Bu hafta 29. kitabım çıktı, “Sistem
Eleştirileri”. İlk kitabım “Boyanın Beyni”
1990’da gün yüzü görmüştü. Şimdi baktığımda, çağdaş
Türk sanatının kuruluş tüzüğü ve dünyaya açılma senedi
gibi bir belge görüyorum.
Yeni kitabım, üç ana konu üzerine
sanat polemiklerini gündeme taşıyor. “Piyasa ve Müzayedeler”,
“Küratoryal Eleştiriler” ve “Devlet-Sanatçı İlişkileri”.
Sanat dünyasının içinde olan, dış dünyanın pek bilemediği
yoğun tartışmalar...
Dışarıdan görülen, ışıltılı
fotoğraflar, kalabalık açılışlar, kahkahalar eşliğinde
boşalan kadehler ve büyük fiyatlara satılan birbirinden çarpıcı
eserlerin yarışıdır.
Gerçekte olan ise kavgalar,
tartışmalar, polemikler, dedikodular, çelmeler, seviyesiz piyasa
oyunları, iftiralar, yalan hikayeler ve daha neler neler...
Müzayedeciler, Türk sanatının
geleceğini umursamaz şekilde yok edercesine, sanatçıları resmen
onursuzlaştırarak intihara sürüklemek ister gibi bir tutumdalar.
Sanat eseri satmayı, sanatçıların varlığını ve tüm
kariyerlerini yok sayarak sürdürdükleri bir aktivite haline
getirmeye çalışmaları ve onlara “gönüllü olarak kanan”
sözde koleksiyonerler, beni her zaman dehşete düşürdü.
“Sistem
Eleştirileri”ni
tüm
sabotajlara rağmen yoluna kararlılıkla devam eden Türk çağdaş
sanatçılarına ve onları destekleyen sanat insanlarına ve gerçek
koleksiyonerlere ithaf
ettim.
Kanser gibi sanat ortamımızı adım
adım kuşatan bu amansız hastalığın yok olması ise, basit bir
kaideye riayet etmekten geçiyor: UPSD’nin bu yılın başında
çıkardığı Epiveron Belgesi (Eser Piyasaya Veriliş Onayı)
olmayan hiçbir sanat eserini satın almamak. Ama bu ancak onurlu
koleksiyonerlerin kararlılığıyla gerçekleşebilir.
KİM GERÇEK KOLEKSİYONERDİR, KİM
DEĞİLDİR?
Gerçek koleksiyoner, ister
müzayede, ister galeri veya atölyeden olsun, Epiveron’u olmayan
hiçbir sanat eseri almaz. Sözde koleksiyoner ise ucuz
“mal”ların teşhir edildiği müzayedelere akın eder, bozuk
düzenden nasibini almak üzere hamlesini hazırlar.
Gerçek
koleksiyoner, müzayede rayiçlerinin sanat yaşamının
gerçekleriyle hiçbir şekilde örtüşmediğini bilir, bunu gündeme
getirmeyi aklından bile geçirmez. Sözde koleksiyoner ise
durmadan bu noktaya dönüş yapar, bel altı vurarak kendine
pazarlıkta avantaj sağlamaya çalışır, küçüldükçe küçülür.
Gerçek koleksiyoner, bir sanat
eserini almadan önce bu sanatçının fikirlerini, geçmişini,
dönemlerini, bulabildiği her şeyi araştırır, sergisine ve
atölyesine gider. Sözde koleksiyoner, müzayedelere gitmeden
önce, bol bol dedikodu dinler, kim neyi nerden kaça almış, kaça
satmış, salt bu rakamlarla ilgilenir. Sanatı bir borsa oyunu gibi
görür.
Gerçek koleksiyoner, sanat eserini
milletin önünde, kumar oynar gibi para yarıştırma keyfi için
almaz. Kendi zevkine, ruhuna hitap eden ve inandığı bir sanatçının
eserlerini alır. Hem genel sanat tarihini, hem yaşadığı ülkenin
sanatçılarının tarihini öğrenmek için emek harcar, gezer,
kitap okur. Gösteriş budalası sözde koleksiyoner,
müzayedelerde kalkan ellere bakıp bunların ve çevresindeki
dedikodu eksperi tacirlerin çıkarcı yönlendirmeleriyle “kârlı
mal” almaya bakar.
Gerçek koleksiyoner, kendi gözüne
zevkine , düşüncelerine güvenir. Bir eseri çok sevdiği veya
yapılış nedenini anladığı veya sanatçısını desteklediği
için alır. Sözde koleksiyonerler gibi, zoraki ithal fikirlerin
yönlendirmeleriyle “kazanan at”a oynamaya çalışırlar.
Ana hedefleri sanat üstünden “üstün iş adamı vasıflarını”
sağa sola kanıtlamaktır.
Gerçek koleksiyoner, bir
sanatçının, bir dönemin en önemli kilit işlerini almaya gayret
eder, bir dönemin başyapıtlarını bulmaya gayret eder. En
beğendiği eseri almak için konuşurken makul ölçüde pazarlık
yaparak o resmi koleksiyonuna katar. Sözde koleksiyoner, uyduruk
danışmanların yönlendirmesiyle, piyasadan-müzayedelerden ünlü
ressamların “ucuz” işlerini toplamaya çalışır, çoğunlukla
3. sınıf koleksiyonlara ulaşır.
Gerçek koleksiyoner, sanatçı ve
sanat tarihine saygı duyar, o tarihin bir parçasına sahip olmaya
çalışır. Sözde koleksiyoner, evine taşıdığı bu süs
eşyalarına gösteriş parçası mücevherler gibi bakar. “Kimin
pırlantası daha büyük?” diye birbiriyle yarışan sonradan
görmeler gibi...
Gerçek koleksiyoner, resim satmak
için koleksiyon yapmaz. Çocuklarına, torunlarına veya kentine
muhteşem bir koleksiyon bırakmak için bu zahmetli işe girişir.
Desturu “Allah sattırmasın” cümlesidir. Sözde
koleksiyonerin kafasında yalnız rakamlar vardır. Herkesten daha
kurnazca bu “yatırımı” nasıl değerlendirdiğini etrafa
anlatarak kimliğini kanıtlama yoluna girişir.
Gerçek koleksiyoner, ne kadar
parası olursa olsun, bundan bin yıl sonra karşısında duran o
ressamın toplumlar tarafından hatırlanma şansının olduğunu
bilerek, düğmesini ilikler, güven ve dostluğunu kazanmaya
çalışır. Aldığı eserlerin fiyatından kimseye söz
etmez. Sözde koleksiyoner, parasıyla şımarmış bir hava atma
yarışçısıdır. Sanatçıyı ezmeye çalışıp fiyatını nereye
kadar düşürebileceğini görmeye çalışır. Çevresine de
yaşayan sanatçılara ödediği paraların azlığı veya vefat
etmiş olanlara çokluğunu sızdırarak el altından reklam yapar.
Gerçek koleksiyoner, bir sanatçı
veya galerici ile el sıkıştığı andan itibaren, vade ne olursa
olsun, artık o paranın kendisine ait olmadığını bilir. Aynen
sanatçının da artık o resimlerin kendisine ait olmadığını
bildiği gibi. Gerçek koleksiyoner için bitmiş bir satış, onur
üstünden bir sözleşmedir. O noktadan sonra “ölmek var, dönmek
yoktur”. Sözde koleksiyoner için ise, el sıkışmalarının
veya sözlerin bir anlamı yoktur. Sanatçılara bin bir zarar verme
pahasına “şeref kelimesi unutularak” sözlerden dönülür,
anlaşmalar çöpe atılır. Gerçek koleksiyoner olmayacaksanız,
resim işine pek girmeyin. Çek-senet-borsa-arsa işlerine takılın.
Gerçek koleksiyonerler ve sanatçılar ise, bu listeyi istedikleri
kadar genişletebilirler... Hepinize iyi bayramlar!