Bugün yoğun gündemimizden değil,
başka önemli bir konudan bahsedeceğim. Bu ülkede her zaman
sayısız gerginlik oldu, olacak. Ama bu tarihimizde iz bırakmış
bu zor dönemlerin aydınlarımız, siyasilerimiz tarafından nasıl
dürüstçe bugünün gençlerine ve gelecek kuşaklara aktarıldığı
çok daha önemli bir konu. Çünkü bu hattın temiz olması,
sonsuzluğa giden zaman çizgisinde geleceğimizin sağlıkla
oluşmasını mümkün kılar.
Sol, sosyal demokrat hatta Atatürkçü
birçok gazetecimiz ve siyasimiz ne yazık ki bazı konularda sanki
gerçekleri yansıtmaktan çekiniyorlar. Bunlardan en önemlisi, 27
Mayıs... İki şık var: Ya güncel siyasetteki belirli
konjonktürler nedeniyle oportünist davranarak “darbesever
gözükmemek” için “politically correct”
ve “risksiz” yanıtı vermeye kendilerini mecbur hissediyorlar ya
da açık konuşalım, konu hakkında pek bir şey bilmiyorlar.
Kulaktan dolma bilgilerle, ezberletilen üç klişe cümleyle,
“bildiği yanıldığına yetmeyen” haber ve yorumlarla yakın
tarihimizi genellemeci bir bakışla ele alıyorlar. Hedefleri, 27
Mayıs’ı bugünkü iktidarın ve sağcıların arzuladığı gibi
linç etmek! “Bütün darbeler aynıdır, en kötüsü de ilk
olan 27 Mayıs’tır.”
Açıkça söylüyorum, bu iki şıkkın
ikisi de birbirinden beter. İster “aman şöyle-böyle
görülmeyelim” kompleksi, ister “yetersiz bilgi ile
iddialı fikir sahibi olma” durumları… Bunlar, geçmişinde
Hasan Ali Yücel’in, Falih Rıfkı Atay’ın, Muammer Aksoy’un,
Oktay Akbal’ın, Uğur Mumcu’nun, Ahmet Taner Kışlalı’nın,
Mümtaz Soysal’ın, İlhami Soysal’ın bulunduğu Türk
aydınlanmasının onurlu geçmişine hiç yakışmıyor. Onların
büyük mücadelelerine biraz saygılı olun. Lütfen, bazı kritik
özel konuları bilmiyorsanız ya iki hafta eve kapanıp çalışın
ya da rica edeceğim “o topa hiç girmeyin”. Çünkü 27 Mayıs’ı,
siz yaşadığınız sürece önünüze getirecekler!
Bilmediğiniz konularda, kendi kesimimizin geçmişteki en değerli
siyasetçilerini ve gazetecilerini yok sayarak, üzerlerinden
geçerek, onları adeta “bilinçsiz cahiller” yerine koyarak,
kendinizi anakronik ve yanlış mantık oyunlarıyla onlardan çok
daha değerli, zeki ve bilgili birer aydın gibi göstermeye
çalışmayın. Ayıp oluyor. Kime mi? Başta rahmetli İsmet İnönü
olmak üzere, artık aramızda olmayan ve o günlerde faşist
saldırıları her gün göğüslemiş, kimileri hapislerde
çürütülmeye çalışılmış Kasım Güleklere, Kemal Satırlara,
Suphi Baykamlara, Turan Güneşlere, Metin Tokerlere… Onlar da
demokrasiye müdahale olmasın diye her gün uğraştılar, ancak
Baykam’ın dediği gibi “Menderes, her ihtarı hep blöf
zannetti.”
Lütfen, 4-5 Haziran 2020 makalelerimi
okuyun. Darbe aslında 27 Nisan 1960’da Demokrat Parti
tarafından yapıldı. Tahkikat Komisyonu’na verilen akıl almaz
yetkilerle o gün anayasa, siyasal haklar, basın ve haberleşme
özgürlüğü askıya alındı. Güçler ayrılığı yok edildi.
Demokrasi ve hatta ufuktaki seçimler yerin dibine gömüldü. Zaten,
1950’den beri 10 yılda DP, her gün adım adım demokrasinin
utancı olan uygulamalara imza atmıştı. Kendi içinden çıkardığı
o ucube komisyonla CHP’yi kapatabileceğine, milletvekillerini
zindanlara veya daha ağır cezalara taşıyabileceğine inandı.
Tabii ki darbeler kötüdür, darbe
geleneğini başlatmış olmak kötüdür, ama artık şu yanılgıdan
vazgeçin: “İlk darbe” kesinlikle 27 Mayıs değil, 27 Nisan
1960’dır! Demokrasiyi yok etmek üzere DP’nin hazırladığı
büyük kumpası bilmeyenler, henüz anlamamış olanlar lütfen
araştırsın. “Ne derler sonra” diyen ve oy çıkarları
uğruna hareket eden, “şimdi biz kalkıp herkese her şeyi
anlatamayız” diye kendilerine has oportünist seçimler yapan
siyasiler olabilir; bu tavırlar Atatürkçülerin siyasi duruşuna
yakışmaz. Türk aydınlarına hiç yakışmaz. Böyle bir algıda
tembellik, böyle bir kökten savrulma kabul edilemez!
Demokratik çabalarına ömür üstünden
çok değer verdiğim yakın arkadaşım Fikri Sağlar, CHP Parti
Meclisi’nde beraber yöneticilik yapma onuru yaşadığım sevgili
Celal Topkan, Sözcü Gazetesi’nin çok değerli yazarı Saygı
Öztürk ve daha nicelerine sesleniyorum: Belli ki o dönemleri iyi
etüt etmemişsiniz, olabilir. Lütfen, 1950-60 arasını her zerresi
ile yaşamış ve bugün aramızda olan değerli aydınlar Alev
Coşkun, Yekta Güngör Özden, Altan Öymen, Nurettin Sözen, Hıncal
Uluç, Oktay Ekşi veya Güneri Cıvaoğlu’na buyurun her şeyi
sorun. Uğur Mumcu’nun neden “27 Mayıs ilk aşkımızdı, biz
özgürlük ve demokrasinin ne olduğunu 27 Mayıs’la öğrendik”
dediğini araştırın. Hıncal Uluç’un neden “Bugünün
aydınları, 27 Mayıs’a sövme özgürlüğü dahil, her
özgürlüklerini 27 Mayıs’a borçlular”
dediğini öğrenin. Mümtaz Soysal’ın “27 Mayıs
askerin değil, gençliğin bir hareketiydi” cümlesinin
mantığını anlayın.
Sayın Saygı Öztürk, Sözcü’de
“Yassıada Mahkemesi, tüm özgürlüklerin kaldırıldığı
bir darbe dönemi mahkemesiydi” diyorsunuz. Tersine o dönem,
kaldırılmış ve hatta yok edilmiş tüm
özgürlüklerin büyük bir sevinç ve coşku içinde halka
iade edildiği dönemin ta kendisiydi! Sayın Yekta
Güngör Özden’le aynı gazetede yazıyorsunuz, dünyanın en
beyefendi insanıdır. Kendisini bir öğle yemeğine davet edin,
size her şeyi izah etsin. Değerli siyasetçi kardeşim Fikri
Sağlar, “demokratik açılımı şiar edinmiş genç
cumhuriyetin sivil siyasetine ve siyasetçilerine yapılan bir
saldırıyı bayram olarak yıllarca kutlamak ne kadar doğruydu?”
diye soruyor Birgün’de… Sevgili Fikricim, demokrasi için
ömür boyu savaşmış değerli arkadaşım, tam tersi
oldu: Genç cumhuriyetin sivil siyaset hakkı elinden koparılıp
gasp edildiği için, ufuktaki seçimler ve CHP göz göre göre
ölüme götürüldüğü için gençler sokağa döküldü.
Ayrıca tüm büyük ilerici hamleler, dediğin gibi “demokrasi
ve hukuk karmaşası sonrasında” kendiliğinden oluşmadı.
Esen güçlü demokratik rüzgar ve 1961 Anayasası ile devrimin
bilinçli hamlelerinin sonucunda oluştu. Ordu ve gençlik, 27 Nisan
DP darbesine karşı ayağa kalktı. Çok değerli aydınlarımız
Alev Coşkun, Emre Kongar, Merdan Yanardağ, Suay Karaman, Can Ataklı
veya Ümit Zileli bu fikirleri savunmaya devam ediyorlar!
27 Nisan
mantığının başlattığı tüm faşist darbelere bugün de
karşıyız. İdamlar büyük hataydı, aksini söylemek mümkün
değil. Yassıada demokrasi adası yapılsın, idam kararları
iptal edilsin, hepsine varım. Ama Yassıada’nın tüm
kararlarını iptal etmeye kalkarsanız bakın Uğur Mumcu size 1990
yılından seslenerek ne cevap verir: “Şimdi bugünlerde
deniyor ki ‘Millet Meclisi 27 Mayıs nedeniyle özür
dilesin.’ İhtilali meclis yapmadı ki! Peki DP adına o
kadar hapsettirdiği insanlardan kim özür dileyecek? O zaman o
dönem DP’ye sahip çıkanlar özür dilesin.”
Ve, sevgili meslektaşlarım, sözü
Atatürk’ün tarihi cümlesi ile bitiriyorum, “Doğruları
söylemekten korkmayınız!”
(Tüm
alıntılar, 1990 yılında Atatürk Kültür Merkezi’nde
düzenlediğim 555K isimli sergim için hazırladığım gazetedeki
röportajlardan alınmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.