ÖDÜNSÜZ
YOBAZSAVAR’IN ÖLÜMÜ...
Hayat
seni en beklemediğin anda arkadan vurur. Ana işidir bu. Kahpeliği sever. Geçen
hafta sonu mutlu bir olay için Roma Havaalanı’na yeni iniş yapmıştık. Kuzenimin
kızının düğünü için büyük bir aile buluşması vardı. İşte orada geldi o
kahrolasıca haber. Tarık’ı kaybetmiştik. Evet, biliyorduk ağırdı durumu... Ama
-herhalde inanamamaktan- hepimiz bir mucize bekliyorduk sanki... Veya “daha çok
vaktimiz var” gibi düşünmek istiyorduk. Düğün gecesinin devamında, hiç uyumadan
Pazar sabahı 07:10’da bir uçak bulup törene ve cenazeye şükür ki yetişebildim.
Harbiye
Muhsin Ertuğrul salonuna sığamadı binlerce insan. Tabii ki vermediler Cemal
Reşit Rey veya Lütfi Kırdar’ı... Sonuçta aramızdan ayrılan büyük bir muhalifti.
Yobazsavardı. Faşistsavardı. Ödünsüzdü. Cesurdu. Korkusuzdu. Yani
anlayacağınız, kimilerine göre suçları çok fazlaydı. Tabii ki her bir ret
yanıtı için bürokrasinin hazır cevapları vardı: Tadilat/uygunsuzluk, başka
angajmanlar vs. Bürokrasi için bahaneden bol ne olabilirdi ki?
HER YAŞ VE HER
KESİMDEN İNSANIN, HALKIN KAHRAMANI
İçeri
girebilen binlerce insan, konserve kutusuna sıkıştırılmış sardalyeler gibi
ezilmelerine rağmen, birbirinin üstüne basma, altında kalma pahasına Tarık Akan
hakkında gösterilen bir kare fotoğrafın, iki çift sözün peşine düştü. Her biri,
yalnız en sevdikleri aktörü değil, abisini, babasını, kardeşini, sevgilisini, amcasını,
en yakınını kaybetmiş olmanın yoğun duygularını yaşıyordu. Biz sanatçılar da, yakın
bir arkadaşımızın ötesinde bir eylem arkadaşımızı, Mustafa Kemal’in en güzel
askerini kaybettik. İnsanlık Anıtı, işçi hakları yürüyüşleri, bitmez tükenmez
davalar, Silivri barikatları, Ergenekon-Balyoz direnişi, 1 Mayıs yürüyüşleri, basın
özgürlüğü yürüyüşleri, Taksim, her birinde yan yanaydık. O dev gibi adam
hepimize gizli bir gurur ve güven eklerdi. Sonuçta
salondan sokaklara taşan on binlerce insanın her biri kendi geçmişini uğurlamaya
gelmişti. Halk, gerçek kahramanına veda ediyordu. Çünkü herkes biliyordu onun
Saray’ın değil, halkın, kendilerinin sanatçısı olduğunu... Saray’da boy
göstermeye doyamayan o kadar meraklı sanatçı var ki...
Sonuçta
mikrofon uzatılan herkesin en candan sesleriyle söyleyecek bir şeyleri vardı. Zaten
Tarık onların arasında işportacılık, taksicilik yapmamış mıydı? Kahvede onlarla
tavla oynamamış mıydı? Manavla, bakkalla, kasapla, çiçekçiyle, mahallenin
çocuklarıyla, işçilerle ve emeklilerle arkadaş olmamış mıydı? Oynadığı 111 filmde
her kalıba girmemiş miydi? Sinemada elde
ettikleri geçici ünü hava atmak, hayranlarına burun çevirmek ve paparazzi
dövmek için kullanan renkli skandalların balon starlarına kapak olsun, o
efsanenin halkıyla ilişkisi!
Efsane
dedik de, lütfen herkes bilsin: Kimse boş yere efsane olmaz... Efsane, olmakla
kestane olmak arasında ince sanılan ama esasında timsahlı derelerle ayrılmış
büyük mesafeler, uçurumlar vardır. Ün vardır, ün vardır. Nasıl ulaşıldığı,
nasıl saklandığı, nasıl sürekli hale geldiğinin çok farklı kaynak ve
gerekçeleri vardır. Tarık Akan kadar ünlü birkaç aktör sayabiliriz. Ama onun
halk kimyasından, halkla bütünleşmesinden çok uzaktalar. Çünkü Tarık’da kibir
yoktu. Şöhreti ile çevresi üstünde baskı oluşturma eğilimleri hiç yoktu.
Mütevazılık, onun kimliğinin en çarpıcı yansımasıydı. Göründüğü gibi olan,
olduğu gibi görünen, halkın içinden geldiğini ve onlardan biri olduğunu çok iyi
bilen bir insandı. Haa, bir de unutmadan söyleyelim... Bu ülkede “en iyi oyuncu kim?” diye sorarsanız, herkesin
farklı yanıtları olabilir. Biri çıkıp Şener Şen diyebilir, bir diğeri Uğur
Yücel, bir başkası da Cüneyt Arkın diyebilir. Ama “en yakışıklı aktör kim?” diye sorarsanız, kadını da erkeği de,
anneleri de, anneanneleri de size ezici üstünlükle neredeyse tek isim verir: Tarık
Akan.
OLABİLECEK EN
DUYGULU UĞURLAMA...
Muhsin
Ertuğrul’daki töreni tüm medya yoğun olarak verdi. Ben de elimden geldiği kadar
fotoğraf, video ve yorumlarla sosyal medyadan içeri giremeyen herkese yayın
yaptım. Halkın susuzluğunu gidermeye yardım etme ihtiyacını hissettim. Fazıl
Say’ın, Zülfü’nün, yetenekli gençlerden oluşan Nazım Hikmet korosunun en güzel
yorumlarla izleyicilere ulaştırdıkları şarkılar, Rutkay Aziz’in, Ataol
Behramoğlu’nun, Zeki İrfanoğlu’nun ve değerli kızı Özlem’in çarpıcı
konuşmaları, Orhan Aydın’ın candan ve profesyonel sunumu, hepsi o acele ve
kargaşaya rağmen olabileceğinin en iyisiydi. Herkes kanından, canından bir şeyler
katmak istiyordu, o hatıralar yumağına... Ölüm,
biz faniler için kaçınılmaz son olduğuna göre, bir sanatçı bundan daha güzel nasıl
veda edebilir ki sevgili halkına, sanatına,
ailesine, ülkesine? Bir sanatçı, bir düşünce ve eylem insanı için olabilecek en
güzel uğurlama ve veda törenini yaşadı sevgili Tarık. Bu bir doruktu. Allah her
sanatçıya böyle bir uğurlanma nasip etsin. Ama tabii bunun ömür üstünden
nasıl hak edildiğini, her genç sanatçının Tarık abilerinin yaşamını iyice
araştırarak, hissederek öğrenmeleri lazım. Kolay şeyler değil bunlar...Türkiye
buna benzer az sayıda uğurlama yaşadı. Aklıma gelen Uğur Mumcu, Ahmet Taner
Kışlalı ve Yaşar Kemal gibi büyük aydınların cenazeleri var...
TARIK AKAN, HİÇ
BİR ZAMAN KENANİZM’LE KEMALİZMİ KARIŞTIRMADI!
Ses
dergisinin yarışması ile başlayan serüven, genç “jönprömiye”nin hızlı
yükselişini sağladıktan sonra, genç kızların dev sevgilisi kendi içgüdüsünün
getirdiği kararlılıkla Yılmaz Güney’le tanışıp dost olmayı başarıyor. İşte
ondan sonra başlayan politik filmler dizisi “Sürü” ve “Yol” gibi büyük başarılarla
taçlanıyor. Burada Tarık Akan’ın siyasi kimliği ve rotası üstüne bir an durup
düşünmemiz lazım. Tarık, 12 Eylül faşizmi ile boğuşulan günlerde Yılmaz Güney
ile o siyasi sorumluluklara imza atıyor. Güneydoğu’nun kanayan yarası
feodalizm, aşiret ve ağalık sisteminin, faşist yapının üzerine hışımla gidiyor.
Evren ara rejimi, tabii ki kendisi ile hesaplaşmayı ihmal etmiyor. Tarık üç ay
hapis yatıyor, işkence görüyor ama çizgisini hiçbir zaman değiştirmiyor. “Kenanizm” ile “Kemalizm”i birbirinden
ayırt etmeyi çok iyi biliyor. Bunun ne kadar zor birşey olduğunu sakın
atlamayın! 12 Eylül’ün yaşattıkları nedeniyle Atatürk düşmanı kesilen o kadar
çok defolu “solcu” gördü ki bu topraklar... Kendisini Atatürkçü olarak
pazarlayan ve Atatürk’ün partisini kapatıp arşiviyle beraber yok etmeye kalkan Evren
yüzünden kafalarını patlatarak Mustafa Kemal’in rotasını ve tüm yaşam
evrelerini tersten analiz etmeye çalışan onca zavallı...
2.
CUMHURİYETÇİLERİN VE DÖNEK MARKSİSTLERİN KANDIRAMADIĞI ADAM
Nice 2. Cumhuriyetçi,
anti-Kemalist ve Marksist solcu, nice bölücü-Kürtçü, Tarık’ı kendi safına çekip
onun insancıl, demokrat, özgürlükçü kimliğini deforme etmenin rüyasını gördüler.
Tabii bu onlar için bir rüya olarak kaldı. Çünkü Tarık, en sağlam Atatürkçülerden
biri olarak, bu çabaların hepsini taca attı, boşa çıkardı. Her biri kendilerini
ofsaytta buldu. Onun Cumhuriyetçi ve bağımsız çizgisi, başta Atatürk ve onu
takip eden İlhan Selçuk, Atilla İlhan gibi büyük aydınlar, Kuvayı-Milliye
destanına imza atan Nazım Hikmet gibi başka devlerden beslenerek oluşmuştu.
Medyanın yanar-döner, çıkarcı, oportünist, sahte aydınları onu doğal olarak etkileyemezdi.
Her biri beyhude çabalarının ardından aldıkları tarih dersiyle kaldılar. Tarık’ın
faşizm düşmanlığı, emperyalizm düşmanlığıyla birleşiyordu. Onlarda olduğu gibi
Atatürk düşmanlığının acınası hafifliğinden değil... Emperyalizmin satılık kalemleri
veya beynini yıkadığı dönek Marksistler ne Atatürk’ü, ne de Tarık gibi çağdaş
Atatürkçüleri anlayamazlardı.
İşte
bu nedenledir ki, Tarık Akan’ın ardından sayfalarını hazırlayan medya organlarının
yarısından çoğu, onun sert ve eğilmez siyasi çizgisinden ya söz edemediler ya
da ona bu vesileyle saldırarak kinlerini ve zehirlerini makyajlı köşe
yazılarına akıttılar. Ne yapacaktı mesela yandaş basın? Feto ile kucak kucağa
yaşadıkları dönemde, Silivri’de barikatları deviren Tarık’ı nasıl sunduklarını herkes
bilmiyor muydu sanki? Sosyal medya ise bu vesileyle ne kadar alçağı
barındırdığını tekrar dosta düşmana ispat etti. “Twitter ortaya çıkmadan önce, bu ülkede bu kadar alçağın yaşadığını
bilmiyordum” diye durumu özetleyen tweet o kadar doğruyu söylemiş ki...
TARIK AKAN
EFSANESİ YÜKSELEREK SÜRECEK
Hababam Sınıfı,
bu topraklarda her ülkeye nasip olmayan bir şekilde, sonsuza kadar gösterilmeye
devam edecek. Tarık aramızda yaşıyorken söylediği her sözle gelecek günlerimize
ışık tutmaya devam edecek. Onu acılar içinde toprağa veren halkı, mahallelisi
onu her gün anmaya devam edecek. Taş Mektep’ten yetişen onca aydın genç,
beyinleri ve yürekleri ile Türkiye’ye Atatürk aydınlanmasını, Tarık Akan
söylemi ve tescili ile yaymaya devam edecek. Afişleri, kartpostalları,
eskisinden daha çok satacak. Filmleri her zamankinden çok izlenecek. O veda
gününde onu kucaklayan her kuşaktan, her meslekten, her yöreden
kadın-erkek-yaşlı-genç-çocuk insanımız onu daha kocaman bir sevgiyle sahiplenecek,
bağrına basacak. Mezarını ziyaret edenler dolup taşacak. Zamanın durduğu
noktada, artık o yeni bir uzantıya, ölümsüzlüğe geçişini yaptı. Yüzünün akıyla,
sıcak kalbi ve ölümsüz izleriyle hep aramızda olacak. Ne mutlu Türk halkına ki, kuşaklar boyu birbirlerine anlatacakları
örnek bir aydının izleri, hatıraları ve efsanesi ile yaşamaya devam edecekler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.