Değerli okuyucular, son günlerde yaşanan derin MİT-Savcılık krizi aslında çok gereksiz ve en başından önlenebilirdi. Tam gaz “ileri demokrasi”nin en parlak günlerini yaşadığımız bu kutlu günlerde, gerçekten bu şaşırtıcı çıkışlar ve devlet içinde çıkarılan kavgalar, çok üzücü. Tam sevgili “müttefik”lerimiz “Oh işte, nihayet istediğimiz gibi bir Türkiye var artık” derken, bu kadar hayal kırıklığı yaratmamızın bir gereği var mı?
Bir kere Sayın Başbakan -ki geçmiş olsun dileklerimizi saygılarla sunuyoruz yine- hep nasıl bir demokrasi istediğini anlatmıyor muydu? Sayın Başbakan, yargıyla “uyumlu çalışma” istiyordu. Öyle eskisi gibi, rahmetli Özal’ın, Erbakan’ın veya ilk “çıraklık” döneminde kendisinin yaşadığı şekilde, iktidarın çıkardığı yasaların, geçirdiği kanun hükmünde kararnamelerin yok Danıştay, yok Yargıtay, yok Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar tarafından zırt pırt kesintiye uğratılması, iktidarların prestijini sarsması; neydi o dönemler öyle? Allah'tan şimdi bitti o günler. 12 Eylül referandumundan sonra artık tam “ne güzel, iktidar-yargı uyumu göz yaşartıcı” derken, geçen hafta ortaya hortlayan bu durumları ben de aynen Sayın Bakanlarımız gibi “an-la-ya-mı-yo-rum”!
Herkesin şaşırdığı nokta şu: Bu ülkede Kemalistler devlet kademelerinde tasfiye edildikten; Y-CHP de, yeni Genel Başkanı ve yeni kadrosu eliyle kendini ideolojik olarak tasfiye ettikten sonra, insan iktidarı paylaşan Cemaat-İktidar ikilisinin tavırlarına bakıp “El insaf” diyor! Yahu bu devleti kuran kadrolar kendi elleriyle teslim bayrağını çektiler, daha ne istersiniz? Nedir bu paylaşamadığınız? Hangi yorganın kavgası? Lütfen “buldunuz da bunuyorsunuz” dedirtmeyin adama! Siz dikensiz gül bahçesini de elde etmişsiniz de, bu sefer “bizim takımda kimin gülü en iyi kokar?” kavgası mı yapıyorsunuz?? Şimdi kendi marifetleriyle tasfiye olmuş Kemalist kesimden kulağıma gelen esprili sözleri size aktarayım: “Biz yıllardır bunlarla baş edemedik, çıkış biletini elimize verdiler de, ister misin şimdi şu son düelloda kendileri birbirlerini bir anda yok ediversinler? ”
Yok daha neler! Onlar bizden akıllıdır! Nasıl olsa birileri ortaya çıkıp arabuluculuğa soyunur… Ne yani, tam yüzüp kuyruğuna gelmişken, şimdi olacak şey mi bu? Bir kere yandaş gazetecilerin kafası karıştı! Kimi tutacaklarını şaşırdılar. Bu durum, ulusalcı köşe yazarlarının yeni büyük malzemesi Mehmet Altan vakasını (!) bile fena halde solluyor! “Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal” derler ya! Tam o durum işte. Ne okyanus ötesini incitsinler, ne de iktidara saygısızlık yapsınlar! İşte bu nedenle TV’lerde bu konuda yorumları dinliyorum da, bir şey anlayamıyorum. 15 dakika konuşuyorlar da, kime haklı demiş oldular, sezilemiyor! Hani konu Ergenekon olduğunda coşup bol keseden atıp tutarlardı ya, işte öyle bir netlik yok ortada. “Efendim, hak hukuk başbakan, tabii şimdi” falan filan. Tabii programcılar da sıkışmış, pek soramıyorlar: “Hani yargı bağımsızdı, soruşturma gittiği yere kadar giderdi, hiç kimse dokunulmaz değildi, yargı süreci yalnız izlenirdi?” “Haşa, olur mu canım, biz o lafları mesela Genel Kurmay Başkanı, muhalefet, gazeteciler, yeni Türkiye’yi anlamayanlar için söylemiştik” mi diyorsunuz? Eh, haklısınızdır belki! Bir de diyorlar ki “Efendim, MİT gizli çalışır, bilgilerini ifşa etmek suçtur” İyi de, TSK’nın “kozmik oda” ları neydi?
İşte bazı yaratıcı fikirlerle burada bir katkı sunmak istiyorum. Öncelikle ta İsrail’e, ABD’ye, AB’ye, dört bir yana saçılan potansiyel çıkar hesapları ve girift ilişkilerde bu maçta kimin eli kimin cebinde belli değil. O kadar belli değil ki, ulusalcılar bile, kimi tutmaları lazım geldiği konusunda bu düğümü çözemiyorlar! Aslında bu iç kavgayı bir an önce bağlasalar, bundan sonra dışarıdan fena görünen bu krizleri engelleyecek formül var! Hani yeni Anayasa hazırlanıyor ya, işte orada dersin ki “savcılar artık Başbakan’ın talimatıyla soruşturma açarlar veya kaparlar” böylece o nahoş sahneler, “aç-kapa-sürül” son bulur. Hatta bu hat geliştirilebilir. Yok işte Deniz Fener’i savcılarının yaşadıkları, MİT savcılarının gördükleri, hatta Ergenekon hâkiminin başına gelenler… Ne gerek var bunlara? Başkanlık sistemi, merkezi karar, temiz iş! Bizi böylesi paklar. Böylece sorun kökten çözülür, kimse de “Yargıya müdahale edildi mi, edilmedi mi” diye ukalalık taslamak zorunda kalmaz! Nasıl olsa gerisi, Toroğlu’nun deyimiyle “Lafonten’den masallar”!
Bir kere Sayın Başbakan -ki geçmiş olsun dileklerimizi saygılarla sunuyoruz yine- hep nasıl bir demokrasi istediğini anlatmıyor muydu? Sayın Başbakan, yargıyla “uyumlu çalışma” istiyordu. Öyle eskisi gibi, rahmetli Özal’ın, Erbakan’ın veya ilk “çıraklık” döneminde kendisinin yaşadığı şekilde, iktidarın çıkardığı yasaların, geçirdiği kanun hükmünde kararnamelerin yok Danıştay, yok Yargıtay, yok Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar tarafından zırt pırt kesintiye uğratılması, iktidarların prestijini sarsması; neydi o dönemler öyle? Allah'tan şimdi bitti o günler. 12 Eylül referandumundan sonra artık tam “ne güzel, iktidar-yargı uyumu göz yaşartıcı” derken, geçen hafta ortaya hortlayan bu durumları ben de aynen Sayın Bakanlarımız gibi “an-la-ya-mı-yo-rum”!
Herkesin şaşırdığı nokta şu: Bu ülkede Kemalistler devlet kademelerinde tasfiye edildikten; Y-CHP de, yeni Genel Başkanı ve yeni kadrosu eliyle kendini ideolojik olarak tasfiye ettikten sonra, insan iktidarı paylaşan Cemaat-İktidar ikilisinin tavırlarına bakıp “El insaf” diyor! Yahu bu devleti kuran kadrolar kendi elleriyle teslim bayrağını çektiler, daha ne istersiniz? Nedir bu paylaşamadığınız? Hangi yorganın kavgası? Lütfen “buldunuz da bunuyorsunuz” dedirtmeyin adama! Siz dikensiz gül bahçesini de elde etmişsiniz de, bu sefer “bizim takımda kimin gülü en iyi kokar?” kavgası mı yapıyorsunuz?? Şimdi kendi marifetleriyle tasfiye olmuş Kemalist kesimden kulağıma gelen esprili sözleri size aktarayım: “Biz yıllardır bunlarla baş edemedik, çıkış biletini elimize verdiler de, ister misin şimdi şu son düelloda kendileri birbirlerini bir anda yok ediversinler? ”
Yok daha neler! Onlar bizden akıllıdır! Nasıl olsa birileri ortaya çıkıp arabuluculuğa soyunur… Ne yani, tam yüzüp kuyruğuna gelmişken, şimdi olacak şey mi bu? Bir kere yandaş gazetecilerin kafası karıştı! Kimi tutacaklarını şaşırdılar. Bu durum, ulusalcı köşe yazarlarının yeni büyük malzemesi Mehmet Altan vakasını (!) bile fena halde solluyor! “Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal” derler ya! Tam o durum işte. Ne okyanus ötesini incitsinler, ne de iktidara saygısızlık yapsınlar! İşte bu nedenle TV’lerde bu konuda yorumları dinliyorum da, bir şey anlayamıyorum. 15 dakika konuşuyorlar da, kime haklı demiş oldular, sezilemiyor! Hani konu Ergenekon olduğunda coşup bol keseden atıp tutarlardı ya, işte öyle bir netlik yok ortada. “Efendim, hak hukuk başbakan, tabii şimdi” falan filan. Tabii programcılar da sıkışmış, pek soramıyorlar: “Hani yargı bağımsızdı, soruşturma gittiği yere kadar giderdi, hiç kimse dokunulmaz değildi, yargı süreci yalnız izlenirdi?” “Haşa, olur mu canım, biz o lafları mesela Genel Kurmay Başkanı, muhalefet, gazeteciler, yeni Türkiye’yi anlamayanlar için söylemiştik” mi diyorsunuz? Eh, haklısınızdır belki! Bir de diyorlar ki “Efendim, MİT gizli çalışır, bilgilerini ifşa etmek suçtur” İyi de, TSK’nın “kozmik oda” ları neydi?
İşte bazı yaratıcı fikirlerle burada bir katkı sunmak istiyorum. Öncelikle ta İsrail’e, ABD’ye, AB’ye, dört bir yana saçılan potansiyel çıkar hesapları ve girift ilişkilerde bu maçta kimin eli kimin cebinde belli değil. O kadar belli değil ki, ulusalcılar bile, kimi tutmaları lazım geldiği konusunda bu düğümü çözemiyorlar! Aslında bu iç kavgayı bir an önce bağlasalar, bundan sonra dışarıdan fena görünen bu krizleri engelleyecek formül var! Hani yeni Anayasa hazırlanıyor ya, işte orada dersin ki “savcılar artık Başbakan’ın talimatıyla soruşturma açarlar veya kaparlar” böylece o nahoş sahneler, “aç-kapa-sürül” son bulur. Hatta bu hat geliştirilebilir. Yok işte Deniz Fener’i savcılarının yaşadıkları, MİT savcılarının gördükleri, hatta Ergenekon hâkiminin başına gelenler… Ne gerek var bunlara? Başkanlık sistemi, merkezi karar, temiz iş! Bizi böylesi paklar. Böylece sorun kökten çözülür, kimse de “Yargıya müdahale edildi mi, edilmedi mi” diye ukalalık taslamak zorunda kalmaz! Nasıl olsa gerisi, Toroğlu’nun deyimiyle “Lafonten’den masallar”!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.