4 Haziran 2020 Perşembe

DARBELERİN ANASI, 27 NİSAN! | Bedri Baykam | 04.06.2020


BİR SENARYO: Farz edin, AKP seçimi kaybetti ve ana muhalefet partisi oldu. Diyelim ki, iktidardan düştüğü günden itibaren, demokrasiden nasibini almamış “yeni bir iktidarın” tahakkümüyle, önce AKP’nin tüm mallarına el kondu, sonra bu partiyi savunan bütün gazeteciler hapse atıldı ve yayın organlarına kapatma cezaları verildi. Erdoğan, siyasi gezilerinde değişik kent girişlerinde taşlanma ile karşılandı, tehditler savruldu, miting hakkı ve iki kişiden fazlasının yan yana yürümesi bile yasaklandı. Tayyip Bey’i savunan gençlere polis meydan dayakları attı. Kısa kesiyorum, diyelim ki iktidara gelen yeni parti maalesef “iktidarın zulmetme hakkını” kullanmaya çalışıyor; Erdoğan da bu kötü günlerin geçmesini bekliyor ve bir dahaki seçimlere en kararlı şekilde hazırlanıyor. Sonra yeni iktidar partisi veya bir koalisyon, kendi içinden 15 kişilik bir komisyon çıkarıyor ve şunu söylüyor: “Ben güçler ayrılığını iptal ettim. Yasama yürütme ve yargıyı birleştirdim. Şimdi benim 15 milletvekilim AKP’yi yargılayacak ve kendi alacağı kararlarla AKP’li milletvekillerine en ağır cezaları verebileceği gibi, partiyi bile kapayabilecek. AKP’yi savunan basın organları ve gazeteciler de bu soruşturmaya girecek. Ayrıca, kurulan Tahkikat Komisyonu’nun sürdüreceği tüm soruşturmalar gizli celsede ele alınacak ve bunlar hakkında basının hiçbir şey yazma hakkı olmayacak! Siyasi faaliyetler de yasaklanmış olacak. Tayyip Bey, partisinin uydurma gerekçelerle üzerine gidilip kapatıldığını görüyor olacak, ama bunun hakkında basına bile gidemeyecek!” Ayrıca ertesi gün, tüm siyasi faaliyetler yasaklanmış “örfi idare”ye geçilmiş! Partinizin fişi çekilmiş ölüme götürülüyor ve şikâyet edebileceğiniz hiçbir merci yok! Seçim umudu mu? Hani hep tekrarlıyorlar ya, “seçimle gelen seçimle gider”, işte ufukta normal hiçbir seçim yok, olsa olsa da ana rakip parti kapatıldıktan sonra göstermelik birkaç küçük parti ile “Seçim yapıldı!” diyebilmek için bir ortaoyunu sahneye konacak! Ne yapardı Tayyip Bey? O bildiğimiz sert ve mangalda kül bırakmayan sesiyle, tarihten örneklerle ortalığı birbirine katardı! “Hayır Tayyip Bey öyle yapmazdı. Partisinin kapatılmasını, kendisinin veya milletvekillerinin hapse atılmasını seyreder, kaderine razı olur, usluca karanlığa gömülmeyi kabul ederdi” diyorsanız, o sizin tahmininiz! Bence akıl almaz saldırılara karşı isyan eder ve kitleleri sokağa çağırırdı… (Tıpkı 15 Temmuz gecesi yaptığı gibi)
27 Nisan 1960’a gelene ve daha sonra 27 Mayıs yaşanana kadar, İsmet İnönü ve CHP’nin yaşadığı da aynen buydu! İsmet Paşa son saniyeye kadar mucizeyi deneyip, Demokrat Parti’nin bu hayati hatadan dönebilmesi için çok uğraştı. İnanıyorum ki, belki ilk defa 27 Nisan’da geri dönüşü olmayan bir sivil darbe yapıldığını bu cümlelerle size hissettirmeyi başardım. O gün anayasa yırtıldı, ülkenin rejimine saldırıldı, partiler kanununa ve siyasetçilerin bireysel vatandaşlık haklarına saldırıldı ve bir parti, ülkenin parlamentosunu ve demokratik yapısını çöpe attı. Daha da ötesinde, ufukta herhangi bir olası seçim şansı da bırakılmadı. 27 Mayıs hakkında size anlatılan “darbelerin anasıdır” sözünün esasında neden yalnız 27 Nisan hakkında sarf edilebileceğini bilmem şimdi anlatabildim mi? O tarihte Demokrat Parti’nin 12 Nisan’da kurduğu “Tahkikat Encümeni”ne olağandışı yetkiler verildi ve demokrasinin ipi çekildi. Geçen hafta Emre Kongar’ın “İlk Darbe: 28 Nisan 1960 Tahkikat Encümeni” başlıklı makalesi, şu an okuduğunuz hakikatleri paylaşmamda tetikleyici olmuştur, kendisine çok teşekkür ederim.
Eminim bu kurduğum farklı analoji ile AKP’li siyasetçiler veya 27 Mayıs hakkında aynen onlar gibi konuşan Sayın Kılıçdaroğlu da esasında 27 Nisan’da neler yaşandığını belki ilk defa anlayabilecekler.
Türkiye’de bu sene yine, 27 Mayıs’ın 60. yıl dönümünde beklenen linç kampanyası yaşandı. Bütün darbeler aynı sepete kondu, çalkalandı ve yine sonuç ilan edildi: “Hepsi kötüdür, en kötüsü de bu darbelerin anası olan 27 Mayıs’tır.” Böyle hoyrat ve genellemeci özetler, oportünist ve “güvenlidir.” Böylece “politically correct” olarak risk almadan, önemli gibi bir beyan vermiş olursunuz. Halbuki tarihten böyle bahsedilemez. Bu bilimsellikten uzak anlamsız bir yaklaşımdır. Tarihte her dönemin ayrı gerçekleri ve koşulları vardır. Bu şekilde tarihten söz edebilenler, ancak dünü bugünün konforuyla kafalarına göre deforme ederek, siyasete malzeme olarak kullanmak isteyenlerdir.


İKTİDARI, KENDİSİNİN İMTİYAZLI ZULMETME MAKAMI OLARAK GÖRENLER
Üç idam büyük bir hataydı. İsmet İnönü, son saniyeye kadar onları durdurmak için uğraştı ama başaramadı. Bu ağır hata, 1960 baharına ve 10 yıllık DP iktidarına sığan felaketleri yok saymamız için bir neden değildir. İdamlar ne kadar korkunç bir hataysa, DP’nin yaptığı darbe de o kadar affedilmez bir suçtur. Yıllardır empoze edilenin aksine, tarihi 1961 Anayasası da bu ülkenin yüz akıdır.
Evet, ortada 1960 baharında yaşanan bir kara leke var. Ama o tarih 27 Mayıs değil, net olarak yukarıda aktardığımız gibi 27 Nisan, yani Tahkikat Komisyonu’nun ülkemizi karanlığa soktuğu gündür. 27 Mayıs, yasadışı darbenin etkisiz hale getirilmesinden ibarettir.
Bir makaleye sığmayacak olan bölüm, 1950-60 arasında DP’nin demokrasi ve insanlığa karşı işlediği ağır suçların dökümüdür. Bunlar maalesef, sayfalarda yeri sınırlı gazete köşelerine değil ancak tez konularına ve dev kitaplara konu olabilir. Yalnız sembolik olarak bazılarını hatırlatmakla yetineceğim: Osman Bölükbaşı’na oy verip onu milletvekili seçtirdiği için Kırşehir’i il statüsünden ilçe statüsüne düşürmek, DP’ye kaydolanları Devlet Radyosu’ndan “Vatan Cephesi’ne geçenler” diye her gün anons ederek yüceltme propagandası yapmak/böylece toplumun diğer yarısını nifak cephesi gibi göstermek, 250’ye yakın basın mensubunu hapse atmak, son dakika sansürleri ile manşetlerin sildirildiği, yazısız, boş bırakılmış sütunlarla gazeteleri çıkarmaya zorlamak, Kayseri ve Uşak’ta İnönü’ye kent girişinde taşlama ve saldırı, Topkapı’da linç girişimi, tutuklanan siyasetçiler, dövülen öğrenciler ve rektörler... Bu sonsuz listeyi lütfen kendiniz araştırın.
Biz bugüne kadar şu büyük hatayı yaptık: Bu uzun zulüm listesine, Tahkikat Komisyonu’nu ve 27 Nisan’ı, “bu da en önemlisi” desek bile araya veya en sona koyduk. Dolayısı ile diğer suçlar arasında 27 Nisan darbesinin “kaynamasına” neden olduk. Gerçeklerin öğrenilebileceği tüm bilgi kaynaklarının önü kesilmişken, konunun ne olduğunu zaten pek bilmeyen yeni neslin, bunu neden algılayamadığına şaşırıyor muyuz? DP iktidarı boyunca yaşananlar, demokrasinin verdiği iktidarı, kendisinin “zulüm yapma hakkı” olarak gören iptidai, herhangi bir demokrasi ile yönetilen ülkenin siyasetçisi olmayı hazmedememiş insanların vukuat dökümünden ibarettir.
Yarın aynı konunun devamında darbe, idamlar, devrim ve 1961 Anayasası’nı ele alacağım.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.