Melekliği adından geliyor:
“Angelique”. Wimbledon’un yeni Alman şampiyonu. Kerber’in
servisini Serena backhandiyle fileye taktığında, Angelique,
kendini Nadalvari bir hareketle yere attı ve ağlamaya başladı. O
ağlamanın arkasında, herkesin tenise başladığı günden beri
bir rüya olarak gördüğü ve gözünde haklı olarak büyüttüğü
“tartışmasız en büyük hedef” Wimbledon’ın zirvesine
çıkmanın şaşkınlığı ve muhteşem dramı vardı. O gözyaşları
boşalması “inanamamak” ile ilgiliydi. Kim bilir kendisi gibi
ağlayan anneciğinin gözünün önünden hangi film kareleri geçit
yapıyordu o anda! Üstelik rakip, herhangi biri değildi. Tenis
dünyasında “kadınların terminatörü” Serena Williams’tı.
Anne Kerber, kim bilir 9-10 yaşında olmadık mağlubiyetlerden
sonra “ben bu sporu bırakacağım” diye ağlayan veya
ağır depresyona giren kızını nasıl teselli etmişti her
defasında... Zor spordur tenis. Takım oyunu gibi değildir.
Yalnızsındır sahada dünyaya karşı...
Böylece Kerber, 2016 Avustralya Açık
ve Amerika Açık şampiyonluklarından sonra, 3. büyük turnuayı
da kazanmış oldu. Fransa Açık’ı da bu listeye ekleyebilirse,
kariyer Grand Slam’ini başarmış olacak -ki bu da büyük bir
başarıya yaklaşmak demek.
WİMBLEDON “ANNE” SERENA’YA HANGİ
JESTİ YAPTI?
Maçtan önce tenis severler galip
konusunda bir tahminde bulunacak olsalar büyük ihtimalle ciddi
oranlarda Amerikalı sporcuya şans tanırlardı. Onun acımasızca
rakiplerini sağa sola savurmasına alışık olan herkes, bugün de
benzer bir karşılaşma bekliyordu. Gerçi Serena on ay önce
yaptığı doğumdan sonra henüz yalnız 4. turnuasını yaşıyordu
ama Serena, Serena’ydı. Müdafaa oyunu ile tanınan solak raket
Kerber’de büyük ihtimalle 65 dakikada ve yalnız iki küçük
sette gelecek böyle bir zaferi beklemiyordu. Çünkü Serena, önce
çeyrek finalde güzel İtalyan Giorgi’yi, 3/6, 6/3, 6/4 elemiş,
yarı finalde de güzelliğiyle dikkat çeken bir başka Alman’ı,
Goerges’i yenerken çok formda olduğu izlenimini vermişti.
Verdiği büyük aradan sonra dünyada 184. numaraya kadar düşen
Serena’yı buna rağmen Wimbledon 25. Seri başı olarak plase
etmişti. Çünkü kadınların çocuk yaparak bu şekilde
“cezalandırılmaları”na karşı, bir jest yapmak istiyordu “All
England Lawn Tennis Club”. Amerikalı sporcu kazansa, Avustralyalı
güler yüzlü sempatik şampiyon Evonne Goolagong’un 1980
zaferinden sonra kazanan ilk “anne” olacaktı... Serena için,
her şeye rağmen bu da büyük başarı demek isterim, ama bunu
söylesem başta kendisi kızar. Bazılarına ikincilik hiçbir zaman
oturmaz bildiğiniz gibi... (Fenerbahçeliler ne demek istediğimi
iyi anlarlar). 7 kere Wimbledon’u, 23 kere Grand Slamleri kazanmış
bir insan, hiçbir ikincilikle avunamaz. Özellikle Avustralyalı
Margaret Court’un 24 Grand Slam’li rekorunu egale etmeye
çalışırken...
Kerber’e gelince, 1988 Bremen doğumlu
savaşçı sporcu için bugün ve hatta bu yıl, hep bir rüya olarak
hatırlanacak. Yarın küçük bir turnuada kimsenin tanımadığı
genç bir kıza yenilse bile! Jelena Ostapenko gibi artık ünlü bir
ismi 6/3, 6/3 yenerek finale çıktığında da bu hızlı ve
nispeten kolay şampiyonluğu Serena Williams’tan söküp alacağına
o da inanamazdı!
MAÇIN ÖZET ANALİZİ
Aslında Kerber’in çok kendine has
bir stili var. Uzun geri vuruşlarda, topun kendisine yaklaşmasına
müsaade edip, çömelerek ayaklarından güç alıp neredeyse
tamamen dizleri üstünde vurduğu backhandlerin her birinde, ben
“eyvah bu sefer yere düşecek” diyorum! Ama Kerber düşmüyor!
Koşuyor, olmayacak toplara yetişiyor, her birini ölümüne
oynuyor. Hedefi belli: hem kendi rüyasını gerçekleştirmek, hem
de 1996 Steffi Graf şampiyonluğundan sonra bu dev kupayı tekrar
ülkesine kazandırmak.
Maçın ilk setinde ilk oyunu
Serena’nın servisinde kazanan Kerber, 2-1 öndeyken kendi
servisini kaybedince oyuna denge geldi. 3/3’te Serena’nın
servisini Alman sporcu tekrar kırıyor ve ardından seti 6/3
kapıyor. İkinci setin akışı da çok farklı değil. Puanlar da
benziyor, oyunun akışı da, skor da aynı: 6/3. Savunmada harikalar
yaratan Kerber, maçta yalnız 5 basit hata yaparken, bu rakam rakibi
için 24! Bu arada geriden uzun, sert ve tutarlı sağ sol vuruşlarla
oyunu kontrol eden Alman karşısında fileye çıkarak agresif
kimliğiyle oyunu dengelemek isteyen Williams, burada da ya çok hata
yapıyor, ya da Kerber’in passing shotlarına maruz kalıp delik
deşik oluyor. Açık konuşalım kendisi de beklemiyor bunu...
Bu arada maçı televizyondan
seyrederken, ekranda sık sık prenslerin eşlerini görüyoruz:
Cambridge düşesi Catherine ve Sussex düşesi Meghan bunlar.
Muzırlık ruhuma işlemiş: Onların gülümseyerek yürüttükleri
sohbete kafamda konuşma baloncuğu koyuyorum: “Eee, sen nasıl
tavladın senin prensi, anlat bakalım, önce sen anlat...”
Tebrikler Melek, her şeye rağmen
Serena’nın Wimbledon finalinde yenilebilir bir insan olduğunu
kanıtladın yine. Anneliğine daha şefkatle bakacağız artık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.