18 Temmuz 2018 Çarşamba

KILIÇDAROĞLU-İNCE KARŞILAŞMASINDA GEREKÇELİ KARARIM! | Bedri Baykam | 17.07.2018



CHP yine ağır çalkantılı bir sürece girdi. Türkiye’nin “kurultaylar partisi” aslında bütün ülkenin büyük demokratik buluşmalarını bir şölen havasında heyecanla izlediği siyasi “ana demokrasi merkezi”. Şimdi de seçimlerin ardından bütün gözler yine CHP’nin üstünde. Muharrem İnce taraftarları 625 imzayı bir araya getirebilecekler mi? Birden Türkiye’nin güncel siyasi gündem maddesi bu oluverdi.
Türkiye’de demokratik siyasetin herhangi bir ekseninde yer alanlar da şu anda süren yoğun imza trafiğinin ortasındalar veya bu kaosun içinde kendi görüşünü belirlemeye çalışıyor veya hangi saflara katıldığını duyurmayı deniyorlar... Herkes ağır kulis içinde, karşı tarafın tezlerini çürütmekle meşgul. Herkesin kendine göre argümanları var.
Kemal Bey ve ekibinin, örgütteki destekçilerinin tezleri ortada: Bir yıl önce gerçekleştirilen Adalet Yürüyüşü’nün güçlü etkisi, Kılıçdaroğlu’nun hitabetini geliştirmesi, cesaretli bir şekilde iktidarın üstüne gitmesi ve hepsinden önemlisi kurultayda rakibi olan Muharrem İnce’yi hiçbir kompleks göstermeden Cumhurbaşkanlığına aday yapabilmesi, onun olumlu hanesine yazılan puanlar. Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun birçok eksisi de gündemde dolaşmaya devam ediyor: Partiyi bir türlü %25’in üstüne sıçratamaması, Atatürkçüleri yönetim kadrolarından dışlaması, son zamanlarda antidemokratik bir şekilde eleştirilere olan tahammülsüzlük ve sürekli olarak ihraç tehdidi ve uygulamalarıyla parti içi muhaliflere yaklaşması, partinin demokratik kitle örgütleri ile bir türlü sağlanamayan güvenli işbirliği ilişkileri, başta tek Parti dönemi ve 27 Mayıs olmak üzere, partinin tarihini bir türlü kabul edememesi, savunamaması, gençlere ve kadınlara partinin bütün iddialarına karşın açılmaması, yapılan tüzük değişikliklerinde uygulanacağı söylenen kotaların lafta kalması, merkez yönlendirmeleriyle örgütün küstürülmesi veya bıktırılması, uzun lafın kısası parti içi demokrasinin aynen Baykal döneminde olduğu gibi bir türlü yaşama geçememesi gibi...
Şu anda harıl harıl ikna turları içinde dakikada dört telefon eden “İnceciler”, adaylarının halka nihayet umut verebilmesini, yıllardır söylediğimiz, adeta yalvardığımız milyonlarca katılımlı mitingleri gerçekleştirebilmesini, örgütleri canlandırabilmesini, halka onların anlayacağı bir dille hitap etmesini, sempatik esprileri ve imajıyla özellikle gençlerin ve kadınların en sevdiği isim haline gelmesini öne sürüyorlar. Ancak İnce’nin de parti içi ve dışında aldığı ciddi eleştiriler var: Halk, 24 Haziran gecesi yapılan “sahneyi terk edip kaybolma” gafını bir türlü unutamıyor ve sonradan kendisine anlatılanlara tam prim veremiyor. Üstelik Kemal Kılıçdaroğlu’na verdiği “Ben parti içinde size bundan sonra rakip olmayacağım” sözünü bu kadar şaşırtıcı bir şekilde aşıp “ne yapabilirim ki delegeler beni istiyorlar, benim boynum kıldan İnce” taktiğiyle aşabilmesi, ciddi oranda kitlelerde tedirginlik ve güvensizlik yarattı. Seçim gecesi ortaya çıkmamasının maliyetini hesaplayamaması, yalnız 1.300.000 oyla ikinci turu kaçırmasına rağmen “ben çok farklı kaybettim” şeklinde yaptığı şaşırtıcı analiz ve Fox TV’ye yolladığı bahtsız “itiraf” mesajı (“adam kazandı”) ,halkın gözünde kolay kapanamayacak açık yaraları. O gece babası tarafından YSK önünde terk edilmiş ve ailesini ve vatanını aynı anda kaybettiği duygusunu yaşayan insanları, bunları unutmaya davet etmek kolay değil! Ama İnce’nin bir de ayrıca parti içinden aldığı eleştiriler var: “One-man show”a olan eğilimi, bir B planı stratejisi üretememesi, ekip kurmayı bilse bile, bunun hiç topluma yansımaması, Parti kıdemlilerini pek takmaması eleştiri konusu oluyor.

İŞTE GEREKÇELİ KARARIM:
Tüm bu saydıklarıma kişisel deneyimlerimden de ekleyebileceğim çok şey var. Bunlar bir makaleye sığmaz. Her iki ismin de ciddi artıları ve eksileri var. Öncelikle bu sorunun var olmasının tek nedeni, daha önce de burada hatırlattığım gibi partinin özellikle 2003 genel başkan adaylığım ve 2010 Demokratik Devrim Tüzüğü çalışmamız boyunca parti içi demokrasinin tartışılmaz bir üst Avrupa seviyesine çekilmesi taleplerimizin yediği çelmeler ve hatta uğradığı sabotajlar. CHP bu seviyede bir demokrasiyi kendisine layık görseydi, bugün yaşadığımız bu alaturka çekişmeler ve Bizans oyunları çoktan yok olurdu ve her defasında halkın düşüncelerini yaşama geçiren ve kararlarını tüm üyeleriyle aynı anda nefes alır gibi somutlaştıran bir parti modeli görürdük. O modelde, lider partinin “ali kıran baş kesen”i, adam seçeni değil, tam tersine günün 20 saati çalışan hamalı ve dışa açılan yüzü olurdu. Ama maalesef bu Türkiye’de gerçekleşemediği için, parti yönetimi 1991’den beri halkın görmek istediği isim ve siyasal strateji seçenekleriyle değil, dar bir kadronun kendini korumak için partiye reva gördüğü yöntem ve fikirlerle götürülüyor.

KURULTAY ARTIK ŞARTTIR ÇÜNKÜ:
Kendisini bir tek adam rejimi içinde hapsedilmiş hisseden Türkiye’nin yarısı, demokratik halk kitleleri bir umut aramaya ve ona tutunmaya mecburlar. Her ne kadar İnce, gerek Kılıçdaroğlu’na verdiği sözü “yemiş” ve seçim gecesi esrarengiz şekilde sırra kadem basmış olsa da, Türkiye’deki demokratik kitleler kendisine bir şans verilmesinden yana. Bu arada daha büyük bir tehlike var, toplumda hatırı sayılır bir şekilde ortaya çıkan: “CHP’de bir yönetim değişikliği olmazsa bir daha ben benim oyumu alamazlar” veya “CHP’de her şey aynı kalırsa ben artık oy vermeye hiç gitmeyeceğim” diyen sayısız insan etrafımızı kuşatmış durumda. Şu anda kim kazanırsa kazansın, kurultayın da önü kesilirse, bu kitlelerin hayal kırıklığı ve bıkkınlığı daha yüksek noktalara tırmanacak. Dolayısıyla bu noktada bir gerçeği hatırlamamız lazım: Topluma karşı siyaset yapılmaz. Yapanların da sonu hüsran olur. Bunun mesela en ağır örneği Ecevit’in başbakanlıktan %2’ye düşmesidir. Merkez sağın yok olmasıdır. Hiç kimse sanmasın ki CHP’nin bundan sonraki başarısızlığı %25’i aşamama olacak. Maalesef hatırlatmaya mecburum ki oylar, hiç sanıldığı gibi statik değildir. CHP nasıl 1998’de baraj altı kaldıysa, ters rüzgârla vahim bir şekilde, genel merkezin anlaşılamayan liyakatten uzak kriterlerle, politbüro kararları mantığıyla seçtiği adaylarla, kendini tarihi bir felaketin orta yerinde bulabilir. Bu veriler ışığında, İnce’ye, Kılıçdaroğlu’ndan daha çok güvendiğim veya inandığımdan değil, bu akıntıya karşı kürek çekilemeyeceği, halka karşı gelinemeyeceği ve bunun faturası parti ve demokratik çevreler için çok ağır olacağı için, parti kurultaya gitmeye mecburdur. Umuyorum gerekli imzalar birkaç gün içinde toplanır ve CHP delegeleri toplumun kendilerinden beklediği yeni enerji ve dinamizmi, belki de çarşaf listenin olanak vereceği bir karma kadroyla bir araya getirmeyi başarır.

DEMOKRATİK DEVRİM TÜZÜĞÜ, DERHAL ŞİMDİ!
Burada esas dikkat edilmesi gereken nokta şu: Kurultay’da olası bir lider değişikliğinden daha önemlisi, CHP’nin nihayet “demokratik Devrim’ini, tüzük üzerinden yapması. Çünkü 2003 de ucube ve baskıcı bir değişiklikle muhalefetin nefesini keserek gelen tüzük hinlikleri, tüm yüzeysel çabalara rağmen bir türlü değiştirilemedi. Genel Başkanı koruyan ve onu örgütle karşılıklı gözetimle dokunulmaz noktalara taşıyan iptidai anlayış sona ermedikçe, CHP’de bir klik gider, bir klik gelir!
Bakın şimdi söyleyeceğim, bu makalenin konusu değil, yalnız başlığını yazıyorum şimdilik: Sakın hiç bir Milletvekili, uyanıklıkla şimdi milletvekili mazbatasını kaptıktan hemen sonra, “ya tutarsa” diye kendini Büyük kentlerin Belediye Başkanlığı maceralarına atmasın! O sıfat ve koltuk o kadar ucuzsa niye Parlamento’ya aday oldular diye olay çıkaracağımı bilsinler.
Konumuza dönelim: Demokrasi umudunun yaşaması için CHP’nin yeni bir nefese kavuşması şart. Kurultay yolunun tıkanması, halkın nefesinin daralması anlamına gelir. Muharrem İnce, beğenelim ya da beğenmeyelim, 24 Haziran gecesi için yaptığı açıklamaları anlayalım ya da anlamayalım, şu anda halkın ve birçok CHP seçmeninin gözünde ciddi bir umuttur. Tersine her birine karşı sevgi ve saygı duyduğum şu andaki yönetim, artık dönemini doldurmuştur ve yerini yeni bir “enerjiye” bırakmak durumunda olduğunu acilen fark etmelidir. CHP’nin yaşayabileceği ağır bir yerel seçim hezimeti, hiç kimsenin bu kadar kolay sorumluluğunu üstlenebileceği bir felaket olamaz. Hiçbir “koltuk sevdası” bu bedeli ödeyemez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.