Kiev’e giderken İstanbul
Havalimanı’nı ilk defa kullandım. Ebatlar ve görkemli mağazalar
ve ve iç mimari oyunlardan önce etkileniyorsunuz. Hatta batı için
kullanmaya alışık olduğumuz “adamlar yapmış ya”
sözlerini hatırlıyorsunuz! Ama fazla heyecanlanmayın! Öncelikle,
normal hayatınızda bayağ spor yapıyor olmanız lazım, yoksa
uçaklara yetişemezsiniz! Dev bir alana dev tavanlı dev bir
havalimanı yapmışlar. Fakat zaman faktörünü, kaç adım
atılması gerektiğini, uçak kaçırma riskini, bunun gibi
onlarcasını es geçmişler! Bu havalimanının tek tanımlaması
var: Türkiye’nin en havalı alışveriş ve fitness merkezi!
O gün, şaşkınlıktan güvenlik
kontrolünde iPadimi bırakmışım. Uçağa 30 dakika kala fark
edince umutsuz bir maratona giriştim ve bir polisin desteğiyle
şaşırtıcı bir şekilde nefes nefese cihazıma kavuştum. Sonra
çılgın bir koşu daha başladı uçağa yetişmek için, elimde
çantalar, torbalar komedi filmlik sahnelerle! Net yarım litre
terledikten sonra uçağa giren son 2-3 kişiden biriydim.
Dönüş, daha da dramatikti! Aklınız
varsa gidecekseniz gidin, ama şimdilik dönmeyin! Bir kere uçak
indikten sonra “taksi” hareketi, neredeyse şehirlerarası otobüs
seferine dönüşüyor! El alem de dev havalimanları yapıyor ama
değişik bölümleri arasında metro gibi raylı iç ulaşım
sistemleri ekliyorlar! Kimse insanlardan maratoncu, 100 metreci,
halterci olmasını beklemiyor! Bizimkinin mimarları, eli
paketlerle ve çantalarla dolu insanların, yaşlıların, üç
çocuklu annelerin, hastaların, 30 saatlik bir uçuştan dönenlerin,
ezcümle herkesin biyonik insan olmasını bekliyor! Uçaktan
pasaport kontrolüne sizi taşıyacak yürüyen merdivenlere ulaşmak
için Beşiktaş-Maltepe arası kadar bir yürüyüşe geçiyorsunuz!
Pasaporttan valize ulaşmak için mesafeler daha insaflı:
Beşiktaş-Taksim arası kadar! Pistlerin, alanın batı kısmına
yapılmış olmasının bu mantıksızlıkta payı var! Nihayet
valizlerime ulaştığımda, iki parça eşyamın boynu bükük ve
yalnızlık içinde beni sonuncu olarak beklediklerini gördüm!
Ayrıca sizi almak için bekleyen bir araba varsa normal zemin kattan
çıkamıyorsunuz. Eksi 2. katta, 17 no’lu kapıdan çıkmanız
söylenmişse vay halinize! Çünkü iç ve dış 17 numaralar
arasında tahmini 100 metre var!
Dünyanın en maliyetli havalimanını
yaparken bu havaalanı içi “shuttle”
ulaşımını bu mimarlara hatırlatan biri çıkamadı mı? Yoksa
nasıl olsa iktidarın ağır topları bu mesafeyi kat etmeyeceğine
göre, “Irgat halkımız zaten dayanıklıdır, boş ver,
kaderidir” mi dendi?
Havaalanının işletmesini ise, bu
konuda hiçbir deneyimi olmayan 5 ortaklı İGA üstlenmişti.
Bu arada geliş-gidiş bitmek bilmeyen
paralı otobandan gerçekleşiyor. Artık sahil yolundan deniz havası
alarak yol alma sevdalarını unutun! Metro da henüz olmadığı
için, “isimsiz” Havalimanı’na ulaşmanın zaman karşılığı
büyük! Yani “6 saat önce yola çıkma” devri başladı!
HANGİ RİSK FAKTÖRLERİ
KONUŞULUYOR?
Hangisinden başlayalım? Terkos
Gölü’nü doğal mola durakları olarak gören kuşların göç
yolu olmasının getirdiği ürkütücü dezavantajlardan mı? Bu
tatlı hayvanlara karşı düşünüldüğü söylenen manyetik
dalgalar yayma saldırısından mı?
Yoksa pistlerin kuzey-batı rüzgârı
olan poyrazı, yanlış konumlandırma nedeniyle yandan alıyor
olmasından mı? Atatürk Havalimanı’na kıyasla sisli havada
görüş mesafesinin belki 50 misli daha az olmasından mı? Görüş
mesafesi sıfır bile olsa iniş sağlayacak sistemlerde evdeki
hesapların “Murphy Kanunları”na takılma riskinden mi?
Havalimanının üzerine oturduğu toprağın güvenilir
olamamasından mı? İhaleyi alan firmanın projesinde yer alandan
farklı olarak kot dolgusu 30 metre kadar düşürülmüş. Bu fark
nedeniyle 1,3 milyar dolarlık da haksız kazanç sağlandığının
söylenmesi ve havaalanı zemininin böylece riskli ve tartışılır
hale gelmesinden mi?
Bu makalede gördükleriniz her yerde
konuşulan konulardan bazıları. Bu arada, “sonbaharda hava
şartları zorlayınca üst üste sis ve rüzgar rötarları devreye
girince eski havalimanına taşınmaya mecbur kalacaklar”
diyenler ne kadar haklı, ben bilemem. Ama bunların konuşuluyor
olması bile son derece sinir bozucu. Mimarlar Odası’ndan aldığım
bir bilgi, Prof. Doğan Kantarcı’nın raporu hakkında... Atatürk
Havalimanı üstünde oluşan ısı tabakasını rüzgarlar Marmara
Denizi’ne doğru iterken, 3. havalimanı üstünde oluşacak yoğun
ısı tabakası, Kuzey rüzgarları tarafından direkt kente doğru
savrulacakmış. Bunun da kuşkusuz insan sağlığına karşı
birçok tehlikesinden söz ediliyor.
İktidara tavsiye: Aceleci ve
fevri kararlarla, şu-bu tarihe yetişecek diye zorlamalarla
havalimanını bütün bu aksaklıklar ve riskler çerçevesinde
zoraki bir şekilde açtınız. Umuyorum ki, sonbaharda karşımıza
çıkacağı söylenen bütün olumsuz hava şartları ve uçuş
sahası güvenlik koşulları, ne uçaklarımıza söylenildiği
kadar risk getirir ne de havalimanını kullanılamaz hale
dönüştürür. Ama size sade vatandaş sorumluluğu ile bir
tavsiye iletmek istiyorum: Sakın hınç almak istercesine Atatürk
Havalimanı’nı yok etmeye veya göstermelik kargo terminaline
dönüştürmeye kalkışmayın. Çünkü Allah korusun kötü
olaylar yaşanırsa, daha sonra resmen havada asılı kalırsınız!
Dünya metropolü İstanbul’u Sabiha Gökçen dışında Esenler
Otogarı’ndan ulaşımını gerçekleştirmeye zorlanmış hale
düşürürsünüz!
Uzun lafın
kısası, büyük bir telaş içinde Atatürk isminden sanki
bir saniye önce kurtulmak istenircesine (!) her türlü
hazırlıksızlık ile girişilen bu havalimanı içinde, siz bu
satırları okurken, ben Fenerli ve Efesli kardeşlerimle İspanya
istikametine doğru çıktığımız umuda yolculuk
için, yine maraton koşusunda terliyor olacağım... Deniz
yoluyla dönmeyi tasarlıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.