15 Mayıs
gecesi, Şişli’de Atatürk’ün evinin önünde toplandığımızda,
sanki Gazi orada belirecek, kapıda tekrar anneciği Zübeyde
Hanım’ın elini öpüp dramatik bir senaryonun tam ortasında yola
çıkacaktı.
Hareketlerimiz,
evrende uzamın içinde bir “iz” bırakıyor. Mesela belki bu
sayede, zamanı geri sarıp Dallas’ta 22 Kasım 1963 Cuma günü
öğleyin, Kennedy’ye kaç noktadan kaç kişinin ateş ettiğini,
Titanic’in kaç saniye farkla buz dağından kendisini
sıyıramadığını net olarak anlayabiliriz. Büyük ihtimalle
“Nereden çıktı bu hayal
ötesi uçukluklar!” diyorsunuzdur.
Ama biliyorsunuz ki çoğu zaman insanın aklına gelen her şey, er
geç gerçekleşiyor! İşte benim de bu hayalim geçmişte
vücutların, maddelerin bıraktığı izlere bu şekilde ulaşmak ve
örneğin Atatürk’ün o gece yola çıktığı anı görüp
fotoğraflayabilmek! Uçuk mu? Evet, çok! Tamamen imkansız mı?
Bence hayır! 200 yıla kalmaz, görürsünüz! O gece, kapıda
binlerce aydınlanma neferi yurttaşımız ile beraber nöbet
tutarken, aklımda hep “o anlara” tekrar ulaşabilme mucizesi
vardı.
Lütfen
bir an için, aklınızdaki ve gönlünüzdeki büyük Atatürk’ü
unutun. O karede, kapının önünde “umuda yolculuğa” çıkmak
üzere adımını atan 38 yaşındaki genç insana yoğunlaşın. O
andaki tereddütleri, endişeleri, beklentileri ve hepsinden
önemlisi, o anda bizim burada söz ettiğimiz “uzamda bırakılan
izlere zamanı geri sarıp ulaşma” düşümüzden bile daha
sürrealist duran hayallerine bir girmeye çalışın.
Onun psikolojisini anlamaya çalışarak, onun yerine o adımları
attığınızı düşünün. Peki, diyelim ki evdeki hesap çarşıya
uydu ve Samsun’a kötü bir sürprizle karşılaşmadan adım attı.
Peki sonra? “Hangi düşmanla,
hangi sıfatla karşı karşıya gelerek, insanları nasıl yanıma
çekip onlara güven vermeyi başaracağım? Hangi maddi güçle,
hangi strateji ile mücadele ederek ben muasır medeniyetler
seviyesinde bir yeni Cumhuriyet’in bu topraklardan yükselmesini
sağlayacağım? Damat Ferit Paşa Hükümeti’nden veya İtilaf
Devletleri’nin silahlı güçlerinden korunmayı nasıl
başaracağım? Yerimi ispiyonlayan kaç kişi olabilir? Annemi, kız
kardeşimi merak etmekten, önümü görebilecek miyim?”
İşte o
yakışıklı Subay’ın beyninde çalkalanan düşüncelerden
bazıları...
İMAMOĞLU,
O GECE...
Merak
etmeyin, kimseyi Atatürk ile mukayese edecek değilim. Zaten her
alanda, kimseyi hayalinizde tarihten çıkarıp getirdiğiniz hiç
kimseyle kıyaslamayın. Ne siyaset, ne spor, ne de sanatta. O gün
Şişli’deki tarihi Müze-Ev’in önünde toplanan binlerce aydın,
geleceklerine sahip çıkacak bir insan ararken, İmamoğlu’na
çekinmeden güvenoyu veriyorlardı. Kendileri ve çocuklarının
geleceği için savaşacak, sandıklara sahip çıkıp, ülkeye huzur
getirecek genç bir siyasi arıyordu o insanlar. Hayal
kırıklıklarından bıkmışlardı! Küpünü doldurmak için
siyaset yapanlardan bıkmışlardı. Ülkenin en büyük kentinin
başına “onu” seçmişler, ama bu koltuk, birileri tarafından
gasp edilircesine geri alınmıştı. Hem
de kargaların bile hala güldüğü sihirbazlık gerekçeleriyle!
Bu genç ve
başarılı arkadaşımızda şeytan tüyü var! En sert veya kurnaz
salvolara karşı kullandığı silahları sadece gülümsemesi,
mantığı, samimiyeti! Rakipleri ise bu tavırlara karşı ne
yapacaklarını şaşırmış durumdalar! Genç Ekrem dostumuz,
Mustafa Kemal’den 100 yıl sonra aynı noktadan yeni bir umuda
yolculuğa 2. kere çıkarken, onun hangi tereddütleri, endişeleri,
hayalleri vardı? Tabii ki hiçbir şekilde, hiç kimse 19 Mayıs
1919’da o gencecik Mustafa Kemal’in karşısına dikilen dev
zorlukların yüzde biriyle bile karşılaşamaz! Ama biliyoruz ki
bugünkü hukuksuzluklarla, eşitsizliklerle, hele bu yılgınlıklarla
dolu süreç sonunda bu yeni demokratik kapışmaya tekrar inançla
girişmek de kolay bir şey değil.
Dün sabah
bu sefer İmamoğlu’nun yeni kampanya koordinasyon toplantısına
gittim. İnanılmaz bir coşku vardı. Halk, örgüt, hatta basın,
İmamoğlu ile bir kare çektirebilmek için birbiriyle yarışıyordu.
Hepsinden önemlisi herkeste özgüven tavan yapmıştı. Genç
Başkan’a destek vermek için, CHP Kurmayları tam kadro oradaydı.
Hatta Ankara ve İzmir dahil, Büyükşehir Belediye Başkanları,
Mansur Yavaş ve Tunç Soyer de oradaydılar. Sizin için
İmamoğlu’nun söylemlerinden bir demet seçtim; okuduktan sonra,
niçin bu kadar sevildiğini tekrar anlayacaksınız...
“İBB
artık YALNIZ mutlu azınlığa hizmet etmeyecek.
5 milyar
TL yeni bütçeyi israfa son vererek elde edeceğiz!
Sokakta
işportacılık yapan Cebrail’e birkaç ayda okuma yazma öğrettik,
eğitimini alacak duruma getirdik... İstanbul’un Cebraillerini
bulacağız!
Halka
ekmek, süt, içme suyunu vereceğiz.
Önceliğimiz
çocuklarımız olacak. Berkay’ın umudunu görüyorum (“Herşey
güzel olacak” sloganını en doğal şekilde otobüsten içeri
Başkan’a seslenerek yaratan genç Berkay Gezgin’den söz
ediyor.)
Tansiyonuna
rağmen bizimle sokakta koşturan Müzeyyen teyzemin umudunu
görüyorum.
Şeffaf
yönetim-canlı yayını seven halkı biliyorum. İstanbul
gönüllülerinde umudu görüyorum. Milyonlarca yıldız görüyorum
sokaklarımızda.
Biz
yöneticiler haddimizi bileceğiz, halk değil!
Asla
vazgeçmeyeceğiz!
Yeniden
yeşil bir şehir istiyorum! Demokrasi seferberliği başlatmak
istiyorum! Ben yalnız İBB Başkanı değil, abileri, kardeşleri,
evlatları olacağım.
Biz bu
seçimi yeniden kazanacağız!
Siyaset
artık güler yüzlü olsun! İstanbul’da herkese artık birbirine
selam verecek.
Sakın
susmayın. Herkes konuşacak!
Toplumu
yatıştıranlar olacağız! Her birinize güvenim tam!
Ben
vatandaştan talimat alıyorum! Particilik değil, belediyecilik
yapacağız!
Emaneti
geri almaya geliyoruz!”
Herşey
güzel olacak Ekrem Başkan, sana güveniyoruz! Bu sefer sevgili
AKP’li kardeşlerimizin daha da şaşkın bir şekilde “Bir
şeyler olmuş, fark 300.000 olmuş, nasıl olmuş da olmuş?”
demelerini bekliyoruz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.