UMUT
DOLU BAŞLANGIÇ...
Belgrad Final Four seferine,
yine sevgili oğlum Suphi, 2F1B programını 13 senedir beraber
yaptığımız Ferruh Tanay ve 1907’den yakın
dostlarım Uğur Pasiner, Korkut Erbuğ ve Melih
Mekik’le beraber çıktık. Fazla bir talebimiz yoktu şu
hayattan. Avrupa şampiyonluğunu alıp Euroleague kupasıyla
mest olup zafer naraları atarak Belgrad sokaklarını inletmek
isteyen binlerce Fenerbahçeli arasındaydık. Ayağımızın
tozuyla ilk akşam çıktığımız maçta, Zalgris’i Dixon’un maça
koyduğu inanılmaz ağırlık ve yaratıcılıkla geçtikten
sonra, artık Pazar günü gelecek olan şampiyonluğu
bekleyebilirdik.
Zaten
ondan önce bir kutlama umudu daha vardı: Cumartesi günü tüm
Fenerbahçeliler bu sefer mucizenin kendilerine çalışacağına ve
üç kere son anda kaybettikleri şampiyonluğu kazanacaklarına
inanmışlardı. Yarı şaka yarı ciddi gelen bu umutlar, az
daha gerçekleşecekti de... Çünkü maçların ilk yarısı
bittiğinde Fenerbahçe 2-0 ilerdeydi, Başakşehir takılmış
durumdaydı. Yani Göztepe’nin atacağı tek bir gol, fişi
çekebilirdi Galatasaray’ın damarlarından. Hatta DemBa ve Selçuk,
buna da çok yaklaştılar. Ama olmadı. İkinci yarıda
İzmir’den gol sesi, Gomis’in penaltısıyla
geldi. Hala anlamış değilim, o kritik kararı Terim
nasıl aldı, Gomis nasıl kabul etti de, 3 kere
üst üste penaltı kaçırdıktan sonra beyaz noktanın
başına geçmeyi kabul etti? Neyse,
Galatasaraylı kardeşlerimizi tebrik edip sayfayı çevirelim.
OdaTv’den iki
sene önce size Berlin’de yaşadığımız
bir Final Four felaketini yazmıştım.
Hani CSKA’ya son saniyede kaçırdığımız şampiyonluğu...
2 saniye kala rakibin bir ribaundda parmak ucu ile giren
beraberlik sayısı, uzayan maç ve hakemlerin de yardımıyla
yok olan hayaller. Allah’tan Belgrad’da böyle son
saniyede yaşanan bir hayal kırıklığı olmadı.
Maçın ikinci yarısına 40-38 geride başlayan Real Madrid, 7-0’lık
bir seri yakaladı ve maçın sonuna kadar bu avantajını
bırakmadı. Yani maç aslında o 2-3 dakikada oynandı,
umutlarımız orada boşaldı ve bir türlü ipin ucunu tekrar
yakalayamadık.
MAÇIN
ANALİZİ
Bunu
daima söyleyeceğim. Basketbol kalbe çok zararlı bir spor. Yine
Belgrad’da Stark Arena’daki finalde, hop oturup
hop kalktık. Maça aslında fena
başlamayan Obradoviç’intalebeleri ilk çeyreğin ikinci
bölümünde 3-4 tane 3’lük kaçırıp, Real de yüksek
şut yüzdesine geçince, ilk çeyreği 21-17 geride kapadılar.
Bu ilk bölümün tek parlayan ismi, pota altını çok iyi ve
özgüvenli kullanan Ahmet Düverioğlu’ydu.
İkinci
çeyrekte skor 25-17’ye kadar geriledikten sonra, birden her
maçta ortaya çıkan kahramanlardan biri belirdi. Bu Melli’ydi.
İkinci çeyrekte üst üste bulduğu sayılarla farkı
kapattı ve seyircinin fişini tekrar maça
bağladı. Sloukas ve Wannamaker’in de
katkılarıyla ilk yarı 40-38 sarı lacivertlilerin lehine
sonuçlandı.
İkinci
yarı yukarıda anlattığım kötü şakalarla başlayınca,
Fenerbahçe bir daha eşitliği sağlayamadı. Seyirci şaşkınlık
içinde alerjiyle ilgili anaflaktik şoka
girercesine maça ve şampiyonluğa olan ciddi inancını
hızla yitirirken, her ne kadar Melli direnmeye
çalışsa da devamlı 5-7-8 puan arasında değişen fark, 3.
çeyrek bittiğinde 63-55’le 8 olmuştu.
Dördüncü
çeyrek, Fenerbahçe’nin sanki maçı kaybetmemek
için dakikalar erirken can çekiştiği kritik bir 10 dakikadan
ibaretti. Fark bir ara 10 puana
çıkıverdi. Vesely’nin acizlikle yaptığı
sportmenlik dışı bir faulden gelen puan kayıpları
bardağı taşıran damlalar oldu. Sonuçta Real Madrid maçı
85-80 kazanıp bu dev kupayı 10. kez müzesine götürürdü
ama, o lanet olasıca son saniye mucizesine Fenerbahçe tüm
olumsuzluklara rağmen 2-3 kere yaklaştı. Bobby Dixon’ın nefis
bir üçlüğünün ardından fark birden 81-78’le üçe
iniverdi! Sonraki Madrid hücumunda Fenerbahçe faul yaptı. İlk
atış kaçtıktan sonra ikinci de çemberden döndü ama ne var
ki o Berlin’den beri bizi takip eden parmak uçları yine en
rezil şekilde devreye girdi ve skor tekrar 83-78 oldu, “beraberliğe
giden üçlük” kullanma şansımız yok oldu.
MAĞLUBİYET
NEDENLERİ ÜZERİNE BEYİN FIRTINALARI
Tabii
basketbolun eksperi olmayan benim ve sayısız kişinin
görebildiği bazı şeyleri neden Fenerbahçe
basketin yöneticileri göremediler, bilmiyorum. Bu takımın en
iyi savunmacısı Ekpe ve basketbolumuzun
“Alex’i” Bogdan Bogdanovic bu takımdan
ayrıldıktan sonra yerlerini dolduracak transfer
hamleleri yapılamadı, bu kesin.
Bu
arada final maçında sarı lacivertlilerin normalde büyük
umudu olan Vesely’nin neredeyse sıfır çekmesi, 3
sayıda kalması, Thompson, Nunnally ve Guduric ‘ın gerçekten
“0” çekmeleri, koca finalin yükünün yarısının Melli üzerine
nasıl kaldığının somut verileriydi. Bunlara anlaşılmaz şekilde
bir Obradovic kararı eklendi: Pota altında çok etkili
olan Ahmet 4 faul alınca onu saha kenarına alıp bir daha maça
sokmadı. Halbuki belki Ahmet, maçın başında yaptığı gibi pota
altından 6-7 sayıcık daha çıkarsa, kazanan Kanarya
olacaktı. Çünkü maçın 2. bölümünde Fenerbahçe en az 10-12
puanı pota altında inanılmaz bir beceriksizlikle harcadı. Sonuçta
Fenerbahçe en mükemmel oyununu oynamasa bile jokeri
olarak oynayan Melli’ye yardımcı olmayı başaracak 2.
ismi çıkaramadığı için kaybetti. Yarı finalde yalnız 12
dakika oynayıp 19 sayı üreten ve maçın mucizevi yıldızı
olan Dixon, dün az sahne alabildi. Maçın başında, özellikle
şut ve yaratıcı playmaker potansiyellerini çok iyi
görmüş olan Madrid’in hocası, onu çok sağlam marke
edince, Zalgris maçının MVP’si ( Maçın en
iyi oyuncusu)etkili olmadı. Maçın sonlarında her şeye rağmen
eldeki son koz olarak tekrar sahaya sürülen Dixon’a, güzel
bazı sayı ve hareketlerine rağmen, maçın “kader-kısmet
ikilisi” o saatten sonra fazla şans tanımadı. Onun da
sahada gezinen Sloukas yerine oyuna daha çok girmesi
yerinde olurdu. Datome’mi? O da bu takımın sorumlu vicdanı
ve gizli kaptanı gibi çıktığı maçta, potansiyelinin yarısından
fazlasını kullanamadı. Ya da Sinan Güler veya Melih
Mahmutoğlu son anda “sürpriz 3’lükçüler” olarak devreye
sokulamaz mıydı? İnsanın aklına gelmiyor değil! Ama samimi
olalım: Hiçbirimiz bu takımı ve basketbolu Obradoviç kadar
tanıyamayız... Elbet bir sebebi vardır kararlarının!
Maçtan
sonra sevgili annemin mesajını gecikmeli gördüm: “oyunculara
moral destek”... Diğer arkadaşlarımın mesajları da aynı
doğrultudaydı, mesela halı saha futbol arkadaşım genç Barış
Aktaş: “Çok zoruma giden ve inanamadığım bir diğer vahim
durum ise, salonun dörtte üçünü hatta daha fazlasını
kaplayan Fenerbahçe taraftarının maça SIFIR etki etmesi.. Bu
kadar ruhsuz, sanki televizyon başında maç izler gibi.. Hem de
Final Four finalii!!!”
Bizler
salonda moralsizlik içinde kah oturup kah ayağa
kalkıp bağırırken belki çok fark edemedik bu önderlik
eksikliğini... Ama herkes söylediğine göre demek o da
doğruymuş...
ON
GÜNDE GELEN ÜÇÜNCÜ İKİNCİLİK
Sonuçta
büyük umutlarla girdiğimiz bir finalin daha sonunda hüsran
vardı. Fenerbahçeli olmak, artık böyle bir şey... Kritik,
gergin ve önemli maçları kaybetmek, artık bizlerin kötü
alışkanlığı oldu. Daha 10 gün önce, Akhisar’a karşı
oynanan Türkiye Kupası finalinde, yine bir Aykut Kocamaaaan faciası
yaşanmış ve “Ben Valbuenasız da kazanırım”
inadını yaşama geçirmek isteyen Kocaman sayesinde Akhisar
3-2 kazanıp şampiyon olmuştu. Aynen 2012’de
“Ben Alexsiz de play-off finalini kazanırım”
diye işi inada bindirerek 3 Temmuz’un tarihi finalini
Galatasaray’a hediye ettiği gibi... Neyse
bunlar uzuuuunnn konular, OdaTv hafıza gigabyteları bile
hepsini sığdırmaya yetmeyebilir, bu sayfayı da çevirelim.
Fenerbahçe’de hiçbir başarının cezasız kalmadığı gerçeğini
deşmeyi de geçelim. Aldırma gönül aldırma, diye şarkılar
mırıldanıp, “bir teselli ver” kahvesiyle yolumuza devam
edelim... Euroleague’de Fenerbahçe’yi üç yıl üst üste
finale taşımayı başaran Obradovic ve Fenerbahçe yönetimini
samimiyetle tebrik etmeyi unutmadan!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.