İçimiz
umut dolu... Demokrasinin, seçme-seçilme hakkımızın uğradığı
saldırı ve Ekrem İmamoğlu’nun yaşadığı haksızlığa karşı,
bu sefer tartışılamaz bir farkla sandıktan çıkmak için
haftalardır süren çalışmanın semeresini almamıza 4-5 gün
kaldı... CHP ve İYİ Parti’nin öncülük ettiği, diğer
partilerin de destek verdiği Ekrem İmamoğlu, var gücüyle
İstanbul halkıyla buluşmaya devam ediyor. Mitinglerde, halk
unuttuğu hayallerini, coşkusunu, Cumhuriyetçi kökenlerini buluyor
tekrar.
Refah
Partisi’nin kazandığı 1994 seçimlerinde, solun büyük partisi
SHP, oylara sahip çıkma konusunda o kadar yokları oynamıştı
ki... Akıl almaz ve mantıksız bir özgüvenle, kimsenin sandığa
sahip çıkmadığı korkunç bir seçimdi. Merkez sağ ve merkez
solun “sözde devlet adamı”, ihtiras dolu liderlerinin hiçbir
ikazı dinlemeden birbirlerini kayıkçı kavgasıyla denize
dökmeleri, o tarihte Tayyip Erdoğan efsanesini böylece birden
siyaset sahnesine sürmüştü. O tarihten beri bu gaflet, ülkeye
nelere mal oldu tabii ki hepiniz biliyorsunuz. Ama artık
demokrasimiz o kadar ağır yaralar aldı ki, halkımızın en
apolitik kesimleri bile uyandı! Genç iş insanları, TÜSİAD,
futbol seyircileri, demokratik kitle örgütleri, her biri “taraf
olmayan bertaraf olur”
sözünü biraz zorla da olsa anlamış durumda.
Bu
nedenle İmamoğlu ısrarla “Artık
herkes konuşacak, iş insanları da konuşacak sanatçılar da
konuşacak herkes konuşacak”
diyor!
2002’den
beri, yani CHP, SHP, DYP ve ANAP’ın RTE dönemini beraberce ve
sorumsuzca ürettiklerinden beri, liderler arası canlı yayında
tartışma izleyemedi sevgili ülkemiz. Erdoğan-Baykal kapışmasının
üzerinden 17 yıl geçtikten sonra nihayet ilk defa lütfettiler de,
Türkiye futbol maçlarından daha çok ilgi çeken bir tartışma
yaşayabildik!
Yıldırım
ve İmamoğlu arasında 2 değil, 3 saat süren açık tartışma,
milyonları ekranlara kilitledi. Bence, AKP bu açık oturumunu niye
kabul etti biliyor musunuz? Çünkü zaten İmamoğlu’nun
kazanmakta olduğunu gördükleri için “karşı
karşıya gelsinler bakalım belki bir gaf yapar oylar kayar, zaten
kaybediyoruz daha kötü ne olabilir ki?”
dediler! Bu arada ellerindeki tek sözde koz olan “Ordu Valisi’ne
hakaret” iddiasını neresinden şişireceklerini bilemediler. Söz
konusu kasette net bir hakaret olsa, herhalde troller sosyal medyada
hepimize bunu ezberletirlerdi.
Son
dört günde bu “münazara” ile ilgili sayısız yorum dinledik.
Vallahi
Binali Bey’in söylediği şeylerin neredeyse hiçbirini
anlayamadım!
“Dört pusula varken nasıl yalnız biri nasıl yanlış olur?”
cümlesi hakkında da hiçbir gerekçe göstermeden orta yere
anlaşılmaz yorumlar bıraktı. “Her
şey elinizde iken İBB’de yapmadığınız indirimleri İmamoğlu
yaşamımıza soktuktan sonra mı programınıza aldınız?”
sorusu
da aynen havada kaldı.
“Gönül
belediyeciliği kazandı”
afişleri
hakkında Yıldırım yine ikna edici olamadı, çünkü o afişlerde
kazanan ilçe başkanlarının değil, kendi fotoğrafı yer
alıyordu! Binali Bey “İBB’de
kişisel verilerin neden kopyalandığı”
sorusunu
İmamoğlu’na sordu. Halbuki bu verilerin tamamı kamuyu
ilgilendiren halka açık verilerdi. Kim neden gocunuyor bu
kopyalamalar nedeniyle ben anlayamadım. İBB’nin ihale ve diğer
ticari faaliyetleri, “devlet
sırrı”
veya “ticari
sır”
olabilir mi? Neyse geçti artık, sayfayı çevirelim, o gün sarf
edilen sözler arasında, şaşırtıcı, anlamsız yersiz bulduğum
başka yorumlar da vardı ama artık Pazar’a odaklanalım.
CUMHURBAŞKANI
YİNE ŞAŞIRTMAYI BAŞARDI!
Tartışmasız
en ilginç demeci veren yine Cumhurbaşkanı oldu! Bu sefer de
evvelsi gün, kendisinden şunu öğrendik: İmamoğlu
şayet Ordu Valisi’nden özür dilemezse, yine mazbata alamazmış.
Bunu da her an kılık değiştirebilen yasalarımız, çehresi
değiştirilen demokrasimiz açısından bir hayli ilginç buldum.
Bizi yöneten yasalar ve teamülleri hiç kimse çok iyi bildiğini
iddia edemez çünkü bunlar dışavurumcu bir ressamın içten gelen
spontan hamleleri gibi her an her saniye yeniden yazılabiliyor!
Artık “ne
kadar günlük değişken şartlara adapte olabilen esnek ve ileri
bir bakış açısıyla yönetiliyoruz,
ne
mutlu bize!”
mi diyeceksiniz, yoksa “Fesuphanallah”
diyerek gözlerinizi dik dik duvara mı çevireceksiniz, o sizin
bileceğiniz bir şey!
Bildiğim
tek şey var: Bu keyfi ve yaratıcı (!) uygulamalara tepkili olan
her gerçek demokrat vatandaş, bu hafta sonu için organize oldu,
akın akın İstanbul’a geliyorlar. Artık geleceklerine sahip
çıkmak için ellerinden gelen her şeyi kararlılıkla ortaya
koyacaklar. Üstelik artık bunun mümkün olduğunu gördüler,
yaşadılar, kendi kaderlerinin sıkı sıkı ellerinde tuttukları
bu dayanışma inancına ve zincirine bağlı olduğunu gördüler.
19
MAYIS, 100. YIL SERGİSİ
Dün,
Taksim’deki Piramid Sanat’ta ebedi önderimiz Mustafa Kemal
Atatürk’ün Samsun’a ayak basışının, yani 19 Mayıs’ın
100. yılı hakkında düzenlediğimiz sergi, 12 sanatçının
yapıtları ve 7 yazarımızın yorumları ile açıldı.
Bundan
100 yıl evvel, 16 Mayıs’ta Samsun’a doğru yola çıkarken,
genç Mustafa Kemal’in yaşadığı heyecanları, hedeflerini
gözünde canlandırırken sorumluluklarının ağırlığını nasıl
omuzlarında hissettiğini anlamak için gözlerimizi kapayıp
kendimizi onun yerine koymayı denememiz lâzım.
O
çelikten kararlılığıyla, tereddütlerini, başka insanları
dehşete düşürebilecek korkuları nasıl elinin tersiyle ittiğini
görmemiz lâzım. Bir koca ulusun geleceğinin o dahi genç beynin
içinde nasıl şekillendiğini, yüce amaçlarına ulaşmak için
hangi stratejileri hazırladığının farkına vararak...
Lütfen
bu sergiyi gezin, çocuklarınıza, ailenize gezdirin. 30 Ağustos’a
kadar açık kalacak olan bu büyük buluşmaya benim davet ettiğim
şu sanatçılar katılıyor:
Ertuğrul Akyüz, Bedri Baykam, Bahri Genç,
Deniz
Gökduman, Genco Gülan, Murat Havan, Ekrem Kahraman, Fazilet
Kendirci,
Hülya
Küpçüoğlu, Seydi Murat Koç, Denizhan Özer, Yusuf Taktak
Katkıda
bulunan yazarlar ise şu değerli isimler:
Alev
Coşkun, Uğur Dündar, Ataol Behramoğlu, Orhan Aydın, Emin Çetin
Girgin, Ekrem Kahraman, Mahmut Nüvit Doksatlı. 19
günümüz aydının gözünden, 1919’un 100.yılı buluşmasını
kaçırmayın. Piramid Sanat her gün açık ve sizleri bekliyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.