Durumun
teknik ve pratik özeti ortada: AKP, ülkede yaşanan FETÖ darbesinin ardından,
OHAL ilan etti. Bu dönemde de ülkede hükümet “Kanun Hükmünde Kararname”lerle (KHK)
duruma müdahale edeceğini ve ülkeyi yöneteceğini söylüyor. Söylenen bu, ama
uygulanan bu değil.
OHAL Mİ, BU NE
HAL Mİ?
Sanki
Erdoğan ve AKP ülkede darbe yaptı ve ülkeyi kafalarına göre yeniden
şekillendiriyorlar. “Ordusu şöyle olsun,
akademisi böyle olsun, bu buna bağlı olsun, MİT ikiye bölünsün, YAŞ’ta sayısal
üstünlük net olarak hükümet geçsin”. Kılıçdaroğlu bugün tekrar net olarak
hatırlattı: Anayasa’da belirtildiği gibi, KHK’lar, ancak OHAL’in geçerli olduğu
süreçte uygulanacak geçici kararnamelerdir. Mesela, polise yoğun bir ev-araba
arama yetkisi verilebilir. Ya da bankalardan çeşitli şirketlerin hareketleri
hakkında ivedi istihbarat istenebilir. Havalimanları giriş-çıkışları için olağandışı
önlemler alınabilir. Bunlar gibi, geçici bir çok uygulama devreye sokulabilir. Peki şimdi yapılana bakıyoruz: Sanki
birileri oturmuş yeni bir kasaba veya ülke dizayn ediyor ve her türlü kalıcı
kararı alarak Türkiye’nin yapısına müdahale ediyor! Hatta durum belki daha
da acı: Genel Kurmay eski Başkanı İlker Başbuğ, dün gece televizyonda aynen
şunu diyor: “Bu askeri yapılara gelecek müdahaleler
bizi üzer. Mesela 1834’te Abdülmecit tarafından kurulan Kuleli Askeri Lisesi’ni
otel yapmaya kalkarsanız, bizi yürekten yaralarsınız”
NEYE DAYANARAK, NEYİ
DEĞİŞTİRİYORSUNUZ?
Erdoğan
üstüne basarak daha bugün bile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeniden yapılandırılmasından
söz edebiliyorsa, bunun nasıl Anayasa ve yasalara uygun yapıldığını anlamakta
zorluk çekiyorum.
Durumu
biraz daha netleştirelim: AKP’nin elini
attığı her yerde nasıl kadrolaştığını ve yandaşlarını plase ettiğini aramızda
bilmeyen var mı? AKP’nin iktidarı eline aldığından beri en çekindiği
kurumun TSK olduğunu bilmeyen var mı? Şimdi FETÖ garabetinin yarattığı sözde komutan
müsveddelerinin pespaye senaryoları ile kirlettikleri yaralı demokrasimiz büyük
bir tehlike ile karşı karşıya: Erdoğan,
altın tepside kendisine sunulmuş bu fırsatı değerlendirip hayatının en büyük
golünü boş kaleye atmaya hazırlanıyor! “Milli
Savunma Üniversitesi” adı uygun görülen yapının ve ona bağlı olarak “asker”
yetiştirecek olan “enstitü” denilecek Harp Akademileri’nin hızla AKP
iktidarının fedai yandaşları ile dolmayacağının garantisini kim verebilir? Türkiye’nin hedefi demokratikleşme
olacaksa, herhalde hedefimiz FETÖ ve Gülen Tarikatı ucubesinden kurtulurken
başka bir tarikatın, diktanın, başka bir anti-demokratik yapının eline düşmek
değil... Ama ne yazık ki gidişat ve tecrübe birikimimiz bize alarm sinyalleri
vermekle meşgul. İki hafta önce ODATV yazımda Erdoğan’ın 15 Temmuz
sayesinde bir taşla 8 kuş vurduğunu yazmıştım. Önce kendi kendime söyleniyordum
“hata yaptım, aslında 9 kuş vurmuş”
diye... Şimdi görüyorum ki, meğer aslında Erdoğan kuş sürüsünü telef etmiş!
TÜRKİYE VE TSK
NEREDEN NEREYE!
Hey
Türkiye hey! Erdoğan, iktidarı aldığı ilk yıllardan itibaren, bugün dört elle
sarılır göründüğü laiklikten uzaklaşmak için her fırsatı kullanmadı mı? Her
yasa, her kadrolaşma ve her yorum hakkını değerlendirmedi mi? Bu süreçte, “Aman bu TSK bize karşı darbe yapmasın” diye güvenlik olarak Avrupa
kartına sarılıp saf demokratları o trene doldurarak “sizi Avrupa’ya götürüyorum,
AB’ye gidiyoruzzz” diye kandırıp Tahran’a doğru yol almadı mı? Nasıl da
inanmıştı o garibanlar! Hani CNN ve NTV’de her akşam “püfür püfür profesür” kıvamında çok bilgiç şekilde ahkam kesen bu
zatlar o günlerde Strasbourg veya Brüksel veya Berlin’e doğru yol aldıklarına
inanmışlardı... Bu konuda, bu isimle
çocukların bile anlayacağı kadar açık dilde kitap yazdım, onlar ise hala “Türkiye-AB evliliği saat kaçta?” diye
etrafı soru yağmurlarına ve tahminlere boğacak kadar gerçeklerden kopuktular! YAŞ toplantılarında, her kesimden üstü
kapalı veya açık ağır ithamlar işiten TSK, tüm bu kasvetli havaya rağmen kendi
bünyelerinden yobaz FETÖ’cüleri temizlemeye her çalıştıklarında, kimin şerhi
ile karşılaşırlardı? Sayın Erdoğan’ın tabii ki! Böyle geçti o yıllar! O
günlerde Erdoğan’a bir falcı, “önümüzdeki
on virajda, şans her defa senden yana gülecek ve her defasında güçlenerek canlı
çıkacaksın. Sonunda öyle bir noktaya tırmanacaksın ki, TSK’yı baştan aşağı sen
dizayn edeceksin, istersen askeri okul kapatacaksın, hepsini sivillere
bağlayacaksın” vs dese, vallahi o kadının ne palavracılığı kalırdı, ne de soytarılığı!
Ama işte bir insanın her kesimden rakibi, bu kadar boş, bu kadar iddiasız, bu
kadar taktiksiz, bu kadar donanımsız olursa, karşı taraf da işte böyle sırayla
her engeli aşarak rüyasında bile göremeyeceği noktalara yükselebilir! Eminim
Erdoğan’da, son çeyrek aşırını gözden geçirdiğinde, kendisine bu ayrıcalıklı
(!) dokunulmazlığı uygun gören muhalefet partilerine ne kadar şükran dolu
olduğunu düşünüyordur!
YAŞ’TA
KORUNANLAR VE YOKOLAN “İRTİCA” KAVRAMI
Bildiğiniz
eski Türkiye’de irtica diye bir tehlike vardı. Ülkeye sahip çıkan bir
Parlamento ve TSK vardı. TSK’yı kandırmaya çalışanlar (!) çoğunlukla deşifre
olur, Ordu’dan atılırdı. Sonra önce o söz ettiğim şerhler geldi, sonra “artık bu kavramın tanımlamasının
yapılamadığı” savıyla MGK’dan “irtica”
kavramı çıkarıldı... Ardından Ergenekon,
Balyoz, Poyrazköy sırayla patlamaya başladı. TSK tarihinin en haksız
saldırısını alarak depremin ortasına atıldı. AB treninde gezmeye götürülen
saftirik liboşlar, o dönemde neler yumurtladılar haber kanallarında, neler
yazdılar unutmamız mümkün mü? Şimdilerde, kime yıllarca nasıl davrandığını
anlatsanız, nasıl FETÖ ile ortaklık yapıp o dinamitleri beraberce yerleştirmiş
olduklarını hatırlatsanız, kötü kişi oluyorsunuz! “Aşk olsun devamlı bunlar da bize böyle kakılmaz ki! Artık milli
beraberlik günlerindeyiz” İyi de o günlerde dilimizde tüy bitti bunları
anlatana kadar! Kimse size gizli belge, bulgu ve sırlardan söz etmiyor ki! FETÖ’nün ABD’de tanıtımını sizin lobi
şirketleriniz yapmamış mı? Tüm Büyükelçilikler’e, Cemaat-Hizmet grubunun üst
yetkililerinin her yere çağrılmalarının talimatı, sizin kadrolarınızın gücüyle
en yüksek koltuklara kurulanların imzasıyla gitmedi mi? İşte o gün bu ağır
hatalara imza atanlar, bugün de TESEV mantığıyla “TSK’yı sivilleştirme” adına
Ordu’yu siyasi erke doğrudan bağlama gafletine düşüyorlar. “Ordu’yu yeniden şekillendiriyoruz” adı
altında, üst rütbeli generallerinin, forslu arabalarla milletvekillerinden
icazet arayıp, bağlılık göstergelerinde bulunacağı garip bir ülke haline dönüştürülmek
isteniyor. Bugün iktidarın oyuncağı haline getirilip doğrudan siyasetin ve çıkar
ilişkilerinin içine sokulan, sözde aydınlar tarafından yıllardır aşağılanan,
hapislere atılan, bugün de yuvaları başına yıkılmaya çalışılan bu Ordu’nun,
diğer ordulardan önemli bir farkı var: bu Cumhuriyet’in kurucu gücü, Mustafa
Kemal ve Ordusu, silah arkadaşlarıdır. Bu Cumhuriyet’in kökünde, bu askeri
yapının getirdiği temel var. Yıllardır bu temelin zedelenmesine işbirlikçi bir
şekilde göz yumanlar, şimdi faturayı Kuleli Askeri Lisesi’ne veya Harp Akademileri’ne
kesemezler.
EN ZOR DÖNEMDE,
EN ÖRSELENMİŞ ORDU
Bu
arada iktidar ve muhalefet, şu içine itildiğimiz kritik darboğazın ne kadar
farkında? 2000’lerin başında TSK’nın gücü hangi noktadaydı, bugün hangi noktada?
Üst üste yaşanan davalar, Silivri dramları, açığa almalar ve son 15/7 darbesi
ve artçı şoklarıyla Türk Ordusu gücünün üçte ikisini kaybetti! Hem de hangi
dönemde? Suriye krizi, mülteciler, IŞİD ve PKK terörü her an sınırlarımızı ve ülkenin
kalbini tehdit ederken! Gerçekten pes diyorum! Umarım iktidar, son günlerde gözlemlediğimiz şekilde, FETÖ kumpaslarının
alçaklığıyla görevden alınan tüm subayları tekrar en üst noktalara yerleştirme
işini elini yavaş tutmadan bitirir de, düşmanlar yaşadığımız zaaf dolu dönemin
tam farkına varamadan, TSK kendi vücudunu tekrar emin ellerde ayakta tutabilir
bir konuma geri döner!
FENERBAHÇE
GURURU-ABANT UTANCI
Hazır
kumpas demişken: Fenerbahçe’ye yapılan saldırı başladıktan 1-2 gün sonra ortada
yüzen iddiaların kokusu çıkmaya başlamıştı. 2. günden itibaren verdiğimiz
sosyal medya mücadelesinin üzerine, bir de neredeyse haftada iki kere farklı
televizyonlara çıkarak şimdi adını FETÖ olarak bildiğimiz cemaatin
marifetlerine karşı açık savaş veriyordum. Bu konuda sürekli gelişen bir dosya
tutarak, Fenerbahçe adına fahri avukatlık yapar duruma gelmiştim. Hayatımın gurur
dolu bir sayfası olacağını o gün de biliyor ve inanıyordum. Ve ne mutlu bana
ki, 35 yıl veya 3,5 ay önce ne dediysem, hepsinden hala sorumluyum ve hiç bir
zaman “kandırıldım”, “yanlış anlaşıldım” demek durumunda
kalmadım. Şu günlerde komik şekilde, “Profüsür”
sıfatlarına halel gelmesin diye “Ben zaten
30 yıldır bu Cemaat oluşumunun tehlikelerine parmak basıyordum” deyip, o
meşhuuuurrr Abant toplantılarında fink atan, fiyakalı biat konuşmaları yapan
bahtsızlara bir çift sözüm var: Bunları kimse yutmuyor. Vazgeçin, pişmanlığınızı
ve kandırılmışlığınızı dile getirin, hepsi bu. Ha bir şey daha: Lütfen
edebinizle Cumhuriyet gazetesinden ayrılın, geçmişi demokrasi mücadelesiyle dolu
bu yapıya, malum furyada sızmış olmanızı tadında bırakın ve gidin. Fenerbahçelilere gelince... Onların her
biriyle, Başkanından açık tribün taraftarına, gurur duyuyorum. O günlerde ağza alınmayacak
sözleri ve çirkin senaryoları, karikatürleri bu büyük camiaya reva görenler,
bugün nerelerde saklanıyorlar, bilgi verirseniz gidip yanaklarını şefkatle
okşamak istiyorum, özürlerini kabul ederken! Hele UEFA’yı kafakola almak için
yapmadık şaklabanlık ve ucuz muhbirlikle kendi kendini kirleten o iki camianın
kumpasa alet olmuş üyelerine çok acıyorum...
CHP MUHALİFLİK
DOZUNU NE ZAMAN GEREĞİNE ÇEKECEK?
Son
sözüm yine kendi partime, CHP’ye. Sayın Başkan ve değerli yönetici kardeşlerim,
verdiğiniz tepkiler doğru, ama çoook hafif ve yavaş! Otobüste, iki haydut bir
kızı dövüp çantasın gasp ederken, “çocuklar bu eyleminizi kınıyorum” diyebilir
misiniz? İşte maalesef o durumdasınız! Erdoğan siyasi alanda maalesef her
birinizden daha kurnaz ve değişik ortamları kendi lehine kullanma konusunda tam
bir uzman. 15/7 sayesinde, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’yi “Saray’a çıkartan”
Cumhurbaşkanı, şimdi de girişte anlattığımız şekilde kendi zevklerine ve
görüşlerine uygun bir ülke kurmakla meşgul.
Sayın Kılıçdaroğlu, demokrasiye destek mitinginizi alkışladık, katıldık... İyi
de şimdi acil olarak sizin tekrar “ana muhalefet partisi başkanı” kimliğinizi
hatırlayarak o mitingin 3 mislini, olayın bir sivil darbeye dönüştürülmeye
çalışılmasına karşı örgütlemeniz lazım! Yoksa, sizin demokrasi ve rejim adına
Erdoğan’a verdiğiniz desteği yanlış anlayan kimi yandaş gazeteciler, “madem daha iki hafta sonra zırt diye
dönecektiniz, ne halt etmeye Beştepe’ye gittiniz ve insanları ‘Erdoğan’a karşı
verdiğiniz savaş sona ermiş’ görüntüsü vererek kandırdınız?” diye komik makaleler
kaleme alırlar! Onların bu saçmalığı
yazabilmeleri bile, sizin muhalif kimliğinizi biraz unuttuğunuzu ve acilen bu
sivil dikta heveslisi yapının karşısında olduğunuzu somut olarak duyurmanız
gerektiğini net olarak ortaya koymaktadır. 15/7 darbesine karşı çıkmanın, uzaktan yakından bu iktidarı desteklemek
anlamına gelmediğini en yüksek sesle ve dev mitinglerle ortaya koymanız
lazımdır. Bu konuda her gün bizlere akan halk tepkisini sizinle paylaşmak
görevimizdir sayın Kılıçdaroğlu... Bu doğrultuda bu Pazar günü, Yenikapı
mitingine katılmamanız, iyi bir işarettir. Bu sahte bahar havası, artık doğru
sınırlarına hızla geri çekilmezse, iktidar bu fırsatçılıkla daha çoook kapsama
alanı yutar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.