Ahmet Hakan Türkiye’nin tüm
çelişkili konularına her gün parmak basıyor. Birkaç kampa
bölünmüş bir Türkiye’de polemiğe açık konulara dalıyor.
Hedefi, orta yolu bulmak, kanamayı durdurmak. Sonuçta da birilerini
düşündürüyor, birilerini kızdırıyor, birilerine “işte bu”,
öte yandan başkalarına da bazen “Hadi canım sen de!”
dedirtiyor.
Ama bir şey
kesin: Ahmet Hakan Türkiye’nin en çok okunan 2-3 köşe
yazarından biri. Ben de onu her gün okuyorum. Bazen doğru söylemiş
diyorum, bazen kızıyorum. Kendine has vurucu, ilginç özetleri,
madde madde sıralama seçimleri, özledikleri-sinir oldukları
tarzından listeler de uzayıp gidiyor.
Ahmet Hakan günümüz lügatında
“eski Türkiye” ve “iktidarın Türkiyesi” arasında çarmıha
gerilirken, uzlaşması güç konular arasında dil seçimi ve mantık
kullanımı açısından bazen zorlanıyor. Son günlerde değindiği
iki konuda olduğu gibi...
Bir yanda Ayasofya’da çekilen malum
bale fotoğrafı, diğer tarafta Deniz Çakır olayı.
Leyla Alaton, Ayasofya Müzesi’ni
(Dikkat edin: Müze!) gezerken, İnstagram’dan bir balerin pozu
paylaşmış, ardından bir fırtına kopmuştu. Olay çıkarma
fırsatı arayanlar ortalığa dökülüp yine ağır tepkiler
vermişlerdi. Ahmet Hakan, Alaton’a köşesinden olayın neden
alevlendiğini anlattı: Ayasofya’nın muhafazakar kesimin kanayan
yarası olduğunu, “kırılgan, katmanlı duygusal” olarak
nitelendirdiği durumları... Ama köşesinde de bu fotoğrafı
yayınlamaktan çekinmedi. Böylece Alaton’un sildiği bu fotoğraf,
çok daha geniş kitlelere ulaşmış oldu! Tabii öncelikle insanın
aklına “Neden Ayasofya’da namaz ısrarı?” sorusu
geliyor. Mesela Hristiyan bir ülkedeki bir camide, “Biz burayı
kendi ayinlerimize açacağız” deseler, bu çok hoşumuza
gider mi? Türkiye’de camii eksikliği mi var? Bir bale figürü,
bu kadar mı provokatif geliyor? Neyse geçelim, Ahmet Hakan orada
özetle “bunlar cıslı konular Leyla Hanım, aman lütfen dikkat”
demiş oluyor, nezaketle.
Sıra geliyor ikinci konuya, Deniz
Çakır olayı. Ahmet Hakan: “Deniz Çakır adlı dizi oyuncusu
bir eleman var. Fazla alkol aldığında dağıtmaya temayülü
olduğuna dair onlarca haberin konusu olmuş bu elemanın, yine alkol
aldığı bir günde başörtülü kadınlara salça olduğuna dair
bir iddia ortaya atıldı” Şimdi herkesten önce Ahmet
Hakan’a soruyorum: Burada kullandığı üsluptan memnun mu?
Özeleştiri yaptı mı? “Dizi oyuncusu eleman-salça-alkol” vs,
bu aşağılayıcı üslubu, üstelik böyle bir gerginliğe taşınmış
konuda bir kişiyi hedef tahtasına koyarak kullanmış olmaktan
mutlu mu? Gazetelere köşe yazıları “yetiştirilir”.
Herhalde o acelelere kurban gitti bu kelimeler diyelim. Büyük
ihtimalle zaten çok zor olan bu mesleği, İstanbul’da tutunmaya
çalışarak, 1001 özel hayat sorununu aşmaya çalışarak yapan
genç bir hanımefendi ile görüşmeden tek yönlü bir karalamaya
bence girişmemeliydi. Nitekim Çakır suçlamaları yalanlayarak,
doğrularını sıraladı. Ama çamur sıçramıştı bir kere. Aynı
Ahmet Hakan, üç gün önce “Türbanlı kadının içkili
kafede ne işi var?” diye bir özel bölüm kaleme alarak,
Deniz Çakır’a destek olmak için bu soruyu soranlara kendi
mantığının sesinden birçok yanıt verdi. “Belki şaşırtmak
istiyordur-şaka yapıyordur-çelişki seviyordur-keyfimin kahyası
mısın demeye zemin hazırlatmak için gitmiştir-tebliğ
yapacaktır” Bunların her biri, alkollü mekana giden bu
kişileri aklayan bakış açıları (“belki tebliğ yapacaktır”
provokasyonu hariç)... İyi de mesela buna benzer uzlaştırıcı,
hoşgörülü mantıktan bale fotoğrafımız hiç nasibini almıyor.
Aynı mantıkla o balerin ve fotoğrafı çeken “belki o muhteşem
mekanda bir klasik bale figürünün nasıl duracağını görmek
istemiştir, belki komşu Aya İrini Kilisesi’nde Devlet Opera ve
Balesi’nin verdiği açılış konserlerinden farklı bir ortam
görmemiştir, belki spontan olarak içinden gelmiştir” şeklinde
sayılabilecek mantık kurgularını göremiyoruz Ahmet Hakan’dan.
Olayın mantık özeti şu: Zaten
toplumda dayatılan hep tek yönlü bir yaşam tarzı baskısı var.
Hep muhafazakar yaşam tarzlarına ve gereklerine hoşgörüyle
bakmamız isteniyor, ama bu yazıya sığmayacak kadar uzun bir
şekilde aynı açıklık laik-özgür yaşam tarzlarına
gösterilmiyor. Toplumda estirilen rüzgarla, hep aynı kesimin sesi
dinlenip, “demokratik hoşgörü” yalnız onlar için
kullanılıyor. Zaten yıllardır tekrarlıyorum: Altımızdaki halı
çekilirken, maalesef CHP bile tüm bu süreçte hep “aman nü
heykel-resim savunmayalım, bizi sapık zannederler”, “Aman alkol
yasaklarına karşı çıkmayalım sonra bizi alkolik zannederler”
şeklinde uzayıp giden bir tutucu mahcubiyet sürüp gidiyor
yıllardır.
Sonuçta Ahmet Hakan, CHP’ye gidip
“Binali Yıldırım üzerinden kampanya yapmayın, projelerinizi
anlatın” derken kendi mantığının pozitif siyaset önerisini
yansıtmış oluyor. Ama ben onun yerinde olsam, en azından günün
2. manşeti olarak “Binali Bey, Meclis Başkanı olarak size
yakıştı mı anayasayı çiğnemek? Şu adaylığı bir daha
düşünün veya istifa edin başkanlıktan” diye eleştirirdim.
Veya protokol yeri savaşları komedyası devreye girdiğinde yine
Yıldırım’ı sıkıştırırdım. Haksızlık yapmayayım, buna
benzer bazı yazıları Hürriyet’te gündeme taşıyor, ama fazla
orta yollu olarak!
Deniz Çakır’ı, hele kendisini
dinlemeden infaz etmek kolay. Bale fotoğrafını manşet yapmak
kolay. Ama günlük köşe yazarlığı insana başka sorumluluklar
yüklüyor. Ben yine de Ahmet Hakan’ı her gün (Çarşamba hariç!)
okumaya devam ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.