Bedri Baykam yazdı: Wavrinka şampiyon olunca bakın neler yaptı
4 set süren büyük kapışma yeni bitmişken, dünyanın bir numarasını, Novak Djokovic'i 6/7, 6/4, 7/5, 6/3 yenmiş olan adam, kendisini diğer büyük şampiyonlardan görmeye alıştığımız gibi yerlere atmıyor, baygınlık numaraları yapmıyor! Sakin ve vakur bir şekilde filede rakibinin elini sıkıp onu tebrik ediyor ve sakin adımlarla tribüne çıkıp antrenörleri ve ailesini, yakınlarını kucaklıyor. Kupa kendisine teslim edilirken o önce eline tutuşturulan 3,5 milyon dolarlık çeki cebine dikkatlice yerleştiriyor. Ne de olsa bu para Wavrinka'nın çevresindeki Federerler, Nadallar, Murrayler, Djokovicler gibi her gün kazandığı meblağlar değil. Mütevazı yıldız her şeyden önce Djokovic'i tebrik edip tenis sporuna kattığı güzellikleri dile getiriyor. Kendinden çok ondan söz edip onu övüyor. Allah için Djokovic'in de tavrı aynıydı. Mızıkçı bir mağlup şımarıklığından çok uzak olan Novak, centilmence İsviçreli yeni şampiyonu alkışlıyor, sarılıp tebrik ediyor. Sporun güzellikleri bunlar. Türk futbol dünyasının öğrenecek o kadar çok şey var ki tenis dünyasından...
"STAN THE MAN" İLE TANIŞIN...
İsimler ve sloganlar boş yere oluşmuyor. Onun lakabı "Stan the Man". 2014 yılında Profesyonel Tenisçiler Birliği ATP'ye rica ederek turdaki resmi ön adını Stanislas'dan Stan'e değiştiriyor. İşte o tarihten itibaren tüm başarılar "adam gibi adam" Stan Wavrinka'nın oluyor. Yani Stan the Man'in.
İsviçreli. Yıllarca Roger Federer'in altında ezilmiş. Vatandaşı dünyanın bütün kupalarını acımasızca toplarken Wavrinka hep iyi bir 2. sınıf tenisçi olarak gözükmüş. Davis Cup'da Federer ile beraber önemli başarılara imza atmışlar, arada saman alevi gibi parlamış ama hep "neydi o diğer İsviçrelinin adı?" kıvamında kalmış. 2008 Olimpiyatları’nda Federer ile gelen çift şampiyonluğu önünü çok açmasa da, 2014 yılı, 29 yaşında bir tenisçi olarak dikkatleri üzerine çekmeye başladığı ilk ciddi yıl olmuş. Yine Federer ile beraber milli takım düzeyinde Davis Cup'ı kazanmalarının dışında o yıl Avustralya Açık Turnuası’nı ve Monte Carlo Masters'ı alması "one minute!" dedirtmiş! Kimilerine kariyer sonu son bir nefes güzelliği gibi görünen bu başarıların üstüne geçen yıl Paris Açık finalinde Djokovic'i yenerek şampiyon olması, bu yıl da oynadığı 11 finalin her birini kazanmış olması ortaya bambaşka bir Wavrinka profili çıkarmış...
FAVORİ HALKA GÖRE DJOKOVİC, ELEŞTİRMENLERE GÖRE...
Tüm bunlara rağmen Wavrinka, 31 yaşında Amerika Açık finaline çıkarken genel halk kitleleri Djokovic karşısında fazla şansı olmayacağını söylüyordu. Ama aralarında olduğum tenis yazarları ve eleştirmenleri ise Wavrinka'nın şansının daha fazla olduğunu düşünüyorlardı. Haklı çıkanlar arasında olmama sevindim. Özel arzum, 4 Slam turnuasından üçüncüyü de dün kazanan Wavrinka'nın, önümüzdeki birkaç yılda Wimbledon'u da kazanarak hiç olmazsa kariyer Grand Slam'ini tamamlayan o ender ve değerli efsanevi tenis yıldızları katına en üst düzeyden giriş yapması.
MAÇA GİRER GİRMEZ GAZA BASAN DJOKO...
Büyük finalden önce Djokovic de doğal olarak tedirgindi. Hem rakibinin giderek artan form grafiğinden haberdardı, hem de her finali kazanabilme kapasitesinden. Maça hızlı bir giriş yapması lazımdı. Yaptı da. Maçın henüz 2. oyununda rakibinin kolay bir backhand'i kaçırmasının ardından servisi kırdı. Djokovic bu avantajla skoru 4-1’e taşıdıktan sonra, Wavrinka’nın servisinde 5-1’i de kaçırdı. Djokovic kolay bir şekilde 5-2’yi bulduktan sonra Wavrinka, 15/40’da iki set topunu kurtarıp kendi servisini aldı ve bu da yetmezmiş gibi rakibinin son bir çift hatasından da yararlanarak Djoko'nun servisini kırdı. Ardından kendi servisiyle 5-5 gelince, iş tie-break'e kaldı. Orada dünya bir numarası, üst üste yaşanan artistik ve nefes kesici puanlardan sonra ağırlığını koydu ve 7-1 ile tie break'i, 7/6 ile ilk seti kazandı. O anda maçın ibresi, eksperlerin ilk tahmininin aksine, biraz Djokovic'e kaydı. Çünkü istatistiklere göre, 2009'da Arjantinli Del Potro ve 1992'de İsveçli Stefan Edberg dışında ilk seti kaybederek US Open'ı kazanan yoktu... Maçtan sonra Wavrinka, 5/2’den 5/5’e taşıyıp kaybettiği o set hakkında, bakın neler söylüyor:"Maça dönebilmiş olmam, o seti kaybetmiş olsam bile bana moral verdi. O andan sonra oyunu dengelediğimi ve kazansam da kaybetsem de maça tüm gücümle asılabileceğim havayı yakaladığıma inandım". Evet, verdiği set Wavrinka için maçın dönüm noktalarından biriydi.
İKİNCİ SETTE DEĞİŞEN SENARYO
Aslında inanılmaz derecede sıkıcı hatalarla, "unforced error" yüklemeleriyle başlayan maçta, her iki oyuncu da başlarda en iyi tenislerini oynamaktan çok uzaktılar. Hatalar şaka gibi -ya da yağmur gibi- üst üste geliyordu. İkinci sette de bu durum birden değişmedi. Wavrinka'nın servisi ile başlayan sette, İsviçreli 4. oyunda rakibinin servisini mükemmel bir backhand paralel ile kırdı. Ardından 0/40 geri düşmesine rağmen ACE servis ve forehand winner'larla skoru 4/1’e taşıdı. Sonra ilginç bir şekilde sanki film tersten sarıldı ve bu sefer Djokovic farkı kapatarak 4/4’e taşıdı. Wavrinka’nın kolayca kendi servisini süpürmesinin ardından Djokovic 15-40’da forehand'ini out'a atınca setlere eşitlik geldi.
SAKATLIKLAR VE SEYİRCİLERLE UĞRAŞAN BİR DÜNYA 1 NUMARASI...
Wavrinka üçüncü sete bu moralle hızlı başlayan taraftı. İkinci oyunda Djokovic'in servisini nefis bir backhand passing shot'la kırdıktan sonra, maç kendi tarihi içinde üçüncü kere tekrarlandı ve Djokovic skoru 3/3’e kadar geriye sarmayı başardı. Maç 5/5’e kadar geldikten sonra Wavrinka'nın servisinde skor 30/30’a geldi. O noktada Djokovic'in üst üste iki basit hatası oyunu Wavrinka'ya verdi. 6/5’te Djokovic, maçı tekrar tie-break'e taşımak üzereyken üst üste üç basit hata yaparak Wavrinka'ya 7/5 ile adeta hediye etti.
Üçüncü setten itibaren sakatlıklarıyla boğuşmaya başlayan Djokovic, ayrıca ilginç ve alışılagelmedik şekilde, seyircilerle de kendisini dekonsantre eden bazı sinir bozucu diyaloglar yaşadı. Bu seviyede, kabul edilebilir bir zaaf göstergesi değil bu.
Dördüncü set, aynı hava içerisinde giderek maçtan kopma sinyalleri veren Djokovic ile, oyunu artık avucunun içine almış olmanın keyfini yaşayan, konsantre bir Wavrinka arasında başladı. Wavrinka aynen 3. sette olduğu gibi önce 3/0'ı buldu. Ardından 3-1’de Djokovic tıbbi yardım ve müdahale molası isteyip elde etti. Birçok Wavrinka taraftarı, bunun bir taktik yöntemi olabileceğini düşünüp sıkıntıya girerken Djokovic, özür diledi rakibinden ve iş tatlıya bağlandı. Su toplayan ayak parmaklarının yakın görüntüleriyle tanışmış olduk. Maç tekrar başladıktan sonra ilk oyunda servis Wavrinka'da idi. O kritik oyunda 3 servis kaybetme topu kurtaran Wavrinka, skoru 4/1 yaparak, Djoko'nun bu sete ortak olmasına mani oldu. 5/3’e kadar her iki oyuncu da servislerini kazandıktan sonra, son servis oyununda Wavrinka 2. maç topunda rakibinin bir backhand'ini auta atmasıyla o rüya gibi zaferi nihayet cebine koymayı başardı.
Stan the man... İyi ve güvenilir insanların, mütevazı sporcuların giderek azaldığı bir ortamda, size tavsiyem onu takip etmeye devam etmeniz. Kazansa da, kaybetse de...
O DA "ERKEN ÖLÜM"ÜN EŞİĞİNDEN DÖNMÜŞTÜ!
Bir dakika! Bu defteri kapatmadan önce aktaracağım bir detay daha var. Nasıl evvelsi gün Pliskova'nın 4. turda Venus Williams'a karşı bir maç topu kurtararak finale çıktığını size hatırlattıysam, Amerika’nın yeni kahramanı Wavrinka'nın da geldiği yer aynı. Bu turnuanın üçüncü turunda İngiliz Evans'a karşı 4. sette maç topu kurtaran Wavrinka, o noktada topu fileye taksa veya ayağı kaysa bugün bizler burada başka hikayeler yazıp okuyor olacaktık. Zaten hayatın her noktası böyle zincirlerden oluşmuyor mu? Stan, turnuaların ilk turlarında daha dekonsantre ve alt bir seviyede oynarken özellikle grand slam'lerde iki haftanın içine girdikçe, kendisini ve seviyesini bulan bir oyuncu! Son zamanlarda özellikle final performansının artmasını ise üç yıl öncesine kadar olan dönemden sonra, aktardığım şekilde özgüveninin çok artmış olmasına borçluyuz. Bir de şunu da unutmayın: Stan gelişmeye devam ediyor! Nasıl gençlerin boyu 20 yaşına kadar uzarsa, Stan'in gelişim çizgisi de inanın hala sürüyor!
Bir de son kişisel not: Bizim eski kuşak Türk tenisçiler olarak genellikle Wavrinka'yı tutmamızın diğer nedeni, bizim dönemin stilini yansıtıyor olması. Tenis turunun en iyi tek elli backhand'ine sahip oluşuyla öne çıkarılan Wavrinka, bizlerin gözünde her şeyden önce estetiğin, zeka tenisinin öne çıkan ismi... Bu nedenle de, güç tenisi ve robotların, kontratların ortada dans ettiği ortamda içimizi ısıtan bir eski meşale kendisi!
Bedri Baykam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.