27 Haziran 2018 Çarşamba

HAYAL KIRIKLIĞI, İSTİFA ÇAĞRILARI VE GRİ KARGAŞALARIN IŞIĞINDA CHP | BEDRİ BAYKAM | 26.06.2018



KILIÇDAROĞLU İSTİFA BEKLENTİLERİNİ TACA ÇIKARDI
Dün geceden beri, medya ve Muharrem İnce taraftarları, “Kemal Bey istifa edecek”, “Kılıçdaroğlu Parti’yi kurultaya götürüyor” şeklinde bir büyük “kulis” kampanyası yürüttüler. Hatta bu merkez medyanın haber yorumlarına kadar sirayet etti. O kadar ki, bugün Kılıçdaroğlu’nun MYK’yı takip eden basın toplantısında, herkes her cümle başlangıcında “acaba o cümle şimdi mi geliyor?” diye tetikte bekliyordu. Acaba veda duygusal mı olacaktı? Yoksa romantik mi? Fakat bir de bakıldı ki, istifaya yakın hiçbir şey ortada yok! Genel olarak dönemin malum özetini veren Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı neden tebrik etmeyeceğini de en sert şekilde açıklarken, sanki halk deyimiyle “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” der gibiydi. Gazetecilerin bu konuda yönelttikleri ısrarlı sorulardan yalnız ikisine hızlıca usta yanıtlar veren Kılıçdaroğlu, daha da hızlı bir şekilde toplantıyı kapayarak çıkışa yöneldi. Aynı anda, İnce’nin başkanlığının neredeyse bugün ilanını (!) bekleyen taraftarları, bu sefer sosyal medya gruplarından hemen Ankara’ya yürüyüş, olağanüstü kurultay için imza toplama, genel kampanya gibi çıkışlarla ortalığı ayağa kaldırmak için çalışmalara en kararlı şekilde başladılar!

SEÇİM GECESİ UYGULANAN MALUM ALGI OPERASYONU
Peki seçim gecesine dönersek, neler yaşandı? Geçen hafta yazdığım senaryo, aynen gelişti. Malum medya (ve hatta ötesi), haberleri Anadolu Ajansı’ndan aldıkları için seçim yasakları biter bitmez Erdoğan’ın oy borsasını %70’den açacak kadar uçmuşlardı. Her ne kadar yazar olarak birçoğumuzun ve İnce’nin kendisinin bu konuyu ısrarla gündeme getirmiş olmasına rağmen, kitlelerin bu konudaki beklenen hayal kırıklığı, ister istemez yine şaşkınlıkla devreye giriyor, insanlar panik içinde birbirlerine “nedir bu rakamlar, ne oluyoruz yahu?” sorusunu soruyorlardı. Sonra da bildiğiniz ve öngördüğümüz gibi, İnce’nin oyları artmaya, Erdoğan’ınkiler de azalmaya başladı. Kısa sürede bu oylar 70’lerden 58’lere, 56’lara ve nihayet 52-53’lere kadar düştü. O anda yaşananları artık hepimiz ezbere biliyoruz. Herkeste, acilen İnce’yi veya onu beklerken Kılıçdaroğlu veya Tezcan’ı dinleme arzusu vardı ama bir türlü kimse görünmüyordu ortalıkta.

O” GECE İZİ BULUNAMAYAN MUHARREM İNCE...
Ben İnce’nin çıkması için kıvranırken kendisine ve yakın çalıştığı Mustafa Üstün ve Engin Altay’a telefonla ulaşamayınca, İnce’nin kardeşine ulaşarak panik içinde İnce’nin ekrana çıkmasının şart olduğunu ve bunu kendisine iletmesini rica ettiğimi söyledim. Elinden geleni yapacağını ve İnce’nin başının kalabalık olduğunu söyledi. Bu arada ülkemizin siyasi tarihinde unutulmaz bir kara sayfa açan gelişme yaşandı. Suratından düşen bin parça gibi görünen Erdoğan, bir yandan Anadolu Ajansı ve yandaş medyaya dayandırarak kendisini seçimin galibi ilan etti ve İstanbul’da tebrikleri kabul etmeye başladı. Yüksek Seçim Kurulu’ndan 6-7 istifa olduğu haberi bir dalgalanma yarattı. O anda yapılacak tek hamle vardı. Erdoğan’ın henüz oylar sayım aşamasındayken yaptığı “oldu-bittiye getirme” çabasını teşhir etmek, şayet buna acil olarak müdahale etmezse Yüksek Seçim Kurulu’nun istifasını istemek ve CHP’nin oylarına ve seçimin akıbetine sahip çıkmak için Yüksek Seçim Kurulu’nun başına binlerce avukatla gitmek... Halk resmen kıvranarak İnce’nin ses vermesini bekliyordu.
Ondan sonraki boğucu bekleme süresinde bir ara Tuncay Özkan, Bülent Tezcan, Muharrem Erkek ve Onursal Adıgüzel ekrandan seçimde İnce’nin iddiasının sürdüğünü ve seçimin büyük olasılıkla 2. tura kalmakta olduğunu söyledi. Umutlar ve heyecan, oldu-bitti Erdoğan konuşmasına olan büyük tepkiyle beraber canlıydı ve hedefe kilitlenmişti. Neredeyse 10 dakikada bir ya bir tweet yazıyordum ya da benzer düşünceleri retweet ediyordum. Konular hep aynı eksendeydi. Bu arada sihirli bir düğmeye bir anda basılmış ve AKP’liler birden yüzlerce, belki binlerce arabalık konvoylar halinde sokakları basmıştı. Demokrat seçmen, o anda sokakta ailesini kaybetmiş bir çocuk kadar sahipsiz hissediyordu kendisini. 107 miting, bir o kadar televizyon seansı ve halkın, milyonların gönlünde kurulan paha biçilmez tahttan sonra sonra, en kritik anda “baba” figürü kaybolmuştu birden... Sonra “geldi geliyor, gelecek, birazdan, az sonra” iddialarından sonra “Yarın 12.00’de Genel Merkez’de” haberi gecenin köründe yayıldı.

ESRARENGİZ İDDİALAR VE İNCE’NİN BASIN TOPLANTISI
Ertesi sabah erkenden her taraftan fışkıran tehdit ve iç savaş tehlikeleri üzerine kurulu senaryolar içeren mesajlar birden Türkiye’ye yayıldı. Kimsenin inanası yoktu okuduklarına. Hikayenin de pek elle tutulur bir yanı yoktu denebilir çünkü bu kadar abartılı bir senaryo ne tarih kitaplarında, ne de Hollywood senaryolarında görülebilirdi, ne diyelim artık?
İnce’de zaten basın toplantısına bu abartılı senaryoları alaya alarak başladı ve hepsini reddetti. Zaten teknik olarak başka bir açıklama getirmesi düşünülemezdi. Ne diyebilirdi ki? Dün gece neredeydiniz, neden ortaya çıkmadınız sorusuna ise özür dileyerek cevap verdi ve mağlubiyeti kabullenme açıklamasını bir gazeteciye, İsmail Küçükkaya’ya yolladığı mesajdan halka ulaştığı için üzgün olduğunu, insanların bu yolla bu bilgiyi almalarının yanlış olduğunu kabul ettiğini söyledi. Erdoğan karşısından mağlubiyeti kabullenme gerekçesini izah ederken de “10 milyon oy fark vardı ne yapabilirdim ki?” dedi İnce... O hesap kafamı karıştırdı. Çünkü ilk turda mühim olan İnce’nin Erdoğan’ı yakalaması değil, rakibinin %50’nin altına düşmesiydi. Ki bu da yalnız 1,3 milyon oy demekti. Yani seçimi 2. tura taşıyacak sayı, 10 milyon filan değildi. İnce konuyu neden böyle izah etti, bilmiyorum ve anlam veremiyorum. Çünkü onun “Birinci turda kazanacağız” sözlerini ciddi olarak söylediğine inanmadığım için, zaten matematik hedefler de bu 2. tura ulaşmak yönünde yapılmalıydı!

ÇOK FARKLI BEKLENTİLERİN BAŞ DÖNDÜREN TRAFİĞİ
Seçim gecesi İnce’nin yok oluşuna içerleyen kitleler, basın toplantısının birçok cümlesinden aradıkları morali geri kazanmayı başardılar. Bazen samimi bir yarım saat, çok şaşırtıcı ufuklar açabiliyordu. “Baba” figürü ertesi sabah çıkagelmiş ve bir gece önce küsen “çocuklar” tekrar gülümsemeye başlayabilmişti. “Yürü önümüzden derlerse hazırım” cümlesi ise CHP genel başkanlığı iddiasının sürdüğüne işaret ediyordu. Ancak, cumhurbaşkanı adayı olur olmaz verdiği ilk söz, “Kılıçdaroğlu’na karşı bir daha genel başkanlık yarışına girmeyeceği” konusundaydı. Sonra, Kılıçdaroğlu ile yapılan bir televizyon görüşmesinde, “patavatsız” bir gazeteci kendisine İnce seçilemezse, CHP’de neler yaşanabileceğini sormuştu. Kılıçdaroğlu ısrarla şu yanıtla işin içinden çıktı: “Bu olasılığı düşünmeye gerek yok, çünkü İnce zaten seçilecek”.
İnce’nin basın toplantısını müteakiben, en az beş yerden birbirini tanımayan farklı kişi beni arayarak “Kılıçdaroğlu onursal başkan olmalı mevkiini İnce’ye bırakmalı” diyorlardı. Bu, önden verilen sözleri havaya uçuracak senaryoydu ama 25 Haziran günü bu fikir tamamen farklı insanların aklında açan bahar tomurcukları gibi ortaya çıkarken, Elazığ milletvekili Gürsel Erol, taş kadar sert ve gerekçeli bir metinle Kılıçdaroğlu’nu mağlubiyetin gereğini yapmak için istifaya davet ediyordu. Gece haberleri, ertesi gün MYK’da bu istifanın ve yeni kurultay tarihi saptama işinin gerçekleşeceğini aktarıyordu.

KILIÇDAROĞLU VE SEÇİM MUHASEBESİ
Kılıçdaroğlu için bu iç hesaplaşmanın ve aile içi ağır beyin fırtınasının kolay gerçekleştiğini sanmıyorum... Belki de büyük umutlarla nihayet demokrasinin önünü açacak adam olarak CHP genel başkanlığına ilk seçildiği gün gelmiştir aklına. Önder Sav’ın sürpriz bir çıkışla onun önünü açması ve Baykal’ın kaset skandalının ardından seçime tek aday olarak girip o tarihi koltuğa kurulması... Şimdi ise belki 8-9 seçim mağlubiyetinin ardından demokrasiyi yaşatmak için bu sefer kitlelerin talep ettikleri istifa kendisininkidir. Siyasi sıfatların gelişi büyük sancının ardından kutlanır, gidişi ise acıklı ve hızla nostaljikleşecek farklı bir hikayedir. Tabii bu ayrılığın şekline de bağlıdır.
CHP’nin oylarının Kasım 2015’e göre gerilemiş olmasının tabii izahları var. Yine belki 2-2,5 puan oyun doğrudan ödünç oy olarak HDP’ye gitmiş olması, fakat örgüt ve seçmenlerin bunu hızla unutup sonuçları farklı okumaları... Tabi bir gerekçe daha var. O da İYİ Parti’nin varlığı. Bu parti hangi kesime hitap ediyor? Laik merkez sağ. Yani eski DYP veya ANAP. Merkez sağ iflas ettikten sonra o oylar siyasal İslam tehlikesinin yükselmesiyle CHP’ye rücu etti. Şimdi merkez sağa tekrar gürültülü bir şekilde kurulduktan sonra bu sefer oradan CHP’ye gelmiş uzun vadeli ödünç oyların bir kısmının kaynağına geri dönmesine kimin şaşırma hakkı var ki? Üstelik İYİ Parti, CHP’nin beraber ittifak kurduğu bir “siyasi ortak” iken... (Bu noktada İYİ Parti’ye belki getirilebilecek eleştiri, yeterince MHP ve AKP tabanına yönelmemiş olması, ve seçmenlerine mesela “Bunun neresi Müslümanlığa sığar? Bunların günah ve ayıp olduğunu göremiyor musunuz?” “Milliyetçilik, bu suçlara, günahlara ortak olmak mıdır?” “Bununla mı milliyetçi-mukaddesatçı olunuyormuş?” gibi irdelemeler yapmamış olmasıydı. Genellikle daha çok sosyal demokrat bir lider veya Merkel stiliyle konuştu, ki bu da zaten CHP’den İYİ Parti’ye oy akışkanlığını bir nebze de olsa arttıran bir ek faktör oldu.)
İşte bu gerçeklere rağmen, bu rakamları kullanmak isteyenler yani CHP’nin kaybettiği üç puan oy, Kılıçdaroğlu’nu artık uzaklaştırma vakti geldiğine inananları hızlandırdı. Aslında bu uzun bir birikimin sonucu: Her ne kadar çalışkanlığı, ciddiyeti, demokrasiye (Parti içinde her zaman olmasa da!) bağlılığı ile saygı uyandırsa da, Kılıçdaroğlu’nun kendini kitlelere dinletebilme ve karizması konularında ciddi zaafları olduğu halkın dilinden düşmüyor. Ayrıca oluşturduğu milletvekili kadrolarında halkla bütünleşmiş Balbay gibi, Haluk Pekşen gibi, Gülsün Bilgehan, Süheyl Batum gibi, Hüsnü Bozkurt gibi Atatürkçü isimleri pek anlaşılmaz şekilde sürekli olarak dışlaması, Kılıçdaroğlu’nun pasifine geçirilen diğer bir kritik konu.
Zor mecradır siyaset. 436 kilometre aslanlar gibi arkanda “ordu”nla, tozu dumana katarak yürürsün ama sonra bir sabah vakti uyanırsın ki daha dün sana “hak-hukuk-adalet” diye bağıranlar bu sefer en büyük “adalet”i senin koltuğu bırakmanda görür olmuşlar! Siyaset yalnız zor ve yıpratıcı değil, aynı zamanda oportünist, belleksiz ve nankördür! Bunun da tartışılacak pek bir yanı yoktur...

İNCE VE YANDAŞLARINI BEKLEYEN BELİRSİZ GELECEK
Kitleler için artık sıra, 50 günde 15 milyon oy toplayan yeni kahramanın bir dahaki seçimlere kadar neleri başarabileceğinin güzel hayallerini kurmaya gelmiştir. Her ne kadar bu seçimler Tayyip Erdoğan’ın tipik zaferi ile sonuçlanmış olsa da, belki daha uzun vadede bundan en karlı çıkacak olan partinin, kendi içinde yeni bir devrim sürecine girecek olan CHP olduğu düşünülüyordu. Ama bugünkü basın toplantısı hevesleri kursaklarda bırakınca, her kafadan bir ses çıkmaya başladı, çünkü muhalefetin halk nezdinde liderliğini üstlenmiş görünen İnce, şu anda apoletsiz general konumuna gelmiştir. Bir sürpriz olmazsa da, “Kılıçdaroğlu ile bir daha Parti içinde yarışmam” sözünden dönemeyecektir.
Tabi artık sürprizin de ne olup ne olmadığı herkese göre ayrı göreceliği olan bir kavramdır, öyle değil mi?
Önümüzdeki günlerde, solun kendi içindeki tartışma, “koltuk sevdalıları”nın ve sıfat meraklılarının kim olup olmadığı konusu olacağa benziyor. Parti statükosunun, yani MYK ve Parti Meclisi’nin pılısını pırtısını toplayıp yeni bir kurultayla meydanı “İncecilere” açmaya meraklı olmadıkları herhalde bugün ortaya çıktı. Toplumun konuştuğu ise, Kılıçdaroğlu’nun Aziz Yıldırım-Ali Koç kapışmasından bir tecrübe çıkaramadığı yönünde... Belki Aziz Yıldırım’ın düştüğü ve herhalde/belki pişman olduğu hatadan kendini korur diye umdu insanlar. Çünkü sıfatlarla yüklü ve kapalı toplantı odalarında bir araya gelen ekipler, birbirlerine ne derlerse desinler, kitlelere karşı siyaset yapmak çok zor, hatta orta vadede bile imkansız.
GÜRSEL EROL SABAH 11.00’DE İSTİFA ÇAĞRISINI OTURMA EYLEMİYLE YİNELİYOR
Yarın sabah büyük bir başarı yakalayarak Elazığ’da bileğinin hakkıyla milletvekili seçilen Gürsel Erol, Kılıçdaroğlu’na karşı daha önce yaptığı istifa çağrısını bu sefer sabah 11.00’de Genel Merkez önünde bir oturma eylemi başlatarak yineleyecek. Onu beklemeden, bu öğleden sonra da zaten bu eylemler başladı bile! Bunların doğruluğu veya yanlışlığı konusunda çok fikir yürütüleceği kesin. Ama bir tek şeyden eminim: Maalesef gerek medya, gerek karşıt iktidar partileri bu olayı büyüterek CHP aleyhine kullanacaklar. İnce’ye de bu konuda taraf olması için çok münasebetsiz baskılar geleceği ortada. Bu eylem sonuçsuz kalırsa da, hiçbir siyasi derinliği olmayan insanların bir kısmı “hadi yeni parti kur Muharrem!” diye İnce’ye baskı yapmaya kalkabilirler. Sıfır getirisi olacak bu hüsran senaryosuna kapılmayacak kadar siyasi deneyimi olan bir politikacıdır İnce. İnce’yi ve seçim döneminde yakaladığı o özlenen büyük rüzgarını herhangi bir yere oturtamamak, önümüzdeki yılın yerel seçimlerinde maalesef CHP’ye hüsran getirebilir. Bir diyalog ve barış havasında, İnce ve Kılıçdaroğlu’nun bu düğümü zamana bırakarak ortak akılla çözmeleri lazım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.