iyi pres yapan ve yer tutan ama iyi de açılan rakibine karşı, Fenerbahçe ilk yarıda çok zorlandı.  Bu arada Emenike'nin artık kronikleşen egoizmi, Alper ve Caner'in solda birbirlerini yadırgar gibi gelen saha paylaşımları, Sow'un formsuzluğu, Fenerbahçe adına işi daha da yokuşa sürdü. Bir türlü bulunamayan çilingir rolüne soyunan isim, 32. Dakikada beklenmeyen bir anda bazukasını 20 metreden patlatan Kuyt oldu. Hemen ardından 34. dakikada Fenerbahçe taraftarları yine koro halinde gerek "zirve" nin yolsuzluğunu, gerek Ali İsmail Korkmaz'ı, gerek TFF raporlarına konu olan "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" sloganını kullanarak ortalığı ateşledi. İlk yarının son dakikasında Emenike ve Emre'ye yapılan faulleri es geçen hakem, Erciyes'in son saniye faulünde Topal'ın göğsü veya elinden dönen tartışmalı topa devam verdi. 
İkinci yarı Alper'in telaştan kaçırdığı golle başladı. Hızlı maçın 62. Dakikasında Gökhan tamamen gereksiz bir penaltı yapınca Edinho şık ve emin bir vuruşla konuk takımı beraberliği taşıdı. Golün şokunu stad daha henüz yaşarken, Fenerbahçeli oyuncular seyircilere Kasımpaşa maçındaki tatlı anında tepki sürprizini hazırlamakla meşguldüler. Caner soldan nefis çalımlarla topu taşıdı ve ortasında Emenike önce kafa sonra diziyle fileleri buldu ve kabusu bozdu. Golün ardından, Fenerbahçe 70 ve 83. dakikalar arasında üst üste 5 pozisyonu ani karşı akınlarda kaçırdı, üç kere kaleci Gökhan'la karşı karşıya kalan Sow, sıfır çekerek sahada gözyaşlarına boğuldu. Kaçırdığı son fırsattan sonra adeta trans haline girerek kendi yarı sahasına yürüyemeyen senegalli forveti teselli eden Erciyes kalecisi Gökhan fair-play adına çok güzel bir tablo yarattı. Çok şaşırtıcı olduğu kadar duygusal bir andı bu. Maçın son dakikaları bekleneceği gibi stres içinde geçerken Diakhate ve Bekir arasında yaşanan gerginlik tüm futbolculara yansırken saha karışma tehlikesi geçirdi. Ev sahibi'nde Volkan, Caner, Kuyt, Emre, Topal ve Alves en iyilerdi. Maçın ikinci yarısını cok farklı bir tempoda oynayan Fenerbahçe bu galibiyetle ligde artık yeniden özgüvenini kazanmış oldu. 

11 Mart 2014 Salı

CHP'yi destekliyorum, çünkü... / Bedri Baykam / 11 Mart 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..


              İki hafta önce, yaşanan tüm parti içi demokrasi sorunlarına rağmen, neden kaçınılmaz şekilde CHP'ye oy vereceğimi bu sütunda kaleme almıştım. Bugün bu konuyu biraz daha netleştirmek istiyorum. CHP'nin sorunlu aday saptama süreçlerini, ulusalcı ve demokratik çevrelerden aldığı tepkileri biliyoruz.
              Bu sorunları öne çıkaran değerli ama az oy potansiyelli başka partiler de bilinçli olarak CHP'nin üstüne giderek kendi adaylarına oy istiyorlar. Bunlar arasında değerli sanatçılarımız, yazarlarımız veya  eski CHP'li Belediye Başkanları var. Bir çoğu dostum arkadaşım ve söylemlerine önem veriyorum. Ne var ki bu seçim sürecinde kendilerine destek olamıyorum. Bu tavrımın benim CHP'li oluşumla alakası yok. Neden, gayet basit bir ilkokul matematik bilgisine dayanıyor. Görünen büyük sepetteki oyları geçebilmek için,
"bizim" sepetteki oyların dörde beşe bölünmemesi lazım. Hele bu kadar başabaş geçecek İstanbul ve Ankara gibi illerin belediyeleri söz konusuysa... Merkez solun büyük partisi başka bir parti olsaydı, ona destek olurdum. MHP mi? Emin olun bu konuda fazla konuşmak istemiyorum. Her kritik virajda o kadar AKP destekçisi oldular ki, onlara muhalefet gözüyle bakamıyorum artık!
             1994'te "Taban Operasyonu" olarak yaptığımız tüm ikazlara aldırış etmeyen başta Ecevit ve ardından Karayalçın ile Baykal'ın somutlaşan ego inatlarının neye mal olduğu ortada. Onların
"birleşmeme" ihanetlerinin artçı şokları, adım adım Türkiye'yi bugün yaşadığı felaket tablolarına taşıdı. Kimse de bunun aksini iddia edemez! Aradan geçen süreçte yapılan onca seçimde hala bu intihar psikolojisini devam ettiren Türk solunun bugün bu konuda harcayabileceği tek santimetrekare alan kalmadı. Yapılabilecek son hata, Erdoğan'ı bu ülkeye kalıcı padişah ilan eder! 30 Mart-1 Nisan gecesinde bu seçimlerde "çoklu sepet" hatasına düşmüş tüm seçmenler de, geri dönülmez bir pişmanlıkla kendi bilinçsizliklerinin RTE'nin değirmenine su taşıdığı acısını çoook ağır bir bedel ödeyerek yüreklerinde hissederler. Böylece ne yazık ki kendi çocuklarının geleceğini nasıl kararttıklarını göreceklerinden belki de bu faturanın korkunç bedeliyle ezilirler. Ama o zaman da bu hiç bir şeye yaramayacağından, sıra hazin hazin Nilüfer'in "son pişmanlık fayda etmez, git ona söyle" şarkısını söylemeye gelir...
             Gerçekçi olursak, özellikle İstanbul, Ankara, Adana, Eskişehir gibi büyük kentlerde, demokratik yarış "atbaşı" yaşanmaktadır. Başta bu kentler olmak üzere, AKP-CHP yarışında makas yarım puana, hatta belki beş-on bin oya kadar inebilir. O da çöplerden oylar çıkmazsa, sandıklar korunursa, gece saat 12'de aniden elektrikler gidivermezse... Mesela ABD'yi ve dünyayı felaketlere sürükleyen George W. Bush'un Miami kentinde bundan daha da az bir oy farkıyla öne geçip başkanlık yarışını kazandığını maalesef hatırlıyoruz. İşte bu nedenle solun içindeki o bitmez tükenmez hesaplaşmalarımızı kesinlikle seçim sonrasına, daha sakin bir döneme ertelemeye mecburuz.
              Yaşanan tüm yüz kızartıcı bilgi akışının artık gözümüze soktuğu yolsuzluk gerçeklerine rağmen, iktidarın hala bu seçimlerden
"kendini aklayabilme fırsatı" (!) olarak şaşırtıcı bir ukala özgüvenle söz edebilmesi, açtığım bu konuda ne kadar haklı olduğumu görmeyi reddedenler için herhalde iyi bir gözlük görevi üstleniyor!
            Ne kadar acıdır ki, hala
"CHP de kazansa, bir şey değişmez, hiç fark etmez" diyenler, halkın gözünün içine baka baka yalan söylemeye devam ediyorlar. Lütfen bunu yapmayın. Halkımızı farkında olmadan boş yere ümitlendirip kandırmayın. CHP'ye kızıyorsanız, bunu ispat etme yolu ve yeri, bu seçimlerden geçmiyor. Bu seçimlerde CHP'nin alacağı oy da, kesinlikle partinin bağımsız oy potansiyelini ifade etmez. CHP, şayet daha önce söz verdiği gibi barajı parlamentoda yüzde birlere düşürürse, genel seçimde kendi oyunun nerede durduğunu görmüş olur. Yoksa yerel veya Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP'li adayların alacağı oylar, CHP'nin değil, bilinçli olarak solun büyük partisine oy veren akıllı seçmen kitlesinin ödünç oylar dahil olmak üzere verdikleri olacaktır. Bu saptama dışında ifade edilecek her iki yönde farklı bir yorum ya AKP'ye hizmet, ya da CHP'ye karşı girişilen bir provokasyon-sabotaj olur.
               Her seçmen, bu seçimlerde kendi siyasal "ödünsüz" çizgisini ve kişisel iddialarını rafa kaldırarak, tarihin kendisinden beklediği örnek tavra kendiliğinden geçmeli, demokrasi cephesini korumalıdır. Bu yazıyı yayına verdiğim saatlerde, Silivri’de yaşanan mahkemeler arası hukuk iddiaları ve savaşları ne yazık ki hala bir sonuca bağlanamamıştı. Bu akıl almaz esef verici günleri geride bırakmak istiyorsak, güçlerimizi bireştirmeye mecburuz!

10 Mart 2014 Pazartesi

TRABZON YÖNETİMİ İSTİFA ETMELİ / Bedri Baykam



Ne diyebiliriz ki? Bütün Türkiye'nin heyecanla beklediği "büyük maç", resmen kendi yöneticilerinin sorumsuzluğuna terkedilmiş bir kentin raydan çıkması nedeniyle bir kabusa ve utanç gecesine dönüştü. Koskoca Trabzon kenti, üç sezondur ne kendi futbolunu oynayabiliyor ne de o sezonu yaşayabiliyor. Hayali vaatlerle doldurulan bordo mavili tribünler, futbol maçı değil, sanki iç savaş karşılaşmasına çıkıyorlardı. Gerçekten yazık ve yeter diye isyan ediyor insan artık!
Fenerbahçe zaten neredeyse üç yıldır kendisiyle sabah akşam uğraşan Trabzon'da maça çıkarken gerilim daha en başından yüksek voltajlara tırmanmıştı. Sahaya atılan yabancı maddeler, sis bombaları ve konfetilerle ilk 5 dakika neredeyse hiç oynanmadan geçti. 10. Dakikada Kadlec, Volkan'dan dönen topta Henrique'nin pozisyonunu son anda engelledi. 18. dakikada gole yaklaşan ise kornerden doğan karambolde Sow oldu. Fenerbahçe bir adım sonra 23. dakikada Sow'un yerden bir pasla kaçırdığı Alper'in ortasına gelişine mükemmel bir vole vuran Emenike'nin golü ile öne geçti. Golün ardından Trabzon seyircisinin özellikle Volkan'a yönelik taşkınlıkları yine yöneticilerinin gazına gelen bir kentin dramını yansıtıyordu. Üç sezondur geçmişte yaşarcasına durmadan 2010-11 sezonunu gündeme taşıyarak takımın gerçekle olan bağlarını koparan sorumsuzlar hala Trabzon'a, kendi takımlarına verdikleri zararı anlayamıyorlar. 7 dakika duran maçı Bülent Yıldırım tereddüt ettikten sonra yeniden başlattı... Yine de her fırsatta sarı lacivertlilere korner bile attırmayan çığrından çıkmış seyirci nedeniyle ilk yarı sonuçta 10 dakika uzatıldı! 45+3'te Emenike çok müsait pozisyonda altı pasta topa ancak dokununca top Onur'da kaldı. 45+5'te Emenike'nin göğsüne gelen bir yabancı madde işe saha yine toptan karışmaktan son anda kurtuldu. 45+9 da Volkan'ın kalesi yine yaylım ateşine tutulunca, Yıldırım nihayet sahadan çekilmeyi akıl edebildi. Ondan sonra da belirsizlik içinde uzun bekleyiş başladı. Bir 20 dakika kadar sonra içeride yaşanan ateşli konuşmalardan sonra hakem maçı tatil ettiğini duyurdu.
Ortada tartışmaya değecek bir nokta yok. Maç 3-0 Fenerbahçe'nin hükmen galibiyetiyle tescil edilir. Umarız ligin sonu yaklaşırken Federasyon yine sorumsuzca bu olağan kararı haftalarca aylarca saçlma şekilde uzatmaz. Trabzon ise acilen 2010-11 sezonunu rafa kaldıracak bir yönetim bulmazsa, futbol şubesini kapatması daha yerinde olur. Bu utanılası görüntüler bir daha yaşanmamalı! Trabzon yönetimi ise derhal istifa etmeli...

BEDRİ BAYKAM, WARHOL, BASELITZ, BASQUIAT, ROSENQUIST, BANKSY, CHERI SAMBA, TADANORI YOKOO VE CATTELAN'LA BERABER BARSELONA PİCASSO MÜZESİ'NDE...




Barselona Picasso Müzesi'nde düzenlenen "Picasso Sonrası: Çağdaş Tepkiler" (Post-Picasso: Contemporary Reactions) sergisi 6 Mart günü açıldı. Amerikalı küratör Michael FitzGerald'ın düzenlediği sergide Baykam'ın yanı sıra Jean-Michael Basquiat, Jasper Johns, Baselitz, Andy Warhol, Bansky, George Condo, James Rosenquist, Cheri Samba, Fred Wilson, Maurizio Cattelan, Vik Muniz, Tadanori Yokoo ve Faith Ringgold gibi dünyaca ünlü isimler yer alıyor.

Kürator FitzGerald, sergiye paralel düzenlediği panele Bedri Baykam, Atul Dodiya, Zhang Hongtu, Constanza Piaggio ve İbrahim el-Salahi'yi davet etti. Büyük ilgi gören oturumda her sanatçı  Picasso ile olan sanatsal ve düşünsel bağları çerçevesinde gelişen sanatsal yolculuklarını anlattılar. Baykam, Picasso'nun sürekli değişkenliği ve korkusuzca kendini yenileme kapasitesiyle kendisi için gençlik yıllarından beri örnek teşkil ettiğini belirtti. Ayrıca, 1981 yılında ürettiği "Fahişenin Odası"ndan 4-D'lerine, Boş Çerçeve serisinden Kennedy cinayeti ile ilgili kimi işlerine kadar, Kübizm'in 360 derecelik uzam anlayışının da nasıl yol gösterici bir unsur olabildiğini aktardı.


FitzGerald, serginin 200 sayfalık kataloğunda Baykam'dan ve onun 1984 "San Francisco Manifestosu" ile "Maymunların Resim Yapma Hakkı" teorisinden oldukça detaylı şekilde bahsediyor. FitzGerald Müze'de yaptığı konuşmada, bu serginin Picasso'dan etkilenen sanatçıların çalışmalarından bir derleme olmadığını, Picasso ile ilişkileri süren bağımsız ve çağdaş sanat ortamına çok önemli vurgular getiren sanatçıların işlerini bir araya getirmek üzere yola çıktığını söyledi. Küratör ayrıca Baykam'ın 2007'deki  "Aman Tanrım, Matmazeller 100 Yaşında!" başlıklı uluslararası sergi projesinin, kendi hazırladığı serginin kökenlerinden biri olduğunu da açıkladı.

Barselona Picasso Müzesi'ndeki sergi, 29 Haziran 2014 tarihine kadar gezilebilir.

6 Mart 2014 Perşembe

Piramid Sanat-Kitap tanitimi | Suat Akdemir 'KUBA: Iste boyle gezilir'‏

PİRAMİD SANAT



SUAT AKDEMİR
KÜBA: İşte böyle gezilir
13 Mart 2014, Perşembe


Piramid Yayıncılık, Suat Akdemir'in 2004 yılında Küba'nın tüm sahillerini bisikletle gezerek gerçekleştirdiği turda çektiği fotoğraflardan ve bu maceranın seyahat notlarından oluşan kitabı
13 Mart, Perşembe günü sanatseverlere sunuyor


Tanıtım gecesi: 13 Mart, Perşembe | 18.00-21.00

Suat Akdemir'in 2004 yılında bisikletle gerçekleştirdiği Küba turunda çekilen fotoğraflardan ve bu yolculukta yazdığı güncelerden derlenen “KÜBA: İşte Böyle Gezilir” adlı kitabı 13 Mart, Perşembe günü sizlerle buluşuyor. Kitapta yer alan fotoğraflar, binlerce görsel arasından seçildi. Bu olağandışı ve farklı serüvenin kitaba eklenen gezi notları, son derece akıcı bir kalemle yazılmış. Kullanılan dil, birçok noktada Kerouac, Bukowski veya Erje Ayden tadı taşıyor. İşte kitaptan bir kaç alıntı: 
Guantanamo sınırındaki Baconao’ya doğru gidiyorum. Ondan ötesine yol yok. Santiago de Cuba’yla mesafesi haritada 55-60 km görünüyor. Belki biraz pahalı ödemeyi göze alıp iyi bir yer bulmayı umuyor, yarın da aynı yolu dönmeyi göze alıyorum. Yol güzel, trafiksiz, tek tük araç geçiyor. Yolun 25. kilometresinde güneş tam tepedeyken biraz alçalmasını beklemem gerekiyor. Sıcaklık 30-35 derece olmalı. Karşıdan biraz rüzgâr alıyorum. Dudağımdaki uçuk acıyor. Kollarım su topladı. İshal ve açım, uykusuzum. Karımı da oğlumu da çok özledim; ama mutluyum. Yanımdaki ağaca daha önce hiç görmediğim, simsiyah gagalı kızıl bir kuş kondu. Hiç duymadığım bir tonda ve müzikle ötüyor, onu dinliyorum.”
Sonunda beklediğim oldu. Güneş küçük bir koyda tam karşımdan batıp gitti. Sonra alacakaranlık, sonra gece oldu. Yol dikleşti, bozuldu. Hep böyle olur. Karanlık basıp, göz gözü görmez olunca varmaya çalıştığınız yer hakkında herkesten farklı cevaplar duyunca, o ana kadar hiç duymadığınız kuş ve gece sesleri duymaya başladığınızda moraliniz bozulur.”
"Tövbe haşa! Ama Che abimiz de, Jack iti de, Baykam üstadımız da, birçokları da, yollara düşmeden edememiş, yollarda olanlara kayıtsız kalamamışlardır. Görmek için hiç başka bir dekor, hiç başka bir ışık, hiç başka bir rüyaya gerek yoktur. Çünkü yolların her yere çıktığını ve hiçbir yere çıkmadığını en iyi onlar bilir

120 sayfalık kitap, çizgi dışı formatı ve içeriğiyle Küba veya gezi kitaplarına meraklı sanatseverler için tam bir collector's item. Ama kitabın bunun dışında ciddi bir önemi daha var: Akdemir, bu seyahatlerde gördüğü sahnelerin etkisi ve çektiği fotoğrafların izlerinden yola çıkarak gerçekleştiriyor birçok resmini. Yani soyut resimlerindeki tat, bu sahnelerin kenarından köşesinden yola çıkan koku, hatta direkt yansımanın izlerini taşıyor.

Baykam, katalog yazısında Akdemir hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor:
Suat Akdemir, bu devirde artık pek bulunmayan başka bir çağın materyalizm-dışı boya ve düşünce ekseni üzerine yaşamını kurmuş bir anti-kahraman. ‘Artık onun hakkını vermek, Türk sanatının boynunun borcu’ desem, buna en çok kendisi bozulur. Çünkü Suat para, ün ve kariyer arayışı dışında, yalnız bu dünyada izler bırakmasına yardımcı olacak kadar takas metası arıyor. Bunun adını ‘para’ koyup, ardından dünyayı hırsla sürekli kirleten başkaları...” 


13 Nisan’a kadar Piramid Sanat’ta devam eden “Hayattan Soyut İzler” isimli sergisinde, 1987 yılından bu yana ısrarla yaptığı soyut sanatla dikkatleri üzerine toplayan Suat Akdemir'in, son yıllardaki farklı dönemlerden işleri sergileniyor. Serginin küratörlüğünü, Akdemir'i 1987'den beri izleyen Bedri Baykam yapıyor. Piramid Sanat’ta Akdemir'in tualleri, bazı kağıt işleri, fotoğrafları, defterlerinin yanı sıra Türkiye ve Küba'nın tüm sahillerini üstünde gezdiği "müzelik" bisikleti de sergileniyor.

Baykam, Akdemir'in işleri hakkında şu sözleri dile getiriyor:
Yapıtlarında soyut dışavurumcu üslubun tekniklerini en minimal dille de buluşturarak aktaran Akdemir, stilini soyut sanatın sözlüğü çerçevesinde oluştururken kendini tekrar etme mecburiyetini benliğinde hissetmeyen ender sanatçılardan biri. Sanatçının son işleri giderek atan bir olgunluk ve özgüven taşıyor. Dikdörtgenin günümüzde hala süren taze kalma savaşının bir yansıması. Bir tual sanatçısının salt boya ile geliştirdiği kendi alfabesinin değişik safhalarını bu sergide takip edebiliyoruz. Akdemir, son 10 yılın "dekoratif" veya "piyasa arayışı” içeren yapıtlarını ortalığa süren sanatçılardan çok farklı. İşleri samimi bir umursamazlık içinde ve doğmakta olan düşüncenin kendisiyle diyalog kurmakta...”



Piramid Sanat
Feridiye cad. No:23 Taksim
+ (90) 212 297 31 21 + (90) 212 258 44 64

4 Mart 2014 Salı

BU DİZİNİN SONUNU BİLEN VAR MI? / Bedri Baykam / 4 Mart 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..



"Muhteşem Yüzyıl" dizisinde olacakları aşağı yukarı biliyoruz ama bizim artık bir haftadır hergün izlediğimiz taze kaset dizilerinin sonunun nereye varacağı hakkında bir fikrimiz yok. Alabildiğine heyecanlı günler yaşıyoruz! Aynı fikirde değil misiniz?
            Durumun özeti şu: Başbakan veya mahdumu, veya kimi Bakan ve iktidar bürokratının kaseti çıktığı zaman, aynı tip konuşma ve diyaloglara farklı yorumlar geliyor "ses sahibinden"! Örneğin Başbakan
"Alo Fatih" hattı için "Evet ben aradım, ne var ki bunda?" diyebiliyor. Adalet Bakanlığı da "baskı" telefonlarını inkar etmiyor. Bunu artık doğal kabul ediyorlar maşallah! Başka kasetler ise inkar ediliyor!
             İşte "
Maşallah" dedik de, aklıma o inkar edilen kasetler geliverdi. Hani "montaj" denilenler. Hani soygun konuşmalarının "inşallahlı-maşallahlı" (!) yapıldığı kasetler! Tabii onlara "montaj" denmesi normal. Çünkü aksi takdirde ses sahiplerinin bir araca binerek en yakın karakola teslim olmaları gerekir. Tabii seslerin inkarında karışıklıklar da var: Mesela yandaş basına göre, Amerikan Marshall Media şirketi, kendi kartvizitlerinin iliştirilmiş olduğu alakasız bir başka doküman üstünden bu seslerin "montaj" olduğunu iddia edenlere "Ayıp sizlere" şeklinde hitap ederek Yönetim Kurulu Başkanı’nın kendi ağzından yanıtını verdi. Yani insan böyle şaşırınca, aklanayım derken kendi kendini daha da çok batırabiliyor!
               Aslında durumu karışıklığa götüren başka veriler de var. Mesela Başbakan bir yandan "itiraf" mahiyetinde uzun bir süredir "
Kriptolu telefonlarımızı bile dinlediler" diye açık açık şikayette bulunuyor! (Tabii TSK'nın da Başbakan'a olan bağlılığını kanıtlayıp kendisini bu kriptolu dinlemelerden net şekilde ayıran ve sorumluluğu TÜBİTAK'a atan açıklaması da yine dikkat çekti) Yani uzun lafın kısası, Başbakan, oğlu ve ekibinin geri kalanı dinlenmiş. İnkar eden yok. Bir tek direkt karakola gitmeyi gerektiren o malum konuşmalar inkar ediliyor! İyi de, tüm devlet imkanları Başbakan'ın elinde! Bu iddialar gerçek dışıysa, o zaman ister TİB kayıtları, ister MOBESE görüntü kayıtları ile, Başbakan o saatlerde kimin nerede olduğunu, kimin kiminle konuştuğunu anında şatafatlı bir basın toplantısı ile açıklayıp, iddia sahiplerini bin pişman edebilirdi! Ama nedense Başbakan kuru bir "montaj" yanıtıyla yetinip buna gerek görmedi.
               Hatta devam edelim, tam tersi oldu: Eldeki somut verileri açıklayıp kendini aklama yönüne gidebilecek olan İktidar, farklı bir rota seçti. 8 Ocak 2014 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Emniyet Müdürlüğü’nün mali suçlar şubesine
"Başsavcılığımızın talebi ile mahkeme kararlarına istinaden yapılan telefon dinleme, iletişimin tespiti ve fiziki takip işlemlerinin 15/12/2013 tarihi itibariyle sonlandırılarak imha işlemlerinin başsavcılığımız nezaretinde yapılmasını müteakip evrakın Başsavcılığımıza gönderilmesi" şeklinde legal bir talimat yollamayı tercih etti! Bunun yanısıra İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Baş da, Adalet Bakanlığı müsteşarı Kenan İpek'in kendisine soruşturmaları durdurması için büyük baskı yaptığını kamuoyuna açıkladı. Yani olası iddia ve kanıtların yok edildiği farklı bir savunma dünyası, artık nasıl anlarsanız öyle değerlendirebilirsiniz!
              Şöyle toparlarsak, ortada genç bir Başbakan oğlunun neden kurduğu netleşmeyen ve sürekli bağışların aktığı acaip bir vakıf,
"kasetlerin montaj olduğunu hisseden" Telepatik Bilim Bakanı Fikri Işık, sürekli yeri değiştirilen, soruşturmadan el çektirilen savcılar, polisler, imha edilen kayıtlar, izler ve bunların sonucunda afiyetle serbest bırakılan nur topu gibi Bakan mahdumları ve Orta-Doğu Sarrafları var! Canımız aydınlarımız ve Genel Kurmay Başkanı içeride gün saymaya devam ederken bu gelişmeye Başbakan "Hak yerini buldu" diyip, ahaliye küçük dilini yutturabiliyor! Hergün dizinin yeni bölümündeki rolünü merak eden Başbakan'ın ise, en son Fenerbahçe Kongresi’ne yaptığı direkt Aziz Yıldırım karşıtı baskılar da evvelsi gece ortalığa döküldü. Yani Başbakan’ın Fenerbahçe davasına tahmin edildiği gibi doğrudan müdahil olduğu ortaya çıktı!              Bence artık son yaşadığımız 2,5 aydan sonra, yurt dışına, ülkemizde yaşanan gerçek ötesi "ileri demokrasi" dizisini anlatmamız, aktarabilmemiz hiç bir zaman mümkün olamayacak. Çünkü bu köyde yaşamayan hiç bir dünya vatandaşı bu derece absürd ve abartılı, tiyatro diliyle "grotesk" senaryoya prim vermez, bizlere inanmaz! 

1 Mart 2014 Cumartesi

Bedri Baykam | Barcelona-Picasso Muzesi 'Picasso Sonrası: Çağdaş Yansımalar' sergisinde / Bedri Baykam at the Picasso Museum-Barcelona 'Post Picasso: Contemporary Reactions'



BEDRİ BAYKAM
BARCELONA-PİCASSO MÜZESİ’NDE

Bedri Baykam, 7 Mart-29 Haziran 2014 tarihleri arasında gerçekleşecek olan “Picasso Sonrası: Çağdaş Yansımalar” isimli sergide yer alıyor...
Baykam, Barcelona-Picasso Müzesi’nde gerçekleşecek olan “Picasso Sonrası: Çağdaş Yansımalar” isimli sergiye “Avignon Haremi 100 Yaşında” (The Harem" d'Avignon is 100 Years Old) eseriyle katılıyor.
Serginin küratörlüğünü üstlenen Prof. Michael FitzGerald (Trinity College-ABD), daha önce de 2006-2007 yılları arasında Whitney Museum’da sergilenen “Picasso ve Amerikan Sanatı” sergisinin de küratörlüğünü yapmıştı.
Baykam’ın yanı sıra Jasper Johns, Faith Ringgold ve Fred Wilson (Amerika), Chéri Samba (Kongo Cumhuriyeti), Guillermo Kuitca (Arjantin), Vik Muniz (Brezilya), Folkert de Jong ve Rineke Dijkstra (Hollanda), M. F. Husain ve Atul Dodiya (Hindistan) gibi uluslararası 42 sanatçının eserleri yer alıyor.
Picasso’nun 21. yüzyıl sanatına olan etkilerinin önemini açığa çıkarmak amacıyla düzenlenen sergi, aynı zamanda Picasso’nun sanatının ve isminin tüm dünyadaki sanatçılar arasında nasıl başarılı bir iletişim kurma olanağı sağladığını da açıkça gösteriyor. Barcelona Müzesi sergi hakkında şu yorumu getiriyor: “İsminin Modernizm’in temeli olarak anılmasındaki en önemli nedenlerden biri, Avrupa sanatını Batılı olmayan kaynaklarla tanıştırması ve varolan resim, heykel üzerine modern çalışmaları aşan tartışmalar yaratmasıdır. Aynı şekilde bu sergi resmin ve heykelin haricinde, Picasso’nun video veya fotoğraf gibi değişik tekniklerde çalışan sanatçıların üzerinde bıraktığı etkiyi de bize gösteriyor”
Picasso’nun eserleri bu sergi dahilinde yer almıyor. Fakat ünlü usta Picasso ve çağdaş sanatçılar arasında iletişim yaratılması amacıyla, Müze’nin kalıcı koleksiyonunun sergilendiği galerisindeki eserler ayrıca izlenebilecek.
Bedri Baykam ayrıca 6 Mart günü Picasso Müzesi'nde saat 19.00'da başlayacak panele katılacak. Serginin küratörü Michael FitzGerald'ın yöneteceği yuvarlak masa buluşmasında Baykam dışında şu dört sanatçı yer alacak:  Ibrahim El-Salahi, Zhang Hongtu, Atul Dodiya ve Constanza Piaggio.



BEDRİ BAYKAM
AT THE PICASSO MUSEUM-BARCELONA

Bedri Baykam at the Picasso Museum-Barcelona in the group-show "Post Picasso: Contemporary Reactions"


Bedri Baykam will participate with his work "The Harem d'Avignon is 100 Years Old”, to the exhibition entitled, "
Post Picasso: Contemporary Reactions" at the Picasso Museum-Barcelona, from March 7th to June 29th 2014. The show is curated by Professor Michael FitzGerald from the Trinity College (USA) who had already curated "Picasso and American Art" at the Whitney Museum of American Art (2006-2007).

42 artists are included in the show, including names like Jasper Johns, Faith Ringgold and Fred
 Wilson from the USA, Chéri Samba from the Democratic Republic of Congo, Guillermo Kuitca from Argentina, Vik Muniz from Brasil, Folkert de Jong and Rineke Dijkstra from the Netherlands,
M. F. Husain and Atul Dodiya from India.

The exhibition will reveal the evidence of Picasso's importance for the art of the 21st Century. The show will reveal how Picasso's art and reputation continue to generate a fruitful dialogue with contemporary artists around the world, particularly his reputation as a paradigm of modernism, the issues of cultural hegemony galvanized by his introduction of non-Western sources into European art, and the debates over the position of painting and sculpture in contemporary practice. Similarly, the show will explore the impact of Picasso on artists working in a wide range of media, including video and photography, as well as painting and sculpture.

The exhibition will not include works by Picasso. The museum’s premier collection of his art will be on view in the permanent galleries to create a dialogue between the work of contemporary artists and Picasso.


Bedri Baykam will also participate on the 6th of March at 7.00 pm to the round table discussion around the exhibition which will be moderated by the curator of the exhibition Michael FitzGerald. The other speaker-artists will be: Ibrahim El-Salahi, Zhang Hongtu, Atul Dodiya ve Constanza Piaggio.