KILIÇDAROĞLU İSTİFA
BEKLENTİLERİNİ TACA ÇIKARDI
Dün geceden beri, medya ve Muharrem
İnce taraftarları, “Kemal Bey istifa edecek”,
“Kılıçdaroğlu Parti’yi kurultaya götürüyor”
şeklinde bir büyük “kulis” kampanyası yürüttüler. Hatta bu
merkez medyanın haber yorumlarına kadar sirayet etti. O kadar ki,
bugün Kılıçdaroğlu’nun MYK’yı takip eden basın
toplantısında, herkes her cümle başlangıcında “acaba o
cümle şimdi mi geliyor?” diye tetikte bekliyordu. Acaba veda
duygusal mı olacaktı? Yoksa romantik mi? Fakat bir de bakıldı ki,
istifaya yakın hiçbir şey ortada yok! Genel olarak dönemin malum
özetini veren Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı neden tebrik
etmeyeceğini de en sert şekilde açıklarken, sanki halk deyimiyle
“kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” der
gibiydi. Gazetecilerin bu konuda yönelttikleri ısrarlı sorulardan
yalnız ikisine hızlıca usta yanıtlar veren Kılıçdaroğlu, daha
da hızlı bir şekilde toplantıyı kapayarak çıkışa yöneldi.
Aynı anda, İnce’nin başkanlığının neredeyse bugün ilanını
(!) bekleyen taraftarları, bu sefer sosyal medya gruplarından hemen
Ankara’ya yürüyüş, olağanüstü kurultay için imza toplama,
genel kampanya gibi çıkışlarla ortalığı ayağa kaldırmak için
çalışmalara en kararlı şekilde başladılar!
SEÇİM GECESİ UYGULANAN MALUM ALGI
OPERASYONU
Peki seçim gecesine dönersek, neler
yaşandı? Geçen hafta yazdığım senaryo, aynen gelişti. Malum
medya (ve hatta ötesi), haberleri Anadolu Ajansı’ndan aldıkları
için seçim yasakları biter bitmez Erdoğan’ın oy borsasını
%70’den açacak kadar uçmuşlardı. Her ne kadar yazar olarak
birçoğumuzun ve İnce’nin kendisinin bu konuyu ısrarla gündeme
getirmiş olmasına rağmen, kitlelerin bu konudaki beklenen hayal
kırıklığı, ister istemez yine şaşkınlıkla devreye giriyor,
insanlar panik içinde birbirlerine “nedir bu rakamlar, ne oluyoruz
yahu?” sorusunu soruyorlardı. Sonra da bildiğiniz ve öngördüğümüz
gibi, İnce’nin oyları artmaya, Erdoğan’ınkiler de azalmaya
başladı. Kısa sürede bu oylar 70’lerden 58’lere, 56’lara ve
nihayet 52-53’lere kadar düştü. O anda yaşananları artık
hepimiz ezbere biliyoruz. Herkeste, acilen İnce’yi veya onu
beklerken Kılıçdaroğlu veya Tezcan’ı dinleme arzusu vardı ama
bir türlü kimse görünmüyordu ortalıkta.
“O” GECE İZİ BULUNAMAYAN
MUHARREM İNCE...
Ben İnce’nin çıkması için
kıvranırken kendisine ve yakın çalıştığı Mustafa Üstün ve
Engin Altay’a telefonla ulaşamayınca, İnce’nin kardeşine
ulaşarak panik içinde İnce’nin ekrana çıkmasının şart
olduğunu ve bunu kendisine iletmesini rica ettiğimi söyledim.
Elinden geleni yapacağını ve İnce’nin başının kalabalık
olduğunu söyledi. Bu arada ülkemizin siyasi tarihinde unutulmaz
bir kara sayfa açan gelişme yaşandı. Suratından düşen bin
parça gibi görünen Erdoğan, bir yandan Anadolu Ajansı ve yandaş
medyaya dayandırarak kendisini seçimin galibi ilan etti ve
İstanbul’da tebrikleri kabul etmeye başladı. Yüksek Seçim
Kurulu’ndan 6-7 istifa olduğu haberi bir dalgalanma yarattı. O
anda yapılacak tek hamle vardı. Erdoğan’ın henüz oylar sayım
aşamasındayken yaptığı “oldu-bittiye getirme” çabasını
teşhir etmek, şayet buna acil olarak müdahale etmezse Yüksek
Seçim Kurulu’nun istifasını istemek ve CHP’nin oylarına ve
seçimin akıbetine sahip çıkmak için Yüksek Seçim Kurulu’nun
başına binlerce avukatla gitmek... Halk resmen kıvranarak İnce’nin
ses vermesini bekliyordu.
Ondan sonraki boğucu bekleme süresinde
bir ara Tuncay Özkan, Bülent Tezcan, Muharrem Erkek ve Onursal
Adıgüzel ekrandan seçimde İnce’nin iddiasının sürdüğünü
ve seçimin büyük olasılıkla 2. tura kalmakta olduğunu söyledi.
Umutlar ve heyecan, oldu-bitti Erdoğan konuşmasına olan büyük
tepkiyle beraber canlıydı ve hedefe kilitlenmişti. Neredeyse 10
dakikada bir ya bir tweet yazıyordum ya da benzer düşünceleri
retweet ediyordum. Konular hep aynı eksendeydi. Bu arada sihirli bir
düğmeye bir anda basılmış ve AKP’liler birden yüzlerce, belki
binlerce arabalık konvoylar halinde sokakları basmıştı. Demokrat
seçmen, o anda sokakta ailesini kaybetmiş bir çocuk kadar sahipsiz
hissediyordu kendisini. 107 miting, bir o kadar televizyon seansı ve
halkın, milyonların gönlünde kurulan paha biçilmez tahttan sonra
sonra, en kritik anda “baba” figürü kaybolmuştu birden...
Sonra “geldi geliyor, gelecek, birazdan, az sonra”
iddialarından sonra “Yarın 12.00’de Genel Merkez’de”
haberi gecenin köründe yayıldı.
ESRARENGİZ İDDİALAR VE İNCE’NİN
BASIN TOPLANTISI
Ertesi sabah erkenden her taraftan
fışkıran tehdit ve iç savaş tehlikeleri üzerine kurulu
senaryolar içeren mesajlar birden Türkiye’ye yayıldı. Kimsenin
inanası yoktu okuduklarına. Hikayenin de pek elle tutulur bir yanı
yoktu denebilir çünkü bu kadar abartılı bir senaryo ne tarih
kitaplarında, ne de Hollywood senaryolarında görülebilirdi, ne
diyelim artık?
İnce’de zaten basın toplantısına
bu abartılı senaryoları alaya alarak başladı ve hepsini
reddetti. Zaten teknik olarak başka bir açıklama getirmesi
düşünülemezdi. Ne diyebilirdi ki? Dün gece
neredeydiniz, neden ortaya çıkmadınız sorusuna ise özür
dileyerek cevap verdi ve mağlubiyeti kabullenme açıklamasını bir
gazeteciye, İsmail Küçükkaya’ya yolladığı mesajdan halka
ulaştığı için üzgün olduğunu, insanların bu yolla bu bilgiyi
almalarının yanlış olduğunu kabul ettiğini söyledi. Erdoğan
karşısından mağlubiyeti kabullenme gerekçesini izah ederken de
“10 milyon oy fark vardı ne yapabilirdim ki?” dedi İnce... O
hesap kafamı karıştırdı. Çünkü ilk turda mühim olan
İnce’nin Erdoğan’ı yakalaması değil, rakibinin %50’nin
altına düşmesiydi. Ki bu da yalnız 1,3 milyon oy demekti. Yani
seçimi 2. tura taşıyacak sayı, 10 milyon filan değildi. İnce
konuyu neden böyle izah etti, bilmiyorum ve anlam veremiyorum.
Çünkü onun “Birinci turda kazanacağız” sözlerini
ciddi olarak söylediğine inanmadığım için, zaten matematik
hedefler de bu 2. tura ulaşmak yönünde yapılmalıydı!
ÇOK FARKLI BEKLENTİLERİN BAŞ
DÖNDÜREN TRAFİĞİ
Seçim gecesi İnce’nin yok oluşuna
içerleyen kitleler, basın toplantısının birçok cümlesinden
aradıkları morali geri kazanmayı başardılar. Bazen samimi bir
yarım saat, çok şaşırtıcı ufuklar açabiliyordu. “Baba”
figürü ertesi sabah çıkagelmiş ve bir gece önce küsen
“çocuklar” tekrar gülümsemeye başlayabilmişti. “Yürü
önümüzden derlerse hazırım” cümlesi ise CHP genel
başkanlığı iddiasının sürdüğüne işaret ediyordu. Ancak,
cumhurbaşkanı adayı olur olmaz verdiği ilk söz, “Kılıçdaroğlu’na
karşı bir daha genel başkanlık yarışına girmeyeceği”
konusundaydı. Sonra, Kılıçdaroğlu ile yapılan bir
televizyon görüşmesinde, “patavatsız” bir gazeteci kendisine
İnce seçilemezse, CHP’de neler yaşanabileceğini sormuştu.
Kılıçdaroğlu ısrarla şu yanıtla işin içinden çıktı: “Bu
olasılığı düşünmeye gerek yok, çünkü İnce zaten
seçilecek”.
İnce’nin basın toplantısını
müteakiben, en az beş yerden birbirini tanımayan farklı kişi
beni arayarak “Kılıçdaroğlu onursal başkan olmalı
mevkiini İnce’ye bırakmalı” diyorlardı. Bu, önden
verilen sözleri havaya uçuracak senaryoydu ama 25 Haziran günü bu
fikir tamamen farklı insanların aklında açan bahar tomurcukları
gibi ortaya çıkarken, Elazığ milletvekili Gürsel Erol, taş
kadar sert ve gerekçeli bir metinle Kılıçdaroğlu’nu
mağlubiyetin gereğini yapmak için istifaya davet ediyordu. Gece
haberleri, ertesi gün MYK’da bu istifanın ve yeni kurultay tarihi
saptama işinin gerçekleşeceğini aktarıyordu.
KILIÇDAROĞLU VE SEÇİM MUHASEBESİ
Kılıçdaroğlu için bu iç
hesaplaşmanın ve aile içi ağır beyin fırtınasının kolay
gerçekleştiğini sanmıyorum... Belki de büyük umutlarla nihayet
demokrasinin önünü açacak adam olarak CHP genel başkanlığına
ilk seçildiği gün gelmiştir aklına. Önder Sav’ın sürpriz
bir çıkışla onun önünü açması ve Baykal’ın kaset
skandalının ardından seçime tek aday olarak girip o tarihi
koltuğa kurulması... Şimdi ise belki 8-9 seçim mağlubiyetinin
ardından demokrasiyi yaşatmak için bu sefer kitlelerin talep
ettikleri istifa kendisininkidir. Siyasi sıfatların gelişi büyük
sancının ardından kutlanır, gidişi ise acıklı ve hızla
nostaljikleşecek farklı bir hikayedir. Tabii bu ayrılığın
şekline de bağlıdır.
CHP’nin oylarının Kasım 2015’e
göre gerilemiş olmasının tabii izahları var. Yine belki 2-2,5
puan oyun doğrudan ödünç oy olarak HDP’ye gitmiş olması,
fakat örgüt ve seçmenlerin bunu hızla unutup sonuçları farklı
okumaları... Tabi bir gerekçe daha var. O da İYİ Parti’nin
varlığı. Bu parti hangi kesime hitap ediyor? Laik merkez sağ.
Yani eski DYP veya ANAP. Merkez sağ iflas ettikten sonra o oylar
siyasal İslam tehlikesinin yükselmesiyle CHP’ye rücu etti. Şimdi
merkez sağa tekrar gürültülü bir şekilde kurulduktan sonra bu
sefer oradan CHP’ye gelmiş uzun vadeli ödünç oyların bir
kısmının kaynağına geri dönmesine kimin şaşırma hakkı var
ki? Üstelik İYİ Parti, CHP’nin beraber ittifak kurduğu bir
“siyasi ortak” iken... (Bu noktada İYİ Parti’ye belki
getirilebilecek eleştiri, yeterince MHP ve AKP tabanına yönelmemiş
olması, ve seçmenlerine mesela “Bunun neresi Müslümanlığa
sığar? Bunların günah ve ayıp olduğunu göremiyor musunuz?”
“Milliyetçilik, bu suçlara, günahlara ortak olmak mıdır?”
“Bununla mı milliyetçi-mukaddesatçı olunuyormuş?” gibi
irdelemeler yapmamış olmasıydı. Genellikle daha çok sosyal
demokrat bir lider veya Merkel stiliyle konuştu, ki bu da zaten
CHP’den İYİ Parti’ye oy akışkanlığını bir nebze de olsa
arttıran bir ek faktör oldu.)
İşte bu gerçeklere rağmen, bu
rakamları kullanmak isteyenler yani CHP’nin kaybettiği üç puan
oy, Kılıçdaroğlu’nu artık uzaklaştırma vakti geldiğine
inananları hızlandırdı. Aslında bu uzun bir birikimin sonucu:
Her ne kadar çalışkanlığı, ciddiyeti, demokrasiye (Parti içinde
her zaman olmasa da!) bağlılığı ile saygı uyandırsa da,
Kılıçdaroğlu’nun kendini kitlelere dinletebilme ve karizması
konularında ciddi zaafları olduğu halkın dilinden düşmüyor.
Ayrıca oluşturduğu milletvekili kadrolarında halkla bütünleşmiş
Balbay gibi, Haluk Pekşen gibi, Gülsün Bilgehan, Süheyl Batum
gibi, Hüsnü Bozkurt gibi Atatürkçü isimleri pek anlaşılmaz
şekilde sürekli olarak dışlaması, Kılıçdaroğlu’nun
pasifine geçirilen diğer bir kritik konu.
Zor mecradır siyaset. 436 kilometre
aslanlar gibi arkanda “ordu”nla, tozu dumana katarak yürürsün
ama sonra bir sabah vakti uyanırsın ki daha dün sana
“hak-hukuk-adalet” diye bağıranlar bu sefer en büyük
“adalet”i senin koltuğu bırakmanda görür olmuşlar! Siyaset
yalnız zor ve yıpratıcı değil, aynı zamanda oportünist,
belleksiz ve nankördür! Bunun da tartışılacak pek bir yanı
yoktur...
İNCE VE YANDAŞLARINI BEKLEYEN
BELİRSİZ GELECEK
Kitleler için artık sıra, 50 günde
15 milyon oy toplayan yeni kahramanın bir dahaki seçimlere kadar
neleri başarabileceğinin güzel hayallerini kurmaya gelmiştir. Her
ne kadar bu seçimler Tayyip Erdoğan’ın tipik zaferi ile
sonuçlanmış olsa da, belki daha uzun vadede bundan en karlı
çıkacak olan partinin, kendi içinde yeni bir devrim sürecine
girecek olan CHP olduğu düşünülüyordu. Ama bugünkü basın
toplantısı hevesleri kursaklarda bırakınca, her kafadan bir ses
çıkmaya başladı, çünkü muhalefetin halk nezdinde liderliğini
üstlenmiş görünen İnce, şu anda apoletsiz general konumuna
gelmiştir. Bir sürpriz olmazsa da, “Kılıçdaroğlu ile bir daha
Parti içinde yarışmam” sözünden dönemeyecektir.
Tabi artık sürprizin de ne olup ne
olmadığı herkese göre ayrı göreceliği olan bir kavramdır,
öyle değil mi?
Önümüzdeki günlerde, solun kendi
içindeki tartışma, “koltuk sevdalıları”nın ve sıfat
meraklılarının kim olup olmadığı konusu olacağa benziyor.
Parti statükosunun, yani MYK ve Parti Meclisi’nin pılısını
pırtısını toplayıp yeni bir kurultayla meydanı “İncecilere”
açmaya meraklı olmadıkları herhalde bugün ortaya çıktı.
Toplumun konuştuğu ise, Kılıçdaroğlu’nun Aziz Yıldırım-Ali
Koç kapışmasından bir tecrübe çıkaramadığı yönünde...
Belki Aziz Yıldırım’ın düştüğü ve herhalde/belki pişman
olduğu hatadan kendini korur diye umdu insanlar. Çünkü sıfatlarla
yüklü ve kapalı toplantı odalarında bir araya gelen ekipler,
birbirlerine ne derlerse desinler, kitlelere karşı siyaset yapmak
çok zor, hatta orta vadede bile imkansız.
GÜRSEL EROL SABAH 11.00’DE İSTİFA
ÇAĞRISINI OTURMA EYLEMİYLE YİNELİYOR
Yarın sabah
büyük bir başarı yakalayarak Elazığ’da bileğinin hakkıyla
milletvekili seçilen Gürsel Erol, Kılıçdaroğlu’na karşı
daha önce yaptığı istifa çağrısını bu sefer sabah 11.00’de
Genel Merkez önünde bir oturma eylemi başlatarak yineleyecek. Onu
beklemeden, bu öğleden sonra da zaten bu eylemler başladı bile!
Bunların doğruluğu veya yanlışlığı konusunda çok fikir
yürütüleceği kesin. Ama bir tek şeyden eminim: Maalesef gerek
medya, gerek karşıt iktidar partileri bu olayı büyüterek CHP
aleyhine kullanacaklar. İnce’ye de bu konuda taraf olması için
çok münasebetsiz baskılar geleceği ortada. Bu eylem sonuçsuz
kalırsa da, hiçbir siyasi derinliği olmayan insanların bir kısmı
“hadi yeni parti kur Muharrem!” diye İnce’ye baskı
yapmaya kalkabilirler. Sıfır getirisi olacak bu hüsran senaryosuna
kapılmayacak kadar siyasi deneyimi olan bir politikacıdır İnce.
İnce’yi ve seçim döneminde yakaladığı o özlenen büyük
rüzgarını herhangi bir yere oturtamamak, önümüzdeki yılın
yerel seçimlerinde maalesef CHP’ye hüsran getirebilir. Bir
diyalog ve barış havasında, İnce ve Kılıçdaroğlu’nun bu
düğümü zamana bırakarak ortak akılla çözmeleri lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.