22 Mayıs 2018 Salı

FENERBAHÇE’NİN ŞANSSIZ “ŞEREFLİ İKİNCİLİKLER” YILI​​ | BEDRİ BAYKAM | 21.05.2018



UMUT DOLU BAŞLANGIÇ...
Belgrad Final Four seferine, yine sevgili oğlum Suphi, 2F1B programını 13 senedir beraber yaptığımız Ferruh Tanay ve 1907’den yakın dostlarım Uğur Pasiner, Korkut Erbuğ ve Melih Mekik’le beraber çıktık. Fazla bir talebimiz yoktu şu hayattan. Avrupa şampiyonluğunu alıp Euroleague kupasıyla mest olup zafer naraları atarak Belgrad sokaklarını inletmek isteyen binlerce Fenerbahçeli arasındaydık. Ayağımızın tozuyla ilk akşam çıktığımız maçta, Zalgris’i Dixon’un maça koyduğu inanılmaz ağırlık ve yaratıcılıkla geçtikten sonra, artık Pazar günü gelecek olan şampiyonluğu bekleyebilirdik.
Zaten ondan önce bir kutlama umudu daha vardı: Cumartesi günü tüm Fenerbahçeliler bu sefer mucizenin kendilerine çalışacağına ve üç kere son anda kaybettikleri şampiyonluğu kazanacaklarına inanmışlardı. Yarı şaka yarı ciddi gelen bu umutlar, az daha gerçekleşecekti de... Çünkü maçların ilk yarısı bittiğinde Fenerbahçe 2-0 ilerdeydi, Başakşehir takılmış durumdaydı. Yani Göztepe’nin atacağı tek bir gol, fişi çekebilirdi Galatasaray’ın damarlarından. Hatta DemBa ve Selçuk, buna da çok yaklaştılar. Ama olmadı. İkinci yarıda İzmir’den gol sesi, Gomis’in penaltısıyla geldi. Hala anlamış değilim, o kritik kararı Terim nasıl aldı, Gomis nasıl kabul etti de, 3 kere üst üste penaltı kaçırdıktan sonra beyaz noktanın başına geçmeyi kabul etti? Neyse, Galatasaraylı kardeşlerimizi tebrik edip sayfayı çevirelim.

OdaTv’den iki sene önce size Berlin’de yaşadığımız bir Final Four felaketini yazmıştım. Hani CSKA’ya son saniyede kaçırdığımız şampiyonluğu... 2 saniye kala rakibin bir ribaundda parmak ucu ile giren beraberlik sayısı, uzayan maç ve hakemlerin de yardımıyla yok olan hayaller. Allah’tan Belgrad’da böyle son saniyede yaşanan bir hayal kırıklığı olmadı. Maçın ikinci yarısına 40-38 geride başlayan Real Madrid, 7-0’lık bir seri yakaladı ve maçın sonuna kadar bu avantajını bırakmadı. Yani maç aslında o 2-3 dakikada oynandı, umutlarımız orada boşaldı ve bir türlü ipin ucunu tekrar yakalayamadık. 

MAÇIN ANALİZİ
Bunu daima söyleyeceğim. Basketbol kalbe çok zararlı bir spor. Yine Belgrad’da Stark Arena’daki finalde, hop oturup hop kalktık. Maça aslında fena başlamayan Obradoviç’intalebeleri ilk çeyreğin ikinci bölümünde 3-4 tane 3’lük kaçırıp, Real de yüksek şut yüzdesine geçince, ilk çeyreği 21-17 geride kapadılar. Bu ilk bölümün tek parlayan ismi, pota altını çok iyi ve özgüvenli kullanan Ahmet Düverioğlu’ydu. 
İkinci çeyrekte skor 25-17’ye kadar geriledikten sonra, birden her maçta ortaya çıkan kahramanlardan biri belirdi. Bu Melli’ydi. İkinci çeyrekte üst üste bulduğu sayılarla farkı kapattı ve seyircinin fişini tekrar maça bağladı. Sloukas ve Wannamaker’in de katkılarıyla ilk yarı 40-38 sarı lacivertlilerin lehine sonuçlandı.
İkinci yarı yukarıda anlattığım kötü şakalarla başlayınca, Fenerbahçe bir daha eşitliği sağlayamadı. Seyirci şaşkınlık içinde alerjiyle ilgili anaflaktik şoka girercesine maça ve şampiyonluğa olan ciddi inancını hızla yitirirken, her ne kadar Melli direnmeye çalışsa da devamlı 5-7-8 puan arasında değişen fark, 3. çeyrek bittiğinde 63-55’le 8 olmuştu.
Dördüncü çeyrek, Fenerbahçe’nin sanki maçı kaybetmemek için dakikalar erirken can çekiştiği kritik bir 10 dakikadan ibaretti. Fark bir ara 10 puana çıkıverdi. Vesely’nin acizlikle yaptığı sportmenlik dışı bir faulden gelen puan kayıpları bardağı taşıran damlalar oldu. Sonuçta Real Madrid maçı 85-80 kazanıp bu dev kupayı 10. kez müzesine götürürdü ama, o lanet olasıca son saniye mucizesine Fenerbahçe tüm olumsuzluklara rağmen 2-3 kere yaklaştı. Bobby Dixon’ın nefis bir üçlüğünün ardından fark birden 81-78’le üçe iniverdi! Sonraki Madrid hücumunda Fenerbahçe faul yaptı. İlk atış kaçtıktan sonra ikinci de çemberden döndü ama ne var ki o Berlin’den beri bizi takip eden parmak uçları yine en rezil şekilde devreye girdi ve skor tekrar 83-78 oldu, “beraberliğe giden üçlük” kullanma şansımız yok oldu.

MAĞLUBİYET NEDENLERİ ÜZERİNE BEYİN FIRTINALARI
Tabii basketbolun eksperi olmayan benim ve sayısız kişinin  görebildiği bazı şeyleri neden Fenerbahçe basketin yöneticileri göremediler, bilmiyorum. Bu takımın en iyi savunmacısı Ekpe ve basketbolumuzun “Alex’i” Bogdan Bogdanovic bu takımdan ayrıldıktan sonra yerlerini dolduracak transfer hamleleri yapılamadı, bu kesin. 
Bu arada final maçında sarı lacivertlilerin normalde büyük umudu olan Vesely’nin neredeyse sıfır çekmesi, 3 sayıda kalması, Thompson, Nunnally ve Guduric ‘ın gerçekten “0” çekmeleri, koca finalin yükünün yarısının Melli üzerine nasıl kaldığının somut verileriydi. Bunlara anlaşılmaz şekilde bir Obradovic kararı eklendi: Pota altında çok etkili olan Ahmet 4 faul alınca onu saha kenarına alıp bir daha maça sokmadı. Halbuki belki Ahmet, maçın başında yaptığı gibi pota altından 6-7 sayıcık daha çıkarsa, kazanan Kanarya olacaktı. Çünkü maçın 2. bölümünde Fenerbahçe en az 10-12 puanı pota altında inanılmaz bir beceriksizlikle harcadı. Sonuçta Fenerbahçe en mükemmel oyununu oynamasa bile jokeri olarak oynayan Melli’ye yardımcı olmayı başaracak 2. ismi çıkaramadığı için kaybetti. Yarı finalde yalnız 12 dakika oynayıp 19 sayı üreten ve maçın mucizevi yıldızı olan Dixon, dün az sahne alabildi. Maçın başında, özellikle şut ve yaratıcı playmaker potansiyellerini çok iyi görmüş olan Madrid’in hocası, onu çok sağlam marke edince, Zalgris maçının MVP’si ( Maçın en iyi oyuncusu)etkili olmadı. Maçın sonlarında her şeye rağmen eldeki son koz olarak tekrar sahaya sürülen Dixon’a, güzel bazı sayı ve hareketlerine rağmen, maçın “kader-kısmet ikilisi” o saatten sonra fazla şans tanımadı. Onun da sahada gezinen Sloukas yerine oyuna daha çok girmesi yerinde olurdu. Datome’mi? O da bu takımın sorumlu vicdanı ve gizli kaptanı gibi çıktığı maçta, potansiyelinin yarısından fazlasını kullanamadı. Ya da Sinan Güler veya Melih Mahmutoğlu son anda “sürpriz 3’lükçüler” olarak devreye sokulamaz mıydı? İnsanın aklına gelmiyor değil! Ama samimi olalım: Hiçbirimiz bu takımı ve basketbolu Obradoviç kadar tanıyamayız... Elbet bir sebebi vardır kararlarının!
Maçtan sonra sevgili annemin mesajını gecikmeli gördüm: “oyunculara moral destek”... Diğer arkadaşlarımın mesajları da aynı doğrultudaydı, mesela halı saha futbol arkadaşım genç Barış Aktaş: “Çok zoruma giden ve inanamadığım bir diğer vahim durum ise, salonun dörtte üçünü hatta daha fazlasını kaplayan Fenerbahçe taraftarının maça SIFIR etki etmesi.. Bu kadar ruhsuz, sanki televizyon başında maç izler gibi.. Hem de Final Four finalii!!!”
Bizler salonda moralsizlik içinde kah oturup kah ayağa kalkıp bağırırken belki çok fark edemedik bu önderlik eksikliğini... Ama herkes söylediğine göre demek o da doğruymuş...

ON GÜNDE GELEN ÜÇÜNCÜ İKİNCİLİK
Sonuçta büyük umutlarla girdiğimiz bir finalin daha sonunda hüsran vardı. Fenerbahçeli olmak, artık böyle bir şey... Kritik, gergin ve önemli maçları kaybetmek, artık bizlerin kötü alışkanlığı oldu. Daha 10 gün önce, Akhisar’a karşı oynanan Türkiye Kupası finalinde, yine bir Aykut Kocamaaaan faciası yaşanmış ve “Ben Valbuenasız da kazanırım” inadını yaşama geçirmek isteyen Kocaman sayesinde Akhisar 3-2 kazanıp şampiyon olmuştu. Aynen 2012’de “Ben Alexsiz de play-off finalini kazanırım” diye işi inada bindirerek 3 Temmuz’un tarihi finalini Galatasaray’a hediye ettiği gibi... Neyse bunlar uzuuuunnn konular, OdaTv hafıza gigabyteları bile hepsini sığdırmaya yetmeyebilir, bu sayfayı da çevirelim. Fenerbahçe’de hiçbir başarının cezasız kalmadığı gerçeğini deşmeyi de geçelim. Aldırma gönül aldırma, diye şarkılar mırıldanıp, “bir teselli ver” kahvesiyle yolumuza devam edelim... Euroleague’de Fenerbahçe’yi üç yıl üst üste finale taşımayı başaran Obradovic ve Fenerbahçe yönetimini samimiyetle tebrik etmeyi unutmadan!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.