Geçtiğimiz Cumartesi günü,
UNESCO’da verdiğim “Dünya Sanat Günü” konferansı
için gittiğim Paris’ten döner dönmez, ayağımın tozuyla
Ulusal Kanal’da, Osman Güdü’nün “Kent ve Yaşam”
programına konuk oldum.
Güdü, haklı olarak Cumhurbaşkanı
adaylarının kent, çevrecilik, kültür, sanat gibi konularda
hiçbir şey söylemediklerini ve bu konunun üzerine gidilmesi
gerektiğini söylüyordu. Sonuçta, muhalefetin bu konuları neden
gündeme getirmediğini en mantıklı ve doğal şekilde herkesin
zaten düşünebileceği gibi izah ettim: Ülkede 15-16 yıldır
siyaset, hukuk, demokrasi, ekonomi, yolsuzluk o kadar çamurlu
tarlalara takıldı ki, halk nefes alamaz ve yarınlarını göremez
hale geldi ki, doğal olarak toplumun farklı kesimlerinin güvendiği
cumhurbaşkanı adayları, bunlarla ilgili söylemlerine öncelik
vermek durumunda kaldılar. Yoksa her birinin bu konularda televizyon
sohbetimizde yaptığımız hatırlatmaları zaten bildiklerine ve
düşündüklerine eminim. Buna rağmen bu toparlamayı yaparak
muhalefetin kucağına bırakmak istedim. Ayrıca en önem verdiğimiz
başlıklardan, “Hayvan Hakları” konularında adaylar ne kadar
içten ve samimi olurlarsa o kadar güven verirler. Aynen LGBT
yürüyüşlerinin faşistçe yasaklandığı bir ülke olma ayıbını
kaldırılması konusunda söyleyeceklerinin önemi gibi...
KANAL İSTANBUL FELAKETİ
Sezar’ın
hakkını Sezar’a vermek lazım. Muharrem İnce,
seçildiği gün yapacağı işler arasında, Kanal İstanbul
saçmalığını durduracağını galiba herkesten önce söyledi. Bu
RTE projesinin eko-sistemimizi nasıl mahvedeceğini detaylı şekilde
öğrenmek istiyorsanız, lütfen biraz internette gezinin ve
TMMOB’nin veya Ahmet Küçük’ün bu konuda hazırladıkları
raporları okuyun. TMMOB İstanbul İl Koordinasyonu’nun
Çevresel Etki Değerlendirmesi açısından “yaşamsal bir
yıkım ve felaket önerisi” olarak nitelendirdiği girişimin
negatif detaylarını böylece en hızlı şekilde öğrenmiş
olursunuz. Bunların her birinin detaylarına girecek olsak, bu
yazının 2-3 misli bir veri alanını kaplamamız gerekir. Birkaç
kritik konuyu ele alacak olursak,
45 kilometrelik
güzergâhın; orman, tarım vb. ve yerleşme alanlarını, dünyada
örneği nadir kalmış coğrafik varlıklardan olan Küçükçekmece
Lagün ve Kumul alanlarını, İstanbul’un içme suyu ihtiyacının
bir kısmını karşılayan Sazlıdere Barajı ve havza alanlarını,
yok ederek geçirilmesi öngörülmüştür.
Şimdiye kadar
açıklanan verilerden dahi; Kanal projesi kapsamında; Terkos
havzası da dahil 3. havalimanı ve 3.köprü bağlantı yollarından
geriye kalan bütün orman alanları, tarım alanları, meralar,
yeraltı ve üstü su toplama havzaları, havzadaki mahallelerle
birlikte, Karadeniz ve Marmara denizi ve kıyıları dahil olmak
üzere bütün coğrafyanın inşaat ve yıkım alanı olarak
tasarlandığı anlaşılmaktadır.
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Saydam’a gore: “Doğaya ait olmayan bu yapay kanal, sadece yakın çevresini değil Çanakkale’den Karadeniz’e hem Türkiye’yi hem de Doğu Avrupa’yı olumsuz etkileyecek. Projenin hayata geçmesi ile Karadeniz’in soğuk ve tatlı olan suyu ile Akdeniz’den Marmara’ya, oradan da Karadeniz’e varan sıcak ve tuzlu su arasındaki denge ters düz olacak.”
TMMOB’nin bir başka hatırlatması,
sözde Boğaz trafiğinin bu şekilde hafifleyeceği safsatası
üzerine: “20 Temmuz 1936 tarihinde
imzalanmış Montrö Boğazlar sözleşmesine göre sadece
Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin askeri gemileri için gemi
tonaj sınırlama kuralları vardır. Uluslararası hukukun verdiği
avantajla gemiler geçişlerinde İstanbul Boğazı’nı tercih
edeceklerdir. Ayrıca yine Montrö sözleşmesinin 28. Maddesine göre
Boğazlardan serbest geçiş ilkesi sonsuz olarak belirlenmiş olup
boğazların uluslararası dolaşıma kapatılmasının olanağı
yoktur.”
Bunun dışında su havzaları, tarım
alanlarının göreceği dev zararlara ek olarak, bölgede deprem
risklerini arttıracak olan Kanal İstanbul, duyarlı mimar ve
mühendislere göre tam dar görüşlü ve sorumsuz bir proje.
ÇARPIK KENTLEŞME
Zaten diğer hükümetler döneminde de
var olan ülkemizin bir büyük sorunu, gelişigüzel rant
şebekelerine peşkeş çekilerek her yöne büyüyen şehirlerimizin
işler acısı hali. AKP döneminde dev rant güç odaklarına teslim
edilen kentlerimiz, maalesef artık her yerin betonlaştığı,
gökdelen ve avmlerin yarıştığı yüz kızartıcı bir profil
çiziyor. Yeşil alanların yok edildiği çocuk parkları ve spor
sahalarının gülünç derecede azaldığı, park, bahçe,
heykeller, meydanlar, göletler ve kentin tüm diğer çekim
odaklarının yok sayıldığı ve temsiliyetlerinin en alt
seviyelere çekildiği bu noktada, AKP kentlerimizin ve ülkemizin
geleceğini yok ederek yalnız eş dost, yakın çevre ve
yandaşlarının para makinası olarak görüyor kentlerimizi. Nüfus
oranlarına göre orman-gölet, park-bahçe-spor sahaları-çocuk
parkları-otopark gibi alanların katlayacağı yüz ölçüm ve
bölgelerin saptanması, çağdaş kentleşmenin olmazsa olmaz
verileri olarak adayların her birinin dikkat etmesi ve gündeme
getirmesi şart olan temel gerçekler. Örnek bir kent neye benzer
sorusunun cevabını arayanlar Moskova, Paris, Berlin, Viyana Londra,
Stockholm gibi kentleri gezerek ne demek istediğimi anlayabilirler.
Yüzlerce yıldır yıkılmadan korunan tarihi caddeler ve örnek
heykellerle donatılmış ihtişamlı meydanlar, ormanlar, parklar,
spor tesisleri, yeşillikler ve park alanları... Bunlar maalesef
hasret kaldığımız görüntüler. Beton dökmek, yol yapmak,
tarihi bina yıkmak, kumsal mahvetmek, her gün yeniden yolları
kazıp farklı alaturka parkeler döşemek, gökdelenler dikmek,
Tarlabaşı veya Sulukule gibi tarihi doku oluşturan semtlere
“resmi” olarak saldırmak, maalesef bizim iktidarların
kentleşmeden anladıkları. Taksim ve AKM gibi hassas konuları ise
hiç girmiyorum. Onları bu sütunlarda defalarca yıllardır
derinlemesine ele aldık.
Muhalefetin cumhurbaşkanı
adaylarının danışmanları, kendilerine göre haklı olarak,
herhalde bu konuları hiç hatırlatmıyorlar, “şimdi sırası
mı?” diyorlardır yazının başında anlattığımız gibi.
(Muhalefetin diyorum, çünkü RTE’nın kültür-çağdaş
sanat-ekoloji-meydanlar-halkın yaşam tarzı tercihleri gibi
konulara nasıl baktığını 16 yıldır ezberleme fırsatı
bulduk). Halbuki halkın da bu konulara önem verdiğine eminim:
Çocuklarına nefes ve taze oksijen verebilecekleri, onların
oynayıp, gençlerin spor yapabilecekleri, genç aşıkların veya
emeklilerin gezip oturabileceği alanlara hangi halk kesiminin
ihtiyacı yok ki?
MÜZELER, SANAT KURUMLARI VE GENÇ
SANATÇILAR
Muhalif cumhurbaşkanı adaylarının
çok iyi bilmesi gereken bir konu, Atatürk ve İnönü sonrası,
hiçbir hükümetin ülkeye bir çağdaş veya modern müze yapmamış
olduğu ortada.
Maalesef kültür politikaları hiçbir
zaman hükümetlerimizin önceliği olamadı bu ülkede. Bu ülkede,
sanat alanı o kadar yatırımsız bırakıldı ki, tekrar tekrar
söylüyorum, muhalefet cumhurbaşkanlığını kazanırsa, şu anda
makam olarak kullanılan Saray, derhal modern ve çağdaş sanat
müzesine dönüşmelidir. Sanat, yüz kızartıcı şekilde, Atatürk
ve İnönü sonrası tüm hükümetler tarafından yok sayılmıştır.
Muhalefet olarak “Çankaya” kazanıldıktan sonra, yeni
cumhurbaşkanı, bu ülkenin en büyük ayıbını örtecek ve
birbiriyle rekabete girecek şekilde, mesela İstanbul, Eskişehir,
Adana, Diyarbakır, İzmir’den başlayarak, 5 dev çağdaş sanat
müzesinin temelini atmalıdır. (Ankara’yı saymıyoruz,
biliyorsunuz başkentin dev müzesi zaten hazır!). Bunun dışında
her alanda genç sanatçılara, müzisyenlere, yazarlara burslar,
atölyeler, mali destekler, eser satın almalar, kitap-katalog
yayınlama yardımları yapılmalıdır. Yeni orkestraların, yeni
tiyatro kumpanyalarının, yeni kültür merkezlerinin kurulması
konusunda devlet ciddi bir destek vermelidir.
Bir ülkenin dünyadaki en önemli
prestij kriterlerinden biri, modern ve çağdaş sanattaki seviyesi
ve uluslararası plandaki gücüdür. Sanat batı ülkelerinde en
önemli ekonomik sektörlerden biridir. Türkiye yüzünü nihayet
sanata çevirmeye karar verirse, bu alanda hem doğru hamlelerle
uluslararası alanda hem maddi, hem de manevi büyük bir çıkış
kapısı yakalayabilir. Sanatı yok sayarak yaşamak, Türkiye’nin
75 yıldır kendisine yaptığı en acımasız ihanettir.
Bitirmek için kentlere dönecek
olursak, özetle her kentin nüfusuna göre, yüzölçümüne göre,
parklar, ormanlar, kültür merkezleri, spor sahaları, çocuk
parkları, otoparklar, toplu taşımacılık imkanları, emekliler,
hayvanlarını gezdirenler, ve herkese nefes aldıracak imkanlar
sağlanmalıdır. Bu dengelerin ivedi olarak nasıl sağlanacağını
muhalefeti temsil eden cumhurbaşkanı adayları derhal ortaya
koymalıdır. Bu ülke artık devletin sanata sürekli olarak sırtını
döndüğü utanılası koca bir toprak parçası olmaktan
çıkmalıdır. Hem de derhal, bu yıl 9 Temmuz’dan itibaren...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.