27 Mayıs harekâtına imza atanlar,
Demokrat Parti iktidarının 27 Nisan Darbesi’ni durdurduktan
sonra, benzerine ancak büyük devrimlerde rastlanabilecek ilerici
bir anayasa getirdiler.
Aklı başında insanlar, demokrasi ve
özgürlük sever. Ne darbe, ne militarist baskıcı rejim, ne dini
totaliter rejim, ne Sovyetler’de yaşanmış totaliter rejim, ne de
sivil faşizm isterler... Çünkü her biri, vatandaşa farklı
gerekçelerle de olsa, yasak, tehdit, ceza ve ölümle yaklaşırlar.
ŞİLİ DARBESİ VE PORTEKİZ
KARANFİL DEVRİMİ
Yer, Şili’nin başkenti Santiago…
Yıl, 1973. 11 Eylül günü sosyalist devrimci ve çalışkan
Başkan Salvador Allende, faşist General Pinochet’nin -CIA
destekli- kanlı darbesinde çatışarak kahramanca öldü.
Allende’nin yerine geçen emperyalistlerin kuklası, zulümleriyle
17 yıl iktidarda kaldı. Sayısız muhalifi öldüren, işkenceden
geçiren bir katildi. Bu kanlı askeri darbe, özgürlükleri yok
eden bir rejim getirdi. Halkın seçtiği ve sevdiği lider
indirildi, solcular stadyumlara dolduruldu, infaz edildi.
Yer, Portekiz’in Başkenti Lizbon.
Yıl, 1974. 25 Nisan günü, faşist diktatör Salazar’ın 36
yıllık rejimi, General Antonio de Spinola’nın kansız Karanfil
Devrimi ile son buldu. Sol görüşlü askerlerin kurduğu
Silahlı Kuvvetler Hareketi, o gün stratejik noktaları kan dökmeden
ele geçirdi. Ortada kurşun yağmuru yoktu; tank ve silahların
namlularında karanfiller takılıydı. Aynen 27 Mayıs’ta olduğu
gibi, darbe alt rütbeli askerler tarafından yapıldı. İhtilalden
iki yıl sonra demokrasi tüm kurumlarıyla geldi. Portekiz’de her
yıl 25 Nisan “Özgürlük Günü” olarak parlamento ve
ülke genelinde, resmî olarak coşkuyla kutlanmaya devam ediyor. Siz
bugün gidip bir Portekizli’ye “Ama siz ne kadar faşistsiniz,
askeri bir darbe hiç kutlanır mı?” deseniz, önyargınıza
gülerek bakıp geçerler.
27 Mayıs 1960 İhtilali, Karanfil
Devrimi’nde olduğu gibi hükmünü kendi eliyle yitirmiş siyasal
rejime karşı yapılmış bir harekâttır. Üstelik demokrasinin
-meşru seçimler dahil- tüm unsurlarının geri dönülmez şekilde
yok edildiği bir ortama tekrar güneşi ve baharı getirmiştir.
İlk günden itibaren, sokağa çıkma yasağına rağmen, her yaştan
yüzbinlerce insan tankların üstünde askerlerle marşlar
söylemişlerdir. Tarihe geçen böylesi bir coşku, siparişle elde
edilemez.
Diğer taraftan, işleyen bir
demokraside serbest seçimle iktidara gelen ilk Marksist Başkan
Allende’ye karşı Pinochet’nin yaptığı saldırı, faşist bir
darbeden başka bir şey değildir.
27 Mayıs tam tersine diktatörlüğe
karşı özgür bir anayasa getiren, hapisteki aydınları serbest
bırakan, kısa zamanda demokratik ufuklara açılan rejimi
hazırlayan bir devrimdir. Bir hareketin öncesinde ülkenin
nasıl bir siyasi yapıda olduğunu ve sonrasında nasıl bir yönetim
anlayışına geçiş yaptığının göstergeleri, hamlenin faşist
mi, devrimci mi olduğunu kanıtlar.
1961 ANAYASASI: 1923 DEVRİMİNİN
GÜNCELLENMESİ
1961 Anayasası’nı, Türkiye’nin
bu konudaki en değerli profesörleri hazırlamıştır. Orgeneral
Cemal Gürsel’in onlardan tek talebi
olmuştu: “Her konuda ne yazacağınızı siz bilirsiniz.
Bir hususta sadece sizden ricada bulunuyorum. Lütfen Anayasa’ya
öyle hükümler koyun ki, politikacılar, dini istismar
edemesinler!” Bugün hala
saygıyla anılan ve dünyaya örnek o anayasayı yazanlar, hukukta
Türkiye‘nin yüz aklarıdır: Sıddık Sami Onar, Tarık Zafer
Tunaya, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Nail Kubalı, İsmet Giritli,
Ragıp Sarıca, Naci Şensoy...
1961 Anayasası,
Türkiye’nin geleceğini etkiledi. Sol kitaplar yayınlandı, sol
dergiler çıkmaya başladı. Türk aydınlanması ikinci baharını
yaşamaya başladı; 1923 Devrimi modern dünya ile buluşup güncel
şeklini buldu. 27 Mayıs’ın topluma kazandırdığı en büyük
yapıt olan 1961 Anayasası ile laik devlet yapısına sosyal devlet
ve hukuk devleti kavramları girdi. Bu çağdaş anayasa ile
ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi ve Cumhuriyet Senatosu kurularak
yasaların anayasaya uygunluğu denetlendi, anayasa ihlallerinin
önüne geçildi. Devlet Planlama Teşkilatı, Yüksek Öğrenim ve
Kredi Yurtlar Kurumu, Devlet Personel Dairesi, TSE, Basın İlan
Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumu gibi sosyal ihtiyaçlara cevap
veren çok önemli teşekküller, yine 27 Mayıs’ın eseridir. 1961
Anayasası’yla yargı bağımsızlığını ve hakim güvencesini
sağlayacak Yüksek Hakimler Kurulu oluşturuldu, sosyal devlet,
sendikal haklar, grev ve toplu sözleşme hakkı kurumsallaştırıldı,
üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlandı. Sosyal güvenlik
hakkı, idare işlemlerine yargı yolunun açılması, seçimlerde
hakim güvencesi gibi haklar kazandırıldı. Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın-Fikir İşçileri
Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası,
İlköğretim ve Eğitim Yasası, fen liselerinin açılması,
üniversitelerde uzaktan eğitim gibi sosyal ve hukuk devleti
ilkeleriyle bütünleşen demokratik düzenlemeler yapıldı. 1961
Anayasası’nın en önemli kurumlarından biri Milli Güvenlik
Kurulu’ydu. Bu sayede, hükümet ve TSK
arasında her ay yapılan toplantılarla
doğal bir iyi niyet
diyaloğunun oluşturulması
ve gerilime mahal vermeden olası sorunların
daha en başından çözülmesi
sağlanmıştı. 1961 Anayasası, aydınlanmamızın bir
iftiharıdır.
Bir darbenin, faşist mi devrimci mi
olduğunu gösteren üçüncü kriter, iktidarı elinde ne süreyle
tuttuğudur. Gelir gelmez, ne zaman gideceğinin hesabını yapan
bir müdahalenin uzaktan yakından başka bir emeli olamaz. Pinochet
17 yıl kalır, Spinola 2 yıl! İlki kanlı ve ağır bir bilançoyla
ayrılır, ikincisi harika ve hala kutlanan bir karanfil demokrasisi
bırakarak. 27 Mayıs, faşizmi kullanıp iktidar elde etmek için
gelmiş olsaydı, en az 6-7 yıl kalmaz mıydı?
Bugüne dönersek, siyasetin sürekli
darbelerden söz açması patolojik bir durum. Apayrı bir
dönemdeyiz. Zaten bugünkü TSK ile geçmiş arasında da bir
benzerlik yok. Yassıada’nın “Demokrasi Adası” olmasına
itirazım yok; bir ülkenin gerilimlerinden kurtulması, geçmişiyle
barışması sıhhatlidir. Ama bu yaklaşım, hiçbir zaman başka
gerilimler yaratmamalı, tek bir mercekten konuya bakmamalı.
27 Mayıs’ın artı ve eksilerini
biliyoruz. Fakat 27 Nisan Darbesi’ne karşı 27 Mayıs Harekatı
yapılmasaydı, Türkiye neler yaşayacaktı, onun maliyeti hangi
idamlar, hangi iç savaşlar olacaktı, demokrasi ve Atatürk’ün
partisi bu kaosta nasıl yok edilecekti? Bu soruların yanıtını
verebilecek kimse yok. Halbuki o gün ölüme götürülen Atatürk’ün
partisi ve devrimlerdi.
Keşke Menderes’in istifa
girişimlerine Bayar engel olmasaydı, keşke DP hükümeti seçim
kararı alsaydı. Veya 27 Nisan Tahkikat Komisyonu darbesini yapmak
yerine, ılımlı hareketlere gazetecileri serbest bırakarak
başlasalardı. Dolayısıyla ne 27 Mayıs’a gerek kalsaydı, ne de
o korkunç üzücü idamlar olsaydı. 15 Temmuz’da yaşadığımız
yobaz FETÖ çetesi kalkışmasının, 28 Nisan 1960’da başlayan
darbeler silsilesinin sonuncusu olmasını diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.