SONUÇLARI BEKLERKEN...
Ali Koç destekçisi taraftarlarla
beraber, tribünde heyecan içinde sonuçları bekliyoruz. Alkışlar,
sloganlar, yaşlı gözler... Herkeste büyük bir beklenti var. Ali
Koç sabahtan beri büyük bir enerjiyle etrafta geziyor,
merdivenleri inip çıkıyor. Cıva gibi. Aziz Yıldırım da uzun
süre oy verilen bölgenin yakınında, kendi taraftarlarıyla
fotoğraf çektirip sohbet ediyor. Tabii ki oy verip giden çok kişi
var. Ama belki yarısı da hiçbir yere gitmeden tribünlerde
oturarak veya ayakta salınarak kalmayı tercih ettiler. Teorik
olarak Migros tribününe sürülmüşlerdi, yani biraz olayların
uzağına. Ama önce birkaç yüz Fenerli buna uysa da, ardından
herkes merkeze doğru aktı. Oy sayımı başladıktan 40 dakika
sonra küçük bir arbede çıktı ama sükunet çağrıları hemen
karşılığını buldu.
Oturduğumuz yerden kendi gözlerimizle
uzaktan izleyebildiğimiz kadarıyla 1 ve 2 nolu sandıklarda
zarflardan sürekli beyaz oy çıkıyor, yani Ali Koç oyları, en
azından görüntü bu. Oran: 10 beyaza, 1-2 sarı! Allah Allah?!
“Nasıl oluyor, biz mi yanlış görüyoruz acaba?” diye
bakıyoruz... Nihai sonuçtan kimse emin olamaz ama tribünlerden,
konuşmalardan ve ayaküstü kulis sohbetlerinden aldığımız Ali
Koç rüzgarı sandığa da yansımış görünüyor. Arada görünen
farka rağmen Ali Koç tribünlerindeki herkeste hem heyecan hem hala
“inanamamanın” getirdiği güzel bir küçük tedirginlik var.
Twitter’dan fısıltı gazetesi hızla
yayılıyor. 17 nolu sandıkta 450-105 Ali Koç’un önde olduğu
haberi yayıldı şimdi... Ardından haberler bulunduğumuz Ali Koç
tribününe sel gibi yağmaya başladı. Her yerde neticeler
birbirine çok yakın. Hep oyların %77 civarı Ali Koç’a
gidiyor. Bu Amerikalıların landslide dedikleri inanılmaz
bir toprak kayması. Koç zaten söylemişti “sonuçlar
yakın olmayacak, kim kazanırsa kazansın fark olacak”. Bunun
anlamı şuydu “ya gerçekten yaşadıklarım tamamen gerçek ve
biz büyük farkla kazanacağız, ya da kim bilir belki kongre
sahiden sokaklardan ve toplantılardan çok farklı. Belki biz bir
yerde hata yapıyoruz, öyle olursa da net kaybederiz”. Koç,
öngörülerinde haklı çıktı. Allah’tan iki alternatif
arasından ona seçimi kazandıran büyük dip dalgası yaşandı.
Sonuç haberleri yayılmadan önce,
nasıl olduysa henüz daha sandıklar açılmadan, hatta henüz
kapanmadan önce bir fısıltı gazetesi Aziz Yıldırım ekibinin
11.000 oy aldığı şeklinde bir dedikodu yaydı. Ben bunun mümkün
olamayacağını söyledim. Çünkü daha sandıklar açılmamıştı
ve içinde ne olduğunu ancak Allah bilebilirdi. Anlaşılan Yıldırım
yönetimi veya taraftarları, son bir moral aşısı ile ayakta
durmaya çalışıyordu o anlarda...
Aziz Yıldırım, kongreden 3-4 gün
önce yapılan röportajlarda televizyonda kendisine “sonuç
ne olur?” diye soran gazetecilere ortada bir seçim
sorunu olmadığını, seçimi zaten çoktan kazandığını
söylüyordu. Burada ömrünü kurultaylarda, kongrelerde, genel
kurullarda geçirmiş bir insan olarak tüm birikimim devreye girdi:
Ne zaman hayatımda biri “biz bu seçimi kazandık, bu iş zaten
bitti” dese, hep kaybetti istisnasız! 1972’de CHP Genel
Sekreteri Kemal Satır, o ünlü Ecevit-İnönü kurultayında bu
cümleyi kullanmıştı ve İnönücüler yenilmişti. 1989’da
Bedrettin Dalan İstanbul Belediye seçimlerinde aynı cümleyi
kullanmış ve o koltuğu Nurettin Sözen kazanmıştı. Bunlardan o
kadar çoğunu yaşadım ki, neredeyse bu ağır iddiaların
uğursuzluk getirdiğine kesin inandığımı söyleyeceğim size.
Aziz Bey o cümleyi sarf ettiğinde yine tabi bunları düşündüm.
Tarih yine tekerrür etti.
Sonuçta
belki Aziz Bey’e inanan kongredeki 4000-5000 taraftar kongre üyesi
sonuçlar açıklandıkça dev bir hayal kırıklığı yaşadılar.
Aziz Bey’in daha henüz birkaç sandık açıldıktan sonra
kongreyi bırakıp gitmesi doğruyu söylemek gerekirse şık olmadı,
her ne kadar anlaşılır olsa da. 20
yıl günahıyla sevabıyla bu kulübü en zor günleri dahil
yönetmiş olan değerli bir insanın, bir duygusal veda konuşması
yapıp arkasından rakibini tüm kongrenin önünde tebrik etmeliydi.
Ama olmadı; sinirine yenilen Aziz Bey hemen “olay
yeri”ni
terk etti. Tabi onunla beraber şaşırmış taraftarları da stadı
terk etti. Aziz Bey’i destekleyen onca insan arasında sayısız
arkadaşım vardı. Hem de çok yakın arkadaşlarım. Onlar adına
üzüldüm sonuca, ama Fenerbahçe adına itiraf edeyim, çok ama çok
sevindim. Aziz Bey, herhalde yakın çevresinin dolduruşları
nedeniyle yaptı bu hatayı..
“SESSİZ
DEVRİM” SONUCU EN NET ŞEKİLDE NASIL BELİRLEDİ?
Yaşanan
adı aslında büyük bir “sessiz devrim”di. Ben aslında bunu
zaten bekliyordum bu tanımlamayı yaparken.
Ne demek istediğimi şöyle anlatayım: Ali Koç’u destekleyen
tribün, kongreye gelen ve sessiz değil, tam tersine çok sesli,
hatta “değişim-devrim” diye haykıran grubun parçasıydılar;
onlar stadyumda belki 9000 kişiydiler. Ama Ali Koç 16.000 oy aldı!
En az tahmini ek 7000 oy benim “sessiz
devrim”
dediğim, geçmişte Aziz Yıldırım’a destek veren ve artık
yaşanan durumlara katlanamayan, Aziz Yıldırım aleyhine
konuşmayan, belki onunla kulüp çerçevesinde dost olan ama sandığa
oy atmaya girdiğinde “gereğini yaparak” inandığı doğruya oy
veren üyelerden geldi! İşte
Aziz Yıldırım’ı bu kongrede mağlup eden olgu, en az açık Ali
Koç destekçileri kadar, bu sessiz devrime imza atan bu eski Aziz
Yıldırım destekçileriydi. Şayet aralarında hala tereddüt
edenler var idi ise, onlar sokağa çıktıklarında bindikleri
taksi, alışveriş yaptıkları manav veya kasapta sürekli olarak
halktan “Aziz
Bey’in dönemi artık yeter” mesajı aldıkları
için son tereddütlerini de erittiler. Ali
Koç’un, uzaktan birbirine yakın gibi görünen oy dengesini
birden lehine çevirmesine neden olan ana ağırlık onlardan
geldi... O oylar Aziz Bey’de kalsaydı, çok daha yakın ve gergin
seçim sonuçlarıyla karşılaşırdık...
AZİZ
BAŞKAN’IN UNUTULMAZ ARTILARI
Aziz
Başkan, Fenerbahçe’de büyük işler yaptı. Yaptığı
tesisleşmeler saymakla bitmez, hepsinin dökümünü biliyorsunuz,
hepsine ancak şapka çıkarılır! Dünyada böyle bir zaman
sürecine bu tesis başarılarını sığdıran başka kulüp oldu mu
bilmiyorum, hiç duymadım!
3
Temmuz’da
Aziz Yıldırım, büyük direnç gösterdi ve Fenerbahçe için
hapse bile girdi, bir yılını geçirdi. O dönemde söylediği
meşhur “Ne
şikesi? Ülke elden gidiyor”
sözlerinin vahametine gözlerini kapayanlar, dramatik gerçekle 15
Temmuz 2016’da en ağır şekilde yüzleştiler... Bütün o
dönemde Aziz başkan yönetimi ve tüm taraftarlar tarihe geçecek
bir direniş bütünlüğünde kenetlenmişti. Bu dönem Alex’in
bile “Gerekirse
Fenerbahçe için para almadan ikinci ligde oynarım”
dediği dönemdi...
Taraftarlar
o dönemde kah Silivri’de kah Metris’te, kah Çağlayan’da, kah
Bağdat Caddesi’nde toplanıp Aziz başkanları için yeri göğü
inletiyorlardı. Ancak Aziz Bey çıktıktan sonra yapılan
hatalardan ve acı söyleyen dostlardan gelen yapıcı ikazlardan
yönetim ders almadı. Ali Koç’un hatırlattığı hatalar üst
üste geldi.
Keşke
sevgili Aziz Başkan böyle gitmeseydi. Ama maalesef etrafını saran
alkışçıları dinleyerek bu hataya düştü. Bu seçime girmemeyi
başaramadı. Onun en büyük zaferi bu seçime girmeden bu bayrağı
devretmek olacaktı, ama kader tarihe bu dönüşümü başka şekilde
yazdı. Kendisine Fenerbahçe camiasının ve herbirimizin saygısı
değişmez...
FENERBAHÇE
DEVRİMİ VE POTANSİYEL YANSIMALARI
Dünkü
Fenerbahçe seçimleri şunu kanıtladı tekrar: Taraftara karşı
spor kulübü başkanlığı VE seçmen vatandaşa karşı siyaset
yapılmaz! Anlayana... Bildiğiniz gibi dünkü seçimlerden sonra
bütün Türkiye heyecanla 24 Haziran genel seçimlerini de daha
büyük bir heyecanla beklemeye başladı! Ülkemizin siyasi
muhalefeti ilk defa Erdoğan’ın kalibresine uygun adaylarla onun
karşısına çıkıyor olmanın heyecanını yaşıyor.
Fenerbahçe’de 20 yıldır değişmez görünen yapı, nasıl dün
çatırdayıp, iskambil kağıdı kulesi gibi yıkılabildiyse,
insanlar ister istemez “demek
demokratik yollarla böyle dev tıkanmalar aşılabiliyormuş”
düşüncesine yatay geçiş yaptılar. Gerçekten de 19,5 yaşındaki
oğlum Suphi, doğduğundan beri Fenerbahçe’de yalnız Aziz Bey’i
görmüştü. RTE’de iktidara 2002’de geldiğinden siyasette de
ondan başka hiçbir hükümet ve lider görememişti! Dün o
şaşkınlıkla şunu diyordu bana Suphi: “Hayatımda
ilk defa bir seçim kazandım, şaşkınlık içindeyim. Acaba
iktidar nasıl bir şey, şimdi bunu ruhumuzda nasıl
kullanabileceğiz bakalım göreceğim”.
İşin
ilginç yanı bu konuşmamızdan 15 dakika sonra tribünlerde benimle
fotoğraf çektiren bir kız tam aynı cümleyi kullanıyordu:
“Ömrümde
ilk defa bir seçimde güldüm”.
Galiba
ister spor ister siyaset, bu yoğun zafer duygusunu bu kongrede
birçok genç ilk defa yaşadı. Hayırlı
olsun. Şimdi herkesin görüşüne göre tarihimizin en önemli
seçimi yaklaşırken, herkesin gözünde birden Fenerbahçe
devriminin rüzgârının siyasete nasıl yansıyabileceği ve bu dip
dalganın bu iktidarı nasıl süpürebileceği konuşulmaya
başlandı. Bunu kongreden önce de zaten görüyorduk ve
hissediyorduk... Türkiye’deki tüm muhalif olacaklar esen bu güzel
zaferin rüzgârından kaçınılmaz şekilde etkilendiler. Şu anda
seçimlere daha büyük bir inanç ve hırsla hazırlanıyorlar. Ali
Koç’un önderliğini yaptığı beyaz devrim, bir DNA örneği
bıraktı. Yol yöntem ve muhteşem sonucun taşıdığı coşkunun
beklentisini getirdi...
“Ali başardı, sıra inşallah Muharrem’de” beklentisini
getirdi halkta..
KONGRE
KONUŞMAM VE KENDİ ÖZEL DURUMUM
Kongrede
36 kişi konuşurken, bunlar arasından Aziz Bey lehinde konuşan
sayısı yalnız yüzde 20’ydi. Yani 7-8 kişi. İlginç bir
şekilde bu Aziz Bey’in alacağı oy oranı civarındaydı! Aziz
Bey lehine konuşanlar arasında en belirgin özellik taraftara
sataşmalarıydı! İnanılmaz ve affedilmez şekilde o kürsüden
taraftara “güruh” dendi, “yeniçeri” dendi. Konuşmaların
%80’i açıkça Ali Koç’u destekliyordu ki bu da Fenerbahçe
kongrelerinde muhalefete verilen destek anlamında görülmüş şey
değildi. Konuşma sırası bana geldiğinde yaptığım iki tane ana
vurgu vardı: Birincisi Fenerbahçe kongresinde çıkacak her olay
Fenerbahçe düşmanlarının mest edecekti, buna olanak
vermemelerini rica ettim. Bu hevesler onların kursağında
kalmalıydı. İkinci yaptığım vurgu ise taraftar hakkındaydı:
Kongreden rica ettim! “Arkadaşlar
tüm Türkiye bizi izliyor, taraftarlar bizi izliyor. Lütfen hiçbir
konuşmacı bu kürsüden taraftara sataşmasın, bu çok yanlış
bir şey!
Çünkü herkes biliyor ki, taraftar varsa, kombine var, satış var,
alkış var, tribün var, sponsor var! Taraftar yoksa yalnız
sessizlik var! O yüzden taraftarımıza sevgi ve saygı ile
yaklaşalım onlar bizim her şeyimiz. Buradan taraftara sataşanlar
zaten Aziz Başkan’a da, Fenerbahçe’ye de büyük kötülük
yapıyorlar”
Sonuçta
ben o konuşmamda ve kongreye giden süreçte kamuya açık
noktalardan Ali Koç’a destek veremezdim. Daha doğrusu iki aday
arasında zaten ortaya herhangi bir net tercihi, sosyal medyamda veya
FBTV’deki programımızda koyamazdım. Aziz Yıldırım desteği de
yapamazdım, zaten hiçbir aşamada yapmadım. Çünkü bu noktada
kişilere eşit mesafede durmam şarttı. Ancak genel konuları ve
kavramları gündeme getirebilirdim. Yoksa bulunduğum pozisyonu
suistimal etmiş olurdum. Kilit konuları irdelemeyi fazlasıyla
yaptım. Her FBTV programımda, Aykut Kocaman’ın Valbuena
krizinden de, sansürlü gibi yok sayılan kralımız Alex’ten de,
geçmişte boş yere harcanmış başarılı futbolcu ve
hocalarımızdan da sürekli bahsettim, bunların geçerli bir yöntem
olamayacağını vurguladım. Ayrıca OdaTv köşemde Fenerbahçe’yi
ele aldığımda yaptığım açık eleştirel analizler de bu
söylediklerimi çıplak olarak ortaya koyuyordu. Oy
verme süreceğinde ise yaptığım “demokrasi, özgürlük,
şeffaflık, Fenerbahçe’nin geleceği”
vurguları,
aslında kaçınılmaz şekilde doğal olarak Ali Koç’u tarif
ediyordu.
Zaten konuşmamda taraftarın hakkını savunurken, kürsüden
yapılan saldırılara dur derken ve tavrımın başka türlü
anlaşılır bir şekli yoktu. Bunları da zaten gururla savunduğum
kavramlar olduğu için hesabını her zaman vermeye hazırdım.
Bunları bilen insanların, benim kime oy vereceğimi sormaları bile
abesti, tavrım bu kavramsal hatlar üzerinden o kadar netti ki...
Oyumu verdikten sonra bir-iki saate belli olacak sonuçları
beklerken artık Ali Koç’un destekçileri arasında yerimi almamda
bir mahsur kalmamıştı. Bu kişisel bir risk miydi? Belki. Ama bu
artık fark etmezdi. O anda artık mevkimi suistimal etme şansım
zaten yoktu, çünkü oy verme süreci bitmişti. Ama kimsenin
hakkını yemek istemiyorum. Bu sözlerimle, Aziz Bey kazansaydı,
bizim FBTV’deki programa son verirlerdi demek istemiyorum
kesinlikle. Bu ayıp olur ve haksızlık olur. Ben yalnız böyle bir
risk var idi ise-ki vardı, kimse için sonuç önceden çantada
keklik değildi- bu riski severek almıştım.
AZİZ
BAŞKAN’IN TARAFTARA MESAFELİ DURUŞU
Aziz
Bey, taraftarı bir türlü istediği sterilliğe çekemedi. Kah
toptan tribün kapattı, beğenmediği bir gruba karşı kombine
satışını durdurdu, kah şampiyonluk kutlamasında Alex diye
bağıran taraftara doğrudan çok ağır laflar etti maalesef, hem
de şampiyonluk töreninde. Cumartesi günü ise konuşmasını
yaparken yine tribünlerde oturan çeşitli muhalif kongreyi
üyeleriyle ağız dalaşına tutuşarak, hala “pek yakında
hesaplaşmaktan” bahsediyordu. Ne demiştik yukarıda taraftara
karşı durarak spor kulübü başkanlığı yürümez. 3 Temmuz’un
özel şartları da eklenince, aslında Aziz Yıldırım
taraftarlarla olan sorunlu ve paramparça diyaloğuna rağmen
başkanlığı sürdürebildi. İlginç şekilde Yıldırım’ı
taraftarlar arasında onlarla kucaklaşan, fotoğraf çektiren bir
insan olarak da göremedik. Hep bir mesafe, hep bir soğukluk hep bir
“gülümsememe” yani “surat etme” vardı ortada. Tabii ki her
karaktere saygı duymak lazım. Bu da onun kişiliğiydi fakat işte
bu mesafeli tavırlar halkta karşılığını, sıcaklığını
bulamıyordu. Kongreler kendisine o kadar sürekli bir rölans verdi
ki, ister istemez bu rahatlık noktasına yükseldi Aziz Bey. Bu
nedenle, büyük ihtimalle “ben
kongreyi çoktan kazandım” derken
samimiydi, tarihin tekerrür etmesine güveniyordu. Ama her geçen
gün o tarihten gelen şartları da çok ağırlaştırdığının ve
taraftar adına değer bulamaz hale getirdiğini göremedi.
Kongrede
Aziz Bey’in yönetim tarzına itiraz eden üyelerden Zeki İzci’ye
İlhan Ekşioğlu’nun kendini tutamayarak burnuna yapışıp işaret
parmağıyla tehditler savurduğu fotoğraf karesi, “eski
baskıcı Fenerbahçe”nin
çırpınışlarıydı. Gizli ve açık gerginlikler, tehditler,
kavgalar, küslükler, Fenerbahçe yönetiminin ikinci ruhu gibi
olmuştu maalesef.
AZİZ
YILDIRIM NEDEN KAYBETTİ? KOÇ’UN KONUŞMASI:
Yukarıda
anlattığımız gibi taraftarla yaşadığı kopukluğu
anlayamamanın, görememenin bedelini ödedi Yıldırım. Peki bu
kopukluğun nedenleri neydi? Aslında Ali Koç, bunları çok iyi
toparlayıp anlattı konuşmasında.
Salt
bu konuşmanın satırbaşlarını hatırlarsak,
“Fenerbahçe’nin hiçbir başarının cezasız kalmadığı bir
kulüp” haline
dönüşmüş olması herkesin şikayet ettiği ve taraftara illallah
dedirten, hepimizi hayattan soğutan en önemli nedendi. 20 yıldır
kulübün gönlünde taht kuran Revivo,
Rüştü, Hooijdonk, Alex gibi
bütün önemli futbolcuların sırayla infaz edilir gibi yok
edilmesi, kimseyi inandırmayan sudan sebeplerle görevden
uzaklaştırılan Denizli, Zico, Yanal gibi şampiyon teknik
direktörler, alakasız iddialarla görev bıraktırılan idareciler,
ezeli rakiplerle girişilen ağır gerginlikler ve daha sayılamayacak
kadar benzer olay. Özellikle en alakasız şekilde, takımın
Terraneo’ya teslim edilmesi, onun da takımın (Emre-Egemen gibi,
hatırlatayım) en ateşleyici futbolcularını takımdan atarak
Robin Van Persie gibi sakat ve pahalı bir oyuncuyu takıma alması,
yine yapılan önemli bir eleştiriydi. Koç’un en önemli
cümlelerinden bazıları şunlardı. “Hep
‘hiç kimse Fenerbahçe’den daha büyük değildir’ dediniz
ancak bu cümlenin sizin için de geçerli olduğunu sizin de
Fenerbahçe’den daha büyük olmadığınızı unuttunuz”,
“sürekli
olarak yok ettiğiniz yıldızların, çocukların hayallerini nasıl
parçaladığını, onları ağlatıp küstürdüğünü göremediniz,
gelecek kuşaklardan onca genç kaybettik”, “Alex
gibi Fenerbahçelilerin gönlünden kimsenin silemeyeceği bir
yıldızın belgeseli için stadyuma sokulmaması, nasıl bir
zihniyettir?”,
“Evet
tabii ki küfüre karşıyız, ama yöneticilerin de taraftarlara
küfretme hakları yok”
Koç’un
diğer çok önemli bir vurgusu, altyapıya önem vereceğini
söylediği ve inandırıcı olduğu bölüm. Hele bunların en
kalıcı tarihi örneği olarak genç takımdan gelip yıllarca A
takımda oynayan, kaptanlık yapan şampiyonluklar gören ve ardından
yine ömrünün sonuna kadar yıllarca kulübün idari genel müdürü
olan, büyük ebedi dostumuz kardeşimiz Serkan
Acar’ı
göstermesi, derin Fenerbahçelileri çok etkileyen bir
kadirşinaslıktı.
“TOPUNUZ
GELİN” FIRTINASI!
Bu
arada Koç’un 2. kere Yıldırım’ın bazı sataşmalarına yanıt
vermek için sahne aldığında söylediği bazı spontan sözler,
büyük puan topladı. Orada bir parantez açarak Vefa Küçük’e
teşekkür etmek lazım. Çünkü art niyetli bir başka Divan
Başkanı, Koç’u kürsüye 2. kere çağırmayabilirdi veya 15
dakika kullanmasına olanak tanımayabilirdi. Keza bana
kalırsa-kulüpte hangi stresli iç süreçler yaşandı bilmiyorum-
Vefa Küçük bence tüm bu gergin süreci mümkün olduğu kadar
demokrat ve eşitlikçi bir şekilde yönetti. Yıldırım’ın
biraz alakasız şekilde yarattığı Ümit
Özat-soyunma odası
polemiğine Ali Koç içerikli yanıt verdikten sonra, “Sayın
Başkan bir süre daha o koltukta kalmak için bunlara tenezzül
etmeye değer miydi?” cümlesi
vurucuydu. “Benim
hakkımda “FETÖCÜ” iddialarını paylaştığınız kişilerden
Selim Soydan bunu bana kendisi söyledi”
cümlesi de çarpıcıydı. Bu arada, sahnede yakışıklılığı ve
fizik “fit”liğiyle bir aktör kadar dikkat çeken Koç’un,
tribünleri ikna ederek, 3 Temmuz’dan sonra nasıl “pamuk
eller cebe”
diyerek yönetimin futbolcu transferine bütçe yaratması fikrinin
diğer yöneticilerde rağbet görmediğini, Ali Yıldırım’la
masa başında girdiği polemiğin ardından kürsüde yerini alırken
söylediği “neyiniz
varsa getirin, topunuz gelin” sözleri
ve bunları söylerken ki ses tonu ve jestleri, Türkiye’de bir
tatlı fırtına yarattı, hemen kalıcı slogana dönüştü. Bu
cümleyi, veya özetle “topunuz
gelin”
sözlerini bundan sonra siyasi mitinglerde de görürseniz
şaşırmayın. Nusret’in tuz dökme jestinin pabucunu dama atacağa
benziyor... Öncelikle tişörtlerini bekliyorum
BU
“BALKON KONUŞMASI”NA KİMSENİN İTİRAZI YOK!
Balkon
konuşması derken Ali Koç’un kazandıktan sonra ana kürsüde
yaptığı konuşma ve ardından stadın dışında kendisi ile
kucaklaşmayı bekleyen binlerce taraftara yaptığı konuşmaları
kastediyorum;
yani zafer sonrası yapılan konuşmalar. Koç’un henüz birinci
dakikadan başlayarak tüm ekibinin hakkını vermesi, vücut dili
gençliği mütevazi bir paylaşımcılığı on üzerinden on puan
aldı, bravo! “İşte kompleksiz insan budur” dedirtti. Ayrıca
kulübün gerçek kalıcı, “hancı” sahibinin taraftar olduğunu
hatırlatarak
“ben yalnız sizin vitrininizim” demesi
sayısız siyasetçiye de dersti. Yıllardır CHP’de bir türlü
anlatamadığım olguyu tarif etti o da. Bütün uzun
teşekkürlerinden sonra yaşanan bütün olumsuzluklara ve
gerginliklere rağmen konuyu Aziz Yıldırım’a getirip ona da
samimi ve içerikli ve büyük bir teşekkür sunması, kulübe
kattıklarının dökümünü yapması ve onu “efsane
başkan”
diye tarif etmesi, yine Fenerbahçe’yi de Ali Koç’u da büyüten,
özlediğimiz sahnelerdi. Buna da ancak “helal olsun” denir.
Çünkü gerçekten bazen bizleri, taraftarı çok kızdırsa da,
Aziz Yıldırım’a saygı-sevgi duymayan Fenerli yoktur. O dönem,
tarihte tartışılmaz yerini almıştır ve zaman geçtikçe
stresler ve polemikler unutulacak, Aziz Bey’in artıları
hafızalarda yer bulacaktır. Saraçoğlu Stadı, Ülker Arena,
Avrupa Euroleague Şampiyonluğu, futbolda 6 Lig Şampiyonluğu
toplam 13 kupa, rekor düzeyde amatör branşlar başarıları, 2007
100. Yılda kırılan Guinss rekorlar kitabına geçen Kupa rekoru ve
sayısız buna eklenebilecek zaferler..
Sonuçta
1998’de Vefa Küçük’e karşı bir oy farkla kazanan Aziz
Yıldırım, dün 11.448 oy farkla kaybetti.
Gerek var mıydı? Bir çoğumuza göre yoktu, ama bildiğimiz gibi o
koltuklar ilginç bir şekilde insanı içine çekip yapıştırıyor
sanki...
“Son defa aday oluyorum” şeklindeki
ısrarları da üyeler arasında rağbet görmedi.
HAPPY
END
Dün
taraftar kazandı, Türkiye kazandı, Fenerbahçeliler kazandı,
demokrasi kazandı, UMUT kazandı! Ali’yi kürsüde günün sonunda
Suphi ile beraber sarılarak kutlarken, aklıma yıllardır bu takım
için yaptığımız onca konuşma, beraber seyrettiğimiz onca maç
geldi. Bu sorumluluk dolu büyük “Fenerbahçe Cumhuriyeti”
(Bakınız
Yalçın Doğan kitabı) başkanlık
koltuğunu, çocukluğundan beri ne kadar hayal ettiğini ve
arzuladığını bildiğim için ve son 20 yılını içinden
yakından beraber izlediğim için onun adına, tüm taraftarlar
adına SONSUZ sevindim. Yine
aklıma sevgili Mustafa (Koç) geldi. Keşke bugünü görebilseydi,
belki de görüyordur... Yaşasın Devrim! Hele baharda geliyorsa!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.