Durum
son derece ilginç ve çelişkili. Cumhurbaşkanı Erdoğan,
sistematik olarak her gün başta CHP olmak üzere, muhalefete
yükleniyor. Artık onun tarafsızlık yemininin, Anayasa’nın
ilgili maddeleri yeniden düzenlenirken oracıkta hasbelkader
unutulmuş cümlelerden oluştuğunu çok iyi biliyoruz. Tabii durumu
oportünist yorumlarla “O
muhalefet eleştirilerini AKP Genel Başkanı sıfatıyla yapıyor”
diyenler çıkabilir, ama bu mantığın da ilkokul çocuklarını
bile ikna edebileceğini sanmıyorum. Peki sayfayı çevirelim, bu
eşitsizliği, taraflılık söylemlerini zaten herkes biliyor.
Sonuçta
ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: CHP, Erdoğan tarafından her
gün PKK ile, FETÖ ile, “bekaa sorunu” ile, terörle ve her
türlü uğursuzluk ve olumsuzlukla suçlanıyor! Bu ağır
suçlamalarda, CHP öyle haksız ve tutarsız şekillerde mağdur
duruma düşürülüyor ki...
CHP’nin
belediyeler için aday saptama yöntemlerinin ne kadar tartışılır
olduğunu, ön seçime gidilmemesinin yarattığı dengesizlikleri
zaten fazlasıyla vurguluyoruz. CHP’nin demokratik, evrensel bir
sol parti standartlarına uymamasının getirdiği huzursuzluğu da
söylemeyen kalmadı. Dolayısıyla CHP örgütünün içsel olarak
yaşadığı tartışmalar, istifalar da ortada, CHP seçmeninin
bıkkınlık ve küskünlüğü de... Öte yandan CHP’li olmayan
genel muhalif seçmen kitlesinin de son seçimlerden bu yana yine
CHP’den uzaklaştığını biliyoruz.
Ana
muhalefet partisinin bu kadar köşeye itildiği ve tartışıldığı
bir ortamda, Erdoğan ve yandaş medyanın CHP’ye yönelik akıl
almaz salvoları, gerek CHP’nin küskün kadrolarında, gerek
siyasetin geneline küsmüş halk kitlelerinde ciddi bir tepki
yaratıyor. Haksız her suçlama, ki en sonuncusu çöp
karıştıranları yadsımaya kadar gitmişti, tepki yaratıyor. Uzun
lafın kısası “ben
artık sandığa gitmeyeceğim”
diyenler, “ne
halleri varsa görsünler”
diyenler, bu ağır hücumlarla tekrar gerçek yaşama dönüyorlar!
Aralarından CHP yönetimine kızgınlıkları geçmeyenler olsa da,
iktidara olan kızgınlıklarının dozunu hatırlayanlar, tekrar 31
Mart günü sandığa gitmek için gün sayar hale geliyor. İktidar,
anti-CHP üzerine kurduğu kampanya ile belki kendi geleneksel oy
tabanını hoşnut ediyor ama öte yandan rakibinin oylarını da
tekrar konsolide ediyor! Ve ben bunu çok olumlu buluyorum! CHP’nin
Ankara ve İstanbul’da yarıştan bu kadar umutlu olmasının ve
anketlerde önde gitmesinin arkasında bu faktörü de yadsımamak
gerek. CHP, illa mağdur edebiyatına girmeden, bu psikolojiyi artık
kendi söylemlerinde iyi kullanmalı ve bu ortamı lehine
değerlendirmeli.
BİR
MAÇTAN FAZLASI...
Beşiktaş-Fenerbahçe
maçında gerçekten bir maçtan çok daha fazlasını izledik. Yaşam
dersi, tarih dersi, başkaldırı dersi, onur savaşı, ilerde
olmanın rahatlığıyla rehavete düşmeme gibi sayısız sonucu
değerlendirmemize olanak veren bir 90 dakikaydı. Çok ilginçtir,
Fenerbahçe tarihinde 1-4’ten 4-4’e, 0-3’ten 4-3’e, birçok
büyük geri dönüş vardır. Ben şanslı bir şekilde, bunların
en bilinen ikisini stadda izlemiştim. Galatasaray’a karşı
1989’da yaşanan 4-3’lük Türkiye Kupası yarı final zaferi ve
2001’de İstanbul’da Gaziantep’e karşı aynı şekilde 0-3’ten
gelen zafer... Bu sene de bu geri dönüşler yaşanıyor. Yine ezeli
rakibi Galatasaray’a karşı deplasmanda 0-2’den 2-2’ye
dönmüştü. Takımın ligin alt kısmında tersten final maçlarına
çıkar hale geldiği bu haftalarda, kazanılan o tek puan altın
değerindeydi. Bu arada, bu daha önce çok konuşulmuş olmasına
rağmen Beşiktaş seyircisinin en azından bir kısmının hırsına
yenilip “Fener kümeye” diye tezahürat yapması, Sadık’ın,
Hasan Ali’nin gollerinde, Valbuena’nın canlı kalma inadında en
büyük ateşleyici oldu. Bu da bir yaşam dersiydi: Ezeli
rakibini/dostunu hiçbir zaman hor görme, aşağılama, zor durumda
olmasını bir “alay” vesilesi haline getirme! Çünkü bunu
yaparak onlara iyilik yapmış oluyorsun. Ve tabii ayrıca hiç şık
durmuyor.
Bu
arada centilmenlik konusu açıldığında, her iki başkana da
teşekkürler! Gerek Fikret Orman gerek Ali Koç, birlikte
düzenledikleri basın toplantısı ile örnek ve alkışlanacak bir
tavır sergilediler. Burak’ın Dirar’ı, maçın tek tartışmalı
anında almak üzere olduğu bir kırmızı karttan koruması, ona
sarılarak olay yerinden uzaklaştırması da yine alkışlanır bir
hareketti. Gökhan Gönül’ün eski takımına karşı gol attıktan
sonra sevinmemesi ve karışık duygular içinde olması, çok ayrı
derin olayları hatırlatan bir andı. Herkese teşekkürler.
BİR
FUTBOLCUDAN FAZLASI...
Valbuena...
İki yıldır Fenerbahçe’yi yöneten teknik direktörlerle
sorunlar yaşadı. Ne kadar koşsa, ne kadar gol atsa, ne kadar gol
pası verse, ne kadar canını dişine takarak oynasa ilginç bir
şekilde Aykut Kocaman’ı da, Cocu’yü de ikna edemedi.
Neredeyse, sürekli yedek bırakıldı ya da maçların ikinci
yarısında veya sonlarında oyuna dahil edildi. Neredeyse istisnasız
her oyuna girdiğinde maçın kaderine etki yaptı. Daha da önemlisi,
yedek kalışını hiçbir zaman profesyonelliğinden ödün vermek,
çalışmamak, kendini oyuna vermemek gibi dışarıya yansıtmadı.
Daima hazır, centilmen, tüm hücreleriyle oynayan örnek bir sporcu
oldu. Futbol diliyle konuşursak da, yan ve geri pas vermek gibi
sorumluluktan kaçan yöntemlere hiç başvurmadı. Tam tersine hep
ileriye dikey oynayan, risk alan, gol pası deneyen, adrese teslim
ortalar yapan ideal bir futbolcu oldu. Son dönemlerde yine oynadığı
her maçta en iyi oyunculardan biriydi. Fenerbahçe’ye kendine has
bir ivmeyi oyun olarak vermeye başlayan Ersun Yanal, umarım artık
Valbuena’yı sürekli olarak kullanır. Valbuena’nın duruşu da,
bizim takımımız, mesleğimiz ne olursa olsun, hatırlamamız
gereken bir yaşam dersi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.