SONUÇ
BİLDİRGESİ SKANDALI-KONUŞTURULMAYAN BALBAY-PARTİ İÇİ
MUHALEFETİ ÖLDÜREN “İNCE” AYAR-YOKSA BAYKAL DÖNEMİ BİLE
DAHA MI İYİYDİ?-“OTORİTER” KARAYALÇIN’IN DİVAN ZAAFLARI
--HEPSİ BURADA!
19.01.2016
“KURULTAY SONUÇ BİLDİRGESİ”
SKANDALI
CHP Kurultayı
hakkında bu uzun yazıyı toptan okumadan önce, akışta daha sonra
gelecek olan skandal gelişmeyi baştan vereyim de, siz tembellik
etseniz bile öğrenmiş olun. Öncelikle sandalyenize sıkı oturun,
aman sakın düşmeyin!
Ortada abartılı bir durum var.
Cumartesi günü iki arada bir derede, CHP’nin meğer ana kurucu
felsefesi ve tüm DNA’ları ile oynanmış! Hani mecburen okumadan
imzaladığınız banka kredi kartı sözleşmeleri var ya... İşte
aynen onun gibi bir durum. Cumartesi Divan’dan okunduğu iddia
edilen ama orada olmama rağmen farkına varmadığım ve insanların
yüzde doksanının duymadığını, duyanların da içeriğini
anlamadan dinlediğini itiraf ettiği bir “Kurultay Sonuç
Bildirgesi” var. Orada “geçirilenler” arasında 6. ve 11.
maddeler bakın ne diyor: Madde 6: “(...) Yerel yönetimler
güçlendirilmeli, bu doğrultuda ilk adım olarak Avrupa yerel
yönetimler Özerklik Şartı üzerindeki şerhler kaldırılmalıdır”.
Madde 11: “(...) Kürt sorunu eşit
yurttaşlık temelinde, milletin temsil edildiği TBMM zemininde
toplumsal uzlaşma ve ortak akıl ekseninde çözülmelidir”.
Yani ne olmuş biliyor musunuz? Delegeler o gürültülü ortamda
tüzük maddelerine odaklanmışken, saatte 190’la mekanik bir
sesle okunarak meğer o salonda Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm
kimyası değiştirilmiş, İmralı ayarına getirilmiş! Yani
ÖZERKLİK, yani EŞİT YURTTAŞLIK gibi kavramlar, siz uyuklayarak
maç seyrederken damardan zerk edilmiş! Bir uyanmışsınız ki,
cinsiyet değiştirmişsiniz! Anayasa’nın dokunulmaz ilk 4
maddesi, o dev salonda bulunan CHP delegeleri, üyeleri farkına
varmadan, ruhları duymadan, CHP Kurultayı’nda yenilmiş,
yutulmuş, süpürülmüş! Lütfen herkes kendine gelsin!
CHP’ye, Atatürk’ün Cumhuriyet’i kuran iradesine kimlik
değiştirtmek bu kadar kolay mıdır? Böyle oldu-bittiyle
alelacele okutulup değiştirilecek basit bir detay mıdır? Bir
Parti’yle, bir halkla, ulusla bu kadar alay edilir mi? Hemen
yeni Parti Meclisi’ni alarm zilleriyle ivedi toplantıya
çağırıyorum! Bu sonuç bildirgesi derhal iptal edilmelidir ve
kabul edilemez! Kılıçdaroğlu ekibi, bu konuları, bu sonuçlara
ulaştırmak istiyorsa, bunu gümbür gümbür, açıkça, gücü
yetiyorsa savaşını Parti içinde (ve dışında) vererek yapmaya
mecburdur! Bunlar satır aralarında geçiştirilir, yutturulur
haplar olamaz!
PEKİ BAŞKA NELER OLDU?
Şimdi gelelim bu dramatik gelişmeden
önce ve sonra yaşananlara... 35. Olağan Kurultay’da da yine ne
yazık ki umut, heyecan ve ruh yoktu. Kılıçdaroğlu’nun ekibine
sorsanız, eminim yine “her şey güzel geçti” derler.
Çünkü halkın beklentileri ile Parti yöneticilerininki hiç
uyuşmuyor. Başta CHP üye ve seçmenleri olmak üzere, halk “Yeni
CHP” ile değil “Yeniden CHP” ile heyecanlanmak
istiyor. (ilk bu sloganı kullanan kimdi?) “Nasıl iktidar
oluruz?” sorusuna somut yanıtlar duymak istiyor. Parti içi
demokrasi sorunlarının toptan aşılıp bir daha gündeme
gelmemesini bekliyor. Ama bunlar bir türlü olamıyor... Emin olun,
bu Kurultay’dan önce yine safça küçük umutlarım vardı.
Hatalardan dönülecek, gerçekten halkın sesi ve eleştirilerin
içerikleri değerlendirilecek filan falan... Ne gezer? Eski tas,
eski hamam sürüyor. Hem de beteriyle!
Kılıçdaroğlu, Kurultay konuşmasını
yaparken delegeler arasında pek dinleyen yoktu. Zaten kimin ne
dediğiyle, neyi savunduğu ya da eleştirdiğiyle ilgisi o kadar yok
ki, kendisi de, iki yılda bir tüm CHP örgütünün bir araya
gelebildiği tek fırsat olan Kurultay’da konuşmasını bitirir
bitirmez yine salonu terk etti. Hem de RTE’ye yönelttiği “sokakta
halkının arasında korumasız gezemiyor” eleştirisinin bir
benzerini yapıp, başkanı olduğu partinin Kurultay salonuna en az
20 kişilik koruma ve yakın örgüt çemberinde acilen girip
çıkarak... Konuşması, adet yerini bulsun diye yapılan bir “ana
gündem maddesini baştan savma işlemi”ydi sanki. Nerede
2010’da ilk defa Genel Başkan seçildiğinde salonu heyecandan
köpürten Kılıçdaroğlu, nerede geçen hafta sonu izlediğimiz
Kılıçdaroğlu! Ne yazık ki yine anladık ki, halkın nabzını
tutma, tabanını dinleme, değerlendirme ve hatalardan ders alma
kavramları Kılıçdaroğlu’nun “fıtratında” yok.
DEMOKRASİYİ SEVEN KİM VAR
DEMİŞTİNİZ?
Yeminle söylüyorum, bu ülkede
demokrasiyi seven belki de hiç kimse yok! Konu yalnız RTE veya AKP
değil. CHP’de de yönetim Mustafa Balbay’ın aday olamaması
için elinden geleni yaptı. Bu konuda İl Başkanları ve
delegelerin hissedilir bir Genel Merkez baskısına alındığının
aksini söyleyebilen var mı? Kendi içinden teorik olarak bile
alternatif çıkaramayan bir Parti haline getirdiler artık CHP’yi.
Balbay’ın bal tadında yapabileceği müthiş bir konuşmayı
böylece engelledi CHP. Tüm yöneticiler kaleyi iyi korudukları
için gurur duyabilirler! Sayın Kılıçdaroğlu’nun
“seçildikten sonra” (!) en azından delegelere yönelik bir
teşekkür konuşması bile yapamamasının ardında, bu bilinçaltı
suçluluk hissi olmalı! Ama bir de bugün grup toplantısında
başka bir yorum yaptı Kılıçdaroğlu: “Biz Partimize 1.
sınıf bir demokrasi getiriyoruz, mesela kimseyi kapının dışına
koymuyoruz” dedi. Bundan da anlayacağımız şu: Balbay,
130 imzayı toplayamamasına üzülmesin. Kapı dışarı konmadığına
sevinsin!
Balbay’ın hissettiklerini herhalde
bugün Türkiye’de en iyi anlayabilecek kişi benim. Baykal’ın
CHP’si de 2003’te benim emeklerimi, yurt gezilerimi ve hazır
plan-proje ve tüzük devrimi önerilerimi hiçe sayarak, Türk
siyasi tarihinin gördüğü en büyük hukuksuzluklardan birine imza
atmıştı. Gerekli imza sayısının (%5) iki mislini toplamama
rağmen, Genel Başkanlık seçimine 1 saatten az kala Kurultay’da
bir tüzük değişikliği ile bu rakamı, ek bir sürü zorluk
getirerek %20’ye çıkartmış, bu faşizan değişikliği de hemen
oracıkta uygulamaya koyuvermişti. O günkü yönetimin o Kurultay’ı
kaybetmemek için bulabildiği tek yöntem, masayı böyle yerle bir
etmekti! İşte 24 Ekim 2003 tarihinden beri, CHP’de bir tek kez
daha rakipli bir Genel Başkan seçimi ne mantıklı, ne legal ne de
huzurlu bir şekilde yapılabildi. Bu sefer de Balbay’ın ekarte
edilmesiyle önü boşaltılan Kılıçdaroğlu, kendisini başkanlığa
öneren zorlama imzalardan 110 adet daha az oyla, 990’la seçildi.
Bunun ağır nedenleri üzerinde dikkatlice düşünmeli...
Kılıçdaroğlu, Baykal ve ekibinden, Parti’de dizginleri
kimseye ödün ve nefes bırakmadan elinde tutmayı iyi öğrenmiş.
Ama Baykal’ın hiç olmazsa imajını havada tutan hazır-kıta
alkışçı, “Baykalcı” ekipleri vardı. Bugün artık o işleri
ağız tadıyla sürdürecek bir ekip bile kalmamış ortalarda!
Dolayısıyla Genel Başkan, medyada duyulduğu gibi şayet üç
büyük kentin İl Başkanlarını toplayıp “ben sizin
yüzünüzden listemin yarısını deldirdim, suç sizde” diye
yakınıyorsa, bence aynaya bakıp kendi kendine sormalı: “Ben
gerçekten Türkiye’yi her konuda en iyi idare edecek kadroları mı
seçiyorum, yoksa Parti’yi elimde tutmak için elzem olan ekibi
oluşturmakla mı yetiniyorum?”. Yine Parti’nin yayınladığı
Kurultay Sonuç Bildirgesi’ne dönersek, 4. madde şunu söylüyor:
“Siyasi Partiler Yasası ve seçim yasaları, milli iradenin
kusursuz temsilini sağlamak üzere değiştirilmeli, lider sultasına
son verilerek milletin vekilini milletin seçeceği, halkın
iradesinin Meclis’te baraja takılmadan temsil edilebileceği
demokratik siyaset rejimi getirilmelidir”. Bu konuda samimi
olan bir Parti, kendi uyguladığı yöntemlere bakmadan bu cümleleri
kuramaz. Parti’de iktidar, iç muhalefetini ofsaytta bırakıp,
haklarını gasp etme anlayışını artık terk etmeden bu büyük
cümleleri kullanamayacağını bilmeli, kendi iddialarının
gereğini yapmalı.
Şunu eklemekten kendimi alamıyorum:
Türkiye ligine bakarak milli takım için on biri seçecek olan bir
teknik direktör Kılıçdaroğlu gibi davransa, Türkiye Futbol
Federasyonu kendisine iki ay içinde “yolunuz açık olsun, güle
güle” derdi!
MUHALEFETİN AYAĞINDAKİ PRANGA:
MUHARREM İNCE
Aslında Balbay’ın veya başka
adayların önünü kesen kişi, Kılıçdaroğlu’ndan çok
Muharrem İnce oldu. İki dönemdir kendisini Kılıçdaroğlu’na
rakip gösteren İnce, aslında 4 yıldır Kılıçdaroğlu’nu
koruyan gizli güç haline dönüştü. Parti‘de yönetimden memnun
olmayan delegelerin saygı göstererek önünü açtığı İnce, tüm
bu süreçte gösterdiği egosantrizm, diyalog ve dayanışmadan
yoksun tavır ve buna karşın ortalığı doldurduğu yanılsamasını
veren medyatik şov politikalarıyla gerçekten sonuç alabilecek bir
muhalefetin dayanışma içinde oluşmasını net olarak engelledi.
İnce’nin, Kılıçdaroğlu ile ilgili eleştirilerini ilk üç
dakika dinleyen biri muhteşem bir rüzgar kopacak diye bekler, ama
boşuna... Ne bir plan, ne bir proje, ne muhalefetin diğer
isimleriyle ne de katkı vermek isteyenlerle bir temas... Benim
2004’te çıkan ve Baykal dönemini eleştiren “Korku
İmparatorluğu” kitabımın adını sloganlaştıran kısır
ve spotlarla süslenmiş bir söylem, hepsi bu... Gerisine
girmeyeceğim. Ama özetle, koca bir zaman kaybı var ortada. Dolaylı
olarak bu şekilde koruma altına alınan Kılıçdaroğlu ve ekibi,
İnce sayesinde yine ikinci defa karşısında ciddi bir muhalefet
bloku görmekten kurtuldu. İnce ortalığı velveleye verip
ateşledikten sonra, desteğini başka hiç bir adaya devretmeden,
kendini adım adım pasifize etti ve çekildi. Umarım CHP’de
yeni bir yönetim anlayışı arayanlar artık bu gerçeği
görebilmişlerdir ve iki yıl sonra aynı “İnce ayar” hatasına
3. kez düşmezler.
BU KURULTAY’DAN ARTA KALAN
İNCİLER...
Murat Karayalçın, ne yazık ki
Kurultay’ı hiç iyi idare edemedi. Öncelikle teneffüste gürültü
yapan öğrencileri azarlar gibi, her Kurultay’da olduğu kadar
kulis yapan delegeleri azarlaması, zavallı davulcunun bile bundan
nasibini alması abartılı ve gereksiz bir otorite arayışıydı.
Gören kendisini ilk defa CHP Kurultayı izliyor sanabilirdi. Öte
yandan beş dakika ile sınırlı konuşmalarda uyarısına rağmen
neredeyse 20 dakika tekrarlarla konuşan Gamze Akkuş İlgezdi’ye
söz geçirememesi ve hepsinden önemlisi kimsenin bir şey
anlamadığı tüzük değişikliklerini oylatırken -Sabri Ergül’ün
ikazlarından sonra- iki dakikada orada bulunan 724 (!) delegenin
boyunlarındaki kartları sallamalarıyla (!) EVET’lerini gördüğünü
iddia edebilmesi, fazlasıyla şaşırttı. Parti’de yine Genel
Başkan baskı ve otoriter yönetiminin önünü açan bu maddeler,
daha çok baş ağrıtır. Ayrıca birçok kurultay katılımcısı
ve bana göre, o anda o tüzük önerisine EVET diyen en fazla
350-400 delege mevcuttu salonda. Hangi elektronik göz ve
hokus-pokusla bunu iki dakikada yapabildi, merak ediyor insan! 8 kişi
hayali olarak kafalarında paylaşsalar bile, 724 delegeyi saymak,
herkese 1 saniye düşse dahi en az 724 saniye, yani 10 dakika
civarında sürerdi! Mühim olan tüzük değişiklikleri yapmak
değil, bunları toplumun arzu ettiği yönde, demokrasi yönünde
kullanabilmek. Aynen daha önceki Baykal ekibi gibi, tüzük
değişikliklerini Parti içi “darbe” yapmak, Kurultay Divanı’nı
da kendisine en taraflı hizmeti sunmak için kullanıyor. Bazı
işgüzarlar da, kraldan daha fazla kralcılık oynamaya kalkınca,
Pazar günü bir skandal yaşandı. Oy kullanmaya
geçildiğinde, Divan’da görev verilmiş bir haddini bilmez
yüzünden imajı ağır sarsıldı Kılıçdaroğlu’nun. Divan’dan
delegelere seslenip “diğer Genel Başkan listelerine prim
vermeyin, onlar sahte ve hatalarla dolu, Genel Başkan’ın doğru
listesini kullanın, oy verilecek liste bu” mealinden
kelimelerini seçmeden mikrofonu eline alma cüretini gösteren zat,
az daha Kılıçdaroğlu’nun devrilmesine neden olacak bir çeşit
haklı isyana sebep oluyordu! Bu faşist ötesi “tek liste, tek
lider” emrini verme küstahlığını gösteren bahtsıza ilk
büyük tepkiyi gazeteci İmambakır Üküş verdi. Bunun ardından
da yüzlerce CHP’li, solcu-devrimci kimliklerini bir an için
hatırlayıp en ağır tepkilerle, ıslıklarla ve yuhalamalarla
Divan’a yürüdüler. Belki de iki günlük Kurultay sürecinde,
CHP’nin kendi kimliğini hatırladığı yegane an, orada
yaşandı...
VERİLEN SÖZLER VE HER ŞEYE KARŞIN
UMUTLAR...
İlk gün yaptığım konuşmada,
tahmin edebileceğiniz Türkiye analizlerimden sonra Silivri’de
yatan Can Dündar, Erdem Gül ve diğer tüm tutuklu gazetecilere
selam yolladım. CHP’lilere şu soruyu sordum: “3.
Havalimanı’na RTE adını verip, Atatürk Havalimanı’nı
kapatmaya kalkarlarsa bunu seyredecek misiniz?”. Hep bir
ağızdan “Hayır!” sözünü verdiler. Umarım o gün
gelmez ve hatırlatmak durumunda kalmam. Bir de “CHP, %25’de
patinaj yapacak Parti değildir, lütfen bu Parti’nin %40
alabileceğine inanmayan hiç kimse aday olmasın!” dedim.
(Yarından itibaren youtube’da konuşmamı bulabilirsiniz).
İtiraf edeyim, aramızda yaptığımız
sohbetlerde bazen “Yahu neye niyet, neye kısmet, acaba Baykal
dönemi bile daha mı iyiydi?” diye birbirimize cidden sorduk.
Bu Kurultay’ın en önemli getirisi, PM’ye başta Teğmen Mehmet
Ali Çelebi, Ali Özcan, İdris Akyüz, Hakkı Akalın, Ali Özgündüz
gibi sözünü esirgemeyecek ve eleştirel samimiyetine güvenilir
birçok ismin girmiş olması. Bu negatif enerjili Kurultay’ın
böyle bir örgüt tepkisiyle sonuçlanması, önemli bir artı puan.
Kılıçdaroğlu’nu artık PM’de dikensiz bir gül bahçesi
beklemiyor. Başta “Sonuç Bildirgesi” üzerinden bozulmaya
çalışılan Parti DNA’sı olmak üzere, bu sorgulama ve rota
belirleme kapasitesi, CHP’nin önünü belki açabilir diye
ummaktan başka... çok farklı beklentilerimiz olabilir mi, günümüz
Türkiyesi’nde?
Bugün ayrıca değerli dostum,
Hrant Dink’in dinci-ırkçı-yobaz katiller tarafından
katledilişinin yıldönümü. Onu sevgi ve saygıyla anıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.