Kim
ne derse desin, Slam Turnualarının havası ve etkisi diğer hiçbir
tenis karşılaşmalarına benzemez. Belki kıyaslanabileceği tek
şey, Davis Kupası finali! Onda da hak eden iki dev tenis ülkesi
finale kalabilmişse... Sonuçta Melbourne’da Avustralya Açık’ı,
US Open’ın ardından özlemiştik. Neredeyse 150 gün bu büyük
slam heyecanından mahrum kalmıştık!
Herkes
Federer, Djokovic ve Nadal arasındaki bitmez tükenmez
hesaplaşmaların bu sefer hangi maceralara gebe olduğunu merak
ediyordu. Formda bir Djokovic, turnuanın üst yarısında, yalnız
Rus asıllı Kanadalı Shapavalov ve Rus Medvedev’e birer set
kaybederek finale kadar yürüdü. Djoko, çeyrek finalde maçı bir
buçuk set sonra sakatlanıp bırakan Japon gururu Nishikori’yi
yenecekti. 4. turda, Nishikori’ye 3-2 yenilen İspanyol
Carrena Busta, maç sonunda hakeme olan kızgınlığından resmen
delirdi. Bu seviyede bir tepkiyi, en son galiba 1979 veya 80’de
Roland Garros’un yan kortunda Nastase’nin kendisini çıldırtmasına
tepki veren Amerikalı genç bir tenisçiden görmüştüm. Aslında
Busta’nın tepkisinin kökeninde belki ilk turda bir ölüm kalım
maçından canlı çıkmış olması yatıyordu. İtalyan Vanni’yi,
ilk iki seti kaybetmiş olmasına rağmen dönüp yenmiş, ardından
tatlı sert maçlarda İlya İvashka ve İtalyan Fognini’yi
devirmişti. Kaybettiği maçta son setin 10 puanda biten uzun karar
tie-breakinde 8-5 öndeyken hakemin yaptığı bir ağır hata onu
çileden çıkarmıştı. Normalde Djoko’nun yarı finalde
karşılaşması gereken rakibi, Fransız Lucas Pouille değil,
Avusturyalı Thiem veya Rus asıllı Alman Zverev’di. Thiem, iki
set mağlupken Popyrin’e karşı maçı terk etmiş, bu oyuncu ise
hemen ardından Pouille’a mağlup olmuştu. Hem de yine beş setlik
nefes kesen bir maçtan sonra...
Aynen
4. turda Raonic’e kaybettiği müsabakadan sonra raketini yerde
paramparça eden Zverev gibi... Ama şu farkla: Birçok ikincil
derecede önemli turnuva kazanan ve ATP klasmanında dünya 4
numaraya kadar yükselen hala yeni evrensel yıldız adayı Zverev,
şu ana kadar büyük turnuvalarda henüz bir yarı final göremedi.
Onu ve Wavrinka’yı yenen Raonic ise sükuneti ve centilmenliği
ile kendisinden güzel şeyler bekleyenlerin umutlarını canlı
tutmayı başarıyor. Ancak Raonic de 4 sette turnuanın sürpriz
çıkış yakalayan Fransız Pouille’a postu deldirecekti. Pouille,
ondan önce de 4 sette Hırvat ünlü tenisçi Borna Coric’i eleme
başarısını göstermişti. Fransız tenisçi, bu çarpışmalardan
sonra canlı kalıp yarı finalde terminatör Djoko’nun karşısına
çıkmaya hak kazandı.
İSPANYOLLARIN
BEKLENİLMEDİK ÇIKIŞLARI
Tablonun
alt kısmında, normalde yarı finalde Nadal, Federer veya 2.05’lik
Hırvat Marin Cilic ile karşılaşmalıydı. Ancak Cilic, tablonun
bu kısmında, aynen yukarıda maceralarını izlediğimiz “4. tur
şehidi” Carrena Busta gibi, kapalı bir kısmete doğru yol
aldığını bilmiyordu henüz. Hem de önce Avusturyalı Tomic’i,
ardından da Amerikalı Mc Donald’ı yenip, kendisi ile güven
tazeleme işlemleri tamamladıktan sonra duvarına doğru
yaklaşıyordu. Zaten ondan bir tur önce, bir başka İspanyol’a,
Fernando Verdasco’ya yenilmenin eşiğinden döndü. Hırvat
tenisçi, ilk iki seti 4/6, 3/6 kaybettikten sonra, 3. seti 6/1 ile
aldı. 4. set, dev bir çekişmeye sahne oldu. Verdasco tie-break’e
gidilirken, hayatının turnuasını oynuyor olabileceği
düşüncesiyle varını yoğunu ortaya koydu. Ancak kendisini belki
6 ay uykusuz bırakacak şekilde kendi servisinde maç topu atarken
çift hata yaptı! Ardından Cilic hem o seti, hem de maçı 3/2
kazanmayı başararak diğer İspanyol’un rakibi olmaya hak
kazandı! Benim üzüldüğüm, Verdasco, Cilic karşısında
gerçekten hayatının tenisini oynuyordu, yazık oldu. Gayet rahat
en azından Tsitsipas’la çeyrek final oynayan kendisi olabilirdi.
Olgun tecrübesini, solaklığını ve maça asılmasıyla
birleştiren bir Verdasco, zirveyi zorlayan genç Yunan’ı bile çok
yorardı. Sonuçta bu turnuada, onun değil, diğer iki İspanyol’un
çıkışına şahit olduk. Biri demin sözünü ettiğimiz Carrena
Busta, diğeri de Bautista Agut. Zaten Bautista Agut, önce tenise
tekrar tutunmaya çalışan devler karesinin dördüncüsü sayılan
(bana göre değil) Birleşik Krallığın kahramanı Murray’yi,
ardından Avustralyalı Millman’ı müthiş geçen 5’er setlik
maçlarda yendikten sonra, üstüne bir de tenisin genç süper starı
Kochanov’u 6/4, 7/5, 6/4 gibi nispeten kolay bir skorla yenerek
kendisini Cilic’in karşısında buldu. Batista Agut, ilk seti
kaybetmesine karşın bu maçı da 5 sette almayı başararak kendi
rüya aleminde çeyrek finale çıktı. Cilic ise her seferinde beş
setlik korku tünellerinden canlı çıkamayacağını bedelini
ödeyerek öğrenmiş oldu.
TİAFOE
VE FEDERER FATİHİ TSİTSİPAS!
Agut
gibi son sekize kalan diğer bir yıldız, ilk 32 seri başı tenisçi
arasında adı geçmeyen ABD’li siyah genç oyuncu Tiafoe’ydi. O
da çeyrek finalde Nadal’ın karşısına çıkana kadar önüne
gelen her yıldızı defetmeyi başarmıştı. 2. turda 5 numaralı
seri başı ünlü Kevin Anderson, 3. turda 5 sette İtalyan Andreas
Seppi, 4. turda ise birkaç yıl öncesine kadar dünyanın zirvesine
aday olan “komşu” Bulgar Dimitrov... Dimitrov’u 7/5,
7/6, 6/7, 7/5 ile 3-1 eleyen genç yıldız adayı, buna karşın
Nadal’a karşı çeyrek finalde direnç gösteremeyerek 3-0 yenildi
ve Nadal yarı finale çıktı. Turnuanın dikkat çeken ismi olan bu
genç Amerikalı’nın ailesini kurtarmak için tenisçi olması ve
fakir anne babasına iki ev hediye edebildiği anı, hayatının en
güzel günü olarak tanımlaması, buradaki özetlerimize en
zirveden girmeyi hak ediyor. Çeyrek finalin diğer sürpriz ismi
Batista Agut da bu safhada Avustralya 2019’a en büyük damgayı
vuran Yunan tenisçi Tsitsipas’ın karşısında buldu kendini... O
da oraya gelene kadar, karşısına çıkan herkesi ilginç bir
şekilde 4’er sette yenmişti. Ama bunlardan birisi dünya
tenisinin en özel ismiydi: Kral Federer! Tsitsipas, ona karşı ilk
seti 7/6 tie- break’te kaybettikten sonra kendisi üzerine iddiaya
girecek fazla tenis sever bulamazdı. Buna karşın o andan itibaren
maçı bırakacağı yerde, her zor virajda inanılmaz bir
konsantrasyonla aşırı yakın geçen üç seti de kazanmayı
başararak bir büyük zafere imza attı: 6/7, 7/6, 7/5, 7/6. Bu
büyük galibiyetin hemen ardından televizyonlarda bundan yedi yıl
önce, İsviçreli kral yine aynen kralken, küçük bir Yunan
çocuğun onun hakkında söylediği sözler yankılanıyordu: “Ben
Yunanım, hayattaki idolüm Federer”. Son olarak idolünü turnua
dışına ittiği maçtan sonra kendisiyle yapılan röportajlarda
ise şunları söylüyordu soğukkanlılıkla aynı genç: “Benim
açımdan bir sürpriz yok, buralara gelmeyi bekliyordum”.
Gerçekten
de o anda genç Tsitsipas’ın söylediği her şey doğruydu. O
özgüven olmadan, koca Federer’e sahayı dar eden o açılar, o
incelikli kısa toplar, o tedirgin edici sükunet bu şekilde sahaya
sürülemezdi. Ayrıca insan gönülleri fetheden genç Yunan’ın
çocukken ve ardından stili oturana kadar, nasıl gece gündüz
Federer’in oyununu en yakından izlediğini gayet rahat
görebiliyordu. Böylece tutucu tenis severlerin bu sefer yarı
finalde görmekten keyif aldıkları yüksek “haşmetmeap”, bir
hayranına yenilerek terk-i diyar ediyordu. Günümüz
tenisçilerinin aklına, Yunan tenisi deyince pek bir şey gelmez.
Bizlerin aklı ise, hemen Nicky Kalogeropoulos’a gidiyor...
!970’lerden başlayan Balkanlar fatihine...
Normalde
büyük Slam Turnuvalarında yarı finaller ve final büyük oranda
inanılmaz çekişmeli maçlara sahne olur. Bu karşılaşmalar
aylarca unutulamaz ve konuşulur. Örneğin, iki yıl önce burada
oynanan Federer-Nadal finalinde olduğu gibi... Halbuki bu yıl
turnuva bu açılardan çok şanssız üç maç yaşadı. Tsitsipas,
yarı finalde Nadal karşısında dağılıp gitti. Aynen çok güzel
müsabakalar oynayarak geri oyununun gücüyle herkesi şaşırtan
Fransız Davis Kupası oyuncusu Pouille’un Djokovic’in şaşırtıcı
seviyesi karşısında eridiği gibi. Çoğu zaman bu maçların, en
az final kadar analizini yaparım. Ama emin olun bu sefer
söylenebilecek pek bir şey yoktu! Ama bir tek şey kesin: Seyirci
Tsitsipas’ı çok sevdi. Önümüzdeki birkaç yılda tüm büyük
şampiyonluklara da göz diktiği ortada. Federer’in yerine göz
diktiğini de benden duyun ve unutun.
FİNALİ
TEK BAŞINA (!) OYNAYAN DJOKOVİC
Heyecanla
belki 4-5 saat sürebilecek bir Avustralya finali için iyice
hazırlandık, çayımız kahvaltımız, not tutacağım özel olarak
itinayla hazırladığım çizelgeler, her şey elimizin altındaydı
(Tabii, çünkü benim basit hata kriterlerim TV
yorumcularınınkilerle her zaman bağdaşmıyor!). Zorla sevgili
kuzenim Mustafa Yalçın’ı bile yanıma getirttim “yılın
en muhteşem maçlarından biri olacak sakın kaçırma”
diye...
Her
ne kadar Avustralya Açık’tan önce aylarca hiçbir turnuvaya
katılmasa da, Nadal 15 gün boyunca Melbourne’da çok formdaydı
ve bu maç nefes kesecekti.
Sonra
ilk servis atıldı. Ne kadar ilginçtir ilk 2-3 oyunda hemen
anlaşıldı ki bugün sahadaki Nadal, bizim belleğimizdeki Nadal
değildi. Djokovic ise, gerçekten geçen yıldan beri
tekrarladığımız şekilde oyununun üstüne sürekli değer
ekleyerek yol almaya devam etmişti. Nadal’ın forehandlerinde üst
üste gelen basit hataları ve büyük rakibinin özellikle
backhandleriyle yaptığı muhteşem puanlar, oyunun dengesini en
baştan etkiledi. Djokovic servisten doğrudan kazandığı puanların
de ivmesiyle 3-0 öne geçtiği bu seti, kendi servisinde yalnız tek
bir puan kaybederek ilk seti 6-3 ile hanesine yazdı.
Maçın
başında çoğunluğu Nadal’ı destekleyen Avustralya seyircisi
şaşkınlık ve hayal kırıklığı arasında gidip geliyordu. O
anda Nadal’ın yediği ağır baskıya karşı oyunu nasıl
çevirebileceğini bütün tenis eksperleri gözden geçiriyordu ama
pek bir teorik sonuca bile varamadan! Belki daha önde durup oyunun
akışını değiştirmek için sazı eline almayı, agresif oynamayı
deneyebilirdi, ama 2. setle beraber bu düşünce de sahaya
yansıtılamadı. İlk iki servis oyununu kazanan Nadal, seyirciye
küçük bir “acaba” dedirttiyse de, o noktada Sırp şampiyon
yine İspanyol boğasının servisini ve direncini kırmayı başardı.
Özellikle takip eden oyunda Nadal ilk defa puanları 40/40’a
taşımayı başarmasına rağmen, Djoko efsanevi rakibini maça
sokmamaya sanki yemin etmişti. 4/2’de Nadal’ın servisini ikinci
kere üst üste kıran Djokovic, ardından kendi servisinde üst üste
attığı üç ace’le bu 2. seti de 39 dakikada bitirmeyi başardı.
Özellikle servis kalitesinde farkını ortaya koyan Djoko, ilk iki
sette tek bir vole puanı kazanmadan durumu 2-0’a taşımıştı.
Bütün
bu yaşanan hızlı gidişata karşın kimse koca Nadal’ın hiçbir
reaksiyon vermeden bu şekilde pes edeceğine inanamıyordu. 3. setin
başında da Nadal ilk oyunu aldı. Ama umutlar yine hızla suya
düştü. Nadal 2. servis oyununda forehand paralelde bariz bir hata
yaptıktan sonra, rakibinin klas bir kısa topuyla servisini yine
kırdırdı. Sırp şampiyon kendi servisini kolay kazandıktan sonra
Nadal 3-2 gerideyken rakibinin servisini kırma ve sete ortak olma
şansına erişti. Ancak fileye taktığı bir backhand kullanamadığı
son şansı oldu. Ardından rakibinin son servis oyununda beraberliği
yakalaması da yetmedi. Maçın son oyununda Nadal kendi servisinde
15-40 gerideyken bir rallide backhandini bariz şekilde dışarı
attı ve “Nole” o anda mütevazi bir şekilde fileye yürüyüp
kendisine sarılarak Avustralya açıktaki yedinci şampiyonluğunu
kayıtlara geçirdi. Maçın sonunda iki şampiyonun centilmence
birbirleri hakkında söyledikleri güzel sözler, yine tenisin
erişilmez güzelliğini ortaya çıkaran anlardı. Her şeye rağmen,
Nadal’ın ilk defa bir Slam finalinde set alamadan mağlup olması,
çok şaşırtıcıydı. Kendisinin de özellikle iki hafta boyunca o
kadar mükemmel oynadıktan sonra bunu beklemediğine eminim. Ama
sonuçta, bir finalde ne yaşanırsa yaşansın, Nadal Nadal’dır...
Paris’i Haziran’da yine kazanırsa, şaşırmayın...
SAVAŞ
GÜNLERİNDE BALKANLARDA BÜYÜYEN ŞAMPİYON
1990’larda
Balkanları yerle bir eden o vahşi savaşın ortasında büyüyen bu
genç çocuk, inançla arzuyla azimle Batı’da bir eli yağda bir
eli balda en lüks ortamlarda tenisi oynayan milyonları arkasında
bırakıp, kendi efsanesini en güzel şekilde yazmıştı.
Avustralya Açık kayıtlarında Federer ve Emerson’u arkasında
bırakan Djokovic, elinde tuttuğu Slam Turnuvası sayısında da
böylece Federer ve Nadal’a bir adım daha yaklaşarak 15. dev
turnuvasını kazanmış oldu. Onun henüz 31 yaşında ve kendisine
çok iyi bakıyor olması, Slam şampiyonluk sayısında önünde
bulunan iki rakibini de aşma şansının yüksek olduğunu bize
düşündürüyor. Özellikle her sene kendi oyununun üstüne
ekleyerek, kendini geliştirerek yürümeyi başardığı için...
Daha önceleri en iyi müdafaa oyununda sahip olduğu bilinen Sırp
şampiyon, artık geriden kurduğu oyununda hem inanılmaz açılar
buluyor hem de vuruş sertliğini son derece arttırdı. Djokovic
hakkında son söyleyeceğim şu: Kendisi yıllardır, herhalde
kazandığı 15 dev turnuvanın neredeyse tamamında, finalde ve
hatta bir ölçüde turnuva boyunca, seyircinin tercihi olmadı.
Onlar hep onun büyük rakiplerini tuttular. Ama bu bence artık
değişmek üzere! Dünya artık Djoko’ya saygı duymayı ve onu
sevmeyi öğrenecek!
TEK
KADINLARDA OSAKA “BÜYÜK GİRİŞİNİ” TEYİD ETTİ!
Japonlar
hem gururlarına hem de ülkelerine çok düşkün insanlardır
bildiğiniz gibi. Bir Japon tenis şampiyonunun “inşası” da,
aynı gerekçelerle, hem zor, hem çok içsel, hem de bir ülkenin
derin tarihsel yükünü taşıma mecburiyetini beraberinde getiren
bir ağır ödev. Uzun lafın kısası, Japonlar için bir tenis
turnuvası aslında bir tenis turnuasından çok daha fazlasıdır.
Uluslararası bir gurur ve sorumluluk vesilesidir. Japonların diğer
bir insana kartlarını uzatırken bile nasıl mahcup şekilde
baktıklarını, nasıl eğildiklerini, nasıl
hafiften gözlerini kaçırdıklarını bilen
bilir. Öte yandan Zen felsefesiyle yukarıda aktardığımız
halet-i ruhiye doruklara çıkarken, bu sessiz, içine kapalı,
saygılı ve bilinmeyenlerle yüklü profil, spor sahasında bazen bu
Uzakdoğulu özel ve farklı kanı taşıyan insanların bir
“Samuray” cengaver profiline dönüştüklerini görüyorum.
Savaşçı, içindeki gücü ölümüne dışarı akıtan, olmayacak
fizik kapasitelerini zorlayan, bambaşka bir profil.
Teniste
de bunun anlamı, inanılmaz toplara yetişmek, ölesiye varını
yoğunu ortaya koymak, bitti denilen puanları diriltmek, beceri
eksiklerini inanç ve fizik zorlama ile yukarıya çekmek... Kei
Nishikori, bu söylediklerimi uygulayan en önemli Japon isim. Erkek
tenisinde daha önce bir slam turnuvasında, Amerika Açık’ta
finale çıktı, ancak şampiyon olamadı. Halbuki, geçen yıl
Amerikan Açık finalinde Serena Williams’a o meşhur hakem
kavgalarıyla geçen maçta dünyayı dar eden Naomi Osaka, orada
kazandıktan sonra ilk Avustralya Açık’ta katıldığı Slam
turnuasından yine şampiyon çıkmayı başardı. Bu Japon
tenisinin, elde ettiği ilk Slam zaferleriydi. Dolayısıyla
Osaka’nın Japon ve Uzakdoğu kültüründe şu andan itibaren elde
ettiği yeri, başka bir kültürden gelen insanların tam anlaması
kolay değil. Onu anlayacak tek tenisçi ilk Uzakdoğulu şampiyon
Li Na!
Biz
Türkler de çok gururlu ve milli duygulara sahip bir milletiz.
Örneğin Çağla Büyükakçay da Wimbledon kazansa, biz de müthiş
bir şekilde bunu kutlarız. Ama Japon halkının kendi özel durumu
ve tarihi, Osaka’nın durumunu biraz daha da farklı kılıyor.
Evet,
şimdi sıra geldi sempatik Japon’u zirveye taşıyan o iki
haftanın bazı detay dökümlerine...
TABLONUN
ÜST TARAFI: SERENA’NIN ACI MAĞLUBİYETİ
İkinci
turda en ilgi çekici maçlardan biri seyircilerin sevgilisi Kanadalı
Eugenie Bouchard’ın Serena Williams’a 6/2, 6/2 yenildiği
müsabakaydı. Dünya kadın tenisinin zirvesine en kalıcı damgayı
vurmuş isimlerden olan Serena, 4. turda, yeni dünya 1 numarası
Romen Simona Halep’in karşısında buldu kendini. Hem de bu Romen
tenisçi, bir önceki turda Serena’nın sevgili ablası Venus’ü
6/2, 6/2 ezerek yenme cüretini göstermişti! Eski ve yeni bir
numaraların çarpışmasında, galip gelen Serena oldu. İlk seti
kolay kazandıktan sonra, 2.yi vermesine karşın maçı son sette
6/4 ile hanesine yazmayı bildi. “Annenin dönüşü” böylece
güzel bir tescil daha almış oldu! Serena’nın çeyrek finaldeki
rakibi, ciddi bir çetin cevizdi: Karolina Pliskova. 2. sette
Amerikalı Madison Brengle’e ilk seti vermesine karşın 4/6, 6/1,
6/0 kazandı ve ardından aynı benzer tarifeyle İtalyan Giorgi’yi
yine 2-1 yendi. Teorik olarak kendisini 4. turda bekleyen ünlü
rakibi İspanyol Garbina Muguruza’ya karşı daha çok zorlanması
lazımdı ama öyle olmadı. Daha önce Fransa Açık ve Wimbledon
kazanmış rakibi karşısında Pliskova sert forehandleri ve
servisleriyle maçı 6/3, 6/1 kazandı ve Serena’nın karşısına
büyük kapışma için çıkmaya hak kazandı. İşte bu maç, tenis
tarihinin neresine girer onu bilemem, ama Serena Williams’ın
“makus
talihli maçlarım”
kitapçığına girmeyi hak edeceği kesin! Topa çılgın bir
sertlikte vurma hakkını sonuna kadar kullanan iki isimden Pliskova
ilk seti 6/4 kazandı. Serena 2. seti aynı skorla aldıktan sonra,
3. sette ağırlığını feci koydu ve 5-1 öne geçti. Servis de
kendisindeydi üstelik. “Canavar” işbaşı yapmıştı
anlayacağınız. İşte orada tarih bir U dönüşüne girişiverdi.
Önce hakem büyük risk alarak (!) Serena’ya ayak hatası verdi.
Aynı puanda Serena Pliskova’dan ters ayak bir top yiyince bileğini
burktu. Sonuçta toplam 4 maç topu kurtaran Pliskova, 6 oyun üst
üste kazanarak mucizeyi başardı! Pliskova Slamlerde Serena’yı 2
kere yenen çok az sayıda tenisçiden biri...
OSAKA’NIN FİNALE GİDEN YOLU
Zaten
Pliskova’yı Melbourne yarı finalinde yenen de yeni dünya bir
numarası Osaka’dan başkası olmadı. Önce Osaka’nın yarı
final yoluna bir göz atalım.
Çeyrek
finalde Osaka’nın rakibi, oraya kadar çıkması zaten beklenen
Ukraynalı 6 numaralı seri başı Elina Svitolina oldu. Svitolina,
4. turda Amerika Açık’ta ses getiren Amerikalı Madison Keys’i
3 sette yenmişti. Ondan önceki turda Çin’li Zhang’ı da zorlu
bir maçtan sonra yine üç sette saf dışı bırakmıştı. Aynen
Latviyalı 13 numaralı seri başı Sevastova’yı 4/6, 6/3, 6/4
yenen Osaka gibi... Osaka’nın kurbanları arasında ise,
Uzakdoğu’lu Hsieh vardı. Geçen yıl Wimbledon’da dünya 1
numarası Halep’i yenerek dünyada ilk 25’e giren ilk Tayvanlı
tenisçiydi Hsieh. Ama o Uzakdoğu kapışmasını Osaka, zor da olsa
geçmeyi başarmıştı: 5/7, 6/4, 6/1. Çeyrek finalde ise,
Svitolina, Osaka’ya gerekli muhalefeti gösteremedi. Tek yanlı bir
maçtan sonra, skor 6/4, 6/1 Osaka’ya yazıldı. Artık gözler o
büyük yarı finale çevrilmişti: Osaka-Pliskova...
İtiraf
edeyim o maçın başlangıcında hem tahminlerim, hem de hafif
eğilimim Pliskova’dan yanaydı. Ama 2. seti almasına rağmen dişi
samuraya 6/2, 4/6, 6/4 yenilmekten kurtulamadı. Pliskova’nın
otomatiğe bağladığı ve artık hata yapmadan vurduğu çapraz
backhandleri, rakibini sahadan taşırmayı başardığı dekruaze
forehandleri, sahada uyguladığı dikey baskı hattı, her biri onu
her maçta herkese karşı “favori” gösterebilen özellikleri.
Belki bu maçı Osaka’ya kazandıran gerçekten milli aidiyetinin
getirdiği o küçük ekstra faktördü. Evet Osaka, gösterişsiz
servisine rağmen o silahıyla çok puan alıyor, “filinta” gibi
olmayan fiziğine rağmen her topa yetişiyor, her açıyı yeniden
Japon bir teknisyen gibi ölçüp biçebiliyordu. Ama o minnacık
Japon duruşu farkından geliyordu zafere giden yol... Osaka
finaldeydi artık...
ÇEK
YILDIZ KVİTOVA’NIN MUTLU DÖNÜŞÜ
Tablonun
alt kısmına bakalım bir de şimdi, Kvitova’yı finale taşıyan
yola...
Çek
Kvitova, çeyrek finale kadar sorunsuz geldi. Yolda kolay devirdiği
isimler arasında İsviçreli Belinda Bencic vardı. 2016 Aralık
ayında evini soymaya çalışan hırsızın saldırısında önce
boğazına bıçak dayanan, ardından sol eli ağır şekilde
yaralanan Kvitova’nın halinden belki en iyi ben anlarım,
bıçaklanmayı en ağır şekilde bizzat yaşadığım için.
Aylarca turnualardan
uzak kalan ve kendisini maddi manevi olarak tamir etmeye çalışan
Kvitova ile empati kurmamak mümkün değildi benim için.
Çeyrek
finalde Kvitova’nın rakibi olan Avustralyalı Ashley Barty, 3.
turda geçen yılın şampiyonu Wozniacki’yi 6/4, 4/6, 6/3 yenen
Sharapova ile oynamıştı. Ben ne yazık ki o “güzeller
zirvesi”ni kaçırdım. Ama Barty’nin “Masha”yı 4/6, 6/1,
6/4 yendiği maçı izledim. Setleri eşitliğe taşıdıktan sonra,
Barty son sette 4/0 öne geçti. Ama bu hiçbir şekilde
Sharapova’nın maçı bıraktığı anlamına gelemezdi. Masha’nın
hayatını anlattığı kitabı “Unstoppable:
My Life So Far”ı
bu yıl okumuş biri olarak, artık benim bile ona bakışımda ciddi
bir farklılaşma oldu. Oyun kalitesi, çekiciliği ve
sempatikliğinin yanı sıra onun tenis kariyerine bin bir güçlüğü
aşarak nasıl babasıyla Amerika’da giriştiği maceradan canlı
kalarak çıktığı apayrı bir efsanevi hikaye. Neyse o ayrı bir
yazı. Sonuçta sizi ilgilendiren bölümü şu son sette 4/0
gerideyken bile Masha’nın maçı bırakmayacağını biliyordum.
Büyük bir azim ve konsantrasyonla Rus raket 4/3’ü buldu, hatta
4/4 sayısı kaçırdı. Ama son seti 6/4 ile kazanan, Barty oldu...
Hangi Barty mi? 2014-2016 arasında, 16 yaşındayken tenisten
sıkılıp onun yerine iki yıl profesyonel kriket oyunculuğu yapan
Barty!!! Tenise döndükten sonra teklerde ve özellikle çiftlerde
basamakları hızla aşan Barty... O da ciddi bir alkış hak ediyor.
Sonuçta birinci yarı finalist belli eden maç, Barty ve Kvitova
arasında oynandı. Ama aynen Osaka-Svitolina çeyrek finali gibi, o
da çok kolay bitti: 6/1, 6/4 ile Kvitova eski kriketçi meslektaşını
tribünlere hızla yollayıverdi.
DANİELLE
COLLİNS MUCİZESİ
Alt
tablonun alt kısmında, iki numaralı seri başı alman Anjelique
Kerber’di. Kerber iki kolay maçı kazandıktan sonra ömründe
hiçbir Slam maçı kazanmamış olan 25 yaşındaki Amerikalı
Danielle Collins karşısında buldu kendini. Alman şampiyon ilginç
şekilde yavaş ve tedirgin başladı maça. Rakibi ise tam tersini
ilk bu andan itibaren gaza basan ve kaybedecek hiçbir şeyi olmayan
bir plasenin rahatlığındaydı. Collins Kerber’i 6/0, 6/2 ile
aşarken, herhalde bütün iddiaları altüst etmişti!
Normalde
teniste, alakasız bir isim bir favoriyi yerle bir ettikten sonra
ertesi maçta normal seviyesine döner ve kazanamaz. Çeyrek finalde
Collins’in rakibi, 2. turda Hollandalı Kiki Bertens’i 3 sette
yenen Rus Pavlyuchenkova idi. Üstelik 3. turda daha da ileri giderek
Amerika’nın artık oturmuş genç yıldızı siyahi tenisçi
Sloane Stephens’i de ilk seti tie-break’de kaybetmesine rağmen
saf dışı bırakmayı başarmıştı.
Collins
ilk seti kolayca 6/2 verdikten sonra ikinci sette 2/1’de rakibinin
servisini kırmayı başardı. 5/3’e kadar avantajını koruyan
Collins bir ara yakalandıysa da seti 7/5’le kazandı ve o rüzgârla
son sette üç sıfır ileri geçti, o seti de 6/1 le kapatarak,
rüyasında görse inanmayacağı bir başarıya imza attı,
Kvitova’nın yari final rakibi oldu.
Yarı
finalde ilk set 4/4’te hakem santrkortun çatısını kapatma
kararı aldı. Kapalı kortta oynamayı seven Kvitova bundan mutlu
oldu! İki benzer tenisçinin maçında bir vites oyunda, iki vites
tecrübede önde olan Kvitova 7/6, 6/0 aldı ve düne kadar
üniversitelerarası teniste çıkış arayan rakibinin rüyalarına
son verdi.
Pliskova,
Osaka’yı yenebilseydi, final iki Çek tenisçi arasında olacaktı.
Şimdi hiç olmazsa bir Çek, her şeye rağmen finaldeydi.
KADINLARDA
BÜYÜK FİNAL: OSAKA-KVİTOVA
Osaka-Kvitova
finali şu açıdan ilginçti: Ertesi gün hangi tenisçi kazanırsa
kazansın dünya bir numarasına yükselecekti. Yani konu, bir değil
iki sıfata gelip dayanıyordu!
Erkekler
finalinin aksine, kadınlar finali harika bir çekişmeyle geçti!
Maçın başında ilk sette her iki tenisçi de servislerini bazen
zorda olsa kazanarak yollarına devam ettiler. 3/3’te, Osaka üç
servisini kırdırma topunu kurtarmayı başardı. 5/4 geriden gelen
Kvitova, sert forehandler ve kısa toplarla 5/5’i hızla buldu.
Tie-breakten önce, her iki tenisçi arasında geçen çok uzun
raliler, kısa toplar, güzel puanlar heyecan barometresini yükseğe
çekti. Tie-breakte, rakibinin servisini de baştan kurarak mini
break yapan Osaka zorlanmadan seti 7/6 kapadı.
2.
sete başlarken, tenis yazarlarının önünde bir istatistik dikkati
çekiyordu: Osaka ilk seti aldığı son 58 maçın tamamını
kazanmış! İnsan Kvitova’nın yerinde olmak istemez değil mi?
Çek
tenisçi, buna rağmen servis kırarak sete başladı ve 2/0 öne
geçti. Fakat Osaka hemen buna karşılık verdi ve 2/2’yi buldu. O
hızla Japon tenisçi beklenilmedik bir şekilde Çek raketin
servisini tekrar kırıp 4-2’yi buldu. 7. oyun, bir setin çoğu
zaman en önemlisidir. Bu noktada zorlanmasına rağmen Kvitova
servisini korudu ve 4/3’ü buldu. Ardından Osaka nefis bir
backhand’le oyunu kapayarak 5/3’e taşıdı skoru.
İşte
ondan sonra bir final maçına yakışır çok ilginç şeyler
yaşandı. Bir sonraki oyunda Kvitova servisinde Osaka 0/40’ta üst
üste üç maç topu kazandı. Ama Kvitova akıllı ve güçlü
forehandler ve çelik sinirlerle bu oyunu inanılmaz şekilde
kurtardı! Ardından, Kvitova rakibinin bir çift hatası ve birkaç
basit hatası ile servisini kırarak 5/5’i yakalarken, Osaka ilk
defa hiddetlenerek elindeki topu hışımla yere fırlattı. Bu Japon
tenisçinin belki iki finalde gösterdiği tek insani tepki
reaksiyonuydu.
Servisinde
zorlanarak da olsa 6/5’i bulan Kvitova, ardından rakibinin bir
çift hatası ve gerginliklerinden istifade ederek seti hanesine
yazdı: 7/5
Son
sete Kvitova servisine 0’a karşı tutunarak başlasa da, elindeki
üst üste iki Slam turnuvası kazanma fırsatını kaçırmak
istemeyen Osaka, skoru 3/1’e çekmeyi başardı. Ardından Kvitova
rakibinin servisinde skoru 3/3 yapmanın eşiğine kadar geldi ancak
bu önemli fırsatı kaçırdı. 2/4’te Kvitova 0/40’dan geri
gelip servisine tutunsa da, Osaka servis oyunlarını kazanmayı
başararak şampiyonluğu kucakladı. Maç topunda Osaka’nın
servisini Kvitova backhandiyle karşılayamayınca, Japon şampiyon,
o biten tenis maçlarının tüm rahatlamasıyla coşku dolu finişe
ulaştı. Önce yere çömeldi, sonra da fileye koşarak rakibine
saygı dolu bir reverans yaptı ve teşekkür etti. Osaka çok
mutluydu, ama o yaşadığı korkunç saldırıdan çıktıktan sonra
tekrar bir Slam finaline çıkan Kvitova, belki ondan da mutluydu! O
korkunç olaydan sonra tüm fiziksel ve manevi yaralarını sarıp
tekrar zirvenin en üstüne oynayabildiğini dosta düşmana ispat
etti!
Geçen
sene dünya 72 numara olan Osaka, şu anda iki Slam zaferini hanesine
geçirmiş bir “Dünya 1 numarası”! İşte tenis bunun için çok
güzel! Sizi oynatan veya oynatmayan, takıma alan veya almayan bir
hocanın kaprisleri yok. Yöneticilerle
aranızın iyi ya da kötü olmasının doğrudan bir etkisi yok.
İnancınız
ve gücünüz varsa çıkar oynarsınız ve isterseniz herkesi
yenersiniz ve buna da kimsenin yapabileceği bir şey yoktur!
PLİSKOVA’NIN
ÖNEMLİ ÇIKIŞI VE “YENİ
SERENA”PROFİLİ...
İtiraf
edeyim, Çek kadın tenisi zaten 30 yıldır dünyada bir ekol. Ama
burada yarı finalde
yenilmesine rağmen Pliskova’ya
benim özel bir zaafım var. Onun oyun zekası ve konsantrasyonu
yerinde olduğunda, o sertlikte topa vuran başka bir tenisçi bulmak
zor. Hem forehand hem backhand, hem serviste Pliskova genel vuruş
kalitesi toplam seviyesinde, belki dünyanın en iyi tenisçisi.
Özgüvenini ve maça yayılan stratejik hamle dizilerinin seviyesini
biraz daha yükseğe çıkardığı an, Pliskova ilk üçün her
yerinin müdavimi olur WTA sıralamalarında! Her ne kadar şu anda
bu turnuadan sonra 8’den 5’e yükseldiyse de, bence Pliskova,
vatandaşı Kvitova ve Osaka, dünyanın bugün en iyi üç
tenisçisi. Serena Williams
mı? O tahtın daimi ev sahibi! Unclassified. Artık “anne”
rolünü daha çok benimsemiş ve daha evcil olsa bile...
Melbourne’da, son set 5/1’den kaybederken de büyük olay
çıkarmaması, maçtan sonra basın toplantısında rakibinin kritik
puanlarda rakibinin vuruş kalitesini övmekle yetinmesi, sanki yeni
bir daha sakin Serena’ya işaret ediyordu artık.
BİR
TURNUA BÖYLE GEÇTİ
Djokoviç
ve Osaka, bu şampiyonlukla 2.900.000’er Amerikan dolarını
servetine eklemiş oldu. Nadal ise bunun yarısı ile yetinmek
durumunda kaldı! Kadınlarda, Japon Osaka’nın Çek Kvitova
karşısında gelen zaferi, Amerika Açık’tan sonra katıldığı
ilk turnuada, yine kupaya ulaşması, artık en büyükler arasında
yerini aldığını kanıtlayan bir merhaleydi. Şimdi Slam
turnualarında, sıra Mayıs’ta Paris toprak saha çekişmesine
geldi. Bakalım Djokovic ve Osaka, bu çok farklı yavaş sahada yine
şampiyonluğa ulaşabilecekler mi?
Nadal’ın Paris tahtına rakip çıkacak mı? Osaka, Slamlerde arka
arkaya “üçte üç” yapabilecek mi? Arkası yarın! Baharı
bekleyin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.