Herkesin 31 Mart ve “1 Nisaaaannnn!”
için senaryosu var. Daha doğrusu, her kafadan bir ses çıkıyor.
Bunlardan bazılarını hatırlayalım: Kimi hızlı stratejistler,
videolu anlatımlarla 31 Mart’ta seçimin neden yapılmayacağını
anlatıyorlar. Diğerleri 31 Mart’tan sonra laikliğin artık tam
hedef haline getirileceğini ve hatta kaldırılacağını
söylüyorlar! Doların yine patlama yapacağını söyleyenler ile
hiçbir şeyin kımıldamayacağını söyleyenler arasında
patlamacılar önde gidiyor. Aynen 1994’ten hatırladığımız
gibi, artık şeriata geçileceği ve kadınların türbana
zorlanacağı sözlerini ima edebilenler bile var!
Bütün bu uçuşan söylenti ve
iddialardan anlamamız gereken şu: İnsanlar son derece rahatsız,
güvensiz. Yerel seçimi bir proje yarışması, halka hizmet taşıma
yöntemlerinin kıyaslanması olarak kendi gerçek kapsama alanı ile
gören neredeyse hiç kimse yok. Herkes bu depresif ortamda, o gün
kendisine dayatılacak her şeye inanabilir, psikolojisi buna müsait.
Bu sütunlarda sıkça eleştirdiğimiz
gibi CHP, adaylarında hem örgütünü hem imajını hem kendisini
hem ülkeyi koruyacak bir ön seçim formülüne yanaşmadı. Sonuçta
bildiğimiz gibi CHP’nin dışladığı bazı güçlü ve
kamuoyunda karşılığını bulan adaylar da DSP’ye gitti. Son
saniyede tekrar aday gösterilmeyen eski belediye başkanları, daha
eski genel başkan adayları, ünlü simalar, 1980 darbesinin
yadigarı olan bu oluşuma girerek CHP Genel Merkezi ile bir
hesaplaşmaya adım attılar.
Bu cümlemden
alınmaya gerek yok sevgili DSP’liler, işin tarihsel özeti bu. 12
Eylül yaşanmasaydı, DSP diye bir parti olmayacaktı. Veya Bülent
Bey ve Rahşan Hanım, yalnız birbirlerine yaslanarak yaşayacakları
iki kişilik isimsizler partisi tasarlamak yerine, halk nezdinde
kendilerine o büyük gücü veren CHP örgütüne dönselerdi,
herhalde son 30-40 yılda yaşadığımız felaketlerin ve
parçalanmaların neredeyse hiçbiri yaşanmayacaktı. Özellikle
1994 seçimlerinden önce adeta yalvarmalarımıza karşın hiçbir
şekilde uzlaşmayan Ecevit, Baykal ve Karayalçın’ın inatlarının
kökeninde, hep “Ölürüm de birleşmem” tavrının
affedilmezliği vardır.
Şimdi insanlar DSP’ye kaçan adaylar
konusunda CHP’ye kızıyorlar. Haklılar. CHP’de ön seçim olsa,
yenilen hiç kimse ne DSP’ye ne başka bir yere gidemezdi. O aday
önemliyse ve halkta o kadar büyük karşılığı varsa, neden
bıraktınız derler adama...
Öte yandan o adaylara kapıları açan
DSP’ye de kızanlar var. Onlar da haklı. “Bir bölen” olarak
tarihe geçen bir siyasi merkezin bu sefer de aynı işleme girişmesi
hangi sonuçları doğuracak? Mesela çeşitli ilçelerde, CHP ve DSP
birbiriyle yarışırken aradan AKP’nin sıyrıldığı olacak mı?
O zaman halkın bir yarısı diğer yarısını suçladığı zaman
sorumlu kim olacak?
Ben bu filmi daha önce gördüm. Bu
nedenle 1994 seçimlerinden 9 ay öncesinde üzerimize çökecek
sonuçlara karşı örgütlenmeye başlamıştık. Etrafımızda
konuştuğumuz parti liderleri vardı, ama bir adet gerçek devlet
adamı yoktu. Benim mantığımda, muhalif olduğunu söyleyen
partiler yerel seçimlerde hiçbir yerde birbiriyle karşı karşıya
gelmemeli... Ama maalesef bu ikazları dinletebilmek pek mümkün
olamadı. Bakalım seçmenin bilinci ve sol duyusu bu düğümleri
çözmeye yetecek mi?
MUHARREM İNCE AYDINLARLA BULUŞTU
Sanatçıları, yazarları, aydınları
hatırlamak, onlarla dertleşmek genel olarak siyasetçilerin sıkça
tercih ettikleri bir tutum değil. Sorarsanız, herkes sanatı ve
sanatçıları çok sever ancak iş onların dertlerini duymak veya
görüşlerini almak veya vizyonlarından yararlanmak olduğu zaman
ortalık tenhalaşır.
Biliyorum, muhakkak sizin de aklınıza
gelmiştir, son zamanlarda R. T. Erdoğan sanatçılarla çeşitli
buluşmalar gerçekleştirdi. Kendisi diyebilir ki, artık bu sözü
benim hakkımda söyleyemezsiniz. Ama burada hangi sanatçılarla,
hangi amaç ve perspektifte buluştuğu da siyasi karşıtları
tarafından masaya yatırılabilir. Ama en azından bu diyalogun
önemini kendi açısından kavramış görünüyor Cumhurbaşkanı.
Özellikle kendi kesiminin sanatçılarını ve kültür insanlarını
yeterince yetiştirememesi konusunda ciddi bir özeleştiri de yaptı.
İlginç... İnsan bir sonraki hamleleri merak ediyor!
Ana muhalefet ise, çevresi tüm
yaratıcı yazar, çizer, müzisyen ve sanatçılarla kaynıyor
olmasına karşın, onlarla ilgilenmemeyi herhalde siyasi ciddiyetin
bir parçası sayıyor (!). Zaten önseçim haklarını örgüte
vermiyorsun, bari halkın yakından tanıdığı, güvendiği bu
insanları öne çıkar değil mi? Ama ne gezer?
Geçtiğimiz günlerde Muharrem İnce,
yerel seçime destek çabalarının ortasında, bu farklı
disiplinlerden sanatçı ve diğer aydınlarla bir araya geldi. Çok
samimi ve dostça bir sohbet ortamı oluştu. Konuşulan her şey
doğallık adına kayıt dışı olduğu için, onlar sadece
katılanların belleğine yerleşti. Ama şu kadarını söylemem
şart: Birçok aydın, tahmin edeceğiniz gibi İnce’ye o meşhur
seçim gecesi neler olup bittiğini de sordu. O da samimiyetle
yaşananları, hangi kararı niçin aldığını ve şimdiki bakış
açısıyla bugün olsa nasıl farklı davranacağını özeleştiri
yaparak anlattı. İnce dikkatle her birimizi dinledi, esprili,
kendine has üslubuyla yanıtlar verdi. Zarif eşi yanı başındaydı.
Hangi genç sanatçıların, hangi ustaların katıldığının
dökümüne gerek yok. Mühim olan, ortamın yapıcı ve çok samimi
olması. Sanat ortamının bu sıcak diyaloğa ihtiyacı vardı.
İnce, her yerde CHP’nin yerel seçim
çalışmalarına katıldığını ve herkesten bunu beklediğini
söylemeyi ihmal etmedi. Sonuçta birçok katılımcı bu sohbetten
çok mutlu kalarak geceden ayrıldı, akıllarında kalan gri
noktalara açıklama duymanın rahatlamasını yaşadılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.