28 Eylül 2016 Çarşamba

CLİNTON-TRUMP KAPIŞMASININ ISIRMA ANLARI | BEDRİ BAYKAM | 27.09.2016


Sabahın ilk saatlerinde Hillary Clinton-Donald Trump arasındaki canlı yayın kapışmasını izledim. Özlemişim. Program 04.00 ile 05.40 arasında sürdü. Soruları yönelten NBC anchorman’iydi. Yeni kuşak bilmez... Eskiden Türkiye’de de rakiplerinin karşısına çıkmaktan korkmayan liderler vardı. Mesela televizyon seçim tartışmalarında Turgut Özal’ı, Erdal İnönü’yü, Süleyman Demirel’i, Erbakan'ı, Türkeş'i, Mesut Yılmaz’ı, Bülent Ecevit’i, Doğu Perinçek’i görmek mümkündü. Kimse lafını esirgemez ama medenice, demokratik platforma uygun, yoğun tartışmalar yapılırdı. Seçimlerin gidişatını, oyların yükseliş ve düşüşlerini de bu tartışmalar oldukça etkiledi. Bu açık münazaralardan sonra 21. yüzyıla geçtik ve Tayyip Bey geldi. Geliş o geliş! Onların Allah’tan başka hesap verecek kimseleri olmadığı için (!) Tayyip Bey ve AKP’li diğer liderler bildiğiniz gibi tüm tartışmalara ve halk önündeki hesaplaşmalara katılmaktan imtina ettiler. Bırakın bu açık tartışmalara katılmayı, muhalif gazetecilerin bile önüne çıkmama yeminleri var sanki... Neyse bunlar bildiğiniz şeyler, biz şimdi kendine has bir demokrasinin yaşandığı Amerika’ya dönelim.



Ortam gayet medeni, salona alınan yakınlar, gazeteciler, siyasiler son derece ölçülüydü. Hillary Clinton, sade şık bir kırmızı elbise giymişti. Donald Trump ise koyu takım elbisesinin içine aynı sadelikte mavi bir kravat takmıştı. Hillary, on gün kadar önce dünyayı şaşkına çeviren baygınlık geçirme, yürüyememe sendromlarını artık iyice geride bıraktığını kanıtlamak istercesine güler yüzlü ve zinde görünmek çabasındaydı. Sonuçta Hillary, Amerikan ve dünya kamu oyununun Trump’tan çok daha iyi tanıdığı bir isimdi. Dolayısıyla Trump’ın yapacağı etki daha merakla beklenen bir konuydu.



MAÇ ORTA SERTLİKTE EKONOMİ ÜZERİNDEN BAŞLADI...

Hillary söze “iş imkanı yaratmak için geleceğe yatırım” maddesinden girdi. “Donald seninle burada olmak güzel birşey” diye hoş bir giriş yaptıktan sonra, iş imkanlarını genişletmek ve kadınlara eşit para kazandırmaktan söz etti. Trump buna karşı neden bu kadar şirket ve iş imkanının ABD’yi terk ettiğini sordu. İş dünyasında vergileri dramatik ölçülerde düşüreceğini vurguladıktan sonra söz alan Hillary, Trump’ın iş hayatına babasından aldığı 14 milyon dolarla giriş yaptığını, hep zenginleri korumayı düşündüğünü söyledi. Kendi babasının ise sade bir kumaşçılık/perdecilik işi yapan küçük bir şirket sahibi olarak, diğer geniş Amerika’yı temsil ettiğini öne çıkardı. Bu noktalarda, özel yaşam silahları çıkmaya başlayınca, ortam bazen gerildi. Trump nasıl olup da ABD’de Meksikalılar’ın vergi ödemediğini ancak Amerikalılar’ın %16 vergi ödediğini sordu. “Hillary ve ekibi onca zamandır iktidarda, neden bu konularda hiçbirşey yapmadılar?” suçlaması, hemen ardından geldi. Hillary, 8 yıl önce yaşanan büyük krizi hatırlattı: “Benim işim yeni iş sahaları açmak ve ben bu  ülkenin enerjisine güveniyorum” dedi. Trump’ın buna cevabı netti: “yıllardır buralardasın, bu ekonomik çözümlerden neden yalnız şimdi söz ediyorsun? Ayrıca senin her tarafın düzenlemeler ve kanunlarla dolu”. Clinton’ın buna cevap olarak, zenginlerin daha çok vergi ödemesi gereğinden söz edince, Trump “bırakın da ülkeyi ilk defa parayı tanıyan, para kullanmayı bilen birisi yönetsin” diyerek karşılık verdi ve bunun ardından ABD’nin üçüncü dünya ülkesine döndüğünü, havaalanlarının, köprülerin Dubai ve Katar’dan sonra köye benzediğini, yeni tüneller ve köprüler yapılması gerektiğini anlattı. Hillary’nin karşılığı yine kişisel oldu: “sen büyük işler yaparken de birçok küçük şirketin parasını ödememişsin ve onlardan kaçmışsın. İyi ki zamanında babam seninle iş yapmamış ve bu nedenle sıkışmamış. Ayrıca sen altı kere kirli iflas etmişsin”. Trump’ın  buna cevabı ilginçti: “ülkenin kanunlarından faydalanıyorum



IRKÇILIK SORUNLARI ÜZERİNE...

Ardından moderatör Lester Holt, konuyu ırkçılığa getirdi. İşte bu konu bir izleyici olan benim için en yaralı bölgeydi. Ve gerçekten beklediğim gibi ne Hillary, ne de Trump beni ikna edecek sözler söyleyemediler. Amerika’da her gün yaşanan polislerin sokaklarda zencileri öldürülmesine karşı duymak istediğim tek şey “başkan olunca bu ırkçı infazlara son vereceğim ve böyle bir suç işleyen polisin en az 20 yıl hapiste kalmasını sağlayacağım” cümlesiydi. Tabi uzaktan yakından bunu duyamadık. Hillary yuvarlak laflar peşindeydi. Polisin gerektiği zaman şiddet kullanması gerektiğini, sistemin aynı suç için beyazlara kıyasla zencilere ve hispaniklere daha çok ceza verdiğini hatırlattı. Polislerin daha çok eğitim alması gerektiğini vurguladı. Tüm bunlar benim kaldırabileceğimden çok daha boş sözlerdi. Trump’ın sözleri ise çok farklı değildi: toplumun daha iyi ilişkiler içinde olması gereği ve politikacıların zencilere daha sıcak davranması gerektiği gibi “uyuşturucu” cümlelerdi bunlar. Trump’ın yaptığı vurgu, gözetim altında olan ve uçağa binmeye hakkı olmayan kimi insanların Amerika’da hala silah satın almaya hakları oluşu üzerine idi -ki bu da ilginç bir eleştiri oldu Obama hükümetine. Tabi bu konuda da konuyu kişiselleştiren yaklaşımlar oldu.  Uzun lafın kısası ırkçılık konusunda her iki taraf da eski tas eski hamam bir Amerika’yı sürdüreceklerini “müjdelemiş” oldular.



SAVAŞ DURUMLARI HAKKINDA...

Her iki taraf da bilgi edinme savaşının yeraltına kaymalarından söz ettiler. Hillary, Trump’ın başkomutan sıfatını alabilecek biri olmadığını vurgularken, Trump kendi arkasında duran generaller ve tüm diğer resmi yetkililerin gruplarını açıkladı. Ondan bunları dinlerken bizim yeni demokrasimizde, böyle taraf tutanları açıklamanın neden mümkün olamayacağını düşündüm. Hillary DAEŞ’le mücadele ederken “kürt partnerlerinin büyük öneminden” söz etti! Sabahın köründe bunu dinleyen Türklerin tüyleri diken diken oldu!  Trump, DAEŞ’in Obama ve Hillary yönetiminin yarattığı boşluktan doğduğunu vurguladı. “ABD savaş alanında tüm petrole el koymalıydı” cümlesiyle sınırsız yağmacılığını tam belli etti. Ünlü işadamı ayrıca Ortadoğu’nun artık feci bir alana döndüğünü ve NATO’nun sorumluluklarını yerine getirerek Amerika ile savaşa girmesi gerektiğini vurguladı. Hillary Clinton ise, NATO kurallarına göre bir üyeye yapılan saldırının tüm üyelere yapılmış sayıldığını ve İran’ın nükleer enerji tehdidine karşı bir buçuk yıl uğraşarak Rusya ve Çin’in bu konuda almayı başardığını hatırlattı. Trump ise dünyayı ve Amerika’yı bekleyen tehlikenin  birçok ülkenin iddiasının aksine küresel ısınma değil, nükleer silah olduğunu vurguladı. Ayrıca ülkede hala bulunan B-52 savaş uçaklarının antika ötesi olduğunu ve diğer ülkelerin tehlikesine karşı tetikte durarak Amerika'nın kendisini yenileme mecburiyetini hatırlattı. Hillary’nin bunlara verdiği yanıt yine diplomasi ve siyasi polemik üzerinden oldu: “bizim birçok ülkeyle hep ikili savunma ilişkilerimiz var ve Amerika sözlerini tutmaya mecburdur. Trump şayet kendisi görevde olsa ne yapardı, onu açıkça söylemesi lazımdı. Kalkıp bize ‘DAEŞ’i yenmek için gizli bir planım var’ diyor; aslında plan gizli çünkü ortada plan-mlan yok!”. Trump ise Hillary’nin ısrarla DAEŞ’i yenecek yüreği ve duruşu olmadığını vurgularken “Hillary’nin tecrübesi var ama bunlar çoğunlukla kötü tecrübe” diyerek ikili çarpışmanın sonunda rakibini doğrudan hedef  aldı. Kendisinin rakibi aleyhine televizyonlarda milyonlarca dolara anti reklam filmleri yayınlamadığını hatırlatan Trump, “Ben Amerika’yı tekrar büyük yapmak istiyorum” sözleriyle konuşmasını bitirdi.

Sonuçta batı dünyasının medya desteğini büyük ölçüde arkasına alan Hillary, hala net olarak önde; fakat dünkü tartışmayı izledikten sonra, derin Amerika’nın son bir sürpriz atakla arayı kapayıp yarışı heyecanlı hale getirebileceği bana sürpriz olmaz gibi geldi. Çünkü orada devreye giren mantık değil...Burası kovboyların ülkesi, unutmayalım..                                                 

                                                                 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.