Kılıçdaroğlu, İnce ve eşleri
arasında yenilen yemekten sonra, İnce’nin dün yaptığı
açıklamalar, CHP’nin yeni bir deprem riski ile karşı karşıya
kaldığını gösteriyor. İnce’nin hafta sonu kurmaylarıyla
yaptığı son toplantıdan sonra aniden Kılıçdaroğlu için uygun
gördüğü “Onursal Başkan” ve “Grup Başkanı”
sıfatlarının CHP lideri açısından nasıl algılandığı ve ne
yanıt alacağı büyük merak konusu oldu. Kulislere göre
Kılıçdaroğlu’ndan gelen ilk yanıt oldukça sertti: “Özel
bir yemekti, bağlamından koparılması siyasi nezaketsizlik”.
CHP’nin içini ve suyun ısınma, kaynama ve fokurdama
zamanlamalarını iyi bilen biri olarak, bu yeni gerilim perdesinin
ortadan kolay kolay kalkmayacağını, bu işin restleşme veya Parti
içi hesaplaşmaya dönüşebileceğini görüyorum. Çünkü
Kılıçdaroğlu’nun MYK’sının bu teklife sıcak bakması
mümkün değil. Ancak İnce, Kılıçdaroğlu “hayır”
derse, kendisinin “imza toplamayacağını, kararı örgüte
bırakacağını” söylüyor. Tercümesi: “Ben o sıfat
için sahneye kendim çıkıp kurultay istemem, ama örgüt öne
iterse, o zaman durum beni aşar.” Perşembe günü toplanacak
MYK’dan hangi karar çıkar tam bilemeyiz ama özel itina ile
seçilmiş kelimelerle, “İnce’nin seçimlerden önce
verdiği sözü tutmadığı, CHP Genel Başkanı olmak isteyen bir
insanın sözüne sadık bir tavrı olması gerektiği, genel
başkana karşı vefasızlık ve siyasi kabalık yaptığı, CHP’yi
kendi başına dizayn etmeye çalıştığı” gibi sözlerle
bence teklif net bir şekilde ret edilecek. Ama bunun sonucunda,
İnce’ye herhangi bir karşı teklif getirilir mi, onu pek
sanmıyorum, bu senaryoda pek göremiyorum! CHP yönetimi, kurultay
için delegelerden yeterli imza gelirse, belli ki bu açık
çarpışmayı görecek, mecburen kabullenecek. Bu “karşılaşmada”
geniş halk kitleleri, seçim gecesi yaşanan olumsuzluklara rağmen,
çok büyük oranda İnce’nin yanında yer alacak. Ama tabii oyları
kurultayda veren halk değil, DE–LE-GE-LER!! Ki, bu da çok farklı
bir hikaye oluyor bildiğimiz gibi...
TANSİYON DÜŞÜRME ÇABALARI ÇARE
OLAMAMIŞTI
Dün sabahki ani ve kritik gelişmenin
hemen öncesine dönersek, Altan Öymen ve Murat Karayalçın’la
gerçekleştirdiği görüşme iyi niyetli ve önemliydi. CHP’lileri
sükunete davet eden bir eylemdi. Kılıçdaroğlu’nun nabız
düşürücü ikinci basın toplantısı da aynı yönde kucaklayıcı
bir adımdı. Ancak oradan da bir yeni polemik ortaya çıkartılmaya
çalışıldı. Ayşe Arman’ın “gerçeğinden farklı
kurgulanmış” bir asist bir sorusu oldu:
“Arkadaşlarımız, İnce’ye gittiği illerde destek
olacaklardır” biraz üstten bir tavır değil mi?.
(Kılıçdaroğlu, cümleyi farklı kurmuştu: “Sevgili
arkadaşım Muharrem İnce 81 ili gezeceğini ifade ediyor. Bütün
İl Başkanlarıma talimatımdır: Geldiği zaman karşılayacaksınız.
Halkla buluşturacaksınız, ne gerekiyorsa yapacaksınız, gülerek,
sevinerek ve bir heyecan içinde yolcu edeceksiniz.”) Ve
İnce’nin yanıtı: “Evet öyle. Olmayacaklar mı
zaten? Ben CHP’nin üyesi değil miyim? Hoş değil bunlar, hem ne
gerek var? Birbirimizi topluma ispat etmek zorunda değiliz biz. Daha
güzel götürebiliriz işi.”
CHP’de çok şey yaşamış bir insan
olarak İnce’ye naçizane önerim, gazetecilerin sorularıyla
“dolduruş” yaptıkları anlarda, biraz daha soğukkanlı olmaya
çalışması, daha alttan alarak yanıt vermesi olabilir. Çünkü
gazeteciler CHP içinde “çıkacak kanı” arıyorlar,
onların bu soruyu sormaları normal. Halbuki CHP’nin tekrar
hareket kabiliyetini kazanabilmek için tansiyonu düşürmesi lazım.
Tansiyon buna benzer cümlelerle düşmez, çıkar. İnce’nin de
aslında bunları bilen bir insan olarak o yanıtla suların daha da
ısınmasını bilerek istediği anlaşılıyor. Ama anlaşılan her
şey henüz çok sıcak. Bana sorarsanız, herkesin CHP içinde
kılıçların çekilmesini istediği bir anda, İnce de “yurdu
baştan aşağı, gitmediğim iller dahil tekrar gezeceğim”
dedikten sonra, Kılıçdaroğlu’nun örgütlerine İnce’yi
her yerde iyi karşılamaları konusunda talimat vermesi, Parti’nin
içini biraz bilen herkes açısından doğru, centilmence ve
demokrat bir hareketti. Çünkü hiçbir şey söylemese, tüm örgüt
o tedirginliği kaçınılmaz şekilde kamuoyunda yansıyan tartışma
nedeniyle yaşayacaktı. Şimdiyse olay bambaşka bir boyuta fırladı.
Artık, İnce’yi aday olarak öne çıkaran, isterse resmi olarak
kendisi değil “örgüt” olsun, sonuçta İnce’nin yurdun her
yerine öncelikle “CHP Genel Başkan Adayı” olarak gideceği
anlaşılıyor, 3-5 yıl sonrasının cumhurbaşkanı adayı olarak
değil. Bu da şu demek oluyor: Perşembe günü İnce resmi “hayır”
cevabını aldıktan sonra, kılıçlar çekilmiş ve düello
başlamış olacak. Bundan sonrası ise açık bir medya şölenine
dönebilir! Bu büyük kapışmayla CHP ülkenin ana gündemini artık
aylarca bırakmaz.
İNCE’NİN SEÇMENLERİ HALA GİZEM
PERDESİNDEN KURTULAMADILAR
Siyaset bu kadar hızlanırken, doğruyu
söylemek gerekirse, merkez ve sol Türkiye hala 24 Haziran’ın
şokunu yaşıyor. Her ne kadar Muharrem İnce, gerek Hürriyet
Gazetesi’nde, gerek twitter hesabında o gece neler yaşadığını
anlatmış olsa da, buna rağmen şu anda bir anket yapılsa
kendisine destek verenlerin belki yarısına yakınının bu
açıklamalardan tatmin olmadığını görecek. Burada bunun derin
polemiğini açmak istemiyorum, ama biliyorum ki konuşulanlar
demagoji değil. Bir aday tüm ülkeyi peşine düşürmüş, son
seçim sürecinde herkese “yerinizden oynamayın sandıklara sahip
çıkın, talimat bekleyin” demişse, o kadar şaibenin doğrudan
video kanıtlarıyla her tarafta, sayılamayacak kadar çok noktada
ortaya döküldüğü bir gece, herkes onun ağzından çıkacak tek
kelimeyi bile heyecanla beklerken, ne olduğunu merak ederken, halka
o kadar umut vermeyi başarmış bir aday bu şekilde sessiz kalamaz,
milyonlarca insanı gri alanda dımdızlak bırakamazdı. Altan
Öymen’in “tecrübe eksikliği” diye özetlediği yorum da
yeterli kalmıyor. İnsan göreceli olarak tecrübesiz olsa da, her
an temasta olduğu “tecrübeli” insanlarla konuşur, onlardan
istifade eder. Bana sorarsanız İnce’nin o akşam kameralara ve
seçmenlerine yakın, halka açık, şeffaf bir ulaşılırlıkta
kalması lazımdı. Bu ülkede insanlar, Muharrem İnce dahil,
Kılıçdaroğlu’nu 16 Nisan 2017 gecesi referandum sonrası pasif
tavrından dolayı çok eleştirdi. Hatırlarsak, Kılıçdaroğlu
bile o gece 15 dakika kadar basının karşısına çıkıp kendi
yorumlarını -tatmin edici olmasa da- basın ve halkla paylaşmıştı.
İnce’nin ise ortalıkta hiç gözükmeden basın buluşmasını
gecenin 02.00’sinde, Pazartesi günü öğlen 12.00’ye atması
ciddi bir tepki aldı. Ayrıca o gün basına “Arada 10
milyon fark vardı, ne yapabilirdim ki?” şeklinde bir
yorum yapması, insanların şu soruyu gündeme getirmesine neden
oldu: “İnce gibi bir bilim insanı, Erdoğan’ın %50’nin
altına düşmesi için yalnız 1.300.000 kadar oyun eksik olduğunun
farkında değil miydi?” “Adam kazandı” mesajı ve
İsmail Küçükkaya/Fox grubu-Muharrem İnce arasındaki polemiğe
zaten girmeye hiç gerek yok, çünkü bu her iki tarafın da
kaybeden haline dönüştüğü gereksiz bir gaftı. Şimdi de
İnce kendisi açık açık diyor ki “YSK’nın o gün aldığı
kararlar sonuca etki edecek ve bizi kuşkuya düşürecek kararlar
değildi. O nedenle seçim gecesi YSK önüne gitmedim, gidilmesi
yönünde çağrıda bulunmadım”. Bunu
okuduğumda şaşırdığını itiraf edenler arasındayım. Sürüyle
yolsuzluk görüntülerinin sosyal medyada açık açık, gözümüze
sokula sokula ortada döndüğü, kavgaların sokağa taştığı, o
saatlerde sayısız çuvalın hala açılmamış olduğu bir ortamda,
her şeyin seçim kuralları ve akışı açısından harika geçmiş
olduğunu kim söyleyebilir? Hele daha hiçbir resmi sonuç
açıklanmamışken, on binlerce arabayla sözde kutlama yapmak için
makinalı tüfeklerle göklere kurşun sıkan yasadışı tipler
sokaklara halka baskı yapmak üzere çıktığında, buna İnce’nin
hiçbir tepki vermemiş olması kolay izah edilir, anlaşılır bir
şey değil! Zaten ezbere bilmiyor muyduk erkenden “Biz
kazandık!” yaygarasını koparacaklarını? Burada en
kritik nokta şu: O ana kadar CHP’ye çok uzak duran genç
kitleler de dahil olmak üzere tüm umudunu kendisine bağlayarak
sokaklara dökülen milyonlarca insan arasından kaçı “benim
oyuma o gece sahip çıkılmadı, bana verilen sözler tutulmadı”
şeklinde düşüncelere kapılıp kendini geri çekecek? Ve bu
kişiler nasıl yeniden kazanılacak? Başka
bir ciddi konu da, CHP’nin tüm oyları aynı anda kendi sistemine
sokmak için örgütlediğini söylediği “Adil
Seçim”
uygulamasının o gece çalıştırılamadığı ortada! Bu da
kitlelerle oluşabilecek güvensizlik faktörüne eklenen ağır bir
başlık olmaya aday. Tüm bunların gelip dayandığı nokta, birçok
seçmenin bu moral bozukluğuyla “artık
gördük ki bu ülkede sittin sene seçimlerle bir yere varılamaz”
demeleriydi... Böylesine defolu
bir ortamda, Bülent Tezcan daha bir saat önce “Görülüyor
ki bu seçim 2. tura kalmıştır”
demişken, İnce’nin dış dünyada da şaşkınlıkla karşılanacak
bu seçimleri aklayan tavrı ve sözleri, o gece ve ertesi gün öğlen
vakti, dikkatli seçmende hazımsızlık yarattı.
Daha çok şey söylenebilir ama bunlar
artık köşe yazılarının işi değil. Umarım şu anda ruhu genç
ve dinamik bir gazeteci, “24 Haziran Gerçekleri”
hakkında, böylesine bir başlıkla bir kitap yazmaya başlamıştır.
Ben bu yorumları yapsam da yapmasam da değişen bir şey yok.
Ben CHP’nin ve İnce’nin halkın dilinde olan bu durumlarla
yüzleşmelerini ümit ediyorum. Çünkü kitleye karşı siyaset
yapılmaz. Siyaset “Ben haklıyım, siz hepiniz
haksızsınız” denebilir bir alan değil. Şimdi bu
yüzleşme, bu sefer halk ve neler yaşandığının muhasebesi
değil, aynı zamanda CHP zirvesinde Kılıçdaroğlu ve İnce’nin
kendi aralarında geleceğe yönelik bir hesaplaşmaya dönmeye
aday... Ama dediğim gibi o kitlelerin 24 Haziran gecesinde
yaşanan hayal kırıklıklarından sonra aynı güven noktasında
yükselmeleri, hiç de kolay olmayacak. Bu gerçekle yüzleşmekten
de kimse kaçmamalı...
İNCE’YE NAÇİZANE ÖNERİLERİM
Sevgili Muharrem İnce’ye tansiyon
düşürme konusunda bir hatırlatmam daha olacak -ki eminim bunu
kendisi de düşünmüştür. Detaylarına girmeme gerek yok.
İnce’nin kalkıp Sözcü Gazetesi ve Yılmaz Özdil gibi kurum ve
isimlerle, Atatürkçü medyanın ana kalesi ile polemiğe girmesinin
kimseye bir yararı yok. Başta kendisine yok. Tabii ki İnce’nin
herkese yanıt verme hakkı var. Ama yanıt var, yanıt var. Ünlü
deyimle, “yarın yine birbirinin suratına bakmak durumunda
olan” kesimlerin, birbiri hakkında ettikleri sözlere dikkat
etmeleri lazım! Çünkü sonra kullanılmaya başlanılan
“şerefli-şerefsiz”, “haddini biliyor-bilmiyor”
tarzından sözler, serseri mayın gibi ortada gezmeye başlar ve bu
polemikler uzadıkça uzar gider... “Ben onu demek istememiştim,
ben o cümleyi veya o kelimeyi ona değil buna söylemiştim, kime
söylediysem o kendisini bilir” tarzından açıklamalar
mecburen ilerde yapılsa bile, durumu pek kurtaramaz. Bu
tartışmalardan da yine “karşı taraf” kazançlı çıkar.
Hem Sözcü, hem İnce taraftarları üzülür.
GÜNDEM İNCE’Yİ BEKLEYEBİLİR
Mİ?
İnce’nin Hürriyet röportajından
şu satırları da okuyabildik: “Ben kurultay murultay
istemiyorum. Partide koltuk filan da istemiyorum. Türkiye’yi
yönetmek istiyorum. Ben beş yıl bu seçimin sürmeyeceğini
düşünüyorum”. Şimdi İnce’nin bu
sözlerinden anladığımız, neredeyse bir an önce tekrar
Cumhurbaşkanlığı gelsin, bu sefer 500 günlük bir propaganda
sürecimiz olsun, seçmenlerin en az %50’sini hedefleyelim ve ben
tekrar yeni bir kampanyaya alttan gelerek başlayayım! Ama
aradan üç gün geçtikten sonra, belli ki bir şeyler oldu ki,
şimdi o kararın yerinde yeller esiyor! “Koltuk istemiyorum”
diyen İnce gitti, “Genel Başkanlığı bana verin” diyen
İnce geldi... Tabii ki bu kararda Türkiye’nin dört bir yanından
gelen destek mesajları da çok etkili olmuştur! İnce’nin içi
içine sığamıyor. Yeniden “ringe” çıkmak istiyor. Ayşe
Arman’a verdiği röportaj, Cumhurbaşkanlığına bir dahaki sefer
için soyunan bir İnce’ye işaret ediyordu. Halbuki 5 yıl çooook
uzun bir zaman! Hani ünlü deyimimiz gibi “beş yıla kim öle,
kim kala!” Ama böyle bir ortamda, İnce ve takımı aniden
fikir değiştirdiler. Bu süreçte dünyanın yaşayacağı harpler,
gerginlikler, depremler, ülkemizin Avrupa ile yaşayacağı
sorunlar, ABD-Rusya arasında yapacağı valsler yaşanacak
yolsuzluklar, Atatürk’e saldırılar, havaalanı kavgaları,
hükümet içi kavgalar, futbol kavgaları, ve daha neler neler
sıradayken, bu kararın bu düşüncelerin gerçekçiliğinden
etkilenmesi olağan geldi bana... Bütün bunların ortasında beş
yıl boyunca zaten sıfatsız bir İnce’nin Türkiye’nin
alternatifi olarak güncel hayatta varlığını koruyarak iddiasını
sürdürmesi çok zor görünüyordu. İnce’nin enerjisinden
şüphem yok. Ama yaşamın akışında sayısız gündem maddesi
dökülecek ortaya... Sel gibi, sağanak gibi akıp, ortalığı
süpürecek sıcak gündemler!
İşte her şeyden önce bunlara
hazırlıklı olması lazım İnce’nin. Anlaşılan beş yıl
sıfatsız ortalarda gezerek bir yere varamayacağını geçen hafta
sonu gördü ve rota değiştirdi.
İNCE DESTEKÇİLERİ’NİN
STRATEJİSİ
İnce’nin stratejisi artık belli
oldu. Parti içi destekçisi olan üye ve delegelerin doğal planı,
İnce’nin Kılıçdaroğlu’na verdiği sözü bozmadan, ona
verecekleri imza ve sağlayacakları Parti içi ve dışı destekle,
İnce’yi kurultaya başkan adayı olarak parti adına, halk adına
sunmak. Israrla önce “Ben kurultay istemiyorum benden bunu
duyamayacaksınız” diyen, fakat sonra kendini “örgütün
iradesine” teslim eden İnce, bakalım bu senaryo perşembe günkü
MYK’dan sonra hızlanıp gerçekleşmeye yüz tutarsa ne yapacak?
Bunu yaşayarak göreceğiz. Kaçınılmaz şekilde Kılıçdaroğlu’na
karşı adaylığa da geçiş yapıp, “Ne yapabilirim, şartlar
değişti” de diyebilir.
Partinin her il ve ilçesindeki örgüt
üyeleri ise, Kasım ayında yapılacağı şimdiden konuşulur hale
gelen yerel seçimler için, yer kapma ve genel merkezin gözüne
girme yarışına tez elden başlamak üzereydiler. Dolayısıyla,
İnce’ciler için yazın hemen ertesinde ortaya çıkması gereken
adaylar ve kalacak bir-iki aylık propaganda süreci gibi hızlı bir
finişe girilirse, zamanlama ve ortamın çok karışacağını
biliyorlar. Ne zaman imza toplayacaklar, ne zaman kurultay
gerçekleşebilecek, ne zaman parti içi iktidar değişimini yaşama
geçirme şansları olacak? Gel de işin içinden çık...
Fakat bir de bu adaylıkların gelip
dayanacağı yer, o belediyeleri elde etmek için halktan talep
edilecek oylar! Sizin de çevrenizde gördüğünüz ortamın çok
farklı olduğunu sanmıyorum, lütfen biraz çevrenizle konuşun
yorumlarınızı ekleyin: Benim çevrem “CHP’de bu yönetim
değişmezse, bundan sonra hiçbir şekilde benim oyumu alamazlar”
ya da “Ben artık siyasetten soğudum ne halleri
varsa görsünler” diyenlerle dolu. Bu
tavır o kadar ısrarlı ve açık ki, Başkan ve MYK’sı
iktidarlarını sürdürme konusunda diretirlerse, korkarım CHP’yi
bir felaketten kurtarmak pek mümkün olamayacak. Toplumdaki bu nabız
çok ısrarcı görünüyor. Kılıçdaroğlu yönetimi ile,
İnce’nin ekibi arasındaki kurultay kapışması dışında, MYK
kararı ve gerginliğin artmasından önce son bir diyalog arayışı
daha olursa, bunu teorik olarak gerçekleştirebilecek belki en uygun
kişi Engin Altay. Ama bu görüşmenin de verebileceği somut bir
sonuç olmayabilir, hatta bence maalesef yok.
Uzun lafın kısası, CHP çözümün
nerede durduğunun çok belirsiz olduğu bir süreçte, hangi yöne
doğru eğilmesi gerektiğini tam bilemeden masada bir yerel seçim
resti görmek üzere. Parlamentoda bu öneriye destek verip
vermeyecekleri, tabii her açıdan demagojiye ve polemiğe açık bir
ortam yaratacak. Kendisi hakkında “seçimden kaçıyor”
dedirtmek istemeyecek olan CHP, seçim sonrası yaşadığı
gerginlikleri görmezden gelerek bu işe balıklama atlayabilecek mi?
Ya da bu konular gündeme getirildiğinde, Kılıçdaroğlu ve
İnce’nin evvelsi geceki görüşmesinin ardından, her ikisinin de
tavrında ısrar edeceği netleşiyor. Bu da kurultay kapışması
yaşansa bile, sonrasında sonuç ne olursa olsun, suların
durulmayacağı gibi bir tablo çıkarıyor ortaya. Gerçekten artık
Türkiye’de öyle bir hava var ki, şu ortamda İnce “bırakıyorum
ipin ucunu” dese, halk izin vermez. Ayrıca İnce Genel Başkan
olursa, CHP üye adedini yıllardır savunduğumuz şekilde,
logaritmik bir artışla çoğaltabilir.
Yazının sonunda, bilmem bir daha
hatırlatmaya gerek var mı, Gürsel Erol ihracı, son derece yanlış
bir hamle olur Kılıçdaroğlu kanadı için. Öte yandan Muharrem
İnce’nin de kendisini eleştiren gazetecilere, halktan insanlara
veya partililere karşı, çok daha sakin ve hoşgörülü olmasında
sayılamayacak kadar yarar olduğunu belirtmek isterim. Bu fevri
çıkışlar, başta bu hamleleri yapanlara zarar getirir ve kamuoyu
nabzından uzak olduklarını gösterir. Öte yandan halk arasında
dolaşan “İnce istifa eder mi?” ve hatta
“Kılıçdaroğlu kaybederse, ayrılıp başka Parti kurar mı?”
ya kadar gelen hayal gücü zorlamaları, hiç bir yere
varamayacak fantezilerdir.
Ne var ki,
CHP, her zamanki gibi, her şeye karşın, demokratik olarak en
hareketli Parti! CHP, Türkiye’nin en çok ilgi çekmeye devam
eden, AKP’lilerin bile içini kendi partilerinden daha çok içini
merak ettiği kaynayan kazan görünümünü korumaya, işte bu
nedenlerle devam ediyor! Önümüzdeki günler, haftalar, çok
şaşırtıcı gelişmelere gebe...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.