Mısır’da izlediklerimizin adının ne
olduğu en çok Türkiye’de tartışıldı. Ordunun verdiği ültimatomun ardından Mursi’yi
safdışı bırakmasının adına, ülkemizde ve diğer ülkelerde ne dendiği resmen bizi
gerdi! Amerika’nın konuya fazla “gevşek” yaklaşıp “lanetlenecek bir darbe” demekten sakınması, Avrupa ülkelerinin de
pasifliği Hükümetimizi resmen ayağa kaldırdı! Ülkemizde Mısır hakkında iki
saniyede “darbeyi kınıyorum”
demeyenlerin, medyada, parlamentoda üstleri çizildi. Daha doğrusu, “Mısır’ı konuşuyorum” iddiasıyla konuya
girişen insanların 90%’ı, Kahire üzerinden aslında Türkiye’yi konuştukları
için, çoğu zaman absürd kıyaslamalara şahit olundu.
Tabii Türkiye gibi “darbe lanetleme” seanslarına, tartışma kanallarında 20 yıl boyunca günde 16 saat katılmamış olan yabancılar, mecbur kaldıklarında, gerilim hattımızı neden söz ettiğimizi bilmeden izlemeye çalıştılar. Ülkemizin tarihi-siyasi-mahalli baskıları ve yaşanmışlıkları sonucu bir çeşit “tartışılmaz etik ve ahlak kuralı” haline dönüştürülen “her şartta askeri darbelere karşı çıkma” cümlesi bin kere tekrarlandı; AKP de, CHP de, eşit derecede “darbe”ye karşı çıktı. Kimsenin buna itirazı olmamalı. Nedeni çok yönlü: Demokrasiyi korumanın ötesinde, ülkemizde zaten bağımsız ve güçlü bir ordu yok. Ayrıca TSK sırf, ha mesela, tankların paslanmasını önlemek için bile bugün sokağa çıksa, karşısında herkesten önce Gezi Ruhu’nu bulur. Tarihi hatalarının ötesinde, TSK “halkla ilişkiler”ini çok fena götürmüş bir kurum olarak, bugün gençliğin tepkisini haklı olarak çekiyor. Bu kadar “kendisinin” bile arkasında duramayan, kolayca birçok ikinci Cumhuriyetçi yazara karşı psikolojik savaş kaybetmiş bir TSK, artık Türk halkıyla arasındaki o eski imrenilecek ilişkinin çok gerisinde. Bugün mantık dışı bulduğum Ergenekon Davası’ndaki senaryolara sıfır prim veriyorum ve Balyoz’da olduğu gibi, bunda da suçlanan arkadaşların masumiyetine candan inanıyorum. Ama kimsenin başka bir beklentisi yok askerden. Yani “askeri darbe” bu ülkede artık hem imkansız, hem de siyasi yelpazenin tamamından büyük tepki göreceğinden, bu hassasiyetin adını koymak zor.
İyi de şimdi, dünyadaki her ülkenin bu konuda bizimle katıksız aynı duyguları paylaşacağını beklemek, abartılı olur. Çünkü ister Doğu’da, ister Batı’da, halkın önemli bir kısmı, demokrasiyi yalnız bir “seçim” meselesinden ibaret görmediği için, yetki verdiği hükümet demokrasiden saparsa, ona karşı meşru müdafaa hakkını, “demokratik gerekçelerle” mahfuz tutar. Nitekim, Mursi’nin (ve Müslüman Kardeşler’in) kurumları ele geçirme çabaları, kendisine tepki veren sanatçıları açıkça “tedirgin” etmesi, Anayasa’yı dini eksenlere çekmeye kalkışması, Mısır’da halkla yapılan söyleşilerde benzer ifadelerin sürekli gündeme gelmesine ve “demokratik olarak seçildi, ama ülkeyi demokratik olarak yönetemedi” sözlerinin duyulmasına neden oldu. Kaldı ki Mübarek iktidarını yıkan Tahrir çıkışı, laik, özgürlükçü bir devrimdi ve o kitlenin bugün tekrar ayağa kalkmış olmasına kimse şaşıramaz. Burada, yerel hassasiyetlerimizi dünyaya “tartışılmaz kaide” olarak dayatma merakımız giriyor devreye. Dünyada her halkın içinde bulunduğu şartlar farklıdır. Dolayısıyla “Mısır üstünden gizli olarak Türkiye’yi tartışmak” istediğimiz için, ülkemizde oluşmuş kesin yargıyı, “dini tartışılmaz kaide” gibi yeryüzüne zorla dayatma peşindeyiz. Bu mantıksız. Çünkü dünyada “istifa” veya “devrim” gibi kavramlar da var ve bunu insanların beyninden kesip atamazsınız. Ve mazoşist şekilde, bir iktidar üç yıl daha açık tahribat yapmaya devam edecekse, her ülke insanından buna “demokrasi adına” tepkisizce katlanmasını bekleyemezsiniz. Çünkü bazı zararlar geri dönülmez olabilir! En büyük örnek de, seçimle gelip dünyayı felakete taşıyan Hitler’dir. Dünyanın tamamı Türkiye değil ki, her yerde her tartışmayı “faşist askeri darbeci” ekseninde engelleyip insanları gözaltına alıverin!
Türkiye’de ise muhalefet çok farklı bir olgunluk noktasında; eli palalı psikopatlar, polislerin sırt sıvazlaması eşliğinde sokakta barışçı ve silahsız yürüyüşçülere saldırıp tutuklanmazken, aynı hafta sonu yüzbinler, tüm dünyayı imrendirecek bir “Gazdan Adam Festivali”ne imza atabiliyorlar! Kadıköy Rıhtımı’nda gururla katıldığım o müthiş sahneler de demokrasi mücadelesi tarihimizin içinde en güzel yerini aldı. Bugün onca yaşanandan sonra ülkemizi Mısır’la kıyaslanamaz hale getiren en önemli unsurlar arasında, ödenen onca bedelin ardından, artık fiili olarak demokrasiyi kollama ve koruma görevinin halka, gençliğe devredilmiş olmasıdır! Bundan daha sağlıklı bir şey olabilir mi?
Tabii Türkiye gibi “darbe lanetleme” seanslarına, tartışma kanallarında 20 yıl boyunca günde 16 saat katılmamış olan yabancılar, mecbur kaldıklarında, gerilim hattımızı neden söz ettiğimizi bilmeden izlemeye çalıştılar. Ülkemizin tarihi-siyasi-mahalli baskıları ve yaşanmışlıkları sonucu bir çeşit “tartışılmaz etik ve ahlak kuralı” haline dönüştürülen “her şartta askeri darbelere karşı çıkma” cümlesi bin kere tekrarlandı; AKP de, CHP de, eşit derecede “darbe”ye karşı çıktı. Kimsenin buna itirazı olmamalı. Nedeni çok yönlü: Demokrasiyi korumanın ötesinde, ülkemizde zaten bağımsız ve güçlü bir ordu yok. Ayrıca TSK sırf, ha mesela, tankların paslanmasını önlemek için bile bugün sokağa çıksa, karşısında herkesten önce Gezi Ruhu’nu bulur. Tarihi hatalarının ötesinde, TSK “halkla ilişkiler”ini çok fena götürmüş bir kurum olarak, bugün gençliğin tepkisini haklı olarak çekiyor. Bu kadar “kendisinin” bile arkasında duramayan, kolayca birçok ikinci Cumhuriyetçi yazara karşı psikolojik savaş kaybetmiş bir TSK, artık Türk halkıyla arasındaki o eski imrenilecek ilişkinin çok gerisinde. Bugün mantık dışı bulduğum Ergenekon Davası’ndaki senaryolara sıfır prim veriyorum ve Balyoz’da olduğu gibi, bunda da suçlanan arkadaşların masumiyetine candan inanıyorum. Ama kimsenin başka bir beklentisi yok askerden. Yani “askeri darbe” bu ülkede artık hem imkansız, hem de siyasi yelpazenin tamamından büyük tepki göreceğinden, bu hassasiyetin adını koymak zor.
İyi de şimdi, dünyadaki her ülkenin bu konuda bizimle katıksız aynı duyguları paylaşacağını beklemek, abartılı olur. Çünkü ister Doğu’da, ister Batı’da, halkın önemli bir kısmı, demokrasiyi yalnız bir “seçim” meselesinden ibaret görmediği için, yetki verdiği hükümet demokrasiden saparsa, ona karşı meşru müdafaa hakkını, “demokratik gerekçelerle” mahfuz tutar. Nitekim, Mursi’nin (ve Müslüman Kardeşler’in) kurumları ele geçirme çabaları, kendisine tepki veren sanatçıları açıkça “tedirgin” etmesi, Anayasa’yı dini eksenlere çekmeye kalkışması, Mısır’da halkla yapılan söyleşilerde benzer ifadelerin sürekli gündeme gelmesine ve “demokratik olarak seçildi, ama ülkeyi demokratik olarak yönetemedi” sözlerinin duyulmasına neden oldu. Kaldı ki Mübarek iktidarını yıkan Tahrir çıkışı, laik, özgürlükçü bir devrimdi ve o kitlenin bugün tekrar ayağa kalkmış olmasına kimse şaşıramaz. Burada, yerel hassasiyetlerimizi dünyaya “tartışılmaz kaide” olarak dayatma merakımız giriyor devreye. Dünyada her halkın içinde bulunduğu şartlar farklıdır. Dolayısıyla “Mısır üstünden gizli olarak Türkiye’yi tartışmak” istediğimiz için, ülkemizde oluşmuş kesin yargıyı, “dini tartışılmaz kaide” gibi yeryüzüne zorla dayatma peşindeyiz. Bu mantıksız. Çünkü dünyada “istifa” veya “devrim” gibi kavramlar da var ve bunu insanların beyninden kesip atamazsınız. Ve mazoşist şekilde, bir iktidar üç yıl daha açık tahribat yapmaya devam edecekse, her ülke insanından buna “demokrasi adına” tepkisizce katlanmasını bekleyemezsiniz. Çünkü bazı zararlar geri dönülmez olabilir! En büyük örnek de, seçimle gelip dünyayı felakete taşıyan Hitler’dir. Dünyanın tamamı Türkiye değil ki, her yerde her tartışmayı “faşist askeri darbeci” ekseninde engelleyip insanları gözaltına alıverin!
Türkiye’de ise muhalefet çok farklı bir olgunluk noktasında; eli palalı psikopatlar, polislerin sırt sıvazlaması eşliğinde sokakta barışçı ve silahsız yürüyüşçülere saldırıp tutuklanmazken, aynı hafta sonu yüzbinler, tüm dünyayı imrendirecek bir “Gazdan Adam Festivali”ne imza atabiliyorlar! Kadıköy Rıhtımı’nda gururla katıldığım o müthiş sahneler de demokrasi mücadelesi tarihimizin içinde en güzel yerini aldı. Bugün onca yaşanandan sonra ülkemizi Mısır’la kıyaslanamaz hale getiren en önemli unsurlar arasında, ödenen onca bedelin ardından, artık fiili olarak demokrasiyi kollama ve koruma görevinin halka, gençliğe devredilmiş olmasıdır! Bundan daha sağlıklı bir şey olabilir mi?
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.