BİR SENARYO: Farz edin, AKP seçimi
kaybetti ve ana muhalefet partisi oldu. Diyelim ki, iktidardan
düştüğü günden itibaren, demokrasiden nasibini almamış “yeni
bir iktidarın” tahakkümüyle, önce AKP’nin tüm mallarına el
kondu, sonra bu partiyi savunan bütün gazeteciler hapse atıldı ve
yayın organlarına kapatma cezaları verildi. Erdoğan, siyasi
gezilerinde değişik kent girişlerinde taşlanma ile karşılandı,
tehditler savruldu, miting hakkı ve iki kişiden fazlasının yan
yana yürümesi bile yasaklandı. Tayyip Bey’i savunan gençlere
polis meydan dayakları attı. Kısa kesiyorum, diyelim ki iktidara
gelen yeni parti maalesef “iktidarın zulmetme hakkını”
kullanmaya çalışıyor; Erdoğan da bu kötü günlerin geçmesini
bekliyor ve bir dahaki seçimlere en kararlı şekilde hazırlanıyor.
Sonra yeni iktidar partisi veya bir koalisyon, kendi içinden 15
kişilik bir komisyon çıkarıyor ve şunu söylüyor: “Ben
güçler ayrılığını iptal ettim. Yasama yürütme ve yargıyı
birleştirdim. Şimdi benim 15 milletvekilim AKP’yi yargılayacak
ve kendi alacağı kararlarla AKP’li milletvekillerine en ağır
cezaları verebileceği gibi, partiyi bile kapayabilecek. AKP’yi
savunan basın organları ve gazeteciler de bu soruşturmaya girecek.
Ayrıca, kurulan Tahkikat Komisyonu’nun sürdüreceği tüm
soruşturmalar gizli celsede ele alınacak ve bunlar hakkında
basının hiçbir şey yazma hakkı olmayacak! Siyasi faaliyetler de
yasaklanmış olacak. Tayyip Bey, partisinin uydurma gerekçelerle
üzerine gidilip kapatıldığını görüyor olacak, ama bunun
hakkında basına bile gidemeyecek!” Ayrıca ertesi gün,
tüm siyasi faaliyetler yasaklanmış “örfi idare”ye geçilmiş!
Partinizin fişi çekilmiş ölüme götürülüyor ve şikâyet
edebileceğiniz hiçbir merci yok! Seçim umudu mu? Hani hep
tekrarlıyorlar ya, “seçimle gelen seçimle gider”, işte
ufukta normal hiçbir seçim yok, olsa olsa da ana rakip parti
kapatıldıktan sonra göstermelik birkaç küçük parti ile “Seçim
yapıldı!” diyebilmek için bir ortaoyunu sahneye konacak! Ne
yapardı Tayyip Bey? O bildiğimiz sert ve mangalda kül bırakmayan
sesiyle, tarihten örneklerle ortalığı birbirine katardı! “Hayır
Tayyip Bey öyle yapmazdı. Partisinin kapatılmasını, kendisinin
veya milletvekillerinin hapse atılmasını seyreder, kaderine razı
olur, usluca karanlığa gömülmeyi kabul ederdi” diyorsanız,
o sizin tahmininiz! Bence akıl almaz saldırılara karşı isyan
eder ve kitleleri sokağa çağırırdı… (Tıpkı 15 Temmuz gecesi
yaptığı gibi)
27 Nisan 1960’a gelene ve daha
sonra 27 Mayıs yaşanana kadar, İsmet İnönü ve CHP’nin
yaşadığı da aynen buydu! İsmet Paşa son saniyeye kadar
mucizeyi deneyip, Demokrat Parti’nin bu hayati hatadan dönebilmesi
için çok uğraştı. İnanıyorum ki, belki ilk defa 27 Nisan’da
geri dönüşü olmayan bir sivil darbe yapıldığını bu
cümlelerle size hissettirmeyi başardım. O gün anayasa
yırtıldı, ülkenin rejimine saldırıldı, partiler kanununa ve
siyasetçilerin bireysel vatandaşlık haklarına saldırıldı ve
bir parti, ülkenin parlamentosunu ve demokratik yapısını çöpe
attı. Daha da ötesinde, ufukta herhangi bir olası seçim şansı
da bırakılmadı. 27 Mayıs hakkında size anlatılan “darbelerin
anasıdır” sözünün esasında neden yalnız 27 Nisan hakkında
sarf edilebileceğini bilmem şimdi anlatabildim mi? O
tarihte Demokrat Parti’nin 12 Nisan’da kurduğu “Tahkikat
Encümeni”ne olağandışı yetkiler verildi ve demokrasinin ipi
çekildi. Geçen hafta Emre Kongar’ın “İlk Darbe: 28
Nisan 1960 Tahkikat Encümeni” başlıklı makalesi, şu an
okuduğunuz hakikatleri paylaşmamda tetikleyici olmuştur, kendisine
çok teşekkür ederim.
Eminim bu kurduğum farklı analoji ile
AKP’li siyasetçiler veya 27 Mayıs hakkında aynen onlar gibi
konuşan Sayın Kılıçdaroğlu da esasında 27 Nisan’da neler
yaşandığını belki ilk defa anlayabilecekler.
Türkiye’de bu sene yine, 27 Mayıs’ın
60. yıl dönümünde beklenen linç kampanyası yaşandı. Bütün
darbeler aynı sepete kondu, çalkalandı ve yine sonuç ilan edildi:
“Hepsi kötüdür, en kötüsü de bu darbelerin anası olan 27
Mayıs’tır.” Böyle hoyrat ve genellemeci özetler,
oportünist ve “güvenlidir.” Böylece “politically
correct” olarak risk almadan, önemli gibi bir beyan vermiş
olursunuz. Halbuki tarihten böyle bahsedilemez. Bu bilimsellikten
uzak anlamsız bir yaklaşımdır. Tarihte her dönemin ayrı
gerçekleri ve koşulları vardır. Bu şekilde tarihten söz
edebilenler, ancak dünü bugünün konforuyla kafalarına göre
deforme ederek, siyasete malzeme olarak kullanmak isteyenlerdir.
İKTİDARI, KENDİSİNİN İMTİYAZLI
ZULMETME MAKAMI OLARAK GÖRENLER
Üç idam büyük bir hataydı. İsmet
İnönü, son saniyeye kadar onları durdurmak için uğraştı ama
başaramadı. Bu ağır hata, 1960 baharına ve 10 yıllık DP
iktidarına sığan felaketleri yok saymamız için bir neden
değildir. İdamlar ne kadar korkunç bir hataysa, DP’nin yaptığı
darbe de o kadar affedilmez bir suçtur. Yıllardır empoze edilenin
aksine, tarihi 1961 Anayasası da bu ülkenin yüz akıdır.
Evet, ortada 1960 baharında yaşanan
bir kara leke var. Ama o tarih 27 Mayıs değil, net olarak yukarıda
aktardığımız gibi 27 Nisan, yani Tahkikat Komisyonu’nun
ülkemizi karanlığa soktuğu gündür. 27 Mayıs, yasadışı
darbenin etkisiz hale getirilmesinden ibarettir.
Bir makaleye sığmayacak olan bölüm,
1950-60 arasında DP’nin demokrasi ve insanlığa karşı işlediği
ağır suçların dökümüdür. Bunlar maalesef, sayfalarda yeri
sınırlı gazete köşelerine değil ancak tez konularına ve dev
kitaplara konu olabilir. Yalnız sembolik olarak bazılarını
hatırlatmakla yetineceğim: Osman Bölükbaşı’na oy verip onu
milletvekili seçtirdiği için Kırşehir’i il statüsünden ilçe
statüsüne düşürmek, DP’ye kaydolanları Devlet Radyosu’ndan
“Vatan Cephesi’ne geçenler” diye her gün anons ederek
yüceltme propagandası yapmak/böylece toplumun diğer yarısını
nifak cephesi gibi göstermek, 250’ye yakın basın mensubunu hapse
atmak, son dakika sansürleri ile manşetlerin sildirildiği,
yazısız, boş bırakılmış sütunlarla gazeteleri çıkarmaya
zorlamak, Kayseri ve Uşak’ta İnönü’ye kent girişinde taşlama
ve saldırı, Topkapı’da linç girişimi, tutuklanan siyasetçiler,
dövülen öğrenciler ve rektörler... Bu sonsuz listeyi lütfen
kendiniz araştırın.
Biz bugüne kadar şu büyük hatayı
yaptık: Bu uzun zulüm listesine, Tahkikat Komisyonu’nu ve 27
Nisan’ı, “bu da en önemlisi” desek bile araya veya en sona
koyduk. Dolayısı ile diğer suçlar arasında 27 Nisan darbesinin
“kaynamasına” neden olduk. Gerçeklerin öğrenilebileceği tüm
bilgi kaynaklarının önü kesilmişken, konunun ne olduğunu
zaten pek bilmeyen yeni neslin, bunu neden algılayamadığına
şaşırıyor muyuz? DP iktidarı boyunca yaşananlar,
demokrasinin verdiği iktidarı, kendisinin “zulüm yapma hakkı”
olarak gören iptidai, herhangi bir demokrasi ile yönetilen ülkenin
siyasetçisi olmayı hazmedememiş insanların vukuat dökümünden
ibarettir.
Yarın aynı konunun devamında darbe,
idamlar, devrim ve 1961 Anayasası’nı ele alacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.