HİTLER’E ÖZENİP BİR DE AÇIKLAYABİLENLER!
2016’ya girdikten sonra size ilk yazımda, yine “PKK sorunu şöyle, CHP böyle, AKP faşizmi şu rotada” diye vaaz veren bir adam olmak istemiyorum. Bunları zaten biliyoruz. Herbirimiz bu konularda depresyona girmenin arifesindeyiz. Kimi mücadeleyi bırakmaktan söz ediyor, kimisi yazmayı... Cumhuriyeti tam kavrayamamış bazı gençler ise, kapağı yabancı ülkelere atıp orada yaşamaktan dem vurmayı çıkış sanıyorlar. Geçen pazar, Atina’da izlediğim bir uluslararası televizyon kanalı, Erdoğan’ın çekinmeden Hitler’inkini “örnek başkanlık sistemi” olarak tanımlamasından (!) IŞİD teröristlerinin Türkiye’de açıkça eğitim görmelerine kadar, bizi dünya kamuoyunda yerin dibine batıran her bilgiyi fiyonkla paketleyip binbir milletin önüne bırakıverdi.
Aksini söylemeyeceğim. Gerçekten de bu ülkeyi yönetenler, insanı değil siyasetten, hayattan soğutacak kadar koca bir aymazlıkla tüm demokratik eğilim ve inançlarımızı yerle bir, dört kuşak yurttaşı da doğduğuna ve bu devirde yaşadığına pişman ettiler. Ama aslında tüm bunlara göreceli bir önem atfetmek lazım. Tabii ki ben her zaman olduğu gibi demokratik mücadeleden yanayım, ama bu esas durumumuza biraz yukarıdan bakabilmeyi engellememeli.
BUGÜNE EVRENİN VE ZAMANIN TEPESİNDEN BAKABİLMEK...
Hani derler ya, haline şükretmek veya yarının bilinmeyenlerine karşı alçakgönüllülüğünü ve insanlığını korumak için yılda bir hastaneye, hapishanelere veya mezarlıklara gitmek lazım diye! Bir kere bunu kesinlikle uygulamalı. Hastanelerde kim ölüyor, kim kalıyor, kim hangi uzvunun kesilişini izliyor, kim komada kabuslar görüyor... İkincisi hapishaneler. Mesela Silivri’de tutsak aydın veya gazeteci arkadaşlarımızı duruşmada görmek... Daha önce katılmadıysanız, işe Dündar ve Gül’ün mahkemesini izleyerek başlayın. Günlerce, aylarca, yıllarca hapishanelerde çürümeye bırakılan suçsuz mert insanların direnç noktalarından güç almayı bilmek. Bir de tabii çok sevdiğiniz yakınınızın definine katılmak (Allah ölümü uzak tutsun!) veya sevdiklerimizi, aile büyüklerimizi ebedi istirahatgahlarında ziyaret etmek... Bir kere bunları biraz empati hissederek yapmayı başardığınızda, halinizi fazlasıyla kabul ederek savaşmaya devam edeceğinizi görebilirsiniz.
Emin olun bu böyle.
Tabii bir de bunun çok daha ötesi var: Kendi bugününüze “zaman dağı”nın ve evrenin tepesinden bakmak. Benim en meşhur duvar yazılarımdan biri “Ben hiçbirşeyim ama ben herşeyim”dir. Gerçekten de zamanın ve mekanın sonsuzluğunda, ben hiçbirşey değilim. Ama kendime göre, kendi hayatımdan, kendi bedenimden dışarı bakarken ben herşeyim. Bu önermemin önce ilk cümlesine bakalım: Bu evren 13,8 milyar yıl önce bigbang’le başlamış. Aradan yaklaşık 9 milyar yıl geçtikten sonra Dünyamız doğmuş. Bundan 1-2 milyar kadar yıl sonra Dünyamızda yaşam belirmiş ve iki milyon yıl kadar önce atalarımız homo erectus’a gelmişiz. 300.000 yıl kadar önce neandertal insanına geçiş yaptıktan sonra, bildiğimiz şekliyle insan, “homo sapiens”, 150.000 yıl önce ortaya çıkmış ve tarih de ilk çağdan itibaren bir şekilde adım adım bildiğimiz şekliyle kayda alınmış.
KAÇ LİDER GERÇEKTEN TARİHE KALIYOR SANDINIZ?
Böylece ateşi bulan ilk insandan tekeri bulana, duvara ilk sanatı yapandan Caravaggio’ya kadar, düşünmeyi ilk kez becerenden yüzyıllar sonra, İzmir’in güneyinde Miletos kentinde Thales ve onun öğrencisi Anaximander gibi ilk filozoflardan Rousseau ve Kant’a kadar, tarihte iktidar veya özgürlük mücadelesinde iz bırakan Cengiz Han’dan Spartaküs’e, Sezar’dan Fatih Sultan Mehmet’e kadar binlerce isim, hergün bizim elimizden geçen tarihte iz bırakan insanlardan bazıları oldular. Bizlere de kendi ömür dilimimizde, ne yazık ki, bu dönemin Türkiyesi’nde yaşamak rast geldi. Evrenin sonsuzluğunun, dünyanın ve zamanın içinde bir zerreciktir, AKP Türkiyesi. Büyüteçle, ısrarcı şekilde odaklanarak dönemimize baksanız bile yeri sarsılmaz zannedilen DP, AP, ANAP, DYP gibi partilerin yok olduğunu görürsünüz. Herşey sonuçta ünlü filozof Heraklitus’un dediği gibi “akar geçer”. Hiçbir şeye gereğinden fazla yakından bakıp gözünüzde büyütmemek gerekir.Devletleri yönetmeye kalkışanların herbirinin de bir Büyük İskender, bir Attila, bir Hannibal, bir Charlemagne, bir Kanuni, bir Napolyon, bir Atatürk veya Kennedy olduğuna sakın inanmayın. Yüzde doksansekizi güç elindeyken eser gürler, atıp tutar, sonra tarihin derinliklerinde kaybolur gider. Bazılarının ise, unutulup gitme şansı bile olamaz. Dünyaya ve toplumlarına verdikleri veya vermeye çalıştıkları zarar oranında hatırlanırlar. Yani tarihin tersten okunan karanlık sayfalarına girerler. Tanrı kimseyi İdi Amin’in, Pol Pot’un, Mussolini’nin, Hitler’in, Pinochet’nin, Humeyni’nin durumuna düşürmesin... Şu hayatta önemli olan bir isim haline gelmek değil, nasıl hatırlanacağını öngörebilmektir. Kendi döneminizde nefret ektiyseniz, isterseniz som altından türbe yaptırın, pek işe yaramaz!
İşte bu ortamda, içinde kendimizi bulduğumuz dönemde tüm haklarımız için mücadele ederken, herşeye göreceli olarak bakıp, her veriyi bu geçiciliğin tartısı ve makro bakışı ile de ele almamız gerekir. Cumhuriyet, demokrasi, özgürlük adım adım ne bedellerle kazanıldı bu topraklarda; 1876’dan 1908’e, 1923’den 1960’a, 68’e, Gezi günlerine ne bedeller ödenerek gelindi. Bu yazıyı kaleme aldığım Yunanistan neler gördü geçirdi, Cunta günlerinden bugüne.. Önemli olan ana hedeflerden ve insanlığın büyük yürüyüşünden sapmamaktır, ışığın izinde yürürken. Üzerimize zorla indirilmek istenen kara perdeye karşın, ısrarla ve her ne pahasına olursa olsun “bir ağaç gibi hür, bir orman gibi kardeşçe” yaşayabilmektir. Kabusunuzun kefenini yırtıp atın, dünyaya 2030’dan, 2050’den, 5000 yılından da bakmaya çalışın!
ÖDÜN VERMEDEN KARARLILIKLA MÜCADELE EDECEĞİZ
Bırakın tarihten ders almamış olan “onlar”, kendilerini üç gün daha sittin sene bizim trenin makinisti sansınlar. Yaşam bir nefestir, akar gider, diktatörler kimi zaman bir graffitinin ömrüne bile gıptayla bakacak duruma düşerler. Bize yakışan tarihin kanatlarına güvenerek ısrarla bu daracık tünelde bile yarına adadığımız eserleri, kitapları, duruşları, tarihi sözleri mükemmeliyetçilik arayan bir gururla evrene bırakmaktır. Onlara rağmen otosansürsüz, sapmasız, çağdaş yaşamın hiçbir zerresinden ödün vermeden ve tekrar ediyorum kararlılıkla... Ve tabii dayanışmayla! Örneğin spor karşılaşmalarını birbirimizin aleyhine saçma sapan, sahte düşmanlık çekişmelerine dönüştürmeden, utanç verici 5. sınıf şımarık-komik kan davaları yaratmadan izlemek... “Solcular birbirinin kurdudur” söylemini yaşamımızdan sınırdışı ederek...Unutmayın ki onlar çağın tersine gittikleri için, ne yaparlarsa yapsınlar, akıntıya kürek çekiyorlar! Herşey yerine oturtulur sel suları çekildikten sonra. Saray mı? Yarışma açarız gerekirse, en iyi yeni kullanımı ne olabilir diye... Tabii farklı bir dönemde Parlamento, Çankaya Köşkü’nü tarihi misyonuna mutlu bir günde iade edebildikten sonra...
İşte zamana, tarihe ve insanlığa bu geniş pencereden bakmanın ferah yüreğini ve nefesini lütfen aklınızdan bir an çıkarmayın. Göreceksiniz zaman bu bakışı yine haklı çıkaracak. Hani grip olduğunuzda “bu hiç geçmeyecek” zannedersiniz ya? Geçecek, vallahi geçecek!
Aksini söylemeyeceğim. Gerçekten de bu ülkeyi yönetenler, insanı değil siyasetten, hayattan soğutacak kadar koca bir aymazlıkla tüm demokratik eğilim ve inançlarımızı yerle bir, dört kuşak yurttaşı da doğduğuna ve bu devirde yaşadığına pişman ettiler. Ama aslında tüm bunlara göreceli bir önem atfetmek lazım. Tabii ki ben her zaman olduğu gibi demokratik mücadeleden yanayım, ama bu esas durumumuza biraz yukarıdan bakabilmeyi engellememeli.
BUGÜNE EVRENİN VE ZAMANIN TEPESİNDEN BAKABİLMEK...
Hani derler ya, haline şükretmek veya yarının bilinmeyenlerine karşı alçakgönüllülüğünü ve insanlığını korumak için yılda bir hastaneye, hapishanelere veya mezarlıklara gitmek lazım diye! Bir kere bunu kesinlikle uygulamalı. Hastanelerde kim ölüyor, kim kalıyor, kim hangi uzvunun kesilişini izliyor, kim komada kabuslar görüyor... İkincisi hapishaneler. Mesela Silivri’de tutsak aydın veya gazeteci arkadaşlarımızı duruşmada görmek... Daha önce katılmadıysanız, işe Dündar ve Gül’ün mahkemesini izleyerek başlayın. Günlerce, aylarca, yıllarca hapishanelerde çürümeye bırakılan suçsuz mert insanların direnç noktalarından güç almayı bilmek. Bir de tabii çok sevdiğiniz yakınınızın definine katılmak (Allah ölümü uzak tutsun!) veya sevdiklerimizi, aile büyüklerimizi ebedi istirahatgahlarında ziyaret etmek... Bir kere bunları biraz empati hissederek yapmayı başardığınızda, halinizi fazlasıyla kabul ederek savaşmaya devam edeceğinizi görebilirsiniz.
Emin olun bu böyle.
Tabii bir de bunun çok daha ötesi var: Kendi bugününüze “zaman dağı”nın ve evrenin tepesinden bakmak. Benim en meşhur duvar yazılarımdan biri “Ben hiçbirşeyim ama ben herşeyim”dir. Gerçekten de zamanın ve mekanın sonsuzluğunda, ben hiçbirşey değilim. Ama kendime göre, kendi hayatımdan, kendi bedenimden dışarı bakarken ben herşeyim. Bu önermemin önce ilk cümlesine bakalım: Bu evren 13,8 milyar yıl önce bigbang’le başlamış. Aradan yaklaşık 9 milyar yıl geçtikten sonra Dünyamız doğmuş. Bundan 1-2 milyar kadar yıl sonra Dünyamızda yaşam belirmiş ve iki milyon yıl kadar önce atalarımız homo erectus’a gelmişiz. 300.000 yıl kadar önce neandertal insanına geçiş yaptıktan sonra, bildiğimiz şekliyle insan, “homo sapiens”, 150.000 yıl önce ortaya çıkmış ve tarih de ilk çağdan itibaren bir şekilde adım adım bildiğimiz şekliyle kayda alınmış.
KAÇ LİDER GERÇEKTEN TARİHE KALIYOR SANDINIZ?
Böylece ateşi bulan ilk insandan tekeri bulana, duvara ilk sanatı yapandan Caravaggio’ya kadar, düşünmeyi ilk kez becerenden yüzyıllar sonra, İzmir’in güneyinde Miletos kentinde Thales ve onun öğrencisi Anaximander gibi ilk filozoflardan Rousseau ve Kant’a kadar, tarihte iktidar veya özgürlük mücadelesinde iz bırakan Cengiz Han’dan Spartaküs’e, Sezar’dan Fatih Sultan Mehmet’e kadar binlerce isim, hergün bizim elimizden geçen tarihte iz bırakan insanlardan bazıları oldular. Bizlere de kendi ömür dilimimizde, ne yazık ki, bu dönemin Türkiyesi’nde yaşamak rast geldi. Evrenin sonsuzluğunun, dünyanın ve zamanın içinde bir zerreciktir, AKP Türkiyesi. Büyüteçle, ısrarcı şekilde odaklanarak dönemimize baksanız bile yeri sarsılmaz zannedilen DP, AP, ANAP, DYP gibi partilerin yok olduğunu görürsünüz. Herşey sonuçta ünlü filozof Heraklitus’un dediği gibi “akar geçer”. Hiçbir şeye gereğinden fazla yakından bakıp gözünüzde büyütmemek gerekir.Devletleri yönetmeye kalkışanların herbirinin de bir Büyük İskender, bir Attila, bir Hannibal, bir Charlemagne, bir Kanuni, bir Napolyon, bir Atatürk veya Kennedy olduğuna sakın inanmayın. Yüzde doksansekizi güç elindeyken eser gürler, atıp tutar, sonra tarihin derinliklerinde kaybolur gider. Bazılarının ise, unutulup gitme şansı bile olamaz. Dünyaya ve toplumlarına verdikleri veya vermeye çalıştıkları zarar oranında hatırlanırlar. Yani tarihin tersten okunan karanlık sayfalarına girerler. Tanrı kimseyi İdi Amin’in, Pol Pot’un, Mussolini’nin, Hitler’in, Pinochet’nin, Humeyni’nin durumuna düşürmesin... Şu hayatta önemli olan bir isim haline gelmek değil, nasıl hatırlanacağını öngörebilmektir. Kendi döneminizde nefret ektiyseniz, isterseniz som altından türbe yaptırın, pek işe yaramaz!
İşte bu ortamda, içinde kendimizi bulduğumuz dönemde tüm haklarımız için mücadele ederken, herşeye göreceli olarak bakıp, her veriyi bu geçiciliğin tartısı ve makro bakışı ile de ele almamız gerekir. Cumhuriyet, demokrasi, özgürlük adım adım ne bedellerle kazanıldı bu topraklarda; 1876’dan 1908’e, 1923’den 1960’a, 68’e, Gezi günlerine ne bedeller ödenerek gelindi. Bu yazıyı kaleme aldığım Yunanistan neler gördü geçirdi, Cunta günlerinden bugüne.. Önemli olan ana hedeflerden ve insanlığın büyük yürüyüşünden sapmamaktır, ışığın izinde yürürken. Üzerimize zorla indirilmek istenen kara perdeye karşın, ısrarla ve her ne pahasına olursa olsun “bir ağaç gibi hür, bir orman gibi kardeşçe” yaşayabilmektir. Kabusunuzun kefenini yırtıp atın, dünyaya 2030’dan, 2050’den, 5000 yılından da bakmaya çalışın!
ÖDÜN VERMEDEN KARARLILIKLA MÜCADELE EDECEĞİZ
Bırakın tarihten ders almamış olan “onlar”, kendilerini üç gün daha sittin sene bizim trenin makinisti sansınlar. Yaşam bir nefestir, akar gider, diktatörler kimi zaman bir graffitinin ömrüne bile gıptayla bakacak duruma düşerler. Bize yakışan tarihin kanatlarına güvenerek ısrarla bu daracık tünelde bile yarına adadığımız eserleri, kitapları, duruşları, tarihi sözleri mükemmeliyetçilik arayan bir
İşte zamana, tarihe ve insanlığa bu geniş pencereden bakmanın ferah yüreğini ve nefesini lütfen aklınızdan bir an çıkarmayın. Göreceksiniz zaman bu bakışı yine haklı çıkaracak. Hani grip olduğunuzda “bu hiç geçmeyecek” zannedersiniz ya? Geçecek, vallahi geçecek!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.