Türkiye, 15 Temmuz tartışmalarıyla
bir hafta geçirdi. Zaten Ergenekon davaları dolayısıyla FETÖ’nün
marifetleriyle boğuşuyorduk. Halbuki bu tartışmalar hep güdük
kalmaya mahkumdu. Çünkü AKP’nin Türkiyesi’nde aslında artık
yakın tarihi konuşmak mümkün değil. Ağzını açıp konuşan
herkese, sözleri arasından seçilecek kelimelerle hemen “FETÖCÜ”
damgası vuruluyor. Kimsenin, iktidarın yakın tarih
analizlerinden farklı bir şey söyleme hakkı yok. Uğur Mumcu,
Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı veya Abdi İpekçi’nin 27
Mayıs yorumları şimdi yayınlansa, hemen “FETÖCÜ” ilan
edilirler! Hatta Fransız Devrimi’nin serüvenini aktarmaya
kalksalar, bir adım sonra Danton ve Robespierre de FETÖcü ilan
edilir bu ülkede! Dolayısıyla geçiniz! Menderes’in tartışmasız
demokrasi kahramanı olarak sunulmasının şart haline geldiği bir
ülkede tarihi yorumu yapamazsınız.
GÜNDEME TAŞINAMAYAN SORULAR
Ama en azından şunları
söyleyebilirsiniz: Ey AKP’nin sayın vekilleri, siz o korkunç
darbenin Parlamento’da araştırılmasına neden karşı çıktınız?
FETÖ’nün siyasi ayağının deşifre edilmesinden neden bu kadar
çekiniyorsunuz?
Bir de tabii AKP’nin bu konuda
kitleleri ayağa kaldıramamasının arkasında, bazı tavırlarının
samimi bulunmaması var. Nedir bunlar? Ömür boyu “kandırıldık”
kelimesinin arkasına sığınacak şekilde, önünüzü hiç
göremediğinizi itiraf ediyorsunuz. Peki 17 Temmuz sabahından
itibaren “CHP’li ve Atatürkçüler bizi yıllardır ikaz
etmişlerdi, meğer onlar doğruyu görmüş, bizi affedin”
denilmez mi? Mahcup bazı kısık sesli “kandırıldık”
sözleri dışında, bu itirafları hiç yapmadıkları ve Atatürkçü
kitlelerden, Ergenekon-Balyoz mağdurlarından hiç özür
dilemedikleri gibi, Bank Asya’ya üç kuruş para yatıran
garibanları bile suçlu ilan ettiler! Bu da yetmedi, FETÖ’nün
yöntem mirasından başka hiçbir şey olamayacak şekilde, uydurma
senaryolarla SÖZCÜ’nün patronu ve yazarlarından, Meral
Akşener’den FETÖCÜ çıkarmaya kalkışılması, insanları daha
da soğuttu. Mahcubiyetlerini, saldırganlıkla örtmeye
kalkmaları, onları tamamen güvenilmez kılıyor. Ayrıca artık
herkesin bildiği gibi, FETÖ’ye savaş açan iktidar, şimdi de,
başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, başka bir cemaate sırtını
dayama zaafından kurtulamadı. Halbuki Atatürk’ün “Türkiye
şeyhler dervişler, müritler ülkesi olmayacak. En hakiki tarikat,
uygarlık tarikatıdır” sözlerini şiar edinseler,
başlarına bu felaketler gelmezdi. Veya darbeden 7 yıl önce
Parlamento kürsüsünden rahmetli Kamer Genç’in “FETÖ’nün
en büyük zararını siz göreceksiniz Türkiye’de büyük bir
tehlike var” sözlerine karşı, kürsüye
saldıracaklarına, bu ikazın derin anlamını algılamaya
çalışsalardı yine o korkunç saldırıyı Türkiye yaşamazdı.
AKP’NİN FETÖ’YÜ DOKUNULMAZ
KONUMA TAŞIYIŞI
40-50 yıl boyunca sağ siyasetin orta
yerinden tünel kazıp Atlantik’in öteki ucundan çıkıp kaçan
Fethullah Gülen, çeşitli partilere mensup sağcı siyasetçilerin
birçoğunu kendisine mürit haline dönüştürmüştü. Tüm bu
iktidar müptelası siyaset meraklıları, birbirleri arasında çetin
bir yarışa girişmişlerdi: Feto’ya kim daha çok övgü
yağdıracak, kim konuşmasında daha çok ağlayacak veya ağlatacak?
Neler gördük neler! Ne başbakanlar, ne bakanlar, ne
milletvekilleri, ne kurum başkanları bu iptidai yarışların
parçası oldular, neredeyse bir peygambere seslenir gibi yağcılık
ve bağlılık yarışına giriştiler! Kutlu doğum haftası ve
Türkçe Olimpiyatları komedyalarını hatırlayın!
AKP iktidarı 2002 Kasımı’nda
başladıktan sonra, ilginç bir savaşa şahit olmuştuk: Her yıl
Yüksek Askeri Şura toplantısında (YAŞ), Genelkurmay Başkanı ve
yüksek rütbeli komutanlar, anti-laik faaliyetleri-tavırları ve
isimleri tarikatçılık istihbaratlarına karışan çeşitli
askerleri, subayları, komutanları, askeri hakimleri
“disiplinsizlik-kurallara uymama” gerekçesi üzerinden ihraç
talebiyle o masaya taşırlardı. Orada önce Abdullah Gül, sonra
Tayyip Erdoğan, neredeyse her zaman o ihraçlara karşı çıkar,
karara “muhalefet şerhi” koyarlardı. Nereden bilebilirlerdi ki,
o toplantılarda varını yoğunu ortaya koyarak savunduğu o
subaylar, aradan bir 10-12 yıl geçtikten sonra kendisinin altını
oymaya çalışacak Fethullahçı terör örgütünün ele başıları
olarak karşısına çıkacaktı! Halbuki TSK yapısı içerisinde
komuta kontrol kademesi çerçevesinde kendi biriminde çalışan
kişinin raydan çıkmış izleriyle karşılaşan subaylar ve
komutanlar, silsile yoluyla bunu üst birimlerine rapor ediyorlar ve
belirli bir ölçüde TSK’nın sağlıklı bir bünye koruması
mümkün olabiliyordu. Çünkü oy çokluğuyla, askerlerin dedikleri
gerçekleşiyordu!
2011 yılında ise, dönemin
Genelkurmay Başkanı ve diğer kuvvet komutanları topluca istifa
edince büyük bir deprem yaşandı ve Yüksek Askeri Şura’da
Erdoğan ilk defa yanında Genelkurmay Başkanı olmadan masaya tek
başına oturdu. O istifaları hiçbir zaman mazur görmedim ve mevzi
terk etme saydım. İstifa etmeyen tek Kuvvet Komutanı, Jandarma
Genel Komutanı Necdet Özel, bir haftalığına Kara Kuvvetleri
Komutanlığı’na getirildikten sonra, TSK’nın zirvesine
taşındı. O günden itibaren, Erdoğan YAŞ toplantılarında,
hiçbir çatlak sesle karşılaşmadı. Karşısına artık hiçbir
“dinci subay” dosyası taşınamadı veya taşınmaya yeltenenler
bunu tamamına erdiremediler! O günden sonra 15 Temmuz’da
girişilen alçak FETÖ darbesine kadar, tam 5 koca yıl geçti.
Artık Fethullah Gülen’in TSK bünyesine sızdırdığı
Cumhuriyet düşmanlarına “DUR” diyen kalmamıştı ve adeta
dokunulmazlıkları ilan edilmişti! Gerek o 5 yılda, gerek
ondan önceki 20 yılda, durmadan Fethullahçıların devletin her
kademesine sızmasına göz yumulmasını ve hatta teşvik edilmesini
deşifre ettik, olayların üstüne gittik. Laik Cumhuriyetimizde,
dine yakın siyaset yapanlar, bu yorumlarımızla her zaman alay
ettiler hatta bunları bize karşı saldırı malzemesi olarak
kullandılar. 15 Temmuz gecesi, maalesef körelmişliklerinin çıkar
kavgalarının kaçınılmaz bedelini ödediler. İktidar ve FETÖ
neden kavga ettiler? İdeolojik veya yaşam tarzı ayrılıklarından
mı? Yoksa pasta paylaşımından mı? Siz karar verin! Karar verin
ve AKP’ye de bildirin lütfen, çünkü bu konuda hala kafası en
karışık olan onlar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.