28 Şubat 2019 Perşembe

CHP, ERDOĞAN’A VE YANDAŞ MEDYAYA TEŞEKKÜR BORÇLU (!) | Bedri Baykam | 27.02.2019



Durum son derece ilginç ve çelişkili. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sistematik olarak her gün başta CHP olmak üzere, muhalefete yükleniyor. Artık onun tarafsızlık yemininin, Anayasa’nın ilgili maddeleri yeniden düzenlenirken oracıkta hasbelkader unutulmuş cümlelerden oluştuğunu çok iyi biliyoruz. Tabii durumu oportünist yorumlarla “O muhalefet eleştirilerini AKP Genel Başkanı sıfatıyla yapıyor” diyenler çıkabilir, ama bu mantığın da ilkokul çocuklarını bile ikna edebileceğini sanmıyorum. Peki sayfayı çevirelim, bu eşitsizliği, taraflılık söylemlerini zaten herkes biliyor.
Sonuçta ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: CHP, Erdoğan tarafından her gün PKK ile, FETÖ ile, “bekaa sorunu” ile, terörle ve her türlü uğursuzluk ve olumsuzlukla suçlanıyor! Bu ağır suçlamalarda, CHP öyle haksız ve tutarsız şekillerde mağdur duruma düşürülüyor ki...
CHP’nin belediyeler için aday saptama yöntemlerinin ne kadar tartışılır olduğunu, ön seçime gidilmemesinin yarattığı dengesizlikleri zaten fazlasıyla vurguluyoruz. CHP’nin demokratik, evrensel bir sol parti standartlarına uymamasının getirdiği huzursuzluğu da söylemeyen kalmadı. Dolayısıyla CHP örgütünün içsel olarak yaşadığı tartışmalar, istifalar da ortada, CHP seçmeninin bıkkınlık ve küskünlüğü de... Öte yandan CHP’li olmayan genel muhalif seçmen kitlesinin de son seçimlerden bu yana yine CHP’den uzaklaştığını biliyoruz.
Ana muhalefet partisinin bu kadar köşeye itildiği ve tartışıldığı bir ortamda, Erdoğan ve yandaş medyanın CHP’ye yönelik akıl almaz salvoları, gerek CHP’nin küskün kadrolarında, gerek siyasetin geneline küsmüş halk kitlelerinde ciddi bir tepki yaratıyor. Haksız her suçlama, ki en sonuncusu çöp karıştıranları yadsımaya kadar gitmişti, tepki yaratıyor. Uzun lafın kısası “ben artık sandığa gitmeyeceğim” diyenler, “ne halleri varsa görsünler” diyenler, bu ağır hücumlarla tekrar gerçek yaşama dönüyorlar! Aralarından CHP yönetimine kızgınlıkları geçmeyenler olsa da, iktidara olan kızgınlıklarının dozunu hatırlayanlar, tekrar 31 Mart günü sandığa gitmek için gün sayar hale geliyor. İktidar, anti-CHP üzerine kurduğu kampanya ile belki kendi geleneksel oy tabanını hoşnut ediyor ama öte yandan rakibinin oylarını da tekrar konsolide ediyor! Ve ben bunu çok olumlu buluyorum! CHP’nin Ankara ve İstanbul’da yarıştan bu kadar umutlu olmasının ve anketlerde önde gitmesinin arkasında bu faktörü de yadsımamak gerek. CHP, illa mağdur edebiyatına girmeden, bu psikolojiyi artık kendi söylemlerinde iyi kullanmalı ve bu ortamı lehine değerlendirmeli.

BİR MAÇTAN FAZLASI...
Beşiktaş-Fenerbahçe maçında gerçekten bir maçtan çok daha fazlasını izledik. Yaşam dersi, tarih dersi, başkaldırı dersi, onur savaşı, ilerde olmanın rahatlığıyla rehavete düşmeme gibi sayısız sonucu değerlendirmemize olanak veren bir 90 dakikaydı. Çok ilginçtir, Fenerbahçe tarihinde 1-4’ten 4-4’e, 0-3’ten 4-3’e, birçok büyük geri dönüş vardır. Ben şanslı bir şekilde, bunların en bilinen ikisini stadda izlemiştim. Galatasaray’a karşı 1989’da yaşanan 4-3’lük Türkiye Kupası yarı final zaferi ve 2001’de İstanbul’da Gaziantep’e karşı aynı şekilde 0-3’ten gelen zafer... Bu sene de bu geri dönüşler yaşanıyor. Yine ezeli rakibi Galatasaray’a karşı deplasmanda 0-2’den 2-2’ye dönmüştü. Takımın ligin alt kısmında tersten final maçlarına çıkar hale geldiği bu haftalarda, kazanılan o tek puan altın değerindeydi. Bu arada, bu daha önce çok konuşulmuş olmasına rağmen Beşiktaş seyircisinin en azından bir kısmının hırsına yenilip “Fener kümeye” diye tezahürat yapması, Sadık’ın, Hasan Ali’nin gollerinde, Valbuena’nın canlı kalma inadında en büyük ateşleyici oldu. Bu da bir yaşam dersiydi: Ezeli rakibini/dostunu hiçbir zaman hor görme, aşağılama, zor durumda olmasını bir “alay” vesilesi haline getirme! Çünkü bunu yaparak onlara iyilik yapmış oluyorsun. Ve tabii ayrıca hiç şık durmuyor.
Bu arada centilmenlik konusu açıldığında, her iki başkana da teşekkürler! Gerek Fikret Orman gerek Ali Koç, birlikte düzenledikleri basın toplantısı ile örnek ve alkışlanacak bir tavır sergilediler. Burak’ın Dirar’ı, maçın tek tartışmalı anında almak üzere olduğu bir kırmızı karttan koruması, ona sarılarak olay yerinden uzaklaştırması da yine alkışlanır bir hareketti. Gökhan Gönül’ün eski takımına karşı gol attıktan sonra sevinmemesi ve karışık duygular içinde olması, çok ayrı derin olayları hatırlatan bir andı. Herkese teşekkürler.

BİR FUTBOLCUDAN FAZLASI...
Valbuena... İki yıldır Fenerbahçe’yi yöneten teknik direktörlerle sorunlar yaşadı. Ne kadar koşsa, ne kadar gol atsa, ne kadar gol pası verse, ne kadar canını dişine takarak oynasa ilginç bir şekilde Aykut Kocaman’ı da, Cocu’yü de ikna edemedi. Neredeyse, sürekli yedek bırakıldı ya da maçların ikinci yarısında veya sonlarında oyuna dahil edildi. Neredeyse istisnasız her oyuna girdiğinde maçın kaderine etki yaptı. Daha da önemlisi, yedek kalışını hiçbir zaman profesyonelliğinden ödün vermek, çalışmamak, kendini oyuna vermemek gibi dışarıya yansıtmadı. Daima hazır, centilmen, tüm hücreleriyle oynayan örnek bir sporcu oldu. Futbol diliyle konuşursak da, yan ve geri pas vermek gibi sorumluluktan kaçan yöntemlere hiç başvurmadı. Tam tersine hep ileriye dikey oynayan, risk alan, gol pası deneyen, adrese teslim ortalar yapan ideal bir futbolcu oldu. Son dönemlerde yine oynadığı her maçta en iyi oyunculardan biriydi. Fenerbahçe’ye kendine has bir ivmeyi oyun olarak vermeye başlayan Ersun Yanal, umarım artık Valbuena’yı sürekli olarak kullanır. Valbuena’nın duruşu da, bizim takımımız, mesleğimiz ne olursa olsun, hatırlamamız gereken bir yaşam dersi...  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.